Diyanetin hayırlı işleri
2378 Okunma, 3 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

Diyanet’in hayırlı işleri

Hayrettin Karaman, 5 Kasım 2009 tarihli yazısınıDiyanet'in hayırlı işleri  konusuna ayırmış.

 

“Diyanet İşleri Başkanlığı, kendisine verilen görevi hakkıyla ve en geniş çerçevede ifa etmek için son yıllarda önemli çabalar göstermiş, adımlar atmış ve pek çok hayırlı eseri, faaliyeti, hizmeti gerçekleştirmiştir.”

 

“Bu hizmetler zincirinin son iki halkasına geçtiğimiz hafta sonu şahit oldum ve katıldım.

Bunlardan birincisi, Din Hizmetleri Dairesi'nin birkaç yıl önce başlattığı "Aile irşad ve rehberlik" faaliyeti. … “

 

“Dini Yayınlar Daire Başkanlığı'nın tertip ettiği, Bilkent Otel ve Kongre merkezinde iki gün (30-31 Ekim günleri) devam eden dini yayınlar kongresinde bu yıl "Dini klasikler" konusu ele alındı.

Değerlendirme oturumu dışında üç oturum yapıldı, her oturumda beş tebliğ sunuldu ve beş müzakereci tarafından değerlendirildi.”

 

“…burada gördüğüm manzara (ulaşılan ilmi seviye, olgunluk, tartışma ve tenkit adabı) göğsümü kabarttı, Allah'a şükrettim.”

 

“Genel sonucu şöyle ifade edebilirim:

Klasiği olmayan özgün kültür ve medeniyet olmaz. Klasiği ile irtibatını kesen, klasiğini çağdaşlaştırarak devam ettiremeyen insan toplulukları da başka kültür ve medeniyetler içinde yozlaşmaya ve erimeye mahkum olurlar.

 

Kongrenin açış konferansını veren Prof. Dr. Fuad Sezgin yaklaşık elli yıldır "İslam ilimler tarihi" üzerinde çalışıyor. Topkapı Sarayı müzesinde, İslam ilimler tarihi ile ilgili bir müzenin açılmasına da rehberlik etmiş.”

 

Hayrettin Karaman, Fuat Sezgin’in konuyla ilgili çalışmalarını özetlemiştir: “Ortaçağ bizim için karanlık değil, altın çağ. Müslümanların ürettikleri ilmi çağlar boyunca Batı toplulukları tercüme ederek almışlar ve bugünkü ilmi durumlarına temel taşı yapmışlar. Onyedinci yüzyıldan sonra onlarda ilerleme devem etmiş bizde ise yavaşlama ve duraklama olmuş. Gelişmeyi İslam'ın mahiyet ve teşvikine borçluyuz, ama duraklamadan İslam'ı sorumlu tutmanın ilmi dayanağı yoktur”.

 

YORUM:

Hayrettin Karaman, 5 Kasım 2009’tarihinde, ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisine verilen görevi hakkıyla ve en geniş çerçevede ifa etmek için son yıllarda önemli çabalar gösterdiği’ yönünde yazı yazmış. Bu yazı Diyanet’teki bazı çalışmaların hayırlı olduğunu ifade edebilir. Bunla birlikte, Diyanet’in yapısı ve çalışmaları hakkında yapılan çalışmalar (yazılar, konuşmalar) incelendiğinde; Diyanet’in yapısal ve işlevsel sorunlarının olduğu, bu konulara genelde değinilmediği, bir takım endişeler olduğu veya kapsayıcı, genel geçerliliği olan çözümler önerilmediği de bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Diyanet konusundaki olumsuzluklara değinildiğinde genel olarak olumsuzluklar, eksiklikler, yanlışlıklar belirtilmekte, çözüm önerileri ortaya konmamaktadır. Sorunların nasıl çözüleceği konusuna, ya taraflı yaklaşılmakta ya da din kurumu olarak diyanet ve diğer kurumlar sosyal yapılanma dışına çıkarılmak istenmekte, hatta sosyal organizasyon olması engellenmek istenmektedir. Konuya genelde tekelci bir anlayışla yaklaşılmaktadır. Devlet tekeli veya sermaye tekeli açısından bakınca, ya donuk bir inanç/ din anlayışı hakim kılınmaya çalışılmakta ya da dinsel kurum/alan devletin sosyal alanından uzaklaştırılmaya, kaldırılmaya çalışılmaktadır.  Sermaye veya devlet tekeli pozisyonu eleştirileri de kitlemektedir.  

