ADİL DÜZEN İÇİN YÖNETİMDE KİMLİKSİZLEŞMEDEN VAR OLMAK
Peygamberimiz Mekke’de o zor şartlarda dahi mü’min kimliği ile var olma mücadelesini vermiştir. Mekke’de Rabbimiz tarafından korunması istenen kimlik, Tevhit inancına ve ahlaki niteliklere bürünmüş olarak, Rabb karşısında herkesin eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu anlayışına sahip olarak, Kabe ve öncelikli olarak zihinlerde yer edinen putları temizlemeyi hedef edinen bir kimliktir. Zaman geçtikçe bu kimliğe yüklenen sorumluluklar da artmış ve Kur’an-ı Kerim’in tamamının inmesi ile birlikte bugün mü’minlerin Rabbimin hudutları içinde koruması gereken kimlikleri de tam anlamı ile netleşmiştir. Bir nizamın tesisi noktasında mü’minlerin görev tanımları ve hedefleri de tam olarak tanımlanmıştır.
Mekke’de henüz bir nizamın tanzim edilmesine yönelik bir kimlik yok ama mü’minlerin mevcut kimlikleri bile Mekke müşriklerini rahatsız eden, kendi hakimiyetlerini, putlar üzerinden geliştirdikleri ticari varlıklarını tehdit eder bir yapıya sahiptir. Bu sebeple Mekke müşriklerinin mü’minleri mevcut kimlikleri ile değil kimliksizleştirerek yönetime çağrıları vardır. Peygamberimiz bu çağrıyı mü’min kimliğinin korunması gerekliliğinin ve böylece onların hevalarına uyulmaması gerekliliğinin gerekçesi ile ret etmiştir.
“(Resulüm!) Sana da kendisinden önceki kitapları tasdik edici ve onları denetleyici olarak bu kitabı hak ile indirdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen bu gerçeği bırakıp da onların isteklerine uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi. Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Allah size hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.” Maide Süresi 48. Ayet.
Peygamberimiz yönetime davet edilmesi teklifini onların hevalarına uymamak, Rabbimiz tarafından yöneltilen hedefe yani zihinleri putlardan temizleyebilme hedefine ulaşmak için ret etmiştir. Çünkü müşriklerin çağrısı yeter ki bu hedefinden vazgeç, Kabemiz ile putlarımız ile uğraşma, biz sana yönetimde yetki veririz daveti olduğu için, yani kimliksizleşerek gel yönetimimize dahil ol çağrısı olduğu için ret edilmiştir.
Oyunun kurallarını onlar belirlediği için değil, belirttikleri şartlar ile oyunu kendi kimliğimiz ile oynayamayacağımız, bu anlamda oyunun kötü kurallarının ıslahına, en doğru olana ulaşmaya imkan verilmediği için, bu oyun oynanmaktan vaz geçilmiştir. Bu durumda bu oyunu oynamak sadece onların hevalarına hizmet etmek olacağından Rabbimin uyarısı ile bu oyuna meyledilmemiştir.
Mekke’de yönetim davetine icabet ettiğimiz zaman mümin kimliğimiz ile oyunda oynayabiliyor muyuz? Yani yönetimde bulunarak Mekke’yi-Kabe’yi asıl alması gereken tevhidi kimliğe büründürebilmek için öncelikli zihinlerdeki putların temizlenmesi gerektiği emrini yerine getirebiliyor muyuz? ve bu hususta alınacak kararlarda etkin olabiliyor muyuz? Sorulması gereken sorular bunlar olduğu için ve bu soruların hepsine olumsuz cevap verdiğimiz için elbette ki bu oyunda işimiz yok idi. İşte bundan dolayı Rabbimizin de uyarısı ile yönetimden uzak durulmuş ama Rabbimin yönelttiği hedeflere ulaşmak, hak ile hükmetmek için bütün hazırlıklar tamamlanarak zaman içinde güç ve iktidar sahibi olunmuştur.
