Postmodern vaizler dönemi başlamıştır
1826 Okunma, 9 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

22.03.2010

ESKİDEN Timurtaş Uçar Hoca vardı...

 

Büyük camilerde vaaz verirdi...

 

Etkili konuşurdu... Gırtlağını patlatırcasına bağırırdı... Politik meselelere ahlak ve maneviyat açısından değinir ama parti tutmazdı... Kasetleri yok satardı... Hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahipti.

 

Sonra Fethullah Gülen'in “gözyaşları”nı sos olarak kullandığı vaazları girdi devreye... Daha yumuşak, daha deruni, daha etkili vaazlar... Onun da meskeni camilerdi... Onun da kasetleri popüler oldu... “Cemaat”in ilk hayran kuşağı, o vaazlarda doğdu.

 

* * *

 

Son bir aydır dikkatle izliyorum:

 

Cüppeli Ahmet Hoca Anadolu şehirlerinde vaaz turnesine çıkmış...

 

Hepimize yeni bir “vaizler dönemi”nin başladığını gösteren bir olaydır bu...

 

“Eski vaizler” ile Cüppeli'nin yeni tarzı arasındaki farkları şöyle sıralayabiliriz:

 

- BİR: Gayet şık kıyafeti ve elinde asasıyla modernize edilmiş bir derviş kıvamında görüntü veriyor.

 

- İKİ: Camiler yerine spor salonlarını tercih ediyor ve işin doğrusu spor salonlarını hınca hınç dolduruyor.

 

- ÜÇ: Televizyondan elde ettiği şöhretin hayrını görüyor.

 

- DÖRT: Lüks bir otomobil ile geldiği spor salonunda gönüllü koruma ordusu tarafından karşılanıyor.

 

- BEŞ: Arap tarzına hayli yatkın, şaşalı bir kürsüden dinleyicilerine hitap ediyor.

 

- ALTI: Araya güncel espriler sıkıştırarak reytingini korumaya ve ilgiyi canlı kılmaya çalışıyor.

 

* * *

 

Haber veriyorum: Yeni vaizler dönemi başlamıştır!

 

Cami yerine spor salonlarının tercih edildiği, konuşmacının karizmasına önem verdiği, reytingin hesaba katıldığı yeni bir dönem bu...

 

Madem talep bu denli yoğun, bu alanı tek başına Cüppeli'ye yedirmezler...

 

Göreceksiniz: Çok yakında “yeni Cüppeliler” çıkacak...

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

Ulu-l Elbâb ve Eksere-n nâs

Hz. Muhammed devlet başkanı olarak Cuma namazında konuşurdu. Bir gün Cuma namazında konuşurken dışarıdan gelen ticaret kervanının sesini duyan cemaat Peygamberi ayakta bırakarak kervana doğru koşmuşlardır. Bunun üzerine Cuma suresinin 11. Ayeti inmiştir:

وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انْفَضُّوا إِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَائِمًا قُلْ مَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِ وَاللَّهُ خَيْرُ الرَّازِقِينَ

Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona yönelirler ve seni ayakta bırakarak terk ederler. De ki “Allah’ın indinde olan eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Ve Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma 11)

Bu ayet aslında insan karakterini göstermektedir. İsterse ilk mümin devlet olan Medine Devletinin üyeleri olsun, fark etmez. İnsan ticaret ve eğlenceye Allah’ın emirlerinden, Allah’ın istediklerinden daha fazla yönelir. Bu ayette ilk başta ticareti önce söylemiş, karşılaştırma yaparken ise eğlenceyi önce söylemiştir. Bunun sebebi insanların eğilimi açısından ikisi arasında bir fark olmamasıdır. İlk başta nekre gelen ticaret ve eğlence kelimelerinin nekre gelme sebebi o sıradaki Medinelilerin ticareti ve eğlencesi değil, herhangi bir çeşit ticaret ve herhangi bir çeşit eğlence olmasıdır. Yani her dönemin ticaret ve eğlencesine insanlar Allah’ın indinde olandan daha fazla önem verecektir demektir. Daha sonra Allah’ın indinde olan diyerek مَا ile getirilmiştir. Eğer kastedilen sadece namaz olsaydı burada hususi ism-i mevsul olan اللَّذِي kullanılmalıydı. Bu şekilde anlam daraltılmalıydı. Oysa  burada مَا umumi ism-i mevsul olarak Allah’ın indinde olan ne varsa anlamındadır ve kapsam genişlemektedir. Daha sonra gelen اللَّهْوِ ve التِّجَارَةِ marife olmaktadır. Bunun amacı Ahd-i zikri denen durumdur. Yani cümlenin başında geçen eğlence ve ticaret kastedilmektedir. Yani eğer ki siz Allah’ın indinde hayırlı olan bir iş yapıyorsanız insanlar sizi ayaküstü bırakacak, kazanç ve eğlenceye doğru meyledecekler demektir.

