KUR’ÂN MATEMATİĞİ
45. Seminer – 29 OCAK 2000
T Ü R E V
Cebinizde belli miktarda para vardır. Evden bir takım şeyler almanızı tembih ettiler. Miktarları verdiler. Fiyatlar belli değildir. Evdeki pazar çarşıya uymaz. Paranız yetmiyor. Bazı malları almaktan vazgeçeceksiniz. Hemen kendinize şunu sorarsınız: Mesela, patatesten ne kadar azaltayım ki şekerden istediğim kadar artırayım. Fiyatlar sabit olursa bu sorunun çözümü nisbeten kolay olur. Ancak fiyatlar alacağınız miktara göre değişiyorsa sorun biraz daha zorlaşır. Fiyat satıcıdan satıcıya göre değiştiği gibi, alacağınız miktarın azlığına veya çokluğuna göre de değişir. İşte bu kadar zor sorunu ancak “değişme hesapları” ile hesaplayabilirsiniz. Elinizde 6 metre kare tahta olsun. Bu tahtadan öyle bir sandık yapalım ki alacağı miktar en büyük olsun. Başka bir soru: Bir memlekette vergi yüzdesini artırırsanız üretim düşer. Bütçe geliriniz azalır. Vergiyi azaltırsanız üretim artar. Ama bu sefer de az oranda aldığınız geliriniz düşer. Hangi nisbette vergi koyalım ki bütçe gelirimiz en fazla olsun? Kur’ân bunuticarette senede sermayenin kırkta biri olarak, ziraatta hasılanın onda biri olarak, sanayide imalatın beşte biri olarak belirlemiştir. İnşaatta da bu pay arsa ve alt yapı olarak beşte birdir. Acaba bu durumda devlet gelirleri azami mi olur? Yoksa başka vergi nisbeti daha uygun mudur?
İşte “Kur’ân Matematiği” dediğimizde Kur’ân’da belirtilen nisbetlerin kritik nisbet olduğunu matematikle kanıtlamanız gerekir. Ceza kanununu düşünelim. İnsanların mallarını korumazsak üretim yapamazlar, biz de vergimizi alamayız. O halde hırsızlığı önlememiz için hırsıza ceza vermemiz gerekir. Ne var ki bu ceza bu sefer üretimi düşürür. Ceza alan kişi çalışamaz duruma gelir. Ne ağırlıkta ceza verelim ki milli hasıladaki azalış en az olsun? Farzedelim ki hırsıza verilecek ceza hapis ve ideal ceza iki yıl hapiste kalması olsun. Şimdi başka sorularla karşılaşırız. Acaba hapis cezası dışında hangi ceza daha caydırıcı olur? Dayak cezası veya kol kesme cezası. Bütün bunları karşılaştırma yani “türev alma” ile ilgilidir. Hukukçular ve iktisatçılar “matematik bilmedikleri” için işkembe-i kübradan atmakta ve ülkeyi yönetmek istemektedirler. Ama sonunda beceremedikleri için; matematiği bilen askerler veya mühendisler ülkeyi yönetiyor.
Eğer hayatta sağlam düşünmek, başarılı olmak ve yaptığınız işlerde en az yanılmak istiyorsanız, matematiği mutlaka öğreniniz. Matematiği öğrenirken de zevk alabilmeniz için mutlaka Kur’ân’ın verdiği rakamlar üzerinde durunuz.
Şimdi türevi tanımlayabilmemiz için matematikteki denge anlamına gelen eşitlikleri tekrar göz önüne getirelim. Deminki misali ele alalım: Evden fasulye, pirinç, şeker, bulgur, lahana gibi malları almamızı tembih etmiş olsunlar. Bunların fiyatlarını bilmediğimiz için harflerle gösterelim. Cebimizdeki para P olsun. M’ler miktarları,F’ler fiyatları göstersin.
P=F1*M1+F2*M2+F3*M3+F4*M4+F5*M5 olsun
Buradaki 1, 2, 3, 4 ve 5 mal çeşitlerini göstermektedir. Bir malda bir kilo değişse para ne kadar değişecektir? Hemen cevap verebiliriz. Bunu matematikte şöyle gösteriyoruz: dP/dM1=F1 Yahut genel olarak dP/dMı=Fı dir.d Fransızcadaki “derive” kelimesinden alınmıştır. Türkçede benzeterek “türev” sözü kullanılmıştır. Bu yanlıştır.Türeme, çoğalmadır. Derivasyon, değişme veya dallanmadır, üremedir. Türkçe karşılığı “değişme”, Arapçası “tahavvul”dur. Bu bakımdan “d” harfini biz de rahatlıkla kullanabiliriz.
Eğer F1, F2, F3, F4 sabit ise bu değişmeleri bulabilmemiz çok kolaydır. Gerçek fiyatlar sabit değildir. Mal arttıkça talep fiyatları düşer, arz fiyatları yükselir. Bu yalnız kendi türündeki malda değil, yerine geçen mallar için de durum böyledir. Pirinç fiyatları yükseldiği zaman alıcılar makarnaya kaçarlar. Makarna pahalılandığı zaman da pirince kaçarlar. Meyveler de böyle ikame mallarıdır. O halde fiyat da değiştiğine göre, paranın mal miktarına göre türevi nedir? Matematik bunu bize öğretecektir.
