Din hizmeti nedir, ne değildir?
6745 Okunma, 14 Yorum
Mehmet Şevket Eygi - Milli Gazete
Emine Hocaoğlu

24.11.2009

İlmi, kültürü, iktidarı (gücü), imkanı, fırsatı olan her Müslüman, İslâm'a hizmet etmekle yükümlüdür. Ancak bu hizmetin şartları, usûlü, erkânı vardır. Öyle deli dana gibi hizmet edilmez.

1. Para kazanmak, zengin olmak, ün ve alkış elde etmek, riyaset için yapılan hizmetler hizmet değildir, din sömürüsüdür. Böyle sahte hizmetler şeref değil, şerefsizlik kazandırır. Böyle yapanlar münâfıktır.

2. Hiçbir hizmet ehlinin hizmet ederken dinden tâviz (ödün) vermeye hakkı ve salahiyeti yoktur.

3. Hizmetler Kur'ân'a, Sünnet'e, Şeriat'a, fıkha, İslâm ahlakının ilkelerine uygun olarak yapılır.

4. Hizmet yukarıdaki 3'üncü maddede sayılan değerler için yapılır.

5. Ümmeti ikinci plana atıp (veya hiç hesaba katmayıp) cemaati, grubu, derneği, tarikatı birinci plana alarak hizmet edilmez.

6. Zarurat-ı diniyenin inkârı küfürdür. Böyle hizmet olmaz!

7. Üç hak İbrahimî din vardır. Hz. Muhammed'in peygamberliğini, Kur'ân'ı, İslâm'ı inkâr eden kafirler de ehl-i cennettir diyerek kesinlikle hizmet yapılamaz.

8. Harbî kâfirleri, İslâm düşmanlarını dost ve velî ittihaz ederek hizmet olmaz.

9. Allah için yapılan hizmetin birinci temel şartı ihlastır, yani temiz ve sahih bir niyettir.

10. Benliklerini put haline getirip gizlice ona tapanlar mecâzî mânada müşriktir.

11. Rühbanlarını erbab (rabler) haline getirip putlaştıranların hizmetleri şâibelidir.

12. Biz hizmet yapıyoruz veya yapacağız diyerek Müslüman halkın zekâtlarını Kur'ân'a, şeriata, fıkha aykırı olarak toplayanlar ve toplanan meblâğı bildikleri gibi sarf edenler hizmet etmiyor. (Zekat parasıyla rastgele hizmet edilmez.)

13. Kur'ân'ı kendi nefisleri, hevaları, re'yleri doğrultusunda yorumlayanlar hizmet edemez.

14. Tarikat ve tasavvuf Müslümanlarına müşrik ve kâfir diyenler hizmet etmiyorlar, hezimete sebep oluyorlar.

15. En büyük ve temel hizmet iman hizmetleridir.

16. Bir kimsenin hidâyetine (doğru yolu bulmasına, Müslüman olmasına) vesile olmak çok büyük bir hizmettir.

17. Din hizmetlerinin ana prensibi şudur: Hâliq (Yaratan Rab) için yapılan hizmetin ücreti mahluqattan (yaratıklardan, kullardan) istenmez ve alınmaz.

18. Tek başına hizmet çok zordur. Hizmet için doğru, ehliyetli, ahlaklı ve ihlaslı bir teşkilat içinde çalışmak gerekir. Teşkilat bu sıfatlara sahip değilse yine hizmet olmaz.

19. Camilere, minarelere hoparlör koymak, avaz avaz ezan okumak, cami bahçesine tuvalet yapıp ihtiyacını gören vatandaşlardan para almak, camilere klima cihazı yerleştirmek, kalorifer yapmak, Diyanet personeline lojman temin etmek, cami kapısına naylon poşet otomatı koymak gibi şeyler İslâmî hizmet değildir.

Bu memlekette, din hizmeti diye yapılan şeylerin bir kısmı boşunadır, kuruntudan, aldanmaktan, aldatmaktan ibarettir.

Bu memlekette yetmiş senedir din hizmetleri yapılıyor ama yeterli olmadı, boynumuzu esâret ve zillet yularından kurtaramadık.

Yüz milyonlarca dolar hizmet paralarının çoğu çarçur edildi.

Müslüman halkın ümitleri, enerjileri ziyan edildi.

İmkânlar, fırsatlar, enerjiler heba edildi.

Kırk bin yeni cami yapıldı. Acaba kaç tane dünya çapında imam, hatip, vâiz yetiştirdik?

Çağın Gazalî'si nerede?

Çağın Nizamiye medresesi nerede?

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum

Burada yazarın din hizmetlerinin bir kısmına katılıyorum. Fakat katılmadığım maddeleri de sizlerle paylaşmak istiyorum.

7. Madde:

Hıristiyanlar ve Yahudiler kâfirdir demek Kuran’a aykırıdır. Küfrün tanımına aykırıdır. Bununda delili Beyyine süresinin ilk ayetidir.

...الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ …

“Ehli kitaptan küfreden kimseler” (Beyyine 1)

“Ellezine keferû min ehli-l kitabi” tabiri vardır. Buradaki min cinsin beyanı içindir. Ellezine keferû deyip de el kâfirûn dememesinin sebebi küfrü sistematize edenler olmasındandır. Buradaki min sayesinde küfrü sistematize edenlerin ehli kitaptan bir kısım olduğu anlaşılmaktadır. Ehli kitap tabiri Tevrat ehlini de İncil ehlini de Kuran ehlini de kapsamaktadır. Bu nedenle Sayın Eygi burada Kuran’la hiçbir alakası olmayan bir terminoloji oluşturmuştur.

8. Madde:

 Dost kelimesi Halil demektir. Ayette Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyiniz şeklindedir. Yani sizi yönetmesinler denmektedir. Dost edinmeyin demek islamın adı da olan barış dini olma özelliğine aykırıdır. Ayette de dost kelimesi değil de veli kelimesi geçmektedir.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ

Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. (Maide 51)

14. Madde:

Tarikat ve tasavvuf ehlinin olması gereken amacı ahlaklı insan yetiştirmek, İslâm’ın kapısından geçmemiş insanları bu kapıdan sokmak olduğu müddetçe çok faydalı müesseselerdir. Ancak bu görünür amacın arkasına gizlenen teşkilatlanıp, kendi mensuplarını zengin ve rahat yaşatma gayesi ile çabalama, diğer grupları rakip görme, sürekli onların ayağını kaydırma üzerine çalışmalar yapma faaliyetleri bu müesseselere yakışmamaktadır. Rabıta gibi şirke bulaşmaya sebep olan, sonradan uydurulma ibadetleri yaptıkları sürece pek çok insan onlara müşrik demeye devam edecektir. Sayın Eygi’nin sorgusuz sualsiz desteklediği, eleştirilmesinden rahatsız olduğu tarikatları bu yönden tahkik etmesi çok uygun olur diye düşünüyorum.

19.Madde:

Başka insanların faydası için yapılan her hizmet İslami hizmettir diye düşünüyorum.

Yazarın yukarıda saydıkları din hizmetleri adı altında aslında kişilerin sadece âhiret için yaptıklarını birinci plan almıştır. Din yani düzen hizmetleri içinse kimsenin çalıştığını görmedim. Bir İslam düzeni nasıl olmalıdır ve neler yapılmalıdır. Bununla ilgili hiç yazı okumadım, duymadım ve işitmedim.  Kuran’ı Kerim ışığında sorunlarımıza bakılmamaktadır. Herkesin yapabileceği kişisel ibadetler üzerinde durulmaktadır. İslami düzen yani Adil bir düzen gelirse insanlara yaşadıkları bu dünyada hiçbir haksızlık edilmeyecek ve huzurlu ve mutlu yaşayacaklardır.

Adil bir düzen için adım adım…

 

 

Emine Hocaoğlu


YorumcuYorum
ali hamza
30.11.2009
21:59

İslamı bir bütün olarak ele almak bizi en dğru çözüme götürecektir. Uzun yıllardır yapılan tanımlama ile islam sadece inanç ve ibadetlerle sınırlı bir din olarak aktarılmaya çalışıldı ama onun dünya hayatı ile ilgili düzenlemelerine hiç yer verilmedi. Bunun tersi de aynı oranda yanlıştır. İslamı sadece düzen olarak görüp inanç ve ibadetten ayırmak da yanlışa yanlışla mukabeledir. Doğru bir inanç ve ibadet hayatı tesis edilmeden islami düzeni bir bütün olarak yerleştirebilmek,uygulayabilmek ve uygulatabilmek imkansızdır.Adil düzeni kurmak da bütünü parçalamamaktan geçer. Beyyine suresine yapılan atıfa gelirsek aşağıda bir takım açıklamalar yaptım:

Surede, Küfürde müşterek olmalarına rağmen bu iki güruh ayrı ayrı isimle zikredilmiştir. Ehl-i Kitap’tan kasıt, önceki peygamberlerin getirdiği, ne kadar tahrif olsa da ellerinde bulunan ve ona inandıkları herhangi bir kitaba sahip olanlardır. Müşriklerden kasıt, hiçbir peygambere inanmayan ve hiçbir kitabı bulunmayan kimselerdir. Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitab’ın şirki pek çok yerde zikredilmiştir. Mesela hristiyanlar hakkında şöyle buyurulmuştur: "Allah üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kafir olmuşlardır." (Maide 73) , "Allah Meryem oğlu Mesih"tir diyenler küfre gitmişlerdir." (Maide 17) "Hristiyanlar da Mesih Allah’ın oğlu dediler." (Tevbe 30) Yahudiler hakkında da şöyle buyurulmuştur: "Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğlu dediler." (Tevbe 30) Ancak buna rağmen bunlar hakkında Kur’an’ın hiçbir yerinde "Müşrik" kelimesi kullanılmamıştır. Onlar "Ehl-i Kitap" olarak zikredilmiş ya da "Kitap verilenler" denmiştir. Bazen de "Yahudi" ve "Nasara" şeklinde ifade edilmişlerdir. Çünkü onların asıl dini Tevhid diniydi. Ama aynı zamanda şirke düşmüşlerdir. Bunun tersine Ehl-i Kitap olmayanlar için ıstılah olarak "müşrik" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü onların asıl dini şirk diniydi. Tevhide inanmayı kesinlikle inkar ediyorlardı.