Yani Rabbimiz tarafından zihinlerin putlardan temizlenmesi yani putların hevaları, menfaatleri, güçleri için bir baskı aracı ve insan haklarını engelleyici bir araç olarak kullanılmasının önüne geçmek gerekliliği hedefinden vazgeçin denilmemiştir. Kimliksizleştirildiğin yani hedeften men edildiğin durumda bu tevhidi ıslah mümkün olamayacağı için yönetime davet teklifini kabul ederek onların hevalarına uyma, hedeften uzaklaşma denilmiştir. Hedefin varlığı korunmuştur. Arkasından Medine’ye hicret ve devleşme süreci Rabbimiz tarafından giderek artan hedeflere göre kuşandığımız kimliğimizi muhafaza ederek (bunun için de “Adil Düzene Giden Süreçte Hazır Olmak-1/ -2” makalelerimizde de belirttiğimiz hazırlık süreçleri tamamlanarak) gerçekleşmiş ve Kur’an Nizamı tesis edilmiştir.
Kabe’nin ıslahı bütün hazırlıkların tamamlanmasının ardından, ıslah imkanı oluşur oluşmaz, Mekke’nin Fethi ile gerçekleşmiştir. Rabbimizin istediği ilk ıslah emri böylece yerine getirilmiştir. Güç ve iktidar elde edildikten yani bizi kimliksizleştirme gibi bir şartı önümüze koymalarına mani bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra.
Şimdi Türkiye’deki rejim karşısındaki mü’minlerin konumuna bakacak olur isek;
Bugün mevcut rejimi ıslah edeceğim, Adil düzeni ülkemizde ve dünyada tesis edeceğim ilanını ve tebliğini yapabiliyor ve halkın desteğini biatını alabiliyoruz. Yani kimliğimiz ile var olabiliyor, oyuna dahil olabiliyoruz. Mekke’de ise kendi sistemlerine karışılmaması şartı ile yönetime gelebilirsin denilmektedir.. Yani kimliksizleştirilme amaçlanmıştır. Mekke’de kimlik yitirildikten, hedeften sapıldıktan sonra iyi bir hizmette bulunma imkanı da ortadan kalkacağı için yönetime davet teklifi ret edilmiştir.
Dolayısı ile oyun, hedeflere erişme imkanı sağlıyor ise, bunun için oyunun kurallarında iyileştirme, düzeltme ve ıslah imkanı sağlıyor ise, bu imkanları en iyi şekilde değerlendirmek gerekir. Yoksa haksızlıkların giderilmesini bekleyen, bu anlamda bizleri meclise taşımak isteyen, karar alma mekanizmalarında etkin olmamızı, yetki sahibi olmamızı bekleyen halk için bu görevi üstlenmemek zulüm olur. Bu sebeple günümüzde halktan onay/biat/oy almaya çalışarak adil düzen hedefine hem ülkemizde hem de dünyada ulaşabilmek için yönetime talip olmuş oluyoruz.
Rejimi koruyan unsur Anayasadır. Türkiye’nin demokratik, laik bir devlet olduğu bunun değiştirilmesinin teklif bile edilemez olduğu belirtilmiştir. Bu madde bazı mü’minleri rejimin sandık ve parti gibi araçlarından uzaklaştıran madde olmuştur. Bu görüş, mevcut araçlar ile anayasanın değişmez hükümleri dahilinde sadece hareket kabiliyeti olabileceği, oy kullanmanın sadece rejimi korumaya hizmet edeceği ve böylece hedeflere ulaşma imkanımızın olamayacağı yönündedir. Dolayısı ile sandık (seçme ve seçilme sisteminin) ve partilerin bu rejimi korumaktan öteye geçemeyeceği gerekçesi ile bu araçlardan uzak durulmaktadır.
Anayasa’nın ilk dört maddesi şu şekildedir.
I. Devletin şekli
MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
II. Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara'dır.
IV. Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Görüldüğü üzere anayasanın koruma altına aldığı maddelerde yer alan bu kelimeler “toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı” çerçevesi içinde uygulama alanı bulması gereken kelimeler olduğu halde, kötü olan bu kelimeler değil, bu kelimelerin uygulama biçimleridir. Gücü ve iktidarı elinde bulunduranlara göre bu maddelerin uygulama şekli değişmiş ve zulüm aracı haline dönüştürülebilmiştir.