Türevi kavramak için sonsuz 0 sayısı üzerinde duralım. “0” Matematiğin en önemli sayısıdır. Tarihte büyük buluşlar vardır. Bunlardan biri “ateş”tir. İnsanlık hâlâ ateş üzerinde oynayarak gelişmektedir. Gerek madenleri işleme gerekse enerji elde etme hep ateş iledir. Kur’ân’daki ateş ile ilgili ayetleri okuyup düşünün. İkinci büyük keşif ise “yazı”dır. Yazı sayesinde topluluklar hafızaya kavuşmuş, bilgi ve buluşlarını net olarak çok uzak nesillere ulaştırmıştır Üçüncü büyük buluş da “para”dır. Para sayesinde topluluklar gittikçe gelişmektedir. Dördüncü büyük buluş “0”dır. “Sıfır” sayesinde matematik vardır. Matematik varolduğu için de medeniyetvardır. Elektrik, bilgisayar, tekerlek, betonarme gibi önemli buluşlar daha vardır. Ancak onlar hep bu dört buluşun sonucudur. Bunların içinde en önemli buluş 0 buluşudur. Diğer önemli üç buluşu bulan bilinmiyor. Ama “sıfır”ı bulan biliniyor; o da “Müslüman Matematikçiler”dir. Ondan dolayıdır ki bu sayılar sistemine “Arabik Rakamlar” denmektedir.
“Sıfır” ne demektir? “Yok” demek midir? Hayır. 0 da diğer sayılar gibi bir sayıdır. Termometre bazan negatif bazan pozitif gösterir. 0 da bunlardan biridir. Cari hesapta borç ve alacak artar ve eksilir. Denk hali “sıfır”dır. Bir kabınız varsa ve içi boşsa “sıfır”dır. Ama kabınız var olduğu için sıfır elmanız var dersiniz. Çünkü o her zaman artabilir. O halde “sıfır”ı tanımlamamız gerekir. Avrupa matematikçileri “0”ı şöyle tanımlamışlardır: İstediğimiz kadar küçük olan sayı 0’dır. 0 istediğimiz kadar küçüktür, ama yine de vardır. Mesela insan boyunu ölçerken0.001 metre sıfırdır. Dolma kurşun kalemi ölçerken ise 0.0001 yani on binde bir milimetre sıfırdır. Bunu 10^(-3)veya 10^(-4) ile gösteririz. Moleküllerde 10^(-9) cm; atomda ise 10^(-14 ) cm sıfırdır. Sıfırla ilgili işlemleri yaptık. 0*A=0 olduğunu biliyoruz. A=0/0 dır. Demek ki A’yı ne alırsak alalım bu işlem doğrudur. Yani 0/0belirsizdir. 0^0/0=0 dır. Bizim için 10^(-100) sıfır olsun. O zaman yazalım (10^100*10^100)/10^100 = 10^100kalacaktır. Biz bu kadar küçük sayıyı “sıfır” kabul etmiştik. O halde sıfırın karesinin sıfıra bölümü sıfırdır. Bu en küçük sayı tanımı ile sıfırlı işlemleri bazan yapabilmekteyiz. Sonsuzu da sıfırın tersi olarak alabiliriz. Tanım olarak da istediğimiz kadar büyük sayı diyebiliriz. Matematikteki en kıymetli sayıyı da artık kullanma imkanını bulmuş oluyoruz.
Türevi şöyle düşünebiliriz: Mal miktarını o kadar küçük seçelim ki fiyatı değiştirmesin. En iyisi bunu “sıfır” seçelim. Yani istediğimiz kadar küçük seçelim. O zaman fiyatı sabit görebiliriz.
((P+0)-P)/(M+0-M)=F yani 0/0=F olacaktır. Y=A sabit sayı olsun.
A değişmeyeceği için Y de değişmeyecektir. O halde sabit sayının türevi sıfırdır.
Y=a*X ise ((a*X+0)-A*X)/(X+0-X)= a*(0/0)=a Şimdi her hangi X^n nin türevini arayalım.
((X+0)^n-X^n))/(X+0-X)=(X^n+n*0*X^(n-1)+v*(n-1)/2! 0*0*X^(n-2) ..... –X^n)/0.