Burada "küfr" kelimesi geniş anlamda kullanılmıştır. Kelime, küfrün değişik tavır ve şekillerine de şamildir. Mesela bazıları Allah’a inanmadıkları için kafirdirler. Bazıları Allah’a inanır fakat O’nu tek Mabud olarak kabul etmezdi. Bunun yanısıra Allah’ın zat’ında, sıfatında veya iktidarında başkalarını da ortak kabul ederek Allah’a ibadet ederler. Bazıları Allah’ın birliğine inanır, buna rağmen çeşitli mahiyetteki şirke de inanırdı. Bazıları ise Allah’a inanır ama peygamberine inanmaz ve peygamberlerinin getirdiği hidayeti kabul etmezdi. Bazıları da kimi nebilere inanır, bazılarını kabul etmez, inanmazdı. Hülasa insanların içine düştükleri çeşitli şekillerde ki küfürler vardı. Burada, "Ehl-i Kitap ve müşriklerden kafir olanlar" buyurulmuştur. Bu ifadeden, bunlardan bazılarının küfre düştüğü anlaşılmaz. Aslında anlamı şudur: Küfre düşen güruh iki çeşittir. Biri ehl-i kitap, öbürü de müşrikler. Ayetteki "min" "bazıları" anlamında kullanılmamıştır. Buradaki "min" beyan içindir. Hac suresi 30. ayetteki kullanımda olduğu gibi: "putların pis olanlarından sakının" değil "pis olan putlardan sakının"dır. Burada da, "Ehl-i Kitap ve müşriklerden küfre düşenler" anlamında değil, "küfre düşen iki güruh olan Ehl-i Kitap ve müşrikler" anlamındadır.

Lütfi Hocaoğlu
01.12.2009
12:43

Buradaki min eğer tebiz için olursa ehl-i kitaptan küfreden bir kısım anlaşılır. Eğer cinsin beyanı için olursa küfredenlerin cinsinin ehl-i kitaptan olduğu anlaşılır, ancak bu da tüm ehl-i kitabın küfredenler olduğunu anlatmaz. Tüm ehl-i kitabın küfreden olduğunun anlaşılması için tersinin olması gerekirdi. Yani Ehlül kitabi min ellezine keferu şeklinde gelmeli ve beraberinde minin cinsin beyanı olarak yorumlanması gerekliydi.

Bu nedenle tüm ehl-i kitaba küfür ehli demek yanlış olur.

ali hamza
01.12.2009
12:58

Yorumunuzu saygıyla karşılıyorum ama katılmıyorum.Surenin ve hatta Kuranın bütünü de tüm ehl-i kitabı kafir olarak görmektedir. Hz Muhammed’e görev verilmeden öncekiler müstesna.En iyisini Allah bilir.

Lütfi Hocaoğlu
01.12.2009
15:25

Ehl-i kitap tabiri Kuran’da 32 kere geçmektedir. Bunlardan dördü:

Ali İmran 110: ... Kitap ehli iman etseydi, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde müminler olmakla beraber, çoğu fasıktır.

Bu ayete dikkat edin. İçlerinde müminler var diyor. Çoğunun ise fasık olduğunu söylüyor.

Ali İmran 113: Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyup duranlar vardır. Bunlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder, tanınanı emreder, tanınmayanı nehyeder, hayırlarda yarışırcasına koştururlar. Onlar salihlerdendir.

Bu ayette de onların hepsinin bir olmadığını, içlerindeki salih kimselerin vasıflarını sayıyor.

Ali İmran 199: Kesinlikle Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a ve size indirilene ve kendilerine indirilene Allah’a saygı duyarak iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır.

Bu ayette çok ilginç bir tanımlama var. Size indirilene iman edenler var diyor. Burada da güzel vasıfları sayılıyor.

Maide 68: Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni doğru uygulamadıkça, bir şey üzerinde değilsinizdir de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Kâfirler kavmine acıma.

Burada da Kitap ehline Kuran’a uymadıkça bir şey üzerinde değilsiniz demiyor, Tevrat ve İncili doğru uygulamalarını söylememizi istiyor. Gerekçe olarak da arkasından Kuran’ın onların küfrünü artıracağı söyleniyor.

Bu ayetlerde görülen onların içinde hem kafirlerin olduğu, hem de iyilerin olduğudur.