Gelelim postmodern vaizlere. Televizyonlara çıkıyorlar, insanlar onları dinlemek için telefonlarla birbirine haber veriyor. Bilmem ne kanalında Cübbeli hoca çıktı onu seyredelim diyorlar. Korkunç reytingler gerçekleşiyor ve kanallarda tekrar tekrar veriliyor. Yayının tekrarında bile korkunç reytingler yapılıyor. Programın sunucuları Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı o kadar çok eğleniyorlar ki neredeyse gülmekten altlarına kaçıracaklar. Hz. Muhammed’in vaazından eğlenceli bulmadıkları için kaçan bir cemaat var, Cübbelinin vaazını ise eğlenceli buldukları için dinleyen başka bir cemaat var. Ayetten Allah’ın indinde olanla eğlencenin bir arada olmayacağını anlıyoruz. Gerisini siz hesap edin.

Bütün vaizler Cübbeli gibi yapmıyor. Onların birçoğu çok ciddi vaazlar veriyorlar. Ancak bu vaazları dinleyenler çok iyi bilirler ki bu vaazlar insanlara hiçbir sorumluluk yüklemeyen vaazlar. Hadisler okunur, ayetler okunur. Namazını kıl, namazda iken huşu içinde ol, annene ve babana iyi davran, gece-gündüz namaz kıl, komşun açken tok yatma, salavat çek, zikir çek, haram yeme vs vs. Dinleyenler huşu içinde vaazı dinlerler. Vaazdan çıkarlar ve günlük hayatlarına faizli düzenin cari sistemi içinde mutlulukla devam ederler. Bütün bu vaazlara dikkat edin, düzenli olarak yapılanlara, yani haftanın belli günlerinde ve belli saatlerinde yapılanlarına bakın. Eğer cemaate bildikleri şeyler tekrar tekrar söyleniyorsa o vaazı dinlemek için yarışa giriyorlar. Binlerce insan salonlara toplanıyor ve birçoğu ayakta kalıyor. Ama dinledikleri şeyler her yerde yazan, önceden defalarca dinledikleri ve duydukları sözler. Ama adeta bir yarış içinde o vaazları dinlemek için koşuşturuyorlar. Ben bunun sebebini anlayamıyordum. İkinci kere gittiğimde ilkinde söylenenler tekrarlanıyorsa oraya bir daha gitmediğim için şaşırıyordum. Üstad Karagülle’ye bunun sebebinin ne olduğunu sorduğumda beni çok şaşırtan ve sebebini anlamamı sağlayan cevabı verdi: “İnsanlar daha önce defalarca dinledikleri şarkıları tekrar dinlemek için şarkıcıların konserlerini niçin gidiyorsa onlarda o sebeple gidiyorlar.”

Biz 11 seneden beri Kuran seminerleri yapıyoruz. Bunun 4 senesi Üsküdar’da, 7 senesi Yenibosna’da gerçekleşti ve devam ediyor. İmza defteri tutuyoruz ve gelenleri sayıyoruz. Seminerlerin ilk senelerinde bir kere sayı 40’a yaklaştı. Ama ortalamamız 10 kişi. Niçin biliyor musunuz? Biz Kuran’dan çözümler getiriyoruz. Kuran’daki ayetlerin delil olduğu çözümlerimiz insanlar için rahatsız edici oluyor. Onlara sorumluluklar yüklüyor ve kaçıyorlar. Bizim seminerlerimizde kuşkusuz espriler var, gülmek var, şaka da var. Ancak eğlence yok. Kuran var, sorumluluk var, çalışma var, gelişme var, ilerleme var. İlim var, Kuran’ı ilimle anlama var. Kuran üzerine kafa yorma var. Gelenekten gelen davranışların Kuran’a uymadığı zaman reddedilmesi var. Kuran ne diyorsa ve ne anlıyorsak o var. Tartışma var. Çok seslilik var. İtiraz var. Körü körüne teslimiyet yok. Her söyleneni doğru kabul etmek yok.