Burada sadece nX^(n-1) o halde bir üssel sayının türevi üssün çarpımı ile bir eksik üsse eşittir. Bundan yararlanarak e^x in türevinin kendisi olduğu kolayca görülür. Çünkü X^n/n! in türevini alırsak, üssün bir sayısı eksilir. n! in de n i gider. Bir altın benzeri çıkar. Oysa 1 in türevi sıfırdır. Sonsuzu ise artırabiliriz. Bundan yararlanarak aşağıdaki eşitlikler hemen yazılabilir.
dE^x/dx=E^x dE^-x/dx=-E^-x d/Shx/dx=Chx d/Chx/dx=Shx
dE^ıx/dx=ıE^x dE^-ıx/dx=-ıE^-x d/Snx/dx=Csx d/Csx/dx=-Shx
Bu eşitlikten yararlanarak geometri yardımı ile sarkacın periyodik sayısı bulunur. Matematiği bilmek, kainatta dolaşma şoförlüğünü bilmek demektir. Matematiği öğrenmedeki zorluk, şoförlüğü öğrenme kadar da değildir. Size “türev” hakkında fikirler verdik. Bunun sayesinde bir çok sorunlarımızı çözeriz. Matematikten bir dersimiz daha kaldı. O da “entegral”dir. Ondan sonra Matematiğin değişik sahalardaki uygulamalarına geçeceğiz.
Bugün canlılık ile ilgili şekli vermiş olacağım:
CANLI: Canlı kendi varlığını gaye edinmiş bir varlıktır. Arzın da gayesi vardır. Dönmesi, eksenleri, miktarları hep canlıların yaşaması gayesini taşır. Ancak arz kendi varlığı için hiçbir tedbir almamıştır. Dolayısıyla canlı değildir. Canlı kendi varlığını korumayı gaye edinmez, benzeri varlıkların da üremesini ve çoğalmasını ister. O halde bir tür canlıdır. Çünkü insanlık kendi kendisini korumayı hedeflemiştir. Bu canlının “hedef tarifi”dir. “Şekli tarif” ise; belirlenmiş müsemma ecel içinde doğup gelişen sonra kaza eceli içinde ölen varlıktır. Cansızların ise müsemma ve kaza ecelleri aynıdır.
DOĞUM: Anasının varlığına dokunmadan benzerinin oluşturulabilmesidir. Bunu yalnız canlılar yapar. Cansızlar ancak kendileri yok olarak başkalarını var edebilirler. Ondan dolayıdır ki doğum varolmadan farklıdır.
GELİŞME: Canlı doğar doğmaz kendine benzer başka varlığı var edememektedir. Belli bir ömür yaşadıktan sonra kendine benzer varlığı meydana getirebilmektedir. Cansızlarda ise böyle bir sorun yoktur.
YAŞLANMA: Canlılar cansızlardan farklı olarak zamanla programlanmış bir şekilde yaşarlar. Belli zaman sonra artık kendilerine benzer varlıkları üretme kabiliyetlerini kaybederler. Ama kendi varlıklarını sürdürürler. Yaşlanma eskimeden farklıdır. Sonbaharda yapraklar sadece soğuk olduğu için dökülmezler. Mevsimi gelince yaprakların dallarında “kütin” diye bir madde oluşturulur ve isteyerek yapraklar dökülür. Bütün canlıların ömürleri böyle saate bağlanmıştır. Belli yaşlarda belli olaylar hâsıl olur. Bunlar çok karmaşıktır. Fizik kanunları ile açıklanamaz. Fizik kanunlarını kullanan bir mekanizma vardır.
ÖLÜM: Canlılarda ölüm de kodlanmıştır. Bir hedefi vardır. O da yeni gelecek canlıların önünü açmaktır. Ölüm sadece canlılığın gitmesi değildir. Aynı zamanda bedenin de ortadan kaldırılmasıdır. Yani canlılar çevre temizliğini yaparlar. Oysa cansız maddelerin böyle gayeleri yoktur. Ölüm daha iyi hayat için vardır. Ölüm de programlanmıştır. Evrimi hedeflemiştir. Kıyamet de daha üstün bir kainatın oluşması için olacaktır. Kainatta abes diye bir şey yoktur.
Buna “hayat ekseni” diyoruz. Bu eksene dik iki eksen daha vardır. Biri “madde ekseni”, diğeri “enerji ekseni”dir. “Madde ekseni”nde topraktan elementler alınır, belli bir diziye sokulur, kullanılır, sonra bozularak yani çürütülerek tekrar iade edilir. Burada eksik devri hareket vardır. Fazla olarak maddeler daha çok hayata elverişli hâle getirilmektedir. Madde ıslah edilip daha çok kullanışlı hâle sokulmaktadır. İkinci eksen ise “enerji ekseni”dir. Enerji ekseninde ışık enerjisi alınır, depolanır, kullanılır, sonra ısı olarak dışarıya atılır. Madde topraktan gelip toprağa döndüğü halde, ışık güneşten gelir ve çevreye yayılır, tekrar güneşe dönmez. Maddede entropi küçülür, enerjide entropi büyür.
BESLENME: Canlı özel araçlarla topraktan, havadan, sudan değişik maddeleri alır, onları belli sıralardan maddeleri alır. Onları kullanarak kendini oluşturur. Devamlı olarak yapısını yeniler. Toprak yüze yakın elemandan oluşur. Canlı bunların en hafiflerini kullanır. Yeryüzü onun hem meskenidir, evidir. Hem de gerekli malzemenin temin edildiği çarşıdır. Canlı dışarıdan bu malzemeyi alırken çeşitli seçicilik mekanizmalarına sahiptir. Canlının dışında böyle seçicilik yoktur.