Ancak burada iki metot uygulanır. Birincisinde hüküm mutlaktır denir ve bütün zamanlardaki ehl-i kitabı kapsar denir. İkincisi ise hüküm mutlak değildir. Başka yerde mukayyed edilmiştir, onların Kuran’dan önceki ehl-i kitap olduğu söylenir. Yalnız ikinci metodu kullandığınızda Kuran’daki bütün hükümleri tarihselleştirme riskini ortaya çıkarırsınız. Allah’ın emirlerini de tarih sınırlaması koyarak (başkalarının) takyid edebilmelerine sebep olursunuz.

Tabi ki herkesin metodu farklıdır. Ben birinci metodu tercih ederim, başkası ikinci metodu tercih eder.

Benim Kuran’dan anladığım Ehl-i kitabın çoğunun küfür ve fasıklık içinde olduğu, ancak içlerinde salihlerin de olduğudur. Tabi ki değişik görüşlere ve yorumlara da saygı duyarım.

Sonuçta hepimizin söyleyeceği şudur ki “En iyisini Allah bilir.” Yanılabiliriz. Yanıldıysak Rabbimizin doğrusunu göstermesi duasıyla.

zkafkas
01.12.2009
23:14

Lütfi bey, küfür tanımınız nedir? Açıklamalarınızdan anladığım kadarıyla Kuranın ilahi kelam olduğuna inanmamak , Hz Muhammed’in peygamber olduğuna inanmamak küfür olarak kabul edilmiyor nezdinizde bu yüzden tanımınızı merak ettim ve ben şimdi bu saydıklarımı reddedip incile tabi olsam ve hayırlı işler yapsam kurtuluşa erer miyim?

Lütfi Hocaoğlu
02.12.2009
15:22

Küfür hakkında yazılacaklar bu yorum kısmında ifade edilecek olandan çok fazla. Bu nedenle inşallah bu konuda Kuran geçişlerini inceleyerek bir makale yazabilirim.

Ancak genel anlamda değerlendirirsek, kafir çiftçi demektir. Toprağı oyup, içine tohum koyup sonra üstünü örten demektir. Kökü KFR olup HFR kökünün tersidir. HFR kökü ise Türkçede de kullanılır. Hafriyat demektir. Toprağı kazımaktır. KFR ise toprağı örtmektir.

Arapçada bazı kelimelerin hem yakın anlamı hem de uzak anlamı vardır. Yakın anlamı yerine bazen uzak anlamı kullanılır ve zamanla bu uzak anlam terminolojik bir ifade haline gelebilir. Örneğin Salat kelimesinin yakın anlamı dua iken Hz. Muhammed’in sünneti ile ve beraberinde ikame kelimesi ile namaz kılmak anlamına gelmiştir.

Kafir kelimesi de böyle bir kelimedir. Normalde toprağı kazıp tohumun üstünü örten kimse olan çiftçi anlamındadır ve Hadid suresi 20. Ayette de bu anlamda kullanılmıştır. Kurani terminoloji olarak ise gerçeği örten, gizleyen, saklayan anlamında kullanılmıştır.

Örnek verecek olursak, bir ilahiyat profesörü düşünün, Kuranı ve sünneti çok iyi biliyor. Ancak elde ettiği mevki nedeniyle Kuran’daki emirleri açıkça söyleyemiyor, gizliyor. Hatta tam tersini söylüyor. Faiz konusu gelince ya konuyu geçiştiriyor ya da faizi meşru gösteriyor. Zina konusu gelince zina günahtır demek bile zoruna gidiyor, dolaylı yoldan meşru göstermeye çalışıyor. İşte bu kimse gerçeği örtüyor demektir ve namaz kılan, şahadet getiren, ilahiyat konusunda akademik kariyeri olan bu kimse bildiği bazı gerçeklerin üstünü örterek küfretmiş olmaktadır.

Adam devletin en üst mevkisine geliyor. Diyor ki, Kuran’da şer’i 250 küsur ayet var. Bu ayetleri değerlendirmeye almazsak Kuran’ın bugünkü hayata uymayan yönü yok diyor. Bu adamın yaptığı iş Kuran’ın bir kısmının üstünü örtmektir.

Yani küfretmek için belirli bir dine mensup olmak gerekmez. Her şartta küfredilebilir.

Bir de mümin, müslim, kafir, müşrik kelimelerinin düzen açısından yani tüzel kişilik olarak tanımları Adil Düzen’de yapılmıştır. Seminerlerin birçoğunun içinde açıklanmıştır.

zkafkas
03.12.2009
10:42

Lütfi bey,peki mümin biri herşeyiyle Allaha güvenen her hareketinde O’nun isteklerine uygun hareket etmeyi düşünendir. Ve ondan ne gelmişse inanır. Baktığımız zaman sizin tasnifinizden müslümanda bunlara inanıyor fakat amel noktasında eksikleri var. Mümin ile müslimi ayıran amelleri midir? Ve kafire gelirsek Kuranda bildirldiği gibi inanmasa da düzene uyarsa kafir kabul etmiyor muyuz? Yani bunun bildirilen bazı şeylere inanıp inanmamayla ilgisi yok mu? Hangi dinden olursa olsun demişsiniz o yüzden sordum çünkü ben hristiyanlar gibiinanmıyorum veya yahudiler gibi inanmıyorum ama ben Allah a ve gönderdiği herşeye inanıyorum Allah katında aynı mıyız?