 

Her kurum; yasal durum, işleyiş gibi kurumsal yapı, görev, yetki ve sorumluluklar açısından değerlendirilebilir, değerlendirilmelidir.  Değerlendirmelerin yapılması gerektiği kadar değerlendirmelerin nasıl yapılacağı konusu da önemlidir. Değerlendirmelerde en önemli özellik objektifliktir ve değerlendirmenin demokratik olmasıdır. Değerlendirmeyi halk yönlendirilmeden, açık, eşit adil şartlarda yapabilmelidir. .

 

Devletin bakanlık seviyesinde bütçesine sahip Diyanet gibi bir kurum söz konusu olunca; yasal durum ve işleyişi tekelcilik veya çoğulculuk, laiklik, demokratiklik, bilimsellik gibi ana yönlerden yeniden değerlendirilmelidir. Buna bağlı olarak; Diyanetin alanı, kapsamı, zamanla gelişimi, personel seçimi, yeterliliği ve çalışmaları, diğer ülkelerde, ülke içinde aynı alandaki başka kurumlarla rekabet v.b mukayese durumları,  kurum içinde farklı görüş ve yapılanmalara açık olup olmama açısından durumu v.s farklı yönlerden değerlendirme önem kazanmaktadır.

 

Diyanet ile ilgili öncelikli değerlendirme; kurumun yasal durumu konusunda yapılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı yasal gelişim ve yasal hedef değerlendirilmesi yapılmalıdır. İşe isim üzerinden değerlendirme ile başlanmalıdır. “Diyanet İşleri Başkanlığı” nedir?; “(Bütün) Dinlerin/ İnançların Din Başkanlığı mı”, “İslam Dini İşleri Başkanlığı” mı? “İslam Sünni İşler Başkanlığı” mı? “İslam Sünni Hanefi ve Şafi Başkanlığı mı?”, “İslam Sünni Hanefi İşler Başkanlığı mı?, İslam Sünni Hanefiliğin içtihat, metot anlayışı başkanlığı mı?, “Donmuş İslam Sünni Hanefiliğin Başkanlığı mı? Konularında değerlendirmeler yapılmalıdır. Konu bütün inanç, mezhep, cemaat, tarikat v.b. ahlak felsefesi gruplarının/temsilcilerinin katılımı ile çoğulcu yapılanmayı sağlayacak şekilde değerlendirilmelidir.

 

İnançlar hurafe/bozuk/asılsız v.s oranları bakımından da değerlendirilmelidir. Bilimsel gelişmeler / görüşler ve inançların bu konularda önceki dönemlerde ve günümüzdeki durumları oransal olarak değerlendirilmelidir. Örneğin hangi inancın hangi görüşü sonradan bilimsel görüşle uyuşmuştur. Günümüzdeki hangi görüşleri bilimsel görüşlerle uyuşmaktadır. Hangi görüşler hurafe olmuştur, olmaktadır? Bütün bu konularda standart değerlendirme teknikleri oluşturulmalıdır. Bu görüşler halka tanıtılmalı ve eşit adil ortamlarda halkla paylaşılmalıdır.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut yapısı ilk kuruluş döneminin şartları içinde, o dönem için gerekli bir yapı olduğu söylenebilir. Türkiye’de konuyla ilgili eleştirilere bakılınca, zamanla Türkiye’de olan ve olması gereken yapısal değişiklikler ve özellikle fiili yapılanmada yetersiz kalındığı, uygulamada yanlış yapılandırmalar olduğu tespitleri de vardır. “Din/inanç” olarak kapsayıcı olmadığı, özellikle İslam ve Sünniliğin dondurulmuş ve yanlandırılmış bir yapı ile kabul edildiği, mevcut algılatılan İslam’ın Sünnilik dışı yapılanmalar içermediği söylenebilir. Bütün bunların ötesinde İslam’ın anlaşılmasında, hatta Sünniliğin anlaşılmasında tekelci bir yapıya büründüğü, iş ve işlevler konusunda açılım oluşturmak yerine bürokrasi örgüsü şeklinde geliştiği, bilim dışı ve katı bir yapıya dönüştüğü tespitleri yapılabilir. Bu katılık ve tekelci yapının sadece yapı ve personel oluşumundaki katılık ve tekelcilik olarak değil, inanç adına oluşan görüşlerin katı ve tekelci model anlayışına bürünmesi şeklinde olduğu görülür.  

