21.11.2009
Bu ülkenin ezilen insanları...
Ne yapacak, nereye gidecek, kime sığınacaksınız?
Sizi kuşatan bu büyük sessizliği nasıl kıracak, sesinizi nasıl duyuracak, çocuklarınızın hayatını nasıl kurtaracaksınız?
Sahte kavgaların suskun figüranları olarak birbirinize düşmanlık edip “efendilerinizin” oyunlarında, sadece onlar istediğinde alkış mı tutacaksınız?
Bu ülkede, birbirinizden başka sığınacak kimseniz yok.
Çocuklarınızı öldürmek için planlar yapıldığında bile bunu sizden saklamaya çalışıyorlar.
Bunu görmüyor musunuz?
Bugüne dek karşılaştığımız en korkunç, en vahşi, en insafsız plan ortaya çıktığında üzerinize kapanan ağır kapılara çarptığınızda ne hissediyorsunuz?
Orduda dehşet verici bir cuntanın planları yakalandı.
Koç Müzesi’nde “ziyaretçi çocukları öldürmek için” bomba koydukları anlaşıldı.
Cuntanın planlarında söz edilen müzede o “bomba” bulundu.
Eğer cunta ortaya çıkarılmasaydı o bomba patlayacak ve tahmin edemeyeceğimiz kadar çocuk ölecekti.
Cuntanın planlarında yer alan bir krokide gösterilen “cephanelikler” Poyrazköy’de ele geçirildi.
Genelkurmay, bu cuntadan haberdar edildi.
Bu cuntanın yöneticileri arasında “üç paşa” bulunduğu planlarda yazıyordu.
Üyeleri de üst rütbeli subaylardı.
Peki, Genelkurmay, cinayet planları hazırlayan bu cuntayla ilgili ne yaptı?
Aralarından birisi emekli oldu, diğerleri görevlerinde duruyor, bazıları ise çok önemli mevkilere getirildi 30 ağustosta.
Cunta üyelerinin bazıları sivil mahkemelerde tutuklanıyor ama bu insanların “askeriyedeki” mevkileri zırh gibi sapasağlam.
Genelkurmay hiçbirini “açığa” almadı.
Onlar hakkında bir “soruşturma” yaptığını bile söylemedi.
Peki, ne yaptı?
Bu cinayet planlarını yayımlayan Taraf Gazetesi için “suç duyurusunda” bulundu.
“Suçlu” ordunun içinde ama ordu bizim hakkımızda suç duyurusunda bulunuyor.
Cunta üyelerine dokunma, cunta üyelerini soruşturma, onları açığa alma, bazılarını önemli görevlere getir sonra da cuntayı açıklayan gazeteyi susturmak için “suç duyurusunda” bulun.
Genelkurmay işini yapmıyor.
Biz işimizi yapıyoruz.
Ve, bizi susturmak istiyor.
Bizi susturmak için harcayacakları enerjiyi cuntaları ortaya çıkarmak, cinayet planlarını engellemek, darbecileri ayıklamak için harcasalar daha iyi olur bence.
Artık “asker” olmalarının zamanı gelmedi mi?
Bu kadar disiplinsiz, içinde bu kadar çok suçlu barındıran bir ordu olabilir mi?
Ya “sivil” başbakan... O ne yapıyor?
Devleti yönetmekle görevli olan başbakan, yönettiği devletin ordusunda ortaya çıkan cuntayla ilgili ne tür idari tedbirler alıyor?
Bu cuntaların hesabını soruyor mu?
Dünyanın hangi ülkesinde, ordunun içinde böylesine korkunç bir cunta ortaya çıktığında başbakan, savunma bakanı, genelkurmay başkanı susabilir?
Bu insanların kendi halklarına karşı bir sorumlulukları yok mu?
Başbakan susuyor, sadece susmakla kalmıyor bir de bizi susturmaya kalkıyor.
“Olay yargıya intikal ettiyse bunu kurcalamaya ne gerek var” diyor, “bir gazetede kampanya var. Bu kampanyalar kurumlarımızı zedeliyor, yıpratıyor” diyor, “tahrik ediyor, tahrip ediyor ve biz bunları doğru bulmuyoruz” diyor.
Başbakan bize “niye kurcalıyorsun” diye sormayacak, bu onun işi de değil, haddi de değil, o “neden kendisinin kurcalamadığını” anlatacak halkına.
Bu ülkenin başbakanı o.
Yönettiği ülkenin ordusunda cunta çıktığında bunun gereğini yapmak onun işi.