Lütfi Hocaoğlu
03.12.2009
13:02

Değiliz tabi ki. Mümin EMN yani emniyet kökünden gelir. İf’al babı dediğimiz baba taşınınca karşıya emniyet veren anlamına gelir. Bi harfi ceri ile ise karşısından emin olan, ona tamamen inanan anlamındadır. Müslim ise SLM yani barış kökünden gelir. İf’al babı dediğimiz babda karşıya barış veren, yani karşısındakine zarar vermeyen anlamındadır.

Mümin İslam düzenini korur ve gözetir. İnsanları emniyete alır, onların güvenliğinden sorumludur. Müslim ise insanlara zarar vermez, ama onların emniyetinden sorumlu değildir.

Küfürde ise samimiyetsizlik vardır. Kalben inanmadığı, aklına yatmadığı şeyleri savunur. Ya da işine geldiği şeyleri savunur. Bir Ehl-i kitap Kuran’ın iyi ve doğru olduğunu görüp de hala İncil ve Tevrat’ta ısrar ediyorsa küfrediyor demektir. Ama kendine iyi ve doğru gelmediyse samimidir ve küfürde değildir.

İki kişi düşünün: Birisi Hıristiyan anne ve babadan doğmuş. Ama İncil’le hiç ilgilenmemiş. Geleneksel olarak Allah’a inanıyor. Hıristiyanım diyor. İncil’le ilgilenmediği için de İsa’ya Allah’ın oğlu (haşa) demiyor. Aklı da yatmıyor buna zaten. Diğeri Müslüman anne ve babadan doğmuş. Kelime-i şahadet getiriyor. Kuran’a inanıyor ama hiç ilgilenmemiş. Geleneksel olarak Allah’a inanıyor. Namazlarını da kılmıyor, orucunu tutmuyor. Yani Kuran’daki hiçbir emirle işi yok. Sizce bunların farkı ne? Müslüman olan sadece Kelime-i şahadet getirdiği için öbüründen üstün mü? Yani (haşa) Allah ona Müslüman anne ve baba vererek torpil mi geçti?

Allah katında mümin, müslim, kafir, müşrik, münafık kimse onu Allah bilir. Biz zahiri biliriz. Bu nedenle Allah katında kafir olanın bir samimiyetsizliği vardır. Doğruları ve Allah’ın emirlerini işine gelmediği için gizler, değiştirir. Ama samimi olarak yanlış bir şeye inananı Allah sorumlu tutmaz. Çünkü o inancında samimidir. Samimi olarak Hıristiyandır, siz ona Kuran’ı anlatırsınız, samimi olarak inanmaz, sorun yok. Zaten Kuran’da onlara Kuran’ı anlatın demiyor, Tevrat’ı ve İncil’i doğru uygulayın de diyor. Sebebinin de “Kuran’ın onlarda küfrü artıracak olmasıdır” diyor. Çok ilginç bir ifadedir bu, yani Allah bize onlara Kuran’a uyun derseniz küfürleri artar, bu nedenle İncil’i ve Tevrat’ı doğru uygulayın deyin diyor.

Allah katında ise en üstte mukarrebun vardır. Mukarrebundan sonra müminler vardır. Müminlerden sonra müslimler vardır. Bunlar sağ yanın adamlarıdır. Geri kalanlar ise sol yanın adamlarıdır.

Sadece siz kendinize şu soruyu sorun: samimiyetsiz bir Müslüman olmak mı iyi, samimi bir Hıristiyan olmak mı iyi? Zaten Bakara 62’de Ehl-i kitaptan Allah’a ve ahiret gününe inananlar ve salih amel işleyenlerin durumunun iyi olduğunu açıklıyor.

Zaten İslam düzeni içinde yaşayan Hıristiyan ve Yahudiler de Müslüman tanımına girer. Hz. Muhammed döneminde de böyle anlaşıldığının en önemli delili Medine Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin ilk maddesi: Bu yazı Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Medineli müminler, Müslümanlar, bunlara tabi olanlara sonradan iltihak edenler ve onlarla beraber cihat edenler içindir. Burada hiç Yahudi kelimesi geçmezken sözleşmenin içi Yahudilerle ilgili maddelerle doludur. Yani İslam düzeni içinde yaşamayı kabul eden Yahudiler Müslümanlar olarak tanımlanmıştır.