DÜZENLENME: Canlı dışarıdan aldığı malzemeyi tıpkı inşaat ustası gibi dizerek yapı oluşturur. Burada canlının sağladığı özellik bu dizmeyi kendisine benzer bir oluş sistemi içinde geliştirmesidir. Kromozom ve genler bu rolü oynarlar. Karışık halde bulunan maddeler her molekül eşini bularak çiftleşir. Böylece benzer varlık oluşur. Canlılar dışında böyle bir özellik yoktur.
ÇÜRÜME: İnşaatçılar yeni bina kurmak için eski yapıları yıkarlar. Enkazı atarlar. Sonra da çevreyi kirletirler. Canlılar da böyle yaparlar. Bir farkla ki enkazı çöplüğe atmaz, parçalar, toprak hâline çevirdikten sonra toprağa verirler. İşte canlı kendi bedenini parçalar ve tekrar toprak yapar. Bu da canlıya özgü bir şeydir. Bitkiler inşaatçı, hayvanlar ise yıkımcıdırlar. Hayvanlar daha üstün varlıklar olduğuna göre, demek ki yıkım yapımdan önemlidir.
TOPRAĞA İADE: Topraktan alınan mal kullanıldıktan sonra tekrar toprağa iade edilir. Ne var ki toprağa iade edilen moleküller daha kalitelidir. Mesela havadan azot alınır, toprağa amonyum nitrat olarak iade edilir. Böylece topraktan daha fazla hayat imkanı sağlanır. Bugünkü verimli topraklar canlıların milyonlarca yıldan beri uğraşı sonunda elde edilmiştir. Cansızlarda her şey bozulmaya gittiği halde, canlıda her şey düzelmeye gider.
IŞIK: İnşaat yapan kişi nasıl malzemeyi yerleştirmek için insan veya makine emeğine ihtiyaç görürse, canlı da malzemeleri yapı haline getirmek ve sonra onu kullanabilmek için enerjiye ihtiyaç duyar. Canlı bu enerjiyi güneş ışığından alır. Güneş ışığındaki enerji en büyük hızla bize doğru akar. Yapraklar onu yakalar ve kimyasal enerji olarak depo ederler. Işık enerjisini kimyasal enerji olarak alma özelliği yalnız canlılara aittir. Şimdilik insanlar bu sorunu çözmüş değildirler.
DEPOLAMA: Enerjiyi aldıktan sonra onu depolamak gerekir. Bunu da kömür ve suyun birleşimi olan şeker içinde depolarlar. Sonra bu besin olarak canlılar arasında paylaşılır. Kimyasal enerji aslında elektrik enerjisidir. Elektron pozitrona yaklaşır ve enerji verir. Yaklaşması için elektrik alır. Yahut iki elektron birbirine yaklaşır enerji alır, sonra uzaklaşır enerji alır. O ara enerji depolanmış olur. Biz benzer depolanmayı akülerde ve pillerde çok verimsiz olarak yapmaktayız.
YAKMA: Enerjiyi depolayan canlı gerektiğinde kontağını açar ve kullanır. Bunu ya yeni maddelerin üretim için kullanır veya ısıtmak için kullanır. Yahut elektrik akımlarını üretir veya mekanik enerjiye çevirir. Bu kullanma tamamen ölçülü ve belirlidir. Bu da canlıya has özelliğidir.
ISI: Madde gibi enerji de kaybolmaz. Kullanıldıktan sonra dışarıya atılması gerekir. Ne var ki maddeden farklı olarak kalitesini kaybeder. Barajda toplanmış suyun kullanıldıktan sonra aşağıya dökülmesi gibi, ışık enerjisi kullanıldıktan sonra ısı enerjisine dönüşür ve düzensiz yapıyı meydana getirir. Buna entropinin büyümesi denir. Termodinamiğin ikinci kanunudur. Allah kainatı yaratmış ve güneşi olan yıldızlara depolamıştır. Şimdi biz onu kullanıyoruz. Güneş de mum gibi yanıp eriyor. Uzun zaman sonra hidrojen denen yağ bitecektir. İşte kıyamet odur. Burada basit bir hesapla yeryüzünün kullandığı ışık enerjisi miktarını belirleyebiliriz. Ayın uzaklığı atmosferi ile yerin uzaklığının elli katıdır. Güneş uzaklığı da ayın uzaklığının 400 katıdır. 20 000 yarı çap uzunluğundadır. Alanlar kare ile orantılıdır. 400 milyonda birinden yararlanabiliyoruz. Kalan boşa gidiyor demektir. 10 milyar insan kabul etsek demek ki yer yüzüne 25 kişi düşecektir.