Adalet ve insan hakları kavramları adil düzenin temel esasıdır. Olaya bu şekilde baktığımızda bu çerçeve içinde hangi kelime zikredilirse zikretsin adil düzene uygundur. Eksik olan bu adalet ve insan hakları çerçevesinde evrensel ve konsensüse uygun tanımlamanın olmayışıdır. Bu tanımlama anayasaya yerleştirilmelidir. Bu anlamda anayasa bu kelimelerin kötü kullanımının önüne geçilmesi açısından ıslah edilmeye imkan veren bir anayasadır ve buna mani bir durum yoktur. Dolayısı ile mevcut anayasa bizi kimliğimizden, yani hedeflerimizden uzaklaştıracak bir mahiyette değildir. Çünkü Islahı mümkündür
Mevcut düzen içinde laiklik tanımını yaparak bu tanıma uygun olarak kimliğimizi muhafaza ederek gerekli olan ıslah hareketlerini gerçekleştirme ve adil düzen hedefine yönelik hareket edebilme imkanımız mevcuttur. Dolayısı ile kimliğimiz ile yönetime talip olup ıslahı yönünde elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz.
Anayasal sistem mekanizmaları tanımsız ve çorba biçimde işlemektedir. İşte adalet gereği her şeyi olması gereken yere oturtmak, çorba olmaktan çıkarmak gerekmektedir. Üniter yapıyı bozmadan yereli güçlendirici ve halkın yönetime katılımını yerinden temsili ve çoğulcu hale getirmeye çalışmak gerekmektedir. Anayasada buna mani bir hüküm de yoktur. Yeni anayasa teklifleri ile yasama kuvvetini, ilim insanlarından oluşan bir hale dönüştürme, 4. Kuvvet olarak eklenmesi gereken denetleme kuvvetini tanımlamak gerekmektedir. Bunlara mani bir hüküm de yoktur. Seçim sistemini en adaletli hale dönüştürmeye mani bir hüküm de yoktur.
Faizsiz ekonomi modelinin uygulanması, adil ilmi, siyasi-hukuki, inanç ve ekonomi ile ilgili mekanizmalarının adil düzene uygun olarak işlerliğini kazandırmaya mani bir hüküm de yoktur. İyileştirme imkanı mevcuttur.
Hatalar sadece anayasanın vermiş olduğu hakların kötü ve batıl kararlar almak için kullanılıyor olmasıdır. Çifte standartçı bir anlayış ile uygulanıyor olmasıdır. Hakkın yanı haklılığın üstün tutulmasına, sosyal adaletin tesis edilmesine, yönetimde ve paylaşımda adaletin sağlanmasına, insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarının giderilmesine, zulüm ve sömürünün önlenmesine, ahlaklı, nitelikli, ilim ile yoğrulmuş adalet duygusu yüksek bir toplumun inşasına mani ve engel olucu bir hüküm de yoktur. Dolayısı ile bu durum müminlerin yönetimde kendi kimlikleri ile var olma imkanını oluşturduğu için yönetimden kaçınılması insanımıza ve insanlığa zulüm demektir.
Mevcut seçim sistemi ile bütün görüşlerin ilim insanları yolu ile yönetimde yer almamasından kaynaklı hak gasplarının, hak ihlallerinin yönetimde adaletin tesis edilerek onlara devredilmesine, mani bir durum yoktur. Bütün farklı görüş ve kimliklere sahip ilim insanlarının görüşlerinin alınarak bütün maddi ve manevi ihtiyaçların giderilmesi açısından en doğru, en faydalı, en iyi ve en adaletli olan kararların alınmasını ve uygulanmasını sağlamaya mani bir durum da yoktur.. Bu sebeple mevcut seçim sisteminin eksikliklerini öncelikli olarak uygulamada gidererek haksızlıkların önüne geçmek mevcut anayasa ile verilen haklar ve imkanlar dahilinde dahi gerekli ıslahı gerçekleştirerek hakkı üstün tutmak mümkündür.