 

Bir değerlendirme de, kurumun kendisine verilen görev ve yetkileri ne derece doğru kullandığı konusunda yapılmalıdır.  Kurumlar belli dönemlerde temel yapılarını oluştururlar. Başlangıçta dönemin şartları içerisinde belirli bir yapıya sahip olurlar. Bu yapı dönemin şartları içerisinde değerlendirilebileceği gibi zamanla kurumun gelişme yönü, çevre şartları (ihtiyaç, yetki ve sorumluluk) açısından da değerlendirilmelidir. 

 

Türkiye’de Diyanet konusu Diyanet’in yapılanması ve Diyanet’in çalışmaları olarak farklı yönlerden de değerlendirilebilir.

 

Diyanet’in yapılanması konusunda Anayasa’nın 136. maddesi ile “Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş ve görevleri hakkında” ki kanun ve buna bağlı mevzuatın yenilenmesi gerekmektedir. Yeniden yapılanma konusundaki mevzuat çalışmaları temelde “laiklik” ilkesi gereği bütün inanç, mezhep, cemaat, tarikat, inançsızlık inançları, ateizm v.b örgütlenmiş bütün inanç ve görüşler, bütün grupların eşitlik ve adalet ölçüleri içinde çoğulcu yapıyı koruyacak şekilde temsil ve katılımıyla mümkündür.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’de mensubu bulunan din/inanç/ahlaki/felsefi görüş konusunda örgütlenmiş her türlü anlayış gruplarının (mezhep, ekol, cemaat, dernek, vakıf v.s) temsilcilerinin demokratik olarak seçtikleri kimselerden çoğulcu yapı ile oluşmalıdır. Bu gruplar zamanla dayanışma ortaklıkları şeklinde örgütlenmelidirler.

 

Dini/inanç dayanışma grupları sadece görüş belirten gruplar olmamalıdır. Görüşlerini benimseyen grupların bireylerini teminatlı inanç eğitimi veren gruplar olmalıdırlar. Örneğin bu kişi ahlaklıdır diye bir ehliyet verdiklerinde grup olarak bundan sorumlu olmalıdırlar. Sözleri teminat olmalıdır.

 

İnsanların, dinsel/inançsal grupları bilinmelidir. İnsanlar inançlardan istediğini tercih edebilmelidir. Onlar arasındaki farklılıkları görebilmelidir, ölçebilmelidir. Tercih ettiği din/inanç kimliğine özgürce sahip olabilmelidir. Tercih ettiği inancı, mezhebi, din anlayışını başkaları gibi anlamaya mahkum edilmemelidir. Bunu kimliğinde, yaşamın her alanında sıkıntı çekmeden, yadsımadan ve yadsınmadan açıklayabilmelidir. Bir inancı seçmesi, sahiplenmesi, bu konuda çalışması veya çalışmaması tercihini kendisi yapmalıdır. Ülkede, dünyada inanç konusundaki maddi-manevi yapılanmada temsil edilmesi, kendine düşen payı alması konuları dinsel ayrımcılık değildir. Tam aksine, kimliksiz olması, kimliğini gizlemek zorunda kalması, kimliğini kötüye kullanması, kimliğini yanlış tanıtması, beğenmediği bir inanç kimliğine mahkum edilmesi kınanmalıdır. Böyle baskıcı, sindirici, sinsi bir anlayış bütün inançların temel ilkelerine, laikliğe, demokrasiye, kadim veya muasır medeni insanlık, ahlak anlayışlarına aykırıdır.

 