Siz bir deneme yapın. Kuran ile ilgilenmeye başlayın. Önceden gittiğiniz eğlenceli işlerin vaktini Kuran’a ayırın. Sinemaya gittiğiniz zamanı Kuran’a ayırın. Halı saha maçlarını terk edip onun yerine Kuran ile ilgilenin. Her sorunun çözümünde Kuran’dan ayetleri getirin ve çevrenize anlatın. Kazanç için harcadığınız vakti, işten arta kalan bütün vakitlerinizi, uykunuzdan kısarak ayırdığınız vakitleri Kuran için ayırın. Emin olun, öyle eleştirilere uğrayacaksınız ki, şaşırırsınız. Bunları yaşayan birisi olarak yazıyorum. Kendini en sıkı Müslüman olarak tanımlayanlar bile sizin abarttığınızı, 1400 yıldır Kuran’ın anlaşılmadığını da sizin mi anlayacağınızı söyleyecek, aileniz ve yakın akrabalarınız size baskı yapacak. Kafayı bozduğunuzu söyleyecekler. İnsanın dinlenmeye ve eğlenceye ihtiyacı olduğunu söyleyecekler. Bu kadar da abartılmaz diyecekler. Ne söylense sen de Kuran’dan delil getiriyorsun diyecekler. Hatta siz Kuran’da şöyle yazıyor deyince yanınızdan kaçacaklar. Sizin getirdiğiniz deliller onlara ters geldiği ve düzenlerini ona göre kurdukları için rahatsız olup size kulak tıkamaya başlayacaklar. Binlerce ilahiyatçı var, onlar bu işin uzmanı, onlar senin söylediklerinin tersini söylüyorlar, sen de kimsin diyecekler. Sanki Kuran’ın yorumlama hakkı Hıristiyanlardaki papazlar gibi belli bir zümreye verilmiş, diğer insanlar saf ve akılsız. Bak, diyecekler, arkadaşların ne kadar akıllı, onlar para kazanmak için çalışıyorlar. Adamlar evlerini, yazlıklarını yaptılar keyiflerine bakıyorlar. Sen nasıl bir adamsın, faydalı işlerle uğraşacağına bunlarla (Kuran’la!) uğraşıyorsun. Bu lafları beş vakit namaz kılan ve kılmayan bütün insanlardan duyacaksınız, ben bunların hepsini duydum ve duymaya devam ediyorum. Arkanızdan konuşacaklar. Sizinle dalga geçecekler. Üç beş tane kafasız bir araya gelmişler kendi kendilerine yeni bir dünya kuracaklarını sanıyorlar diyecekler. Size gülecekler ve eğlencelerine devam edecekler. Kuran üzerine çalışanların, Allah’ın indinde olanın gelmesi için çalışanların kaderi budur. Medine devletinde Hz. Muhammed bunu yaşadığına göre sizin de yaşamanız kaçınılmazdır. Şeytan boş durmayacak. Yakınlarınıza, akrabalarınıza vesvese verecek. Onları korkutacak. Başınıza işler geleceğini söyleyecek. Onlar size baskılar yapacaklar. Sizin İslami terör örgütlerinin (İslam’la terör nasıl bir arada oluyorsa?) oyununa geldiğinizi söyleyecekler. Kullanıldığınızdan bahsedecekler ve daha neler neler…

Ama tersini yaparsanız, Kuran ile uğraşmayıp eğlence ve kazanç için hayatınızı yaşarsanız sizin ne kadar akıllı ve işini bilen bir insan olduğunuzu söyleyecekler. Bak nasıl da akıllı, evini, yazlığını, katlarını, yatlarını aldı. Aklı başında adam, nasıl da para kazanıyor. Eğlenmesini de biliyor. Çocuklarını bilmem ne kolejinde okutuyor, Yurtdışına gönderiyor. Onlara mükemmel bir gelecek hazırlıyor diyecekler.

Kuran bize bazı olayları anlatırken uyumadan önce uykumuzun gelmesi için masal olsun diye anlatmaz. Orada anlatılanları yaşamınızda başınıza gelecek örnekler olarak anlatır. İki yolunuz var: ya eksere-n nas denen insanların çoğunluğunun yaptığını yapmak, ya da ilim ve hikmet sahibi, Allah’a saygı duyan, ondan çekinen, kıssalardan ibretler alıp sonuçlar çıkarabilen, öğüt alan, olayların girift taraflarını ayıran, ayetleri düşünüp hayatına uyarlayabilen, Ahireti kazanmayı asıl ticaret olarak gören, her sözü dinleyip en güzeline uyan, hepsinden önemlisi Kuran’ı kendine rehber edinen ulu-l elbâb içinde olmak.

Günümüzde modern psikiyatride zeka çeşitleri sınıflandırılırken yeni bir zeka türü keşfediliyor: Kritik zeka. Bu zekanın klasik zekadan farkı öğreniliyor ve geliştiriliyor olması. Öğrenilmesi ve geliştirilmesinin en temel yolu olarak çok çeşitli insanla muhatap olmak, çok çeşitli fikirler hakkında bilgi sahibi olmak olarak gösteriliyor. Yani bir insan ne kadar çok farklı görüşü ve fikri bilirse o insan o kadar fazla kritik zekaya sahiptir deniyor. Kritik zeka sahiplerinin olayların girift taraflarını anladıkları, başkalarının görmedikleri noktaları hemen fark ettikleri, analizlerinin diğer insanlardan çok farklı olduğu söyleniyor. Kuran’da bunun karşılığı ulu-l elbâbdır.

الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُولَئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَابِ

Her söze kulak veren ve en güzeline hemen uyanlar, onlar Allah’ın kendilerine rehberlik ettiği kimselerdir ve onlar ulu-l elbâbdır. (Zümer 18)

Modern psikiyatrideki kritik zeka tanımı ile ne kadar da uyuşuyor. Her söze kulak vermek ulu-l elbâbdan olmanın şartıdır. Yani ne kadar çok fikir duyarsanız, ne kadar çok şey bilmeye başlarsanız kritik zeka sahibi olmaya başlarsınız. Ancak modern psikiyatride kritik zeka sahibi insanların kaderinin yalnızlık olduğu söylenir. Çünkü kritik zeka sahibi olan kimselerin fikirleri eksere-n nas için terstir, anlamsızdır, gereksizdir. Bilinenlere ve toplumun temayüllerine, doğrularına aykırıdır. Ulu-l elbâbdan olanları ancak ulu-l elbâbdan olanlar anlarlar. Ulu-l elbâbdan olmak standart zeka gibi doğuştan Allah vergisi değildir. Her sözü dinlemek, çalışmak, Kuran üzerinde çalışmalar yapmak, araştırmak, sormak, günün pozitif ilimlerini öğrenmek, yani kısacası çabalamaktır. Bu nedenle ulu-l elbâbdan olanlar küçük topluluklardır. Onlar birbirlerini anlarlar, doğru bildiklerini çoğunluğun davranışları ve itirazları değiştiremez. Yanlışı ve doğruyu çok güzel ayırırlar ve kalabalığa uymazlar. Onlarda muhakkak hata yaparlar, ama hatalarını ispat eden delillerle karşılaştıklarında yanlışlarından hemen dönerler. Bunu yapmak için her sözü dinlemek ve eleştirilere açık olmak gereklidir ve bu da ulu-l elbâbın vasfıdır zaten.

Bu nedenle eleştiriye açık olmayan, tartışma yapılmayan ve fikirlerin açıkça söylenip itiraz edilmediği topluluklar, cemaatler tarafından yapılan toplantılar sizi eksere-n nas içinde bırakacaktır. İnsanların kafasına çivilerle çakılan ve herkesin peşinen doğru kabul ettiği fikirleri yerleştirmek için tekrar tekrar orada söyleyeceklerdir ve kritik zeka sahibi olmanızı önleyecektir. Sonuçta defalarca duyduğunuz ve çevrenizdeki büyük kalabalıklar tarafından benimsenen bu fikirlerin tersi bir fikirle, Kurani delilleri ile de olsa karşılaştığınızda siz de şiddetli bir red reaksiyonu oluşturacaktır. Çünkü eksere-n nas topluluk sizin kafanıza sürekli olarak aynı fikri tekrar tekrar söylemekte, kazımaktadır. Beyin eleştirisel özelliğini kaybetmiştir. İşte bu davranışta eksere-n nas davranışıdır. Sabit fikirliliktir, saplantılara sahip olmaktır.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
28.03.2010
15:19

Son bir-iki aydır önemli şeyler yaşadık...

Son bir-iki haftadır önemli ve de tarihî gelişmeler var...

ÜSTAD bile olanlar karşısında "ŞOK" oldu ve yanlış bildiği "DÜNYASI YIKILDI"!!!

Biraz rumuzlu yazıyorum,sabredin; zamanla her şeyi öğrenirsiniz...

Lütfi Kardeş,

TEVAFUK eseri olsa gerek, bu hafta yazdıkların, bazı yönleriyle son haftalardaki gelişmelere "CUK" diye oturdu...

ÖNCE AYET:

"Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona yönelirler ve seni ayakta bırakarak terk ederler. De ki “Allah’ın indinde olan eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Ve Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma 11)

- TİCARET...

- SİYASET/İKTİDAR...

- HER TÜRLÜ EĞLENCELER...

- VE DAHA NİCE DÜNYEVİ ŞEYLER/ŞEYTANLIKLAR...

ÜSTAD Süleyman Karagülle ne diyor?

“İnsanlar daha önce defalarca dinledikleri şarkıları tekrar dinlemek için şarkıcıların konserlerini niçin gidiyorsa onlarda o sebeple gidiyorlar.”

ŞİMDİ UYANDINIZ MI?!.

ŞİMDİ KALABALIKLARIN ŞEHVETİNİ ANLADINIZ MI?!.

