27.11.2009
Ertuğrul Özkök dünkü yazısında şöyle yazdı: “Bugün azımsanmayacak sayıda İzmirlide, Egelide şu düşünce yerleşiyor: Güneydoğu olmasa biz çoktan Avrupa Birliği’ne girmiştik.”
Benim tanıdığım ve sevdiğim İzmir’de, Ege’de bu tür ayrımcı bir yaklaşımın egemen olduğunu sanmıyorum. Fakat böylesi bir durumu, spekülasyon olarak dahi konuşuyor olmamız bile son derece üzücü ve kaygı verici.
Özkök’ü okurken aklıma 1990’lı yılların başlarında yaşadığımız bir tartışma geldi. Kürt sorununun ve PKK eylemlerinin en yakıcı olduğu o günlerde haftalık Aktüel Dergisi peş peşe yaptığı dosyalarla hepimizi şaşırtmıştı. Örneğin bir hafta kapaktan “Kürtler Türkleri sömürüyor!” diye ilan etmişlerdi. Bu sonuca, Güneydoğu’dan toplanan vergilerle bu bölgeye yapılan kamu yatırımlarının hızlı bir karşılaştırmasıyla varmışlardı.
Aynı dergi Türkiye’de ilk kez, devletin “vur kurtul” politikasına karşı açıkça “ver kurtul” stratejisini çıkartıyordu. Basitleştirerek söyleyecek olursak, dergi yöneticileri ve bazı yazarlarına göre Güneydoğu (ve dolayısıyla Kürtler) Türkiye’nin bir kamburu haline gelmişti. Üstelik içlerinden silahlı mücadele yöntemine başvuran ayrılıkçı bir örgüt de çıkarmışlardı. Onlara göre çözüm, bu parçanın koparılıp atılması ve Türkiye’nin bu sayede daha hızlı ve dinamik bir şekilde modernleşip Batılılaşmasıydı.
Yukarıda “tartışma”dan söz ettim ancak Aktüel kadrosu bu tezlerini tartışmaya pek de hevesli değildi. Yaptıklarının yanlış, ayrımcı ve tehlikeli olduğunu söyleyen benim gibileri “kaba solcu”, “ucuz popülist”, “Kürt sevdalısı” gibi terimlerle küçümsemeye çalışıyor ve hepimizi, kendi yarattıkları ve ne idüğü belirsiz “yükselen değerler” adını verdikleri putlara biat etmeye çağırıyorlardı.
Yollar ayrıldı
Özkök dünkü yazısında İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a şöyle demiş olduğunu da aktarıyor: “Siz hep Güneydoğu Anadolu’nun bölünmesi endişesinden söz ediyorsunuz. Ama bu iş iyi yönetilmezse bir gün bir bakarsınız ki, Ege’den bölünme sinyalleri gelmeye başlamış.”
Özkök’ün sözünü ettiği sinyaller, Aktüel çevresinin yıllarca önce tohumunu attığı o tiksinti verici “ver kurtul” yaklaşımının günümüzdeki tezahürlerinden başka bir şey değil.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Ruşen Çakır ile ilk olarak “Ayet ve Slogan” adlı kitabıyla tanıştım ve o zaman Türkiye siyasetine tam olarak vakıf olamasam da tespitleri, yaklaşımı çok hoşuma gitmişti ve inanılmaz etkilenmiştim. “Vay be demek solcular da demokratik olabiliyormuş.” diye düşünmüştüm. Daha önce (şimdi de görüşüm pek değişmiş değil) bu kavramı solculara hiç yakıştıramamıştım. O zamana kadar kafamda solcu din düşmanıydı ve adil bir bakış açısı olamazdı. Daha sonra 28 Şubat yaşandı, bütün çirkinliğiyle ve zulmüyle müslümanları hedef aldı. O zor zamanda da müslüman kesimi savunacak birileri olmadı şimdi de yok, muhtemelen yarın da olmayacak. O dönemki müslüman kardeşlerimiz şimdiki Kürt kardeşlerimiz kadar şanslı değildi, demokrat kıtlığı vardı.
Türkiye siyasi gelişimini çok iyi takip eden Çakır’ın, mevcut hükümeti ya da muhafazakları samimi bulmaması ise maalesef ki doğru bir tespit. Kendisi olayı islami bakış açısıyla ne kadar değerlendiriyor bilemiyorum ancak AKP yönetiminin islami bir yönetimi yok ve dolayısıyla başarısızlığı İslam’a mal edilemez. Yapılan uygulamalar Kur’an rehberliğinde olsa bu başarısızlıklar yaşanmayacağı gibi hükümet sonuna kadar da savunulabilirdi, diye düşünüyorum.
AKP yönetiminin veya muhafazakar olarak adlandırılan insanların davranışlarının İslami kesime mal edilmesi cehaletten başka bir şey değil. Yapılan uygulamalar incelenirse ne kadarı Kur’anla paralel, ne kadarı Kur’anla çelişiyor çok açık görülecektir. Bu bile şu etiketleme işine son vermek için yeterli bir sebeptir.
Herşeyden önce kafamızdaki önyargılara bir son vermeliyiz. Sadece kendimize değil herkese demokrasi için savaşmalıyız.
Bu kadar zulmün ve gözyaşının olduğu bir zamanda hala bayram varsa, Bayramınız mübarek olsun.