Örneğin, milyonlarla ifade edilen “Alevi” inanç mensuplarını düşünün! Süryanileri, Yahudiler, Hıristiyanları, Budistleri, Hinduları, Ateistleri v.s düşünün. Ama en çok da Sünnileri düşünün!. Öyle bir Sünni anlayış ki sizin Sünnilik anlayışınızla alakası yok. Ama o Sünnilik temsilcisi siz ise onun Sünnilik görüşüne mahkum edilen dışarıdan biri gibisiniz. Diyanette hiçbirisinin ne maması var ne de temsilcisi.  Dünya markası olmuş inançlar var Hıristiyanlık, Yahudilik, Brahmanizm v.b ama diyanette temsilcileri bile yok. Ya da İslam, Sünnilik adına kim ne şekilde temsil ediyor konusu sorgulama alanına bile alınamıyor. Bu şuna benziyor: Teknolojide dünya markası olmuş firmalar var ama ülkenizde bunlar ya yasak ya da sınırlı izinli. Bu metodu bir dönem Sovyetler çok yüksek bir seviyede ve Türkiye önemli ölçüde denedi. Sonunda ilgili alanda dünyada bırakın rekabet etmeyi destekle bile ayakta duramayan ve olmayan bir teknoloji. Dünyada bir dönem marka olmuş,  hatta birinci sırada bir marka olmuş daha da ilerisi kendi içinde birçok marka üretmiş bir inanç anlayışından/modelinden kısırlaştırılmış bir yapıya doğru sürüklenmek herhalde sonunda piyasadan çekilme dışında bir gelişmeye sahne olamaz. İşin daha da vahim tarafı İslam adına ortaya çıkmış diğer adını İslam ülkesi olarak ifade eden devletlerin kötü durumudur. Bir zamanlar (bundan yüzlerce yıl önce) o yörede yaşamış, marka olmuş bir inancın mensupları, zamanla yeni üretim yapmayı bırakın ellerindeki ürünü bile yanlış kullanımdan harabeye çevirmiş ve ürünü kullanılamaz hale getirmiş toplumlar. Özetle bu oluşumlarda en iyisi olarak Türkiye gözükmekte ve onunda durumu ortada.

 

Laiklik gereği, Diyanet İşleri Başkanlığı yasal çerçevede, teşkilat personel yapısında, halkın sahip olduğu inançlar konusunda hizmet alması konusunda ayırım yapmamalıdır. Diyanet’in temel hizmetler konusunda yasal ve teşkilat çerçevesi bütün grupların katılımıyla yansız oluşturulmalıdır. Diyanet, bütün inançlara eşit uzaklıkta değil eşit yakınlıkta olmalıdır. Örneğin Hayrettin Karaman’ın belirttiği Din Hizmetleri Dairesi, Dini Yayınlar Dairesi’nin hayırlı çalışmalarında bütün inançların temsilcilerinin seçtiği personel çalışmalara katılmalıdır. Hayrettin Karamanın örnek çalışma olarak sunduğu “Aile irşad ve rehberlik” çalışmalarına, hizmetlerine bu inanç gruplarının tümünün temsilcilerinin seçtiği kişiler katılmalıdır. Yoksa tekelci mantıkla, memurluk mantığı ile irşad ve rehberlik yeterli çözüm değildir.

 

Hayrettin Karaman “Dini Yayınlar Daire Başkanlığı”’nı ve tertip ettiği “Dini Klasikler” çalışmasını da örnek bir çalışma olarak belirtmektedir. Örneğin dini klasikler hangileri, bunlar hangi dinin/inancın, mezhebin, tarikatın, cemaatin önemsediği klasiklerdir. Daha da önemlisi günümüzde bu klasikler nasıl ve kimler tarafından çağdaşlaştırılacak. Örneğin Sünni anlayışın temsilcileri kimlerdir, demokratikliği yetersiz olan bir kurumun yetersiz bir yöntemle mi bunlar belirlenecek. 

 

Diyanetin bütçesi, olanakları veya bir şekilde destekleri ile oluşan “Dini Yayınlar Daire Başkanlığı'nın tertip ettiği, Bilkent Otel ve Kongre Merkezindeki çalışmaya kimler hangi özellikleri ile çağırılmıştır. Bu eleştirimiz çağırılan insanların kötü, yetersiz v.s olduğu anlamına gelmez. Ama sadece belli anlayışı temsil edip etmediği, farklı anlayışların orada temsil edip etmediği sorgulanmalıdır. Oraya çağırılanların inanç gruplarının temsilcilerinin olması gerekirdi. Daha güncel ve maddi anlamıyla teknoloji alanında bir firmaya/anlayışa destek verip diğer firmaları itmek sadece dışarıda kalan ve önü tıkanmaya çalışılan firmalara zarar vermez. Tekel durumuna düşürülen o firmaya da zarar verir. Daha da kötüsü, gelişmeyi, rekabeti, çalışmaları engellediği için önce o topluma, ülkeye daha sonra da insanlığa da zarar verir. Hiçbir inanç bütün insanlığa zarar veren böyle bir anlayışı hayırlı bir anlayış olarak görmez.