BAHAR GELDİ; UYANIN ARTIK, UYANIN, UYANIN, UYANIN!!!

YOKSA UYANIŞINIZ BAŞKA BİR BAHARA, ÂHİRETTEKİ BAHARA KALACAK!!!

Lütfi Kardeş, diyorsun ki;

- Biz 11 seneden beri Kuran seminerleri yapıyoruz...

- Bunun 4 senesi Üsküdar’da, 7 senesi Yenibosna’da gerçekleşti ve devam ediyor...

İmza defteri tutuyoruz ve gelenleri sayıyoruz. Seminerlerin ilk senelerinde bir kere sayı 40’a yaklaştı.

(Üsküdar’da 39 kişi olduğumuzu da, sadece 2 (iki) kişiyle seminer yaptığımı da hatırlıyorum.RNE)

Ama ortalamamız 10 kişi.

10 / ON KİŞİ.

Kardeş/ler;

BİZ KIRK SENEDEN BERİ BU HÂLİ YAŞIYORUZ...

BU ON KİŞİLİK ORTALAMA ÇOK ÖNEMLİ...

- AŞERE-İ MÜBEŞŞERE 10/ON KİŞİ...

- HAVARİLER SADECE 12 KİŞİ...

"Niçin biliyor musunuz?" diyor ve devam ediyorsun:

KUR’AN... KUR’AN... KUR’AN... KUR’AN...

- "Biz Kuran’dan çözümler getiriyoruz..."

- "Kur’an onlara sorumluluklar yüklüyor ve kaçıyorlar!!!"

Lütfi Kardeş, yine döktürmüşsün...

ON yıldır birlikte yaşadıklarımızı uzunca anlatmışsın...

KIRK yıldır çektiğimiz çeşitli çileleri adeta hikâye etmişsin...

ÜSTAD neredeyse YETMİŞ yıldır neler yaşadı, neler yaşıyor; daha neler yaşayacak?!.

ÜSTAD en son ve en büyük ŞOKU, en büyük SÜKUTU HAYALİ ve de en büyük SİYASİ YIKILIŞI geçen hafta yaşadı; ’DÜNYAM YIKILDI’ diyecek hâle geldi!!!

Kur’an BİZE yani ADİL DÜZENCİLERE diyor ki:

“Velâ temnun testeksir. /

Çoğalmayı temenni etme.”

Az kal, öz kal.

"Her söze kulak veren ve en güzeline hemen uyanlar,

onlar Allah’ın kendilerine rehberlik ettiği kimselerdir

ve onlar ulu-l elbâbdır." (Zümer 18)

Bu nedenle ulu-l elbâbdan olanlar küçük topluluklardır.

Yani

BİZİM GİBİ KÜÇÜCÜK BİR TOPLULUKTUR.

ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI BU HAKİKATİ İYİ ANLAMALI VE KAVRAMALI...

Vesselâm...

RNE

Tayibet Erzen
28.03.2010
21:09

Siz Kuran’dan bahsettiğiniz zaman yaşam felsefesi İslam ile bağdaşmayan insanlar rahatsız olurlar, olmalılar da. Çünkü sizin söyleyeceklerinizi duymak onları huzursuz eder. Mevcut düzenlerinin hatalı olduğunu, değişmeleri gerektiğini vurgulayan sohbetler onların duymaya tahammül edecekleri sözler değildir.

Gelin görün ki, Altaylı ile Cübbeli’nin yedikleri-içtikleri ayrı gitmiyor. Eğer Cübbeli stand-up yapıyor olmasaydı ve sanıldığı gibi doğrulardan bahsedip, seviyeli sohbetler yapsaydı, değil Altaylı’yı, yerel t.v sunucularını bile göremezdi.

Sen Allah için konuşmaya başla, sistemin çarpıklığından dem vur da bak bakalım kartel seni tutuyor mu orda?

Yer edinmek için ne yapacaksınız?

İnsanlara Kuran’dan bahsetmek yerine, onların vicdanlarını satın alacak sözler sarf edip onları rahatlatacaksınız ki, yaşamlarına devam edebilsinler. O zaman sizden iyisi yoktur çünkü hayata dahil olmayan bir dinle onlara avunulacak bir şeyler vermişsinizdir. Kısacası Bel’am olacaksınız.

ömertamer
29.03.2010
06:31

Lütfi Bey,

yorumunuzu büyük bir zevkle okudum. Neler yaşadığınızı çok iyi belirtmişsiniz, ben de bunların sizin kadar yoğun olmasa da bir kısmını yaşadım, oldukça bilgilendirici ve düşündürücü olmuş. Ben sizin bu güzel yorumunuzu okuduktan sonra kendimi bir daha muhasebe etme olanağı buldum. Üstünde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir yazı. Allah razı olsun.

