Hayrettin Karaman
hkaraman@yenisafak.com.tr
22 Kasım 2009 Pazar
Alevi meselesi
Mevcut iktidar, Kürt meselesi gibi Alevi meselesini de kabul ediyor, meselenin ve taleplerin neler olduğunu ve nelerin yapılabileceğini anlamak üzere çalıştaylar düzenliyor, Alevilerin her çeşidinden, Alevi olan ve olmayan yazarlardan, akdemisyenlerden, araştırmacılardan temsilciler çağırarak konunun müzakere ve münakaşa edilmesine meydan veriyor. Bildiğim kadarıyla bu çalışmalar yakında bitecek, sonuç bir rapor haline getirilecek ve ilgililere sunulacak. Böyle bir çalışma ülkemizde ilk defa yapılıyor; umarım faydalı olur ve bu yaraya da bir merhem bulunur.
Konu ile bazı cihetlerden ilgisi bulunan bir kimse olarak bazı tespitlerimi, düşüncelerimi ve tekliflerimi bir daha yazmamın zamanı geldi.
Cuma günün yazısında söylediğim gibi bu ülkede yalnızca bir Alevi meselesi yoktur ve ayrıca diğer meselelerde olduğu gibi Alevi meselesinde de “bir vakıa olan ve çare bulunması gereken meseleler” ile “meseleyi kaşıyan, buradan siyasi ve ideolojik rant sağlamaya çalışan, meselenin çözüme kavuşmasını istemeyen ve bu yüzden engel çıkaran” tarafları ve bunların faaliyetlerini birbirinden ayırmak, samimi olarak çözümden yana olanlarla iş tutmak gerekiyor.
Yıllardan beri Alevilerin ileri sürdükleri talepleri de ikiye ayırmak gerekiyor: 1. Mesele ile doğrudan alakası bulunan ve meselenin ortadan kalkması, Alevi vatandaşların rahatlaması için gerekli olan talepler. 2. İşe siyaset ve ideolojik bozgunculuk karıştığı için meselenin çözümü ile ilgisi bulunmayan ve diğer grupların hak ve özgürlüklerine zarar veren, bunları kısıtlamayı amaçlayan talepler. Bu ikinci çeşit taleplerden vazgeçilmezse mesele devam eder.
Birkaç örnek vereyim:
“Cemevleri Alevilerin mabetleri olarak kabul edilsin” deniyor. Yani “Camiler Sünni Müslümanların mâbedidir, biz onları kabul etmiyoruz, bize başka bir mabet gerekli” demiş oluyorlar.
Halbuki, tarih boyunca olduğu gibi bugün de camilerin, bütün Müslümanların mabedi olduğu kabul edilebilir, camilerde yapılamayan “ibadetler”, ayinler, merasimler için ise –eskiden tekkelerde olduğu gibi- bunları yapacak başka mekanlar ve bu mekanlarla ilgili yardımlar talep edilebilir. Unutmayalım ki, bir yandan “Aleviler de Müslümandır” demek, diğer yandan onlar için başka mabet aramak hem çelişkilidir hem de birlik yerine ayrılık istemenin üstü kapalı ifadesidir.
“Bir dinin iki mabedi olmaz”. …
Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=19650&y=HayrettinKaraman
YORUM:
Çevremde arada bir Alevilik konusunda sorun olduğunu kulaktan duyardım. Konu ile ilgili makale ve daha kapsamlı çalışmaları ilk kez 1977 yılında okumaya başladım. 1985 yılına kadar Alevilik meselesine fazla ilgi duymamıştım. 1985 yılında Akevler’de Laiklik konularındaki çalışmalar sırasında konu biraz dikkatimi çekti. 1994 yılına kadar konunun laiklik ve din anlayışları bakımından kısmen önemli olduğunu anladıysam ve konuyla ilgili çalışmalara katıldıysam ve çalışmaları okuduysam da özel bir çalışma yapmadım. Önüme geldiğinde ya da tartışmaya denk geldiğimde izlemek ve katılmaktan başka özel bir uğraşı alanım olmadı.
1994 yılında Akevler’deki arkadaşlarla sosyal yapılanmalar üzerinde çalışmaya başlayınca konunun önemli gördüm. Önceleri sadece tarih, inanç ve alevi arkadaşlarla konuşmalarımızdaki parçalı ilgim çoğaldı. Sosyal modeller konusunda özellikle laiklik konusundaki çalışmalarımızda konunun farklı yönleri olduğunu sadece kendi algılarımızla oluşan dar bir inanç alanı olmadığını anladım.