Allah’ın cenneti çok geniştir ve derece derecedir. Bu nedenle aslında bizi ilgilendiren başkalarının nereye gideceği değil, kendimizin gidebileceği en üst cennete ulaşması için çalışmamızdır. Başkalarını Kuran’daki tavsiyelerle doğru yola davet edip onlarında cennete girmelerini sağlamaya çalışmaktır.

Allah doğru yolundan ayırmasın.

Reşat Nuri Erol
03.12.2009
13:33

Muhterem Zafer Kafkas;

Yorumları, soruları, cevapları okuyor ve istifade ediyoruz...

Sizin gibi gençlerin yapması gereken bir şey daha var;

SEMİNER NOTLARINI ve diğer DOSYALARI/MAKALELERİ/KİTAPÇIKLARI/KİTAPLARI okumak, okumak, okumak...

Sonra OKUNANLARI SİSTEMATİK bir şekilde (kendince) TASNİF ETMEK...

(Tasnifler herkesin istifade edeceği seviye ve kalitede olursa, çok daha iyi olur.)

Daha sonra UYGULAMAK, UYGULAMAK, UYGULAMAK...

Uygulamalardaki hataları görüp sonunda EN DOĞRUSUNU UYGULAMAK...

Şimdilik bu kadar!

Ayrıca; daha önce parantez arasında sorduğun soruları da bir araya geldiğimizde görüşecek, tartışacak ve istişare edeceğiz, inşaallah...

Muhterem Lütfi bey kardeşimizle girdiğiniz görüşme trafiği çok verimli ve bereketli geçiyor... Biz de okuyucular olarak istifade ediyoruz...

Zafer Kardeş;

Ne iyi ettin de aramıza YORUMCU olarak katıldın...

Teşekkürler, tebrikler, dualar...

Selam ve sevgilerimle...

RNE

zkafkas
04.12.2009
11:33

Reşat abi ben burda olmaktan sizinle tanışmaktan çok memnunum. Herşeyi rahatlıkla sorabiliyor ve tartışabiliyor olmak çok güzel , bu imkan her yerde elimize geçmiyor maalesef. Lütfi beyi de sorularımla meşgul etmiyorumdur inşallah.Kafamda bir yerde bi takılma var onu çözmeye çalışıyorum çabam o esasında.Yine bişey sorucam inşallah mazur görülürüm.

Şimdi yaşadığım bi olaydan bahsedeyim.İş yerinde bir arkadaşımız bi mevzuda başka bir arkadaşımızla tartışmaya girdi mevzu namazla ilgili arkadaşımız ben müminim diyor Allahtan ne gelmişse Kuranda ne varsa inanıyorum ve hak biliyorum diyor fakat namaz kılmıyorum veya uygun bi hayat yaşamıyorum bu benim Allahla aramda kimse karışamaz ve ben inandığım için amel etmesem de müminim diyor. Burda baktığımızda zahiren yahudi ve hristiyanların yaşantısından farkı yok ama inanç olarak onlar gibi inanmıyor burdaki durum kafamı karıştırıyor. Bu noktayı açıklama imkanınız var mı?

Ve son olarak hristiyan ve yahudiler kendi kitaplarına uymalı deniyor fakat kitaplar tahrif edilmiş yani uygulamaları hatalarla dolu olacak ve kitaplarında şirk inancı mevcut yani bizim inandığımız Allah ile onların ki aynı değil. Kuranda da mevcut olduğu üzere Allahı üç ilah dan biri olarak görmek hakeza yahudilerin de Kuranda bildirilen şirkleri var bu durumda onlara nasıl müslüman diyeceğiz?

Meşgul ettiğim için özür dilerim çabam öğrenmek için.

Reşat Abi imkan oldukça okumaya çalışıyorum. sistemliokumaya geçemedim daha inşallah yazarak okumayı ve çalışmayı düşünüyorum biraz işlerim yoğun daha sonra daha fazla okuma ve çalışma imkanım olacak tefsirlerde , makalelerde inşallah.

Sizlerden haberdar olduğum için çok şanslıolduğumu düşünüyorum Allaha Emanet olun.

Reşat Nuri Erol
04.12.2009
19:08

Muhterem Zafer Kardeşim;

Burada son yazdığım YORUMda bir noktayı daha eksik bıraktığımı hatırladım:

Bizim, başta Üstadım Süleyman Karagülle olmak üzere, çalışma arkadaşlarımızla yaptığımız ve yazdığımız ON BİNLERCE SAYFA ÇALIŞMALARIMIZIN her şeyden önce

FİHRİSTLENMESİ

ve

İNDEKSLENMESİ

gerekiyor...

Neden?

İşte özellikle bu sorduğunuz sorulardan dolayı...

Sorduğunuz SORULARIN oralarda hep CEVAPLARI var.

Biz yıllardan ber yılmadan, yorulmadan, sabır ve sebatla YAZIYORUZ...

Sizin de önce OKUMANIZ..

Sonra YAZMANIZ gerekiyor...