Reşat Nuri Erol
29.03.2010
10:50

Değerli Adil Düzen Çalışanları,

Değerli Dostlar;

555. KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ

Notlarını bekleyiniz...

Bu notların münderecatındaki

"ADİL DÜZEN DERSLERİ/YORUMLARI"nı

özellikle daha bir dikkatlice okuyunuz...

Cumartesi gününe kadar sabır...

Hayırlı çalışmalarda buluşmak üzere, inşaallah...

Selam, sevgi, salat ve dualarımla...

RNE

ahmet
29.03.2010
13:56

Kuran üzerinde yapılacak çalışmalarda en fazla faydası dokunacak ilimler arasında sosyoloji ve psikolojinin de yer alacağı kanaatindeyim. Bir toplumu anlamak, değişimi analiz edebilmek için yeni bir sosyoloji yaklaşımına ve sağlam bir bilgi birikimine ihtiyacamız var. Aynı şekilde bireyleri anlamak için de iyi bir psikoloji bilgisi gerekli. Bu bilgi ve yöntemler öncelikle ve öncelikle kendimize uygulanmalıdır. Ekserennas’dan bahsederken bakara’nın başını hatırlamak da gerekli; inanmaları söylendiğinde sefih insanlar gibi mi inanacaklarını soran insanlar vardır. Allah, açılımı ve yardımı gelip insanların grup grup yeni sisteme tabi olduğu görüldüğü halde insanlara tesbih ve tövbe öğütlemektedir. Senler boyunca yalnız kalmak, evet, bu peygamberlerin yazgısı gibi duruyor, tarihe bakınca. Fakat aynı tarih bize birçok yalnız ve yanlış insan portresi de çiziyor. Yalnız olmak haklılık işareti olarak kabul edilemez. Psikolojik olarak motive edici olmasına rağmen tehlikeli olabilicek bir düşünce olarak görüyorum bunu. Başarılı olanları kısmanmak, kendi kendini takdis etmek gibi bir çok tehlike de çileli bir yolu yürüyenlerin önünde durmaktadır. Bu konu bence yorumlarda geçiştirilemeyecek kadar da ciddi bir konudur. Şayet Lütfi Bey arzu ederse bu konuda kendisiyle ortak bir çalışma hazırlayabiliriz. Hayırlara vesile olması dileğiyle.

Lütfi Hocaoğlu
29.03.2010
20:55

Ömer Bey,

Allah sizden de razı olsun. Yazımın faydalı olduğunu görmek güzel.

Ahmet Bey,

Çok haklısınız, yalnız olmak haklılık işareti olarak kabul edilemez. Ben de zaten öyle demedim. Kritik zeka sahibi olanların yalnız olma durumu vardır dedim. Bütün yalnızlar haklıdır demedim. Yani kritik zeka sahibi olanlar yalnız kalanlar kümesinin bir alt kümesidir. Yalnız kalan pek çok dengesiz insan var, bunu da görüyoruz. Onlarda yalnız kalanların bir alt kümesidir. Kritik zeka sahibi olanların yalnızlığı diğer yalnız olanların haklı olmasını gerektirmez.

Çalışmayı da yapabiliriz, ne zaman istersen.

Reşat Nuri Erol
01.04.2010
07:33

"Adil Düzen Çalışanları" olarak yaptığımız iş/çalışma, bir taraftan MÜÇTEHİDLİK, diğer taraftan MÜCEDDİDLİK olduğu için; bu meselenin/konunun hiç olmazsa bir makale boyutunda da olsa hatırlanması/hatırlatılması gerekiyordu.

Bugün böyle bir çalışmaya/makaleye rastladım ve okuduktan sonra siz değerlei çalışma arkadaşlarımla paylaşma ihtiyacı hissettim...

Bu hatırlama ve hatırlatma, aynı zamanda son zamanlarda yaptığımız bazı tartışmalara da ışık tutacaktır, ümidindeyim...

İstifade edilmesi dua ve dileklerimle...

RNE

MÜCEDDİD VE MÜÇTEHİD

Her müçtehid müceddid, her müceddid müçtehid midir?

Çok net bir soru ama cevabı soru ölçüsünde net ve yine soru ölçüsünde kısa değil.

Sebebi, müçtehid ve müceddid kavramlarına verilen manaların değişik olması ve bu iki vasfı bünyesinde cem eden kişilerin varlığı.

