01.01.2009
Yazının başlığını "Danıştay'da İsviçre mantığı" şeklinde de koyabilirdik.
Var olan paralellik bu imkanı veriyor.
İsviçre'de halkın yüzde 57 küsuru "Minareye hayır" dedi.
Minare aleyhtarı kampanyayı "Sağcı" partiler yürüttü.
Kullandıkları tema, "minareye izin verirsek ertesi gün şeriat gelir, şeriat gelince de kadınlara burka giydirilir!" şeklinde oldu.
Bu propagandanın Batı dillerindeki karşılığı "İslamofobia" idi.
"İslam korkusu" üretimi...
Bu propaganda, Avrupa'nın en medeni ülkesi İsviçre'de halkın yüzde 57'sini etkiledi.
Böylece, bir paranoyadan üretilen özgürlük karşıtlığı ile İsviçre'nin adı yan yana yazılmış oldu.
Şimdi düşünün:
Sizce de, İsviçre'de minare karşıtlığı için kullanılan tema, Türkiye'de bazı konular için de tanıdık gelmiyor mu?
AB ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, "Bizde de Sarkozy'ler var" demiş.
Buradan hareketle, "Biz de İsviçre'nin sağcıları var" demek yanlış olmaz.
-İmam Hatiplileri neden yakıyoruz?
-İmam Hatiplileri yakmak için tüm meslek liselileri neden gözden çıkarıyoruz?
Bu soruların bazı zihinlerdeki cevabı, emin olunuz ki şudur:
-İmam Hatiplilere üniversite yolunu açarsanız, okur başbakan olurlar.
Başbakan olur, cumhurbaşkanı olur, vali olur, doktor olur, avukat olur, hakim olur, olur da olur.
Onlar bunları olunca memleket ne olur?
Alın işte İsviçre'de metastaz yapan faşist mantık bu.
28 Şubat mantığı da bu idi.
Zaman akıp gidiyor, 28 Şubat'tan bu yana 12 yıl geçmiş. Çocuklar büyüyor. Her şey unutulup gidiyor.
28 Şubatlı günlerde biz, cami sayılarının nasıl tehlike oluşturduğunu tartışıyorduk, İmam Hatiplerdeki, Kur'an kurslarındaki öğrencileri sayıyorduk, herhangi bir İslami vakfa bir kebapçının yaptığı bağışı izlemeye alıyorduk. Bunların hepsinden, "irtica" çıkarıyor, ardından da post modern darbe üretiyorduk.
Oysa İHL'lerdeki öğrenci sayısı, tüm orta öğretim kurumlarındaki öğrenci sayısının, üstelik öğrenci sayısının en kabarık olduğu dönemlerde, yüzde 7'leri geçmemişti. Diğer tüm liselerdeki öğrenci sayısı bir yana İHL'lerdeki öğrenci sayıları bir yana idi. Diğer öğrenciler hep yerinde sayacak, İHL'liler memleketi istila edeceklerdi!
Korku üretimi, post modern darbeye gerekçe oluşturacaktı.
Medya, yargı, STK'lar bunun için kullanılmıştı.
İsviçre'de, Avrupa'nın faşist zihniyet kalıntısının uzantısı olan "sağcılar" aynı tezgahı işlettiler ve ondan "Burka giydirecekler" yalanı ve ondan da minare düşmanlığı çıktı.
Dünkü Vatan gazetesinin başlığı "Kuşkulu destek" şeklinde idi. Manşetin alt başlığı şöyle düzenlenmişti:
"Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan yeni dış politikası Batı'da hem ilgi hem destek görüyor. Ancak hep aynı endişe dile getiriliyor: Türkiye ulusal çıkarları mı yoksa İslami bir rejim için mi bölgede liderliğe oynuyor?"
Gazete bu kuşkuyu-soruyu manşete çıkmış.
Neden?
Sadece Batı'daki kuşkuyu dile getirmek için mi? Yoksa, bizzat kendisinin içinde bulunanı ya da Türkiye'de bir çevrenin içinde bulunanı mı yansıtmış Batı üzerinden?
Ben, bu sorunun cevabının ikinci şıkta olduğundan adım gibi eminim.
Hadi Batı'yı anlamak mümkün. Çünkü Batı açısından Türkiye'nin Batı kontrolü dışında güçlenmesi hep kaygı verici bir konu olagelmiştir.
Ama bizdeki bir kesim için de, İslam'la iç içe gelişecek olan bir şey, Türkiye'ye ab-ı hayat sunsa, tehlike sayıla gelmiştir.