Ne anayasa karşısında, ne de uygulanan rejim karşısında, ne de halk karşısında kimliksizleşmeden hedefler korunarak var olma mümkün olduğu müddetçe, hareket imkanı olduğu müddetçe yönetimde var olarak bütün uygulama prosedürlerinde düzenleme, iyileştirme ve ideal olana ulaştırma imkanını sonuna kadar değerlendirmek gerekmektedir.
Genel kabul gören ve evrensel niteliği olan tanımı ile demokrasi; halkın halk tarafından halk için yönetimidir. “Onların (yönetim) işleri aralarında şura (danışma ve dayanışma) iledir. Şura Süresi, 38. Ayeti yine adalet çerçevesi içinde evrensel nitelikteki demokrasi tanımına uygun düşmektedir. Cumhuriyet egemenliğin halkta olduğu devlet yönetimi demektir. Bu tanımlar adil düzenin egemenlik tanımı ile çelişmemektedir. Adil düzenin egemenlik tanımı bir ulusun isteklerini karar haline getirebilip onları yürütebilmesi ve koruyabilmesi şeklindedir. Adil düzen karar almada uzman kişiler ile yapılan istişare sonucunda ittifak ve icma sisteminin yürütülmesini temsili ve çoğulculuk esasına göre işletilmesini hedef almaktadır. Böylece en yerelden itibaren halkın seçtiği her düşünceyi temsil eden uzmanlar ile ülke yönetimini sağlamaktadır. Yani halkın tamamını, uzman temsilcileri aracılığı ile yönetime dahil etmektedir. Dolayısı ile temel çerçevesi adalet olan bu tanımların en ideal şekli ile uygulanma imkanı vardır. Dolayısı ile uygulamada sermaye krallığı veya çoğunluk krallığı haline dönüştürülerek uygulama prosedürleri olan kanun ve yönetmeliklerde ıslahı gerektiren ve merkezi bir baskı aracına dönüşen halinin ıslahı gerekmektedir. Laikliği, “kişilerin inancına uygun düşüncelerini ifade edebilmesi, öğrenebilmesi, yaşayabilmesi, örgütlenebilmesi ortamını eşit şartlar dahilinde sağlayıp, devlet düzenini, belli bir inanç grubunun güdümünden kurtararak, farklı inanç ve mezhep mensuplarının, birlikte barış içinde yaşama şartlarını hazırlamaktır” şeklinde adalet çerçevesi içinde tanımlamak mümkündür. Bu tanım adil düzene uygun bir tanımdır. Üniter devlet, devletin bir merkezden irade edilmesini öngörür, tüm teşkilatlanma tek bir merkeze bağlıdır. Adil düzende de üniter devlet tanımı korunarak, merkezi ve yerinden yönetim dengesi oluşturulmaktadır.
Mesela faizsiz ekonomik sistem sosyal adalet gereği uygulanmaya çalışılmış inanca dayalı bir gerekçe ile değil çoğu kişinin ve özellikle Siyonist mihrakların işine gelmediği için engel olunmaya çalışılmıştır. Dolayısı ile faizden, zulümden, sömürüden beslenenler ebetteki ıslah hareketine engel olmaya çalışacaklardır. Biz de iman ediyoruz ki, milletin desteği ve Rabbimin yardımı ile oyunları bozulacak ve düzen değişecektir
Dolayısı ile anayasada belirtilen adalet çerçevesi içinde oyunun kurallarını en adil hale dönüştüreceğimizi bildirmekte, ilan etmekte ve bu ilana dayalı oyuna dahil olmakta ve bu ilana yanı adalete uygun düzenlemeleri yapmakta sorun yoktur. Çünkü günümüzde Adil Düzeni, D-8’i ardından D-60 ile Adil Yeni Bir Dünyayı kurma hedefimizi ilan edebilmekteyiz. Bu noktada halkın konsensüsünü sağlamaya çalışabilmekteyiz.. Yani kimliksizleşmeden siyaset alanında mücadele verebilmekteyiz.. Bu bir imkandır. Müminlere düşen elindeki imkanları en verimli şekilde kullanabilmektir.