Cuntaları halktan gizlesin diye getirmedi insanlar onu o makama, cuntaları ortaya çıkarsın, “kurcalasın” diye getirdi.
Kurcalamaya kendi cesareti yetmiyorsa, bıraksın cesareti yetenler kurcalasın.
Biz, onun “siyasi hesaplarına” göre gazetecilik yapmayacağız, o “gerçeklere” göre başbakanlık yapacak.
Ya medya...
Dünkü gazetelere bir bakın, çocuklarınızı öldürmek için planlar yapan cuntayla ilgili kaçında haber var?
Kaç televizyon verdi bu haberi?
Çocuklarınızı öldürmek isteyen cuntanın haberini size kaçı duyurdu?
Askerî bir medya, çoktan cuntanın yanında yer aldı.
Bu ülkenin ezilen insanları...
Kürtleri, dindarları, Alevileri, solcuları, demokratları, liberalleri...
Bu kuşatmayı nasıl yaracaksınız?
Nereye gidecek, ne yapacak, kime sığınacaksınız?
Bu insafsız oyunda birbirinizden başka sığınacak kiminiz var?
Kiminiz var gerçekten?
Y O R U M :
l) ÖNDER “SEÇKİLERİYLE” CERRAHİLİK:
Söz konusu katliamı unutmak isteyenlere, görmezden gelenlere artık zihin perdeciliğini bırakın dercesine tersten manüpülasyon yapan bay öymen bey, tam da Abdullah Gül’ün Dersim ziyaretiyle başlayan “konseptin” fitilini tutuşturmaya yetkin bir seviyede donanıma haiz.
Kurucu önderin son siyasi kurumu chp den bir de çağrı yapıyor: “biz hazırız, çıkın mevzilerinizden, saklanmayın sinsice; dersim katliam ise o zaman sıkıysa kurucu öndere’de faşist deyin görelim!!!”
Kime yapıyor bu çağrıyı?!
25 yıldır akan kana ve her türlü “balyoz” etkinliğiyle çözülemeyen gevşek savaşa, Türkiye’ye fakir bırakan, çetelerin sahasına dönüştüren, modern ve adil güvenli birey ereğine yıllaradır tuzak kuran bu kurgulanmış iç didişmeye , on kasım eşiğinden, “..benim naciz vücudum elbette kara toprak olacaktır, ama Türkiye Cumhuriyeti sürekli kalacaktır..” dilek ve öngörüsünde bulunmuş liderin, dileğini ihya etmek için, “yurtta sulh” ilkesinin somut göstergesine koşut, “bu ülkede analar ağlamasın!” sloganı ekseninde çözüm getirecek akp iktidarına ve bu etkinliğin örtük açık bütün destekleyicilerine...
Tarih bize şunu gösteriyor: Liderleri en temel çerçevesi olan insan olma özelliğini yok sayma eğiliminden kaynaklanan, “ emsalsiz, hatasız, ilahi…” gibi sıfatlarla sözde övenler; karşıtlarını ise, miraslarının başına geçip te “sıkıysa, gösterin ,hadi ..” tahrik alevleriyle dalayanlar; o liderlerin en yakınında olup, sağlıklarında brütüs eyleminde bulunamayan sinsiler olmuştur.
Diğer taraftan benzeri eylemlerle, yeni hakim/küresel direktiflere direnen statükodan yer açılmaktadır.
2) SİLAH, ‘RUTİN DIŞI’ KONTROL GEREKTİRİR:
Güce düşkün insanlık, acziyetinin “şifa”sını acziyetin kaynağı olan gücü eline geçirmekte “buldu”. Yunan mitolojisinde dağdan “çalınan” ateş gibi. Bu “ateş” silah ve asker olarak kurumsallaştı. İnsanın diye başlayan fakat daha güçlü olmak için toplumun olarak evrilen sujenin korunması amaçlayan bu kurum günümüz dünyasında batı terimini karşılayan alanlarda kısmen toplumların acziyete düşmesini koruma işlevini görmekte. ‘kısmen’, çünkü bu koruma toplumdan bireye indirilmediği gibi ( ‘ne kadar çok isen o kadar gücün var!’
-“demokratik” tekerlemesi-) o toplumun kontrol mekanızmalarına rağmen gücün tahrik ediciliğinden tam olarak soyutlanmış değil..
Günümüz batı alanı dışındaki coğrafyada ise, bu “çalınan” güç toplumların acziyetlerini sabitledi neredeyse.