Belli ki bu hükümet döneminde Türkiye'nin uluslararası ağırlığı arttı ve bunda, Türkiye'nin "İslam coğrafyası" olarak bilinen bu bölgedeki etkinliğinin büyük payı var.
Ne yapalım ki bu, İslam'la bir biçimde bağlantılı bir olay.
Kaldı ki bu hükümet, olayı İslam üzerinden de değil, son derece reel ekonomik, stratejik şartlar üzerinden götürüyor.
Peki ne yapalım ki, bu gelişmeyi İslamofobia'nın cenderesinden ve Batı'nın kuşkulu bakışlarından kurtulalım?
Batı'nın kuşkulu bakışlarından ve içeride o kuşkulu bakışları malzeme olarak kullananlardan kurtulalım?
Ne yapsın İHL'liler ve tüm meslek liseliler, bu kahredici kuşku abanışından kurtulmak için?
Ah İsviçre'de camilere minare yapmaya kalkan Müslümanlar!
Ah, Türkiye'de eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanmak için canını dişine takan İHL'li, meslek liseli Anadolu çocukları...
Ve ah, bütün dünyanın İslamofobia patronları...
Yorum:
İsviçre’de minareye hayır sonucu çıkmasını birde kendi açımızdan (eksikleri kendimizde arayarak) değerlendirmemiz gerekir.
Benim kanaatime göre biz İslamiyet’i bilmediğimiz için -daha kötüsü yanlış bildiğimiz ve yanlış yaşadığımız için- İsviçre dahil hiçbir Avrupa ülkesine tebliğ yapabilmiş değiliz. Tersine yanlış olanı yaşadığımız için diğerlerini yanıltıyor ve İslam’ın önünde engel teşkil ediyor vaziyetteyiz.
Minareye hayır kararı çıkmasından ziyade bizim bu kararı sanki minare dikmek İslam’ın şartıymış gibi değerlendirmemiz ilk yanılgı. İkincisi ise İsviçrelilerde minarenin ardından şeriat gelir ve kadınlara burka giydirirler mantığının varlığı. Burka zaten İslamiyet’te yok ve Taşgetiren burkanın yokluğuna değinmek yerine -çünkü değinirse malum kesimler tepki gösterecek- bizdeki Danıştay mantığına benzeterek tıpkı İHL’lere olan tepkideki gibi durumu İslamofobia olarak değerlendiriyor. Eğer siz gerçek İslam’ı yaşamazsanız insanlara zaten yaşamadığınız bir şeyi tebliğ edemezsiniz. İnsanlar da her türlü manipülasyona açık olurlar. Zaten manipülasyona da gerek yoktur çünkü siz zaten yanlış bir yol üzeresiniz ve manipülasyonun kendisisiniz. Şimdi burada İslamofobia varlığında suç Danıştay veya İsviçre mantığında mı, yoksa bizlerin yaşadığı İslam’da mı?
Aslında sorun olarak karşımıza çıkan olaylar bizim yanılgımızı çok manidar bir şekilde ortaya koyuyor. Minare bir ihtişam ve gösteriş belirtisi, aynı şekilde burka da gereğinden fazlası olduğu için gösterişli bir giyim. Yani İslam’ın özünden uzaklaşmış şekil kısmına önem verir olmuşuz. Dolayısıyla tartıştığımız konuya bakın. Sen kapitalist sistemde her türlü refahı elde et, mutlu bir şekilde yaşa, o konuda hiç mücadele etme ondan sonra kalk bu konularda ahkam keserek nefsini rahatlat. Yapılan başka bir şey değil.
Mısır fethedildiği zaman sahabe Hz Ömer’i ortalarda göremez. Telaşlanır ve her tarafı arar. Onu bir sokak köşesinde ağlarken bulur. Sorarlar, Mısır’ı (Firavunların kentini) fethettik sevinmen gerekirken neden ağlıyorsun? Şu cevabı verir: Bu insanlara İslam’ı nasıl anlatacağız, onu düşünüyorum.
Minare, burka, İHL’li başbakan… bunların hiçbiri bizim meselemiz değil aksine zaaflarımız ve eksilerimiz. Yapacağımız ilk işse İslami bir yaşantı modeli ortaya koyabilmek. Sonra da insanları davet etmek. Ondan sonra İsviçre ve Danıştay hala aynı mantıktaysa o zaman düşünelim.