MÜÇTEHİDDEN başlayalım; fıkhi zaviyeden baktığımızda -ki içtihad ve müçtehide genel yaklaşım hep bu merkezdedir- hükmü bizzat Allah ve Rasulü (sas) tarafından belirtilmeyen ve sınırlı olan nasslardan hareketle sınırsız olan meselelere icma, kıyas, istihsan, istislah, istishab, örf-âdet ve benzeri istinbat metotlarına riayet ederek hüküm üreten kişiye verilen isimdir. Müçtehid yaptığı bu zihni ameliye ile özünde dinamik olan dini, gerçek manada dinamik yapmakta ve böylece hayata taşımaktadır. Aksi halde din, statik bir değerler manzumesi olarak kalırdı.

Mevcut şartlara göre İslami bilginin yeniden üretilmesi manası taşıyan, İlahi iradenin hayata yansıması için vazgeçilmez konumda olan ve Hz. Peygamber döneminden bu yana kesintili bir süreç izlese de günümüze kadar devam eden ve edecek olan içtihat, yukarıda belirttiğimiz çerçevede kabullenilecek olursa, kutsal değil beşeri bir kavramdır. Bu kavrama kutsallık atfedilmesi, aslında meselenin künhüne vakıf olamamanın göstergesidir.

MÜCEDDİDE gelince; tecdit ameliyesini yapan şahsa verilen isimdir. Tecdit ise, bir zamanlar hayata mal olmuş, "bizim" diyebileceğimiz kültür ve medeniyet anlayışımıza temel oluşturmuş ama üzerinden geçen zaman içinde çeşitli saiklerle unutulmaya yüz tutmuş dine ait her seviyedeki değerlerin toplumsal planda yeniden ihya edilmesi istikametindeki çaba ve gayret demektir. Bir başka anlatımla tecdide, İslam’ı Hz. Peygamber ve Hülefa-ı Raşidin dönemindeki aslı saffet ve hüviyetiyle yeniden buluşturma çalışmaları da denebilir.

Kavramları tarif özelinde yaptığımız bu açıklamalara ilaveten, hayalen maziye doğru bir yolculuk yapıp, İ. Azam, İ. Şafii, Ahmet b. Hanbel, İ. Malik’e müçtehid; Ömer b. Abdülaziz, Hasen el-Eş’ari, Ebu Hamid el-İsferaini, İ. Gazzali, İ. Rabbani’ye ittifakla müceddid dendiğini düşündüğümüzde, müçtehid ve müceddidin kim olduğu etrafında zihnimiz çok daha netleşiyordur sanırım. Tabii bunun netleşmesi için, bu büyük zatların eser verdiği ve toplumsal planda yapagelmiş olduğu işlerin ansiklopedik seviyede dahi olsa bilinmesi lazım. Benim hüsnü zannım, hemen her Müslüman, bu zatlar ve hayatları hakkında ansiklopedik malumata sahiptir.

Bu açıklamaların belirlediği çerçeve içinde kalarak sorunun cevabına gelecek olursak; her müçtehid müceddid değildir. Müçtehid ilmi faaliyetine öncelik veren, hayatın gerçeklerine vakıf olmakla beraber evinde, kütüphanesinde, okulunda, üniversitesinde talebeleri ile birlikte hayatını geçirebilir. Ama her müceddid müçtehid olmalıdır. Çünkü onun bir başka müçtehidin ihtiyacına muhtaç olmaksızın, din ve toplum özelinde eksik ve ve gediği görüp ihya edilecek alanlarda bizzat kendisinin içtihad yapması arzu edilen bir durumdur.

Bununla birlikte müceddid müçtehid de olmayabilir. Çünkü tarihin de şehadetiyle sabittir ki öyle müceddidler vardır ki, belki ihtiyaç olmadığı için, müçtehidler içtihadları ile o alanı kapattığı için içtihada gerek duymaz ama o içtihadların hayata taşınmasında görev alır.

O zaman sonuç, her müçtehid müceddid değil, her müceddid de müçtehid değildir. Fakat her müçtehid müceddid, her müceddid de müçtehid olabilir. Nitekim İslam ulemasının büyük çoğunluğu İ. Şafii’nin hem müceddid hem de müçtehid olduğu kanaatindedirler. Müceddidin müçtehid olmasına gelince, o tercihe şayandır. a.kurucan@zaman.com.tr

AHMET KURUCAN, Zaman, 01 Nisan 2010, Perşembe

Reşat Nuri Erol
01.04.2010
07:41

Değerli Adil Düzen Çalışanları,Değerli Dostlar;

"555. KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ Notlarını bekleyiniz... / Bu notların münderecatındaki "ADİL DÜZEN DERSLERİ/YORUMLARI"nı özellikle daha bir dikkatlice okuyunuz..." demiştim...

555 üzerindeki çalışmamı bitirdim, 556 üzerinde çalışmaya başladım ve gördüm ki; "TEFSİR" çalışmalarımız yanında "ADİL DÜZEN DERSLERİ/YORUMLARI" çalışmalarımız da önemli...