1994 yılında Akevler’de Süleyman Karagülle ve arkadaşları ile birlikte bugün Adil Düzen olarak şekillenen çalışmaları içerisinde Laiklik konusu tartışılırken konuyla yakından ilgilenen arkadaşlar olduğunu öğrendim. Bugün adil düzen olarak oluşan çalışmalar sırasında “Adil Düzenin; Laik, Demokratik, Sosyal, Liberal, bağımsız, tarafsız, etkin, saygın hakemlik sistemine dayanan düzen” olduğu çalışma programı olarak iyice netleşmeye başladı. Bu çalışmalarda bu konu ile ilgili olarak “Eğer Alevilik diye bir sorun varsa bu sorunun belirlenmesinde, çözümlerinde Aleviliğin yapay olmayan gerçek temsilcilerinin çalışmaya katılması gerektiği savunulmuştu. Bu çerçevede Alevilerin çoğulcu yapı içerisinde örgütlenmesinin sağlanması gerektiği, bilimsel çalışmalarla sorunun ve çözüm önerilerinin yine çoğulcu, temsilci yapılanma ile bulunması gerektiği konuları üzerinde çalışılıyordu. İnanç modelleri konusundaki bu çalışmalar sırasında Harun Özdemir’in 1991 yılından beri Türkiye’de Hıristiyanlık ve Yahudilik ve özellikle Alevilik üzerinde yakından çalıştığını öğrendim. Harun Özdemir o dönemden beri Türkiye’de ve hatta dünyada Alevilik konusunda başta Alevi cemaati temsilcileri ve teorisyenleri ile olmak üzere konuyla ilgili yazan, düşünen insanlarla alan ve sosyal örgütlenme çalışmaları dahil onlarca çalışma yapmaktadır. Ayrıca konuyla ilgili araştırma merkezleri, dernekler kurmakta Alevililik meselesinin çözümünde Aleviler yanında diğer inanç gruplarının sorunlarının birilikte çözümü için model yaklaşımların ön plana çıkarılması gerektiği konusunda proje çalışmaları yapmaktadır.
Harun Özdemir 1994-1997 yıllarında çalışmalarına Vakıf, Belediye ve sonralarında Hükümetler, Siyasi partilere öneriler düzeyinde çalışmalarını genişletti. 1997 yılında dönemin REFAHYOL hükümeti zamanında Başta Türkiye’deki ve Avrupa’daki Alevi cemaat, dernek ve grup temsilcileri ile birlikte Türkiye’deki Laiklik ve Din, Diyanet İşleri konuları merkezinde projeler hazırlamaya başladılar ve olgunlaştırdıkları projeleri dönemin hükümetlerine, siyasi partilerine sundular. 2000’li yıllarda konuyla ilgili çalışmaları daha yakından takip etmek, daha etkili olmak üzere Dernekler kurdular, başta Cemevleri, Alevi Bektaşı dernekleri olmak üzere farklı Alevi kesimlerinin istek ve çalışmalarının biçimlenmesini, örgütlenmesini sağladılar. Ben bu çalışmaların Adil Düzen’in bilimsel çalışmaları kısmına katıldım.
Çalışmalarda özetle şu önerilere varmıştım: Devletin düzenin tüm inançlara eşit yakınlıkta olduğu bir yapılanmaya gitmesi seçeneği değerlendirilmelidir. Diyanet işleri başkanlığı özerk bir kurum olarak bütün dinleri/ inançları temsil etmeli, hiçbir inancı bir diğerinden ayırmamalıdır. Bunun olabilmesi için inançların örgütlenmesinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın oluşması gerekir. İnançlar insanların inanç seçeneklerinden biri olmalı. Ekonomide istediği firmanın istediği model malını seçme, siyasette istediği siyasi partiyi seçme, ilimde istediği bilimsel görüşü/üniversiteyi seçme ne kadar önemli ve gerekli ise din/inançta da istediği inancı seçebilme en azından o kadar önemlidir. Firmayı yok etme ne kadar yanlışsa dini yok etmeye çalışma da o kadar yanlıştır. Haksız rekabet diğer sektörlerde ne kadar yanlışsa din/inanç alanında da o kadar yanlıştır. Korumacılık, tekelcilik diğer sektörlerde, alanlarda ne kadar yanlışsa din/inanç alanında da o kadar yanlıştır. Bilimsel değerlendirmelerle her alanda olduğu gibi inanç alanında da hangi inanç grubu, hangi inanç modeli insanlığa hangi alanda ne kadar yararlıdır v.b bunların da sonuçlarının göstergelerinin de ortaya konması gerekir.