ÇİFTLEŞME: Bir Mersedes fabrikasına sahipsiniz. İşçi ve ustalarınız tamam. Ancak mühendis yok, proje ve kalıplar yok. Elinizde sadece eski bozuk arabalar vardır. Önce bozuk arabaların sağlam parçalarını ayırırsınız ve onlarla sağlam bir araba yaparsınız. Sonra onu model olarak kullanıp arabalar üretirsiniz. Canlılar da böyle yapmaktadır. DNA’lar kendilerine benzer DNA’ları çiftleşme suretiyle üretmektedir. Sağlam parçalarla devamlı olarak kendilerini yenilemektedir. Hücre çapında olan bu husus insan gibi gelişmiş organizmada da olmaktadır. Bu mekanizma ile çevreye uyum da sağlanmaktadır.
BÖLÜNME: Bölünme, bir hücrenin kendine benzer bir hücreyi, bir canlının da kendine benzer bir canlıyı üretmesidir. Yine normal çalışan bir fabrika düşününüz. Herkes işini biliyor ve işletme üretimini sürdürüyor. Diyorlar ki, ikinci bir fabrika kurulsun. Kendi kendine kurulsun. Tahsisat veriliyor ve önce her kes kendi işini görecek bir kişi buluyor. İmalat devam ederken onlar yedek olarak eğitiliyor. Fabrikanın işletilmesi yenilere teslim ediliyor. Kontrol yapılıyor ve fabrika çalışıyor. Eskilere; “Şimdi ayrılın, size tahsisat veriyoruz. Gidin makineleri alın ve fabrikayı kurup çalıştırın” deniyor. Eski usta işçiler gidiyor, fabrikayı kuruyor ve çalışmaya başlatıyorlar. İşte buna biz “bölünerek çoğalma” diyoruz. Arı kovanlarında bu tür bölünme olmaktadır. Ailelerde de evlenip ayrılma yollarıyla çiftleşme ve bölünme olmaktadır.
BİTİŞME: Döllenen hücre bölündüğü zaman birbirine tamamen benzeyen iki hücre oluşturur. Eğer bunlar ayrı kalırlarsa aralarında hiçbir fark olmaz, iki ayrı canlı mesela insan oluşur. Bunlara “yumurta ikizi kardeşler” diyoruz. Ama bunlar çoğu zaman bir arada kalır ve ayrı ayrı iki insan değil, birlikte işbölümü yaparak tek insan oluştururlar. Hücreler bitiştikleri taraflarını elektriki veya mıknatısi kutuplaştırmak suretiyle diğer tarafları da farklı hale gelir. Böylece artık birbirine benzeyen hücreler değil, birbirinden farklı hücreler oluşur.
FARKLILAŞMA: Farklılaşan hücreler değişik işleri yüklenirler. İlk bölünmeden sonra biri hareketli yapıyı diğeri ise sabit yapıyı oluşturur. Sonraki bölünmede hareketli hücre çoğalma ve kan hücrelerini oluşturur. Sabit hücre ise iç organları oluşturan hücrelerle dış organları oluşturan hücreleri oluşturur. Üçüncü bölünmede sekiz çeşit hücre oluşur. Çoğalma hücreleri cinsel hücreleri ile hormon hücrelerini oluşturur. Kan hücreleri savunma hücreleri olan akkanı ile taşıma hücreleri olan alkanı oluşturur. Dış organ hücreleri deri ve sinir hücrelerini oluşturur. İç organ hücresi kas ve kemik hücrelerini oluşturur. Değişik kas hücresi ile değişik kemik hücresi yan yana gelerek bitişip farklılaşma sayesinde birlikte kolu bacağı oluştururlar. Uygun sinir hücresi ile deri hücresi bir araya gelerek duyu organlarımızı oluştururlar. Denemede bu yolla karında göz oluşturulmuştur.
AVLANMA: Çiftleşmede de avlanmada da iki ayrı canlı tek canlı haline gelmektedir. Ancak çiftleşmede benzer iki hücre birleşip ortak yeni yapıyı oluşturdukları halde, avlanmada yabancı canlılardan güçlü olanı diğerini ortadan kaldırarak yaşar. Böylece canlılarda besin zinciri oluşur. Bu canlılarda yenilenme imkanını sağlar. Ayrıca iş bölümünü sağlar. Bitkiler ışıktan doğrudan yararlanırlar. Üretim yaparlar. Hayvanlar ise yaşlanmış ve günü geçmiş otları ve birbirini yiyerek çevre temizliğini yaparlar. İlk defa bütün canlıların ortak DNA’sını taşıyan canlı yaratıldı. Sonra bu DNA farklılaşarak bitki ve hayvan türlerini oluşturdu. Böylece çevre temizliği başladı. Bitkinin kromozomları yok oldu ve bakteriler türedi. Kromozomlar RNA yapısına dönüşüp virüsleri oluşturdu. Bakteriler de hayvanlar gibi temizleyicidirler. Ancak hayat için yüksek molekülleri de üretirler. Virüsler tamamen parçalayıcı en küçük canlı varlıklardır. Kur’an bunlara “Baudat” parça demektedir.