 

Günümüzde neredeyse her alanda, kişi veya kuruluş seviyesinde sivil veya resmi alanda korumacılık iz yapmıştır. Sadece meşhur edilen kişileri, görüşleri daha da meşhur etmek modadır. Belli tekel, donmuş görüşleri insanlara sürekli sunma anlayışı yerleştirilmiştir. Hangi Televizyonu açarsanız aynı kişiler/görüşler, hangi gazeteyi açarsanız aynı kişiler/görüşler vitrindedir. Hangi ilahiyat fakültelerini, diyanet çalışmalarını incelerseniz inceleyin benzer klasiğin de bozulmuş (çünkü klasik bile anlaşılamamış, tek yanlı anlamalar ve anlatımlar) görüş tezleşmektedir. Meşhur edilmeye çalışılan çalışmalar vitrinlerde tutulmaktadır. Diğer görüşlere, çalışmalara sansür uygulanmaktadır. Olanaksızlıklar yüzünden ya çalışmalar basılamamakta, ya pazarlanamamakta, ya raflara bile konmamakta, ya da arka raflara konmaktadır. Farklı düşünceler en azından bastırılmaktadır. Diyanet ve İlahiyat Fakültelerinde,  ‘En iyi’ olarak sunulmaya çalışılan tekelcilikle oluşturulan, bağnazlaştırılan belli bir anlayış (ki çoğu zaman yanlı, bozuk ve tekelci bir mantıkla anlaşılan ve anlatılan Sünnilik, Hanefilik) bırakın çağdaşlaşmayı eskiyi bile tekel anlatımla sunan,  tutuculaştıran, istismara müsait hale getiren, deforme eden bir anlayışa bürünmüştür.

 

Meşru, doğal yollardan çalışma ve ilerleme, çalışmalarını tanıtma, pazarlama olanağı bulamayanların bir kısmı da dışarı çıkamayan ( piyasaya çıkamayan,  güneş ışığını bulamayan) insanlar gibi zamanla ellerindeki (kıt olanaklarla oluşturdukları enerjilerini) ışığı/çıkışı kaybetmektedirler. Çıkış bulamayanlar da ülkede veya uluslar arası din mafya pazarında sinsice bekleyen sermaye veya devlet tekellerinin tuzağına düşmektedirler. Sonrası da felaket, öyle bir felaket ki, onların din/inanç görüşlerini duyduğunuzda ürpereceğiniz bir felaket. Daha kötü bir felaket de, bu görüşlerden bir kısmının zamanla ilgili inanç sömürücülerin desteğinde resmileşmesi tekelleşmesidir.. Onlarca, yüzlerce yıldır inanç alanında susuz kalmış insanların ilk gördükleri suyun mikroplu olup olmadığına bakmaksızın içmeye başlamaları ve sonunda hastalanmaları gibi, bilimsel inanç eğitim ve öğretiminden yoksun bırakılan insanlar ilk karşılaştıkları, köhneleşmiş inanca yama olmaktadır. Susuzluktan hastalanan insan gibi,  yatırlardan, ölülerden, cinlerden, perilerden, muskalardan şefaat beklemekte, medet ummaktadırlar. Bari doktora gitseler! En sağlıklı kalanları da peygamberlerden, tarikat şeyhlerinden ve cemaat başlarından bağışlanma/şefaat/medet ummaktadırlar. Düşünün vahameti!

 

Bütün inanç grupları bilimsellik, şeffaflık, açıklık, çoğulculuk, laiklik, demokratiklik, bilimsel yapılanma ilkeleri ile Diyanet’te temsil edilmesi gerekir. Bütün görüşler, kendi inançlarını çalışma, görüşlerini geliştirme, çözümlerini kendi gruplarına ve diğer gruplara  (tüm insanlara) tanıtma, ürettikleri ürünleri halka ulaştırma olanaklarına sahip kılınacak bir yapılanma ile yeniden yapılandırılmalıdır. Diyanet’te bütün görüşler temsi edilmelidir. İlahiyat fakülteleri de her görüşe bir bölüm, anabilimdalı, masa açmalıdırlar. İlahiyat fakülteleri Diyanet’ten daha tekelci ve yanlıdır.

 

Diyanet’e, İlahiyat fakültelerine hayırlı işler diliyoruz.

Çalışmamda hiçbir ifadem kişi ve kurumları suçlamaya yönelik değerlendirilmez. Çalışmamada kişiler ve kurumların ortaklaşa çözüm bulmak için, demokrasi ve laiklik, sosyallik ilkeleri gereği, adaletle halka hizmet etmesi amaçlanmıştır. Bu mantıkla okunmalı ve eksikler, yanlışlıklar bu yöntemle giderilmelidir.