İnançların veya inançsızlıkların kimliklerde net belli olduğu, bundan dolayı insanların kınanmadığı, aksine ödüllendirildiği, gizliliğin değil açıklığın mükafat gördüğü, baskı görenin değil baskı yapanların eziyet çektiği bir modelidir İslam düzeni. Sadece İslam inancı (hatta İslam inancı deyip sadece kendi anladığı İslam inancını, kendi mezhebini, o da yetmezmiş gibi kendi tarikatını, cemaatini) meşru gören değil bütün inançları, inançsızlıkları, mezhepleri, cemaatleri, tarikatları, tarikatsızlıkları meşru gören bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.
Özetle, inanç hürriyeti bir inancın diğer bir inanca veya inançlara bağışladığı bir özgürlük olarak anlaşılamaz. İnanç özgürlüğü sistemlerin, düzenlerin bütün inançlara adil yaşama hakkı vermekle mümkündür. Kişilerin seçtiği inançlar vardır. Devletler düzen kurarlar, devletlerin dini vatandaşlarının seçtiği bütün dinlerdir. İnanç özgürlüğünü barış modeli içinde çözen sistem İslam sistemdir. Devletin görevi din baskısını ortadan kaldırmak, din baskısı yapanı cezalandırmaktır.
Bu bağlamda:
Diyanet İşleri Başkanlığı, yeniden inanç temsilcilerinin nispi olarak örgütlenmesi ile ve çoğulcu modelle yapılandırılmalıdır.
Vatandaşların %1’inin inancını/anlayışını/ahlak felsefesini/ inanç görüşünü temsil eden inanca Diyanet yapılanmasında “din/ahlak ana bölümü” verilmelidir. Bir ana bölüme tekel oluşturmaması, diğer grupları olumsuz etkilememesi gibi nedenlerden dolayı %20’den fazla temsil hakkı da verilmemelidir. Kişilerin seçtikleri dinin öğretimi seçtikleri inancın temsilcileri /görevlileri tarafından ilköğretimde yapılır.
Ana inanç olarak %1 ‘in altında kalanlara birleşerek %1’i tamamlama olanağı tanınmalıdır.
İlgili inançların %1’ini temsil eden birincil alt gruplarına ilgili inanç alt bölümü (Mezhep Bölümü) verilmelidir. Seçtiği din/inanç mezhep öğretimi ilgili inanç temsilcileri/ görevlileri tarafından yapılmalıdır.
İlgili inanç mezhepleri içinde %1 alt grubu tamamlayanlara cemaat, tarikat v.b ikincil alt grup olma olanağı tanınmalı ve bunlara masa verilmelidir.
Örneğin Aleviliği ayrı din olarak görenlere ayrı bir statü ve İslam inancının bir mezhebi olarak görenlere ayrı bir masa, tasavvuf olarak görenlere ayrı bir masa olanağı tanınmalıdır.
Dinler Bölge, İl, ilçe, bucak, köy merkezlerinde teşkilatlanırlar /temsilcilik açarlar. Mezhepler, bölge, il ve ilçe merkezlerinde teşkilatlanırlar. Cemaatler, bölge ve il merkezlerinde teşkilatlanmalıdırlar.
Dinler, mezhepler, cemaatler anlaştıkları konularda ortak hareket ederler. Anlaşamadıkları konularda birbirine zarar vermeden serbest hareket ederler. Bilimsel yasa haline gelmiş temel yasalara aykırı görüş belirten din/inanç, mezhep, cemaat, tarikat v.b inanç grubunun bu görüşü nedeniyle oluşacak zararlar korunmaz. Konuyla ilgili oluşacak zarar v.s ilgili inancın temsilcileri ve üyeleri tarafından karşılanır/sigorta kapsamı dışındadır.
Adil Düzenin bilimsel çalışmalarında Laiklik başlığı altında dinler, inançlar, tarikatlar, cemaatler, gruplar v.b alt başlıklarında konuyla ilgili çözümler önerilmiştir. Bu konuda Adil Düzen dergisi ve Yayınlarında çokça bilgi vardırt. Burada o bilgilere tekrar değinmeyeceğim. Ama Türkiye’de sadece Aleviliği mesele olarak görüp diğer inanç, anlayış, mezhep, cemaat v.s konuları da dahil sistemli, kapsamlı, katılımcı çözüm üretilmesi gerekir.