Dolayısı ile adalet çerçevesi içinde evrensel tanımlar ile bu maddelerin kötü uygulanmasına sebep belini kırar, böylece Mekke’nin fethi ile birlikte Kabe’nin putlardan temizlenerek ıslah edilmesi gibi, ıslah ederiz.
Halbuki ilk dönem Mekke’ de onların bizi hedefimizden uzaklaştıracak şartlarını kabul ederek, kimliksizleşerek, yönetime davetlerini kabul ettiğimizde putlarına dokunma imkanımız bile yoktu. Ama daha sonrasında Mekke Yönetiminin fethi ile ıslah imkanı elde edilir edilmez, hem Kabe putlardan temizlenmiş, hem de iktisadi, siyasi, sosyal her alanda ıslah hareketi gerçekleşmişti. Biz de günümüz koşullarında gönüllerin fethi ile, halkın isteği ve konsensüsü ile adil düzen hedefine bizi götürebilecek bütün alanlardaki mevcut araçları kullanarak ıslah hareketlerini gerçekleştirebiliriz.
Dolayısı ile kimliğini koruduktan sonra müminlerin yönetim de dahil olmak üzere her alanda yer alarak, insanların sıkıntılarını giderici en hayırlı hizmetlerde bulunmaları gerekir. Kimliğini koruduğu müddetçe hiç bir alanı boş bırakmadan sorunlara çareler üretmesi gerekir. Böylece düzenin temel insan haklarının koruyucusu olarak, doğal kanunlar çerçevesinde ve rasyonel olarak mekanizmaların oluşturularak halkın refahı, huzuru, güvenliği için çalışır hale getirilmesi sağlanmış olur.
Adalet çerçevesi içinde yapılan tanımlamalara uygun olarak hangi mekanizmalar devreye sokulmalı seçme ve seçilme sistemi nasıl olmalı, karar alma sistemi hangi organizasyon ile en adaletli haline bürünmeli bunlar belirlenebilir. Dolayısı ile rejimin ıslahı açısından öncelikli ihtiyaç olan tanımlar ve buna uygun organizasyonların oluşturulmasıdır. Adalete ve hakkın üstünlüğüne karşı oluşturulabilecek mekanizma ile mevcut terimlerin açıkça istismar ve suistimal edilmesinin böylece önüne geçilebilecektir. Her türlü çifte standarttan korunacak şekilde sağlam kalıplara ve tanımlara kavuşturulması sağlanabilecektir.
Seçim ittifakları karşısında adil düzen hedefini kuşananların konumuna bakacak olur isek;
Kimliksizleştirilmiş olarak yönetime talip bir Saadet ile kimliğini koruyarak yönetime talip olan Yeniden Refah örneği de konumuz açısından verilebilecek güzel bir örnektir. İttifaka dahil oluşumuzda 30 maddelik mutabakat metninin imzalanması ve kendi logomuz ile seçime girişimiz ile kimliğimiz korunmuş ve hedeflerimizden sapılmamıştır. Halbuki Saadet Partisi kimliksizleşerek, hedeflerinden saparak ittifaka dahil olmuştur. Bu durum onlar için yönetimde ıslahı gerçekleştirebilmeyi imkansız hale getirmiştir.
Böylece Yeniden Refah hayra motor, şerre fren olabilme imkanına kimliğinden uzaklaşmadığı için sahiptir. Denetleyici, düzenleyici ve düzeltici fonksiyonunu yerine getirme imkanına sahiptir
Uluslararası İfsat kuruluşları karşısında halkı Müslüman olan ülkelerin konumuna bakacak olur isek;
Ülke olarak da kimliğimizi kazanmak ve bağımsız olmak zorundayız. Uluslararası sözleşmelerin kıskacından kurtulmak zorundayız. Bunun için uluslararası düzeyde hicreti gerçekleştirmemiz kimliğimizi koruyabileceğimiz, dinimizi/ düzenimizi yaşayabileceğimiz, bütün insanlık adına hedeflerimizi gerçekleştirebileceğimiz, ıslah organizasyonlarını kurabileceğimiz alana doğru yönelmemiz gerekmektedir
Adil Yeni Bir Dünya Sözleşmesinin oluşturucusu ve uygulayıcısı olacağımız alana hicret ederek, D-8’i canlandırıp D-60 ı da kurmaya çalışarak, adil yeni bir dünyayı tesis etmek için çalışmalıyız. Çünkü kimliğimizi koruyarak var olabildiğimiz her alanda ıslah üzerimize farz olduğu gibi, adil yeni dünya sözleşmesini mü’minler olarak hazırlayarak uygulanmasını sağlayacağımız alanlara ve imkanlara yönelmek yani hicret etmek ve adil yeni bir dünyayı kurmak üzere cihad etmek de üzerimize farzdır.