HASTALIK: Avlanmada güçlü canlılar güçsüzleri parçalayıp kendilerine yem yapmaktadırlar. Hastalıkta ise ya kanserde olduğu gibi yapı bozukluğu sebebiyle habis hücreler üremek suretiyle veya sakatlanarak veya yabancı bakteri mikrop veya virüslerin tasallutu ile zayıf bedenin parçalanmasıdır. Besin zincirinde bitkiler en alt tarafta yer alırlar. Sonra ot yiyenler gelir. Sonra meyve yiyenler gelir. İnsan, maymun ve domuz bu seviyede varlıklardır. Onun için birbirini yemezler. Sonra et yiyenler, sonra da canlıyı yakalayıp parçalayan varlıklar gelir. Bunun yanında ölmüş vücudu parçalayıp dağıtan bakteriler vardır. Hastalığı yapan ise mevcut virüslerdir. Hücre içinde tıpkı kromozom gibi çoğalır sonra onu yok ederler. Böylece besin zinciri tamamlanmış olur. Topraktan gelen canlı tekrar toprağa döner.
DARLIK: Bölünüp çoğalan canlılar yaşarken artıklarını çevreye atarlar. Çevre kirliliği ortaya çıkar. O canlı kendisi çevreyi temizleyemez. Dolayısıyla o mekanda başka canlılar ürer ve temizliğini yaparlar. Sonra onlar da çevreyi kendilerine göre kirletmiş olur. Başka canlılar gelip onu temizlerler. Yani besin zincirinde birinin artığı ve pisliği diğerinin gıdası olur. Ta ki yeniden humuslu toprak oluşsun. Bitkilerle yeniden çevre başlar. İşte biz buna “darlık” diyoruz. Besin eksikliği sebebiyle ,temiz alanın bulunmaması sebebiyle de ölüm söz konusudur. Şehirler bunun için sağlıklı alanlardan çıkmaktadır. Bu sebepledir ki yeryüzünün istiab edebileceği insan sayısı sınırlıdır. On milyarı rahat yaşatmaktadır. Denizleri de değerlendirmek suretiyle bu on milyar 100 milyara kadar çıkabilir. Ondan sonra yeryüzünde daha fazla nüfusu gıdasızlık sebebiyle değil darlık sebebiyle yaşayamaz. İnsanlar için ondan sonra gökler görünmektedir. Güneş enerjisinden yararlanarak darlık sorununu çözerler. Ondan sonra daha da darlık ve kıtlık oluşabilir. O zaman da uzaya açılıp Hidrojeni yakıp Helyuma çevirerek enerji üretim yolunu bulabilirler. O zaman da bütün evren insanlık için darlık sorununu çözer duruma gelir. İnsanlar oralara da hayatı götürebilir.
KITLIK: Darlık artıkları atacak yer bulamayışından ileri gelir. Kıtlık ise besin temin edememekten ileri gelir. Hayat güneş enerjisinin alınması ve depolanması ile başlar. Güneşten gelen enerji sınırlıdır. Bir çok aşamalardan geçerek bir canlıya ulaşmaktadır. Bu besin zincirinin aksaması canlıları aç bırakarak ölümlerine sebep olur. İnsan havasız birkaç dakika sağ kalabilir. Susuz birkaç gün, gıdasız ise birkaç ay yaşayabilir. Ondan sonra ölüm kesinlikle kendisine mukadderdir. Kıtlık darlıktan çok daha etkin bir ölüm aracıdır. Hayvanlar diğer canlıyı yok ederek yaşamak zorundadırlar. Oysa onları yok edince de gıda bulamayacaklarından kendileri yok olurlar. İşte bu türler arasında dengeyi sağlamaktadır. Otlar çoğalınca kuzular semirirler. Kurtlardan kolay kaçarlar. Yem olmazlar. Ama kendileri çoğalınca besin darlığına girerler. Zayıflarlar. Bu sefer kurtlar semirir ve çoğalır. Çünkü kolay yakalarlar. Ama bu da kuzuların azalmasına sebep olur. Bu bir taraftan kurtları aç bırakıp ölüme terk eder, diğer taraftan otlar gelişip bollaşır, yeniden kuzular çoğalmaya başlar. İşte böylece sürekli olarak denge sürüp gider.
İRSİYET: Her canlı DNA’ları taşımaktadır. DNA ilk hücrede depolanan bilgilerdir. Gerektiği yerde bu bilgilerden yararlanarak canlı varlığını sürdürür. Bölünmede bazan bazı DNA’ların oluşturduğu genler bir tarafa gider bir tarafa gitmez. Böylece yeni türler oluşur. Yeni türler artık yeni irsiyet takımını oluştururlar. Eskiden kainatın yeniden yaratılmadığı görüşü hakimdi. Canlılar da evrimleşip daha üstün canlı oluşturur kabul edilirdi. Oysa bugün kainatın bundan 10 milyar önce varedildiği ve taşıdığı atomik özellikler sebebiyle evrimleşerek bugünkü hâle geldiği bugün kesin olarak biliniyor. Canlılar da DNA’larla bütün canlılık özelliğini ilk yaratılan hücrede taşıyorlardı. Bölünerek farklılaşmaları sebebiyle bugünkü değişik türler oluştu. Tıpkı insan bedeninde farklılaşarak yeni dokuları oluşturmaları gibi değişik canlı türleri oluştu. Canlılara ait bu özelliğe irsiyet diyoruz. Aslında atomlarda da irsiyet vardır. Onlar da benzer şekilde farklılaşarak bugünkü hâle gelmişlerdir. Ne var ki cansızlar ihtimaliyat kanunları içinde oluşurlar. Sayısal bir şifreleri yoktur. Oysa canlılar tamamen kodlanmışlardır.