Adil Düzen laiklik çalışmalarının bir bölümünü özetlemeye çalıştığım bu çalışmalara ek olarak özelde Harun Özdemir başkanlığında Kazım Erten’in de desteği ile Samed Dede Cemevi, 2023 İzmir dernekleri ve genel olarak Cemevi, Alevi Bektaşi grupları ile Alevilik, sorunları ve çözümleri çalışmalarına katıldım. Halk düzeyinde ciddi katılımlar ve önemli çalışmalar gerçekleştirildi. Sonuç olarak bu çalışmaların genişletilmesi ve siyasi partilere, hükümetlere teklif edilmesi çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalarda İzmir’deki Alevi dedelerinin başta İzmir’deki Aleviler olmak üzere Yurt içi ve yurt dışındaki diğer Alevi dedeleri ve Alevilerle ilgili çalışmalara çok önemli katkıları olmuştur. Bu çalışmalarda Akevler’in yaklaşık 40 yıllık barışçı, sistemci, laik yaklaşımının önemi büyük bir öneme sahiptir. Gidilen, çalışlan her grubun müspet yaklaşımından şunu anladım. İnsanlar, gruplar genelde çok iyi niyetlidirler. Konunun çözülmesi için ciddi çalışma ve özverilerde bulunmaktadırlar. Bu çalışmalar samimi bir havada ilerlerken birilerinin işi bulandırmaya yönelik eylemleri devreye girebilmektedir. Ancak halkımız sabırla ve zamanla bu tür konuları çözecektir.
Hayrettin Karaman’ın “Alevilik Meselesi” yazısında “Mevcut iktidar, Kürt meselesi gibi Alevi meselesini de kabul ediyor, meselenin ve taleplerin neler olduğunu ve nelerin yapılabileceğini anlamak üzere çalıştaylar düzenliyor, Alevilerin her çeşidinden, Alevi olan ve olmayan yazarlardan, akademisyenlerden, araştırmacılardan temsilciler çağırarak konunun müzakere ve münakaşa edilmesine meydan veriyor. Bildiğim kadarıyla bu çalışmalar yakında bitecek, sonuç bir rapor haline getirilecek ve ilgililere sunulacak. Böyle bir çalışma ülkemizde ilk defa yapılıyor;” ifadelerini görünce yazıyı daha dikkatli okudum. Çünkü bildiğim kadarıyla konuyla ilgili çalışmaların önceleri iyi gittiğini zamanla ciddi sorunlar oluştuğunu duymuştum. Kendi tecrübelerime dayanarak “bu ülkede meseleleri çözmek her açıdan çok zor” diyordum. Ancak bu yazıyı okuyunca, kendi kendime “acaba bu konuda yanılıyor muyum, ciddi çalışmalara yeniden mi başlandı” dedim. Fakat aşağıdaki tespitlerimden de anlaşılacağı gibi Alevilik sorunu yeterince ve gerektiği gibi çözüme kavuşturulmuyor.
Alevilik sorunu ve çözüm önerileri konularında Türkiye’nin birçok yerinde ve farklı çevrelerden bir çok kişi ve kuruluş gibi İzmir merkezli çalışmalar da yapılıyordu. Ben Harun Özdemir başkanlığında İzmir’deki çalışmalara katılıyordum. Ankara ve İstanbul çalışmalarına sadece birer kere katıldım.
Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı merkezinde farklı kişi ve gruplardan oluşan ilgililerin, bilim adamlarının, uzmanların katılımıyla çalışma başlatıldığını söylediler. Konuyla ilgili çalışmalara birinci derecede ve sürekli olarak katılan Harun Özdemir’le konuyu müzakere ettik. Konunun birinci derecede ilgili Harun Özdemir ve Kazım Erten, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da içinde bulunduğu, konunun uzmanı bilim adamları, Alevi ve diğer inanç kesimlerinden araştırmacıların katıldığı çalışmaların belli bir aşamaya geldiğini fakat bu aşamada bazı sorunların oluşmaya başladığını söylediler. Konuyla ilgili müzakerelerden anladıklarımı şöyle özetleyebilirim: Çalışmaların baştan iyi başladı, zamanla işin yönü değişti, çalışmaya katılanların bazıları ve bazı çalışma projeleri, çözüm önerileri bir takım yöntemlerle devre dışı bırakıldı, şekil değiştirdi. İzmir Modeli/ Yaklaşımı olarak olgunlaşan yaklaşımdan baştan yararlanıldı, zamanla proje sahipleri dışlandı ve projeden parçalı olarak yararlanılmaya başlandı. Projenin ileriki safhalarında/ çalışma ilerledikçe proje kısıtlandı, yönlendirildi, bazı çalışma arkadaşları dışlandı...