 

 

 

Hilmi Altın


YorumcuYorum
kisra
09.11.2009
22:31

Tekelcilik kavramını açıklayabilir misiniz? acaba Hilmi Bey. Benim o konuda fazla bir bilgim yok sadece şunu biliyorum ki islamiyette tek tip bir düşünce anlayışı yoktur . Rica etsem bu kavramı biraz daha açarak anlatır mısınız?

Hilmi Altın
10.11.2009
10:05

Tekelcilik, alternatifi olmayan, tek tip düşünceye dayalı, seçeneği olmayan tek tip ekonomik ve sosyal sistemlerin ortak ifadesidir. Merkeziyetçi sosyal ve ekonomik sistemler tekelci sistemlerdir. Ekonomide rekabet ortamını yokeden bir yapılanma tekelciliktir. Sosyal alanda farklı sosyal, yerel yaşam modelleri üretilmesine, yaşanmasına olanak vermeyen modeller tekel modellerdir. Bireysel veya sosyal rekabet ortamı oluşturamayan toplulukların, sorunlarını çözme ve ilerlemeleri mümkün değildir. Faizli modele dayanan Kapitalizm sermaye tekeline neden olur. Siyasi tekele dayanan sosyalizm devlet veya siyasal tekelciliğe örnek olarak verilebilir. Seçenekli yapıya, düşünmeye, inanamya izin vermeyen, farklı düşünme, inanma, yaşam v.s olanakları ve altyapıları oluşturmayan bütün inanç, fikir, ekonomik, sosyal modeller tekelci modellerdir. Tek tip yapılanmayı öne çıkaran , diğer yapılanmaları dışlayan yapılar da tekelci yapılanmalardır.

Süleyman Karagülle
13.11.2009
21:39

Tekel bir toplulukta bir görüşün veya malın hakim olup halkın ondan başkasını duymaması veya edinememesi, demektir. Dinde tekelcilik amelde Hanefi, itikatta maturidi mezhebini benimseyip diğer mezhepleri, dinleri tarikatları tanımamaktadır. Onların mabetlerini yapmamakta ve görevlilere maaş vermemekte, fakültelerde okutulmamaktadır. Çoklu sistem olsaydı her din, mezhep ve tarikatlara müntesiplere göre eşit imkanlar tanınırdı.

İslamlıkta ruhbaniyet yoktur. Medreseler tekke değil okuldur. Orda ibadet yapılmaz ilim tahsıl edilir. Laik ilimler de okunmalıdır. Camilerde toplanan paralardan diyanete pay verilmeli ve bu fondan tercüme veya telif yapan din görevlilerine ek gelir sağlanmalı. Teşkilat bir ilim üreten müesseseye dönüştürmelidir.





Sayı: 22 | Tarih: 8.11.2009
Hayrettin Karaman
Diyanetin hayırlı işleri
2378 Okunma
3 Yorum
Hilmi Altın
Mehmet Şevket Eygi
Çarşaf ve Peçe
1725 Okunma
4 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Grip aşısının bile böldüğü bir ülke
Domuz gribi bir Jurassic Park Dinozoru mu?
1533 Okunma
5 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Bu ülke cennet mi cehennem mi?
1243 Okunma
Ali Bülent Dilek
Yılmaz Özdil
Frankeştayn
1222 Okunma
1 Yorum
Leyla Okta
Bekir Berat Özipek
Cunta’nın Alevi-Sünni fitnesi: Şimdi aydınlanıyoru
1170 Okunma
1 Yorum
Bünyamin Demir
Nazlı Ilıcak
Ya GDO kısırlık yaratıyorsa!..
1148 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Mehmet Altan
Askeri Cumhuriyet’in sonu
1130 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Ruşen Çakır
Büyüyen tehlike: Ayrımcılık
1127 Okunma
Tayibet Erzen
Toktamış Ateş
Şeriat tehlikesi
1106 Okunma
1 Yorum
Osman Eskicioğlu
Fikret Bila
Gül: Türkiye rayından çıkmaz
1101 Okunma
Harun Özdemir
Reşat Nuri Erol
Tasarruf...
1097 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Sürpriz yok
1082 Okunma
Vahap Alma
Fehmi Koru
Her şeyin başı
1080 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Mahir Kaynak
Bürokrasinin Yeri
1079 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Can Ataklı
Haydee, mahkemeci geldiiii!
1061 Okunma
Mesut Karaaytu
Hakan Albayrak
ÇAkıltaşları ve işbirlikçiler üzerine
1039 Okunma
Veysel İpekçi