Silah ve kurumları toplumların güvenliği için oluşturulurken; karşıt kurumları teşvik ederek insanlığa hiçbir yararı olmayan zenginlik engelleri haline dönüşmüştür. Güvenlik gerekçeli insanın öldürülmesine yönelik bütün alet ve edavat sonunda insanlığın zararınadır. Güvenlik tek tek bireylerde yapılandırılmayıp, kurumsallığa aktarıldığında her türlü sıkıntı potansiyelleşir.
Paradoksal olan güvenlik için oluşturulan bu tür kurumların giderek güvensizliğin kronikleşip, kendilerini oluşturan iradeye de hakim olacak şekilde güvensizlik kaynağı oluşabilmeleridir.
3) İŞİ EHLİNE VERMEK :
Herhangi bir işte, iş edinmek için bir çok etmenin biraradalığı gerekiyor:
İş yapan ile iş veren ayrımı, insan bedeninde beyin, kol ve ayak koordinasyonuyla kıyaslanarak yapılandırılmalı. Bu şekilde elmenlik(işverme yetkisi), işleyişin sürekli kontrol gerektirmesi, sistemin “bürokratik” görünüme büründürmekteyse de söz konusu enstrümanın (/silah / ateşçilkurum) özelliği sebebiyle bu elmenliği /sürekli kumandalığı, güvenliğin bürütüs- lüğünü önleme bakımından zorunlu kılar.İşin ehline / uzmanına veren el, yaşama amaçlı ve bu amacı kendi emekleriyle karşılayan sosyal birlikteliktir.
Konumuz bağlamındaki “iş” ehline verilirken geri alınamama riski sebebiyle “ehli” sıfatında ağırlık nokta vekaletin gerçek sahiplerinin mutluluğunun tüm ilkelerin üstünde olması temel prensibidir.Vekaletin gerçek sahibinin küresel tüm değer ve zenginlikleri edinmesiyle oluşturacağı çerçeve küresel olacaktır; atıl bırakılmış, sindirilmiş, korkutulmuş vekalet sahiplerinin güvenlik dogmalarında, korku fabrikalarında, düşman çıkarma madenlerinde “ kazma” sallayarak ölümünü köle sıfatıyla öne alması kaçınılmazdır.
4) AYNI ŞAFTA OTURTULMUŞ, KUVVETLER AYRILIĞI:
Biyolojik ya da mekanik sistemler ürettikleri kuvvetlerin bütün sistemin temel amaçlarına yönelik sevki/kullanılması esasına dayanır .Birbirini kasan, engelleyen, sabote eden kombinasyon olamaz.
Sistem pozitif yönde gelişmesini, birbirini destekleyen ve hatta feda eden kuvvetlerin kombinasyonu ile sağlar.Kombinasyon içindeki talimatların ve işleyişin aksine, kasılmalar, durdurmalar oluştuğunda; oluşumu o sistemi kurucusu özünün vekaletinde olmaz ise elmenliğinde(doğrudan) “tamire” sokup gidermek, sistemin bütün kuvvetlerinin en acil ve kaçınılmaz ödevi olmalıdır.
Günümüz dünyasında gelişme yoluna düşmüş lakin o yol olmuş ülkelerde Kuvvetler ayrılığı ile oluşturulan idari yapı, o ülkelerin kuruluşlarında mutlak/dogma prensipleriyle kurulmuş ise; ya da kuruluş çatısının çatılmasında mutlak dogma prensiplerinin yanında dayatmalar da kullanılmış ise; dönemlerin baskıcılığı geçtiği ya da atıl bırakmış halkın bilinçlenmesinin ardından; diğer bir değişle o dönemler bittiğinde ; kuvvetle ayrılığı, kuvvetler kasılmasına, semptomlarına, çatışmasına dönüşmektedir.
Tam da buradayız: kuvvetler kasılması, çatışması; toplumun küresel mutluluktan ve zenginlikten pay alarak gelişip zenginleşmesini durdurmak; sabote etmek, geriye döndürülüp, o kuruluş koşullarının (tehlikelerinin, düşmanlarının, mazlumlarının) değişmediği ivalarıyla / kandırmacalar sağınağında ıslanmaktayız.
Meskun/yerleşim mahalde olduğumuzdan ( hukuki seçimler yapılıp, parlemento işlediğinden ve hükümet çalıştığından) sağanak ve şemsiye yetmeyeceği ihtimaliyle, saçak altını kullanmamız medeniyet gereğidir. Yine de sağanak yağmur olarak tanımladığımız durumumuz yağmurun aslının su olması sebebiyle neticesinin iyiliğe çıkacağı kanısındayız.