Özetle, yine çoğulculuğu dışlayan, tekelci, çıkar paralelliğine dayanmayan, geçici/pansuman, menfaate yönelik, reklama yönelik...tanımların ve kişilerin ön plana çıkarılmasından endişeliyim. Tabi ki her seferinde bir adım atılıyor, bu sefer de bir adım atılacaktır (iki adım değil). Türkiye’de çoğu kez önce herkes çalıştırılır, zamanla iş neticelenmeye başlayınca yan çizmeler, dışlamalar, bıktırmalar, eksik çözümler konuya olaya hakim kılınır. Bu çalışmalardan birilerinin yararlanması sağlanır. Umarım bu çalışma da böyle olmaz.
Hayrettin Karaman’ın “mevcut iktidarın … ilk defa başlattığı çalışma” olarak ifade ettiği bu son çalışmanın metodunu öğrenmek isterim. Ayrıca “İzmir Yaklaşımı” olarak bilinen çalışmanın bu çalışmadaki yerini öğrenmek isterim.
Burada çalışmaların tamamından bahsederek sizleri yormak istemem ama Harun Özdemir’in birçok kez tartışmaya açtığı ve son dönemde de Alevilik Meselesi için önerdiği çözümlerden bir tanesini özet olarak aktarmak istiyorum. Hükümetin yaptığı çalışmalarda son durumu bilmiyorum. Ama bu çalışanlar ve çalışmalardan gerektiği gibi yararlanmamalarını açıklamakta da zorlanıyorum.. Bu konuda hükümetin çalışmalarında yönlendirici konumda olanlara, çalışmada yönetici olanlara, çalışmayı beğenenlere ve Hayrettin Karaman'a bazı konularda sorularım var. Yazımın başında çalışmalardan bir bölümünü özetlemeye çalıştığım onlarca yıllık Adil Düzen laiklik çalışmalarından ve onlarca yıldır Alevilik konusunda çalışma yapan farklı model önerisi olan arkadaşların önerilerinden ve kendilerinden yararlandılar mı? Alevilerle birlikte ortak çalışmalar yapan arkadaşlardan örneğin Harun Özdemir'in aşağıdaki önerilerinden yararlandılar mı? Yararlanmışlarsa bu arkadaşlar, projeler çalışmanın neresinde? Daha açık bir anlatımla, bir projenin bir parçasını alıp diğer kısımlarını ve çalışanını dışlamak hangi anlayıştır?
Harun Özdemir’in 2008 yılındaki önerilerden birini özet olarak aktarıyorum:
“ÖNEMLİ BİR SORUN OLARAK ALEVLİK
Giriş:
Türkiye laik bir ülkedir. Laiklik çağımızda ayrım yapmaksızın tüm din ve mezheplere eşit haklar tanıyan ve hiçbir ayırıma yer vermeyen “dengeleyici” bir kurumdur. Teorik olarak bu görüş savunulsa da uygulamalarda aynı özen gösterilmemektedir. Bundan dolayı birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de küçümsenmeyecek ve görmemezlikten gelinemeyecek önemli sorunlar yaşanmaktadır.
Sorunun Tespiti:
Laikliğin uygulamasının tipik mağdurları olan Alevi Müslümanlar, Türkiye’nin yakın gelecekteki belki de en önemli iç sorunu olacaktır. ...Gelişmeler detayları ile incelendiğinde ve özellikle dış güçlerin soruna gösterdikleri yakın ilgi de dikkate alındığında, sorun ciddidir ve bir an önce çözülmesi gerekir.
Ülkemizde tam olarak bilinemese de önemli sayıda Alevi Müslüman yaşamaktadır. Bu insanlar devlete vergi vermekte ve askerlik yapmaktadır. Fakat devletimiz bu vatandaşlarımıza inançları yönünde dini hizmet vermemektedir. Bu yanlıştır. Bu yanlış en ikna edici şekilde ancak adalet ile giderilebilir.