KESBİYET: Canlı taşıdığı genleri değişik şekilde kullanır. Bunun bir kısmını saklar gelecek nesillere ulaştırır. Bu bilgileri kendi hayatında kullanmaz. Bu kısmını ise çevre şartlarına uyarak kendi hayatını düzenlemek için kullanır. Buna da “kesbi özellik” diyoruz. Kesbi özellik irsi özelliğin çevre şartlarına göre ortaya çıkması ile oluşmaktadır. Canlılar kesbi özellikleri ile evrimleşiyor. Mesela ilk döllenen hücre gelişerek göz oluşturur. Ama irsi özelliğini kaybediyor. Mesela kemik hücresi artık deri hücresi olamıyor. Cinsiyet hücresi hiç olamıyor. Türler için de aynı şey söz konusudur. İlk hücre irsiyet bakımından en yüksel ama kesbiyet bakımından en basit bir hücredir. Son evrim mahsulü olan insan ise kesbiyet bakımından en yüksek seviyede ama irsiyet bakımından en çok dejenere olmuş bir varlıktır. Aciz ve zayıf bir varlıktır. Sonuç olarak canlılar irsiyet bakımından dejenere olurlar, kesbiyet yönüyle tekamül ederler ve evrimleşirler. Demek ki Darwin teorisi yarı yarıya doğrudur.
EVRİM: Evrim birbirine benzeyen ama aralarında işbölümü bulunmayan düzenden birbirine benzemeyen ama aralarında işbölümü yaparak bağanan bir düzene geçmedir. Demek ki evrim bir taraftan canlıların hürriyetlerini kaybetmelidir. Hükmen gelişmiş varlıklar daha bağımlı hâle gelirler. Ancak fiilen daha hür olurlar. Çünkü ayrı ayrı iken onların hürriyetlerini kısıtlayan yoktur ancak kendi imkanları hürriyetlerini kullanmayı engelliyordu. Oysa topluluk içine girince hürriyetleri sınırlandırıldı ama sınırlı olan kısımlarda fiilen hareket etme imkanı da topluluk sayesinde geldi. Bir bedende çocuk geliştikçe nasıl evrim olmaktadır. Aynı şekilde canlılar aleminde de böyle evrim olmaktadır. İrsi bakımdan dejenere olan türler kesbi bakımından son derece gelişmiş varlık olabiliyorlar. İnsan bunların en üstünüdür.
İNKIRAZ: Hücrelerde bölünme de sayılıdır. Bir DNA zinciri diyelim ki on milyon defa bölünür. Ancak on milyon sonra artık bölünemez hal alır. Bunu kendi hayatımızda görürüz. Sinir hücreleri çok erken yaşlarda kısırlaşırlar. Artık çoğalamazlar. Kan hücreleri de kendileri bölünemez başka hücreler onları oluşturur. Zamanla deri hücreleri bile bölünme gücünü kaybeder. Buna ihtiyarlık diyoruz. Bu bir insan için böyle olduğu gibi canlı türleri hatta tüm canlılar için bu böyledir. Belli türler aniden inkıraz etmişlerdir. Canlılık alemi de bir andan kısırlaşıp hayat duracaktır. Darlık ve kıtlık olmasa da bu saat pili bitince stop edecektir. Buna inkıraz diyoruz. Canlılığın özelliğidir. Bütün bunlardan sonra şu sorulur: İnkıraz nedendir? Ölüm ve inkıraz evrim için midir? Yani daha üstün yeni hayatın doğması için midir? Bu ilmi kural bize âhireti de ispatlamış olur. Kainat ölecek, canlılık inkıraz edecektir. Daha ileri bir kainatın oluşması için ve daha ileri bir canlılık hayatının kurulabilmesi için. Yoksa bütün bu oluşların sonu hiçlik olan abeslik olurdu.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ
47. Seminer – 12 ŞUBAT 2000
KUR’ÂN’DAN BİR ÂYET
( MÜZEMMİL SÛRESİ – ALTINCI ÂYET )
بسم الله الرحمن الرحيم
ان ناشئة اليل هى اشد وطئا و اقوم قيلا
(ان هى و) *(ناشئة اليل) (اشد اقوم) (وطئا قيل)ا
Burada “müştak kelimeler” “mebni kelimeler”in iki katıdır.
Mebniler üç, müştaklar üç çifttir.
Burada “üçlü sistem” hakimdir.
Harflerin de üçlü olarak bölüşüleceğini bekleyebiliriz.