Müminler kimliksizleştirildiği hiçbir alanda yer almamalıdır. Çünkü kimliksizleşme ıslaha ve yeni bir medeniyet inşasına manidir. Dolayısı ile bizim ülke olarak da kimliğimizi koruyabilmemiz, bağımsızlığımıza mani alanlar dışında kalarak, kurucu olabileceğimiz alanlara yönelmemiz gerekmektedir. Bu sebeple mevcut uluslararası ifsat teşkilatlarındaki ilişkilerimizi kesip, adil yeni dünya kuruluşlarını kurmamız hedefimizdir. Çünkü mevcut uluslararası kuruluşlar bize ıslah imkanını tanımamakta, kendilerine tam teslimiyeti beklemektedir. Bu sebeple İslam Barış Gücünü oluşturmamız, Adil Yeni Dünya BM sini, IMF’sini, Kültür İşbirliği Teşkilatını, Faizsiz Dünya Bankasını ve diğer organizasyonları kurmamız gerekmektedir.
Mevcut dünya organizasyonları içinde kimliksizleşerek onların dinine/düzenine girilmiş olunmaktadır. Onların kanun ve hükümlerine tabi olunması kabul edilmiş olunmaktadır Çünkü bizim kimliğimiz adil düzeni hakim kılma hedefimizin varlığı olmalıdır. Bu sebeple mevcut dünya organizasyonları dahilinde hedeflerimize engel ortamlardan uzaklaşmak, yeni bir medeniyeti inşa etmeye yöneleceğimiz alanları oluşturmamız gerekmektedir.
DSÖ ve bütün ifsat teşkilatlarına karşı her türlü önlemin alınabilmesi için bağımsızlığımız ve güvenliğimiz için öncelikli meclis kürsüsünden haykıracağımız husus D-8 in tekrar canlandırılması olmalıdır. Rabbimin arzında adil düzen adına hicretimiz yani gerekli imkan ve şartları kurucu sözleşmeler bazında hazırlayacağımız ortam aynen Medine'de olduğu gibi D-8 ve ardından D-60 sözleşmelerini kabul ettirebileceğimiz ve ifsada son verebileceğimiz ortamlardır.
Adil Düzen İnsanlık Sözleşmesinin ilk önce D-8 ülkelerini bağlayıcı olması gerekmektedir. Bu durum D-8 düzeyinde arkasından insanlık düzeyinde oyunun kurallarını lider ülke olarak belirleyebileceğimiz, milli anayasalarda olması gereken asgari hükümlerin ihtiva edilmesini sağlayarak ülkeleri normlar hiyerarşisine göre uluslararası insanlık sözleşmesine/anayasasına bağlayabileceğimiz ve güvenliğimiz açışından ifsada karşı yaptırım gücüne ulaşabileceğimiz ve ardından adil yeni bir dünyayı kurabileceğim bir hüviyete sahiptir. Yeter ki lider ülke olarak Türkiye’mizin kurucu olduğu organizasyonlar ile bütün insanların adalet, barış, güvenlik ve refah içinde yaşamları temin edilebilsin.
Rabbim bizleri hedeflerimizden ayırmasın. Salih amellerimizde muvaffakiyetler versin.
İnş. Müh. Hilal Çekmen,
Akevler, 27. 05. 2023
Yeniden Refah Partisi Milli Siyaset Kurulları
Aile ve Sosyal Hizmet Politikaları Kurul Başkanı,