Yöntem:
Türkiye’de yürürlükte olan dini haklardan tüm yurttaşlarımız eşit bir şekilde yararlanmalıdır. Bu nedenle kanun önünde eşitlik prensibi yurttaş ayrımı yapmayan bir çözüm biçimidir.
Türkiye AB sürecinde her sorunu olduğu gibi mezhep ayrımcılığı sorununu da dünya standartlarında, hatta daha ilerisinde geliştireceği modellerle çözebilmelidir. O nedenle inanç sorunları bir an önce ele alınmalı ve sorun, ülke onurumuzu, birlik ve beraberliğimizi koruyucu bir modelle bir noktadan başlayıp tamamının çözümüne doğru uygun adımlar atılmalıdır.
Çözüm:
Hükümetler hizmetlerinde adalet prensibini gözettiklerini yurttaşlarına hissettirmeliler. Çünkü yurttaşlarımız kişilerden ve partilerden çok, adalete inanır. Bu nedenle Türkiye her sorunu olduğu gibi bu sorunu da adaletle çözebilmelidir:
1-Her konuda olduğu gibi bu konu da bilimsel yöntemlerle ve bilim adamlarınca ele alınmalı ve çözülmelidir.
2-Talepler halktan gelmelidir. Halkın ihtiyacına yanıt vermeyen, özellikle güven vermeyen hiçbir öneri sahiplenilmemelidir.
3-Halk ne istediğini söylemeli; çözümü ise bilim adamları belirlemelidir. Hükümet de çözümü yasa tekniğine dönüştürerek mümkünse tüm partilerin katılımının sağlanabileceği bir uzlaşma arayışı ile kanunlaştırmalılar.
Bunun için;
1-Türkiye’de ve yurt dışında tanınmış, ilmi araştırmaları olan, halkla ilişkileri iyi kişilerden oluşan “Alevî Şûrası” düzenlenebilir. Hükümetimizin atacağı en önemli adım bu olacaktır.
2-Her türlü çözüm önerisine katkıda bulunan kişilerin en az yarısı Alevi Müslümanlarca belirlenmelidir. Türk Üniversitelerinde görev yapan veya uzmanlığı tescillenmiş kişilerden oluşan eğitim ve öğretim kadroları, listeler halinde Alevi önderlere sunulmalı, seçimi ise Alevi Müslümanlar yapmalıdır. Ayrıca Alevi Müslümanlar da bilim adamı, eğitmen ve öğretmen listelerine, yurt içinden veya dışından uzman isimler önerebilmeliler.
3-Diyanet İşleri Teşkilatı bünyesinde hizmet veren kurumlar arasına “Cem Evleri” de alınmalı.
4-Cem Evlerine din görevlisi kadrosu tahsis edilmelidir. Şu anda halk arasında “dede” olarak bilinenler, düzenlenecek kursların bitiminde sertifika alabilirlerse resmen atanabilmeliler.
5-Dini eğitim ve öğretim kurumları olan Kur’an Kursları ve İmam Hatip Liseleri’nin programları, Alevi Müslümanlar dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli. Aleviliği okutacak öğretmenler ise hizmet içi takviye kursları ile yetiştirilmelidir.
6-YÖK’e bağlı İlahiyat Yüksek Okulu ve İlahiyat Fakültelerinde Alevilik ilmi olarak araştırılmalı, yüksel lisans ve doktora tezleri yaptırılmalıdır. Aleviliği konu edinen araştırma merkezleri ve enstitüler de kurulabilmelidir.
7-Türkiye Radyo ve Televizyonlarında tıpkı Ramazan ayında ve Kandillerde yapıldığı gibi Alevi Müslümanların özel günlerinde örneğin Muharrem oruçlarında dini programlar yapılabilmelidir.
8-Alevi Müslümanlığı tanıtan ders kitaplarının yazılması gerekir. Milli Eğitim Bakanlığı kendisi ders kitabı yazdırmamalı; yazılanlardan standartlara uygun olanları tavsiye etmelidir.
Sonuç:
Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu, adaletle hükmettiğini ve kanun önünde eşitlik prensibi ile hareket ettiğini tüm yurttaşlarına hissettirmelidir. Karşılaştığı tüm sorunları bu ve benzeri prensiplerle çözmeye çalıştığını yurttaşlarına hissettirdiği takdirde, gereken bağlılığı görecektir, bundan emin olabiliriz. "