Gerçekten;
(ء 5 ه1 ) ق2 (ي2 ى1) (و3 ) م1
( ن3 ان1 ون1 ل4 ) (د2 ط1 ) (ة1 ش 2 ) ا1
Boğaz harfleri 6’dır. “Y” ve “I” 3’tür. Kameriyeden arda kalan “K” ve “M”nin toplamı da 3’tür. Titrek harflerin toplamı 9’dur. Orta sertler 3, orta yumuşaklar 3’tür. Sadece “A” harfi tektir. Bu teklik bize bu âyetin “tekli sistem”e göre düzenlendiğini göstermektedir. “K” ile “M”nin de uzaklığı buna yarı işarettir.
Burada harflerin sayısı 31’dir. Bu da tekli sistemin sayısıdır. Bu 1+2+4+8+16 dan oluşur.
O halde bu âyetin harfleri 16, 8, 4, 2, 1 olarak bölünmelidir.
Gerçekten şemsi harflerin sayısı 16’dır.
“A” ile beraber beyniyye harfleri 10 ve diğerleri 6’dır.
Kameriye harflerinden arka sahih harfleri 8, dudak harfleri 4, Y harfi 2 ve I 1’dir.
Görülüyor ki 23 yılda tamamlanan ve çok sonraları düzenlenmesi hakkında bilgi verilen âyetler başlangıçta aynı sistem içinde düzenlenmiştir. İnsanın gücü böyle bir düzenlemeyi yapmaya yeterli değildir.
Canlının hücresindeki kromozomları düzenleyen güç, Kur’an’ın âyetlerindeki harfleri de aynı düzenle düzenlemiştir.
Matematikte bunların ihtimaliyat hesapları yapılmaktadır. İhtimal çok küçüktür.
Şimdi biz bunun adını istersek “tabiat” veya “doğa kanunu” olarak koyabiliriz. Bu önemli değildir. Ancak burada önemli olan konu, insanı var edenin ondan daha güçlü ve şuurlu bir varlık olduğudur ve bu kesindir. Çünkü hiçbir varlık kendisinden üstün varlığı var edemez.
Kur’an’ın da O’nun eseri olduğunda bu âyetlerle şüphe kalmamaktadır.
İşte KUR’ÂN’daki bu ÂYETLERİN kullandığı
MATEMATİĞİ ve KURALLARI kullanarak
“ADİL DÜZEN”i oluşturuyoruz.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ
47. Seminer – 12 ŞUBAT 2000
DEĞİŞİMİN TOPLANMASI
E N T E G R A L
Bir arabaya binip Ankara’ya giderken değişik hızlarla yol alırsınız.
Dakikada bir veya iki kilometrelik yol alırsınız.
Her dakika için toplasanız sizin aldığınız “toplam yol” çıkar.
Yahut değişik ağırlıktaki parçaların ağırlıklarını sıra ile yazıp toplarsanız,
“toplam ağırlık” çıkar.
Hız yolun saniyedeki değişimidir.
Yoğunluk ise ağırlığın yere göre değişimidir.
O halde “değişimlerin toplamı” bize “toplam değişim”i verecektir.
“Toplam değişim”.
Batılılar buna “entegral” demektedirler.
Toplam değişim değişimin tersidir.
Geçen derslerde mesela bir üssel değerin türevini bulmuştuk.
dX^n/dX = n X^(n-1) idi. tX^m= 1/(m+1)*X^(m+1)
Gerçekten türevini alırsanız ilk fonksiyonunu bulmuş olursunuz.
Şimdi bunun böyle olduğunu ispat edelim:
TY = (dY1/dX+dY2/dX+dY3/dX+.......dYn/dX ) dX şeklinde ifade ediyoruz.
X’in en küçük değişmesini hep eşit aldık. Çünkü 0=0 dir.
tY = d((Y2-Y1)+ (Y2-Y1)+(Y3-X2)+ (Y4-Y3))/dX *dX
DX’ler birbirini götürür.
tY(x) = (Y2-Y1)+ (Y3-Y2)(Y4-Y3) + (Xn-Xn-1))
+’lar –‘leri götürür. Sonuç tY= Yn-Y1
Buna “belirli entegral” denmektedir.
“Belirsiz entegral” ise sadece fonksiyon yazılır.
Her fonksiyonun türevi kolay alınmaktadır.
Her fonksiyonun entegrali ise zor bulunmaktadır.
Bilgisayara kolayca entegral yaptırılabilmektedir.
Gerek entegralin gerekse türevin kuralları vardır.
Mesela, toplamın türevi veya entegrali, toplananların türevi veya entegralidir.
Biz bu kuralları buralarda vermeyecek,
uygulamada gereken kuralı ispatlayarak kullanmaya çalışacağız.
Eşitlikler içine türev ve entegraller de giriyor ve denklemlerin çözümü daha zorlaşıyor.
Ne var ki bize gerekenlerin çözümleri nisbeten kolaydır.
Çünkü kainat basitlik üzerine kurulmuştur.
Basitlerin çözümü de kolaydır.