"TALEBU’L-İLMİ FERİYDATUN ALÂ KÜLLİ MÜSLİMİN/

İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR." (Hadis)

FAZDIR... FARZDIR... FARZDIR...

Hem de BEŞİKTEN MEZARA KADAR...

Öclikle bu FARZ yerine gelmeli.

MÜ’MİNin vasıflarından biri de;

"YESTEMİUNE’L-KAVLE FE YETTEBİÛNE AHSENEHU/

HER SÖZE KULAK VERİP EN İYİSİNE UYARLAR." (Ayet)

İMAN konusu üzerinde Said-i Nursi çok durmuş...

Biz de

MÜ’MİN (Malını ve canını Allah yolunda harcayan)

kavramı üzerinde duruyoruz...

Elbette MÜSLİM, KAFİR, MÜNAFIK kavramları üzerinde de...

Bir de Arapçadaki "DİN" kelimesinin "DÜZEN" anlamı ve tarafı var...

Araştırmalı, düşünmeli, üzerinde çalışmalı ve uygulamalıyız...

Yazacaklarımı yazınca, sorulan sorulara doğrudan cevaba yer/vakit kalmadı!

Ancak; MÜ’MİN-MÜSLİM-KAFİR-MÜNAFIK kelimelerini/kavramlarını yukarıda maksatlı olarak ve senin/arkadaşının sorularına CEVAP olsun amacıyla hatırlattım...

İLİM ile AMEL

TEORİ ile PRATİK

atbaşı birlikte gitmek zorunda.

Ben AMEL etmeden nasıl MÜ’MİN olunabileceğini bilmiyorum;

Arkadaşın biliyorsa, bize de öğretsin, öğrenelim...

Şimdilik bu kadar!

Sonsuz selam, sevgi ve dualarımla...

Adil Düzen Çalışanı/Hizmetkarı

Reşat Nuri EROL

Lütfi Hocaoğlu
04.12.2009
20:20

Müminin tanımı Kuran’da Enfal suresi 2-3. Ayetlerde açıklıyor:

Müminler yalnızca Allah’ın adı anıldığında kalpleri titreyen ve onun ayetleri okunduğunda imanları artan ve Rablerine tevekkül eden kimselerdir. Namazı kılanlar ve kazandıklarından harcayanlardır.

Burada ikinci cümle birinci cümlenin bedeli olarak gelmiş. Arapça dil kuralında bedeli olarak gelince birbirinin yerini tutan veya onu açıklayandır. Yani bedel-i mutabık ise mübdelün minhin karşılığı bedeldir. Bedel-i iştimal ise açıklama ifade ederek yerini tutar. Yani İlk cümlede Allah’ın adı anıldığında kalpleri titreyen, ayetleri okunduğunda imanları artmanın tam karşılığı namaz kılmak ve Allah yolunda harcamaktır. Bunlardan biri olmazsa mümin olamaz. Yani namaz kılmayan asla mümin olamaz. Kelamcılar da buna paralel olarak namaz kılmayı imanın rüknü yani dayanağı sayarlar. Namaz olmadan iman olmaz derler. Yani o arkadaşınız mümin değildir.

Medine’de Hz. Muhammed’i hakem tayin eden Yahudileri Allah Maide 43’te azarlamaktadır. İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken seni nasıl hakem yapıyorlar denmektedir. O zaman ki Tevrat ile bu zamanki aynıdır. Yani Allah tahrifte olsa inandığına uymalarını iki yüzlülük yapmamalarını istemektedir.

Zaten Tevrat’ı ve İncil’i ikame etmek demek, onu doğru uygulamak anlamına da gelir, doğru hale getirmek anlamına gelir. Zaten bugün Yahudiler de Hıristiyanlar’da kitaplarının Allah’ın gönderdiği şekilde olmadığını biliyorlar. Bu konuda çalışma yapıyorlar. Yaptıkları çalışmada Tevrat’ı iki kişinin yazdığını buldular. Birine J, diğerine E diyorlar. J bölümleri Allah’a Yahve diyor. E bölümleri Elohim diyor. Bu nedenle içinde çelişkiler var. Çünkü ikisi ayıklanmadan birleştirilmiş. Bunun sebebi de Yahudiler sürgüne uğrayınca iki tarafta yani Babil ve Filistin’de gelişen farklı Tevratlar.

Hıristiyanlarda olayın farkındalar ve bu konuda uğraşıyorlar. Zaten İsa’ya Allah’ın oğlu demeleri de İbranice bilmeyen Pavlus’un yorumunun kabul görmesidir. İbranice’de Baba demek Arapça’da Rab demek anlamında mecazidir. İsa babam der, havariler de babamız derler ve bunun o dönemdeki İbranice karşılığında hiçbir tuhaflık yoktur. Rabbim demektir. İşte Hıristiyanlarda İncil’i ikame etmeli ve bu yanlışlıkları düzeltmelidir.