555 ile birlikte -birbirleriyle bağlantılı olarak- 556’daki YORUM/lar da önem kazandı...

Bu hafta sonunu ve gelecek hafta sonunu bekleyiniz...

Selam, sevgi, salat ve dualarımla...

RNE

Reşat Nuri Erol
01.04.2010
09:32

Bugün sabah namazına kalktım, namazımı kıldım ve çalışmaya başladım...

Bir taraftan günlük okumalarımı yapıyor ve çalışıyorum; ama daha çok son günlerdeki/haftalardaki/aylardaki gelişmeler üzerine düşünüyorum...

Düşünürken, aklıma gelen bir "soru"yu Lütfi Bey Kardeşimle paylaştım ve az önce de "cevabı"nı aldım...

Lütfi Bey Kardeşimin görüşlerine çok değer verdiğimden olsa gerek, gelen değerlendirme üzerine daha çok üzüldüm ve hüzünlendim...

Hüzünlenmemin pek çok sebebi var...

Allah her şeyleri hayırlara tebdil eylesin...

GÖRELİM MEVLAM NEYLER.. NEYLERSE GÜZEL EYLER...

Neyse...

Bugünkü okumalardan -hüznümün şiddetini artıran konuyla da ilgili olduğu için- bir röportajda rastladığım minik bir bölümü aktarıyorum:

SORU: Son kitabınızın adı "HANGİNİZ MUHAMMED"... Neden böyle bir isim tercih ettiniz?

CEVAP: Sihirbaz, kahin, din adamı değil; arkadaş peygamber. Bir adam dışarıdan geliyor, peygamberin de içinde olduğu bir toplulukta otururken "Hanginiz Muhammed?" diye soruyor. Diyorlar ki, "şu sedire yaslanmış, beyaz yüzlü adamdır." Sonra onun yanına gidip soruyor, "Muhammed sen misin?" evet diyor. Bu sahneyi gözünüzün önüne getirin. Bir peygamber ki, dışarıdan gelen biri, peygamberle görüşmeye gelmiş. Peygamber ise topluluğun içine karışmış. Hangisinin Peygamber olduğu anlaşılmıyor. Buna özellikle özen gösteriyor. Yüksek yerde oturmuyor. Arkasında korumalar gezdirmiyor, elini öptürmüyor. İçeri girdiğinde kimsenin ayağa kalkmasını istemiyor. Tamamen onların içinde karışıp gidiyor. Bu dinin peygamberi böyle kardeşim.

Not: Millî Gazete’de İhsan Eliaçık ile yapılan ve iki gündür yayımlanan röportajdan...

Selam ve dua ile...

RNE





Sayı: 42 | Tarih: 28.03.2010
Reşat Nuri Erol
Ölçme, tartma ve para
2656 Okunma
Ilker Ardic
Ahmet Hakan
Postmodern vaizler dönemi başlamıştır
1826 Okunma
9 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Niyazi
İlim ve ideoloji
1352 Okunma
Abdurrahman Erol
Mümtazer Türköne
Yar-Par
1343 Okunma
Arif Ersoy
Hayrettin Karaman
Fetva kaldırılamaz
1328 Okunma
Hilmi Altın
Dücane Cündioğlu
Kindî'den Freud'a hüzne dair notlar
1323 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Ebubekir Sifil
Büyük Resmi Görmek
1297 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Mahir Kaynak
İktisat stratejisi
1291 Okunma
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Nevruz’un ortaya çıkardığı, yüzleşmemiz gereken ge
1279 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Deli Dumrul gibi
1273 Okunma
Emine Hocaoğlu
Fikret Bila
Süreç sıkıntılı geçecek
1258 Okunma
Harun Özdemir
Fehmi Koru
Anayasayı değiştirirken
1243 Okunma
Ahmet Kirtekin
Nazlı Ilıcak
Anayasa değişikliği ve beklentiler
1241 Okunma
Fatma Karuç
Ali Bulaç
Anayasa değişikliği
1233 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
İran Anayasası’nda 12 Eylül
1219 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Rahmi Turan
Önce uyanmak lazım!
1219 Okunma
Serdar Turan
Toktamış Ateş
Anayasa değişikliği
1169 Okunma
Osman Eskicioğlu
Zülfü Livaneli
İslam ülkeleri için ideal hükümet modeli
1163 Okunma
Ali Bülent Dilek
Can Ataklı
CHP Tarihi Bir Hata Yapıyor
1155 Okunma
Mesut Karaaytu
Oktay Ekşi
Önce Maksadı Konuşalım
1140 Okunma
Vahap Alma


© 2024 - Akevler