Bugünkü Hıristiyanların birçoğu da İncil’le zaten amel etmez, kendine Müslüman diyenlerin Kuran’la amel etmemesi gibi.

Bizim yapmamız gereken budur. Onlara İncil ve Tevratı doğru anlayıp, düzeltip doğru uygulamalarını önermek. Ancak her şeyden daha önemlisi ameldir. Arkadaşınızın yaptığı ise hem inanıyorum deyip hem de inandığına uymamaktır. Bu durumda inanmıyor demektir. İnandığı Kuran değil, kafasında oluşturduğu Allah’tır. Bu nedenle Hıristiyanların inancına benzemektedir. Amel etmedikten sonra istediğiniz kadar inanın. Ayette ne diyor (Bakara 62):

İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler (diğer ehl-i kitap), bunlardan kim Allah’a ve ahiret gününe inanır ve salih amel işlerse onların ecirleri rablerinin yanındadır. Ve onlara korku yoktur ve hüzünlenmeyeceklerdir.

Bu ayete dikkat edin. İman edenlere korku yok demiyor. Onların cennete girmesi için arkadan gelen şart var. Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer ehl-i kitapla aynı şart koşuluyor. Yani şöyle demiyor: “İman edenlerin ecirleri rablerinin yanındadır, Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiilerden ise kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amel işlerse onlara korku yoktur”. Bakın bu ayet ne güzel açıklıyor. İman ettim, kurtuldum yok. Hıristiyanlar ve Yahudilerle aynı şart içine giriyorsunuz: Salih amel işlemek. Ayete dikkat edin, belirli bir peygambere inanma şartı yok. Allah’a, ahiret gününe inanmak ve salih amel.

Bu nedenle kimse kendini garantide sanmasın. Herkes salih amelini yapsın.

Zafer bey, bizde sizin sorularınızdan çok memnunuz. Yorulmuyor, zevk alıyoruz. Ancak bazen işim çok yoğun olduğu için geç cevap veriyorum.

Reşat Abi’nin de dediği gibi hepimizin “Her sözü dinlerler, en güzeline hemen uyarlar” denen ulu-l elbab (loblar sahibi yani beynini güzel kullananlar)dan olması duasıyla.

Lütfi Hocaoğlu
04.12.2009
20:38

Bir de şunu hatırlatmak istedim. Sadece insanlar Şeytanı hatırlasın. Şeytanın imani bir sorunu var mıydı? Şunu kesin bilin ki bugünkü herkesten daha net ve keskin olarak Allah’a inanıyordu. Çünkü onunla doğrudan konuşuyordu. Şirk koşmuyordu. Bugünkü insanlardan pek çoğu farkına varmadan şirk koşabilir. Ama İblis’te bu da yok. O biliyor ki herşeyi yaratan ve herşeyin sahibi Allah’tır.

Peki onu bu duruma düşüren şey neydi: Allah’ın emrini yapmamak. Yani amelsizlik.

Bunu da unutmamak gerekir diye düşünüyorum.

zkafkas
04.12.2009
22:43

Okumam gerektiğini biliyorum Reşat abi ve okuyacağım daha fazla inşallah. Aslında burda okuduklarım şu ana kadar ki ezberlerimizi bozduğu için bu kadar soru soruyorum. Allah razı olsun ilginiz için , Lütfi bey hakkınızı helal edin vaktinizi ayırıp cevap verdiniz.





Sayı: 25 | Tarih: 29.11.2009
Mehmet Şevket Eygi
Din hizmeti nedir, ne değildir?
6745 Okunma
14 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Bir şehir nasıl uygar olur
1432 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Hayrettin Karaman
Alevi Meselesi
1432 Okunma
3 Yorum
Hilmi Altın
Ruşen Çakır
Zor zamanda konuşmak
1423 Okunma
Tayibet Erzen
Yılmaz Özdil
Grev filan...
1411 Okunma
Leyla Okta
Ahmet Taşgetiren
İsviçre'de Danıştay mantığı
1353 Okunma
1 Yorum
Zübeyir Erol
Ebubekir Sifil
cahiliye
1337 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Nazlı Ilıcak
AK Parti'de çatlak mı?
1297 Okunma
Fatma Karuç
Reşat Nuri Erol
Sorunlar, sorular ve cevaplar 1
1271 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Son uyarı
1267 Okunma
Vahap Alma
Mehmet Niyazi
Aklın Batı'daki mücadelesi
1255 Okunma
Abdurrahman Erol
Fikret Bila
Bayramiç'te çalan tehlike
1239 Okunma
1 Yorum
Harun Özdemir
Fehmi Koru
Bir öfke yumağı olarak canım İzmir
1222 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Ahmet Altan
Genelkurmay, Başbakan ve Medya
1203 Okunma
1 Yorum
Özer Ataç
Mehmet Altan
Paşaların katsayısı...
1196 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mahir Kaynak
Tek boyutlu siyaset
1175 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
Okyanusu küçümsemek
1161 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler