En-nusus fi tahkiki tavri’l-mahsus
Özel Davranışın tahkikindeki (sağlamasındaki) naslar
Yazan
Sadrettin Konevi
Tercüme
Ekrem Demirli
Kitabın özeti
Konusu:
1. Tasavvufun hakikatinin nasları,
2. Özelleşmiş davranışların değişmez doğrulara göre sağlaması,
3. Özelleşmiş davranışmarın hakka uygun olup olmadığının kıyaslanabileceği temel ölçüler.
Malum mevcudun bilgisidir, hak ise değişmez olan her şartta aynı olan bilgidir.
İki sınıf vardır: sıradan ve seçkinler
Seçkinliğin illeti, hakkın ana gaye edilmesidir. Hakkı gaye edinenler seçilirler.
Seçkinliğin göstergesi, hakkın, seçkinlerin ilmel yakin, aynel yakin ve hakkal yakinlerinin kendi tavırlarının aynı olmasıdır. Malumlar hakkın zatında silinmişlerdir. Ama hükümleri bakidir. Hak mevcutların bütün mertebelerine sirayet etmiştir.
Numunesi Hz Peygamberdir
Hz peygamberin ilim, hal ve makamlarının mirasçısı ise seçkinlerdir.
Naslar
1. Hak Mutlaktır
Hakka nispet izafe edilemez, sınırlandırma içerir: bizim onun hakkındaki bilgimiz, vucudunun vacipliği, mebde olması, yaratmayı gerektirmesi, yaratılanların bir eserle ondan sadır olması temel olarak bizim anladığımız değildir, bunlar sınırlandırmayı gerektirir, sadece pratik kullanımla bir takım düşünce menzillerinde O’nun bilgisini kavramak için kullanırız. Hak için tersi de aynı şekildedir: kayıt dışı olduğu gibi, kayıtsızlık dışıdır da...Hak eşyada zuhurunda ise eşyanın kayıt ve hükümleri ile zuhur eder. Bu çelişki değildir. O kayıtlara bağlı değildir, kayıtlar onunla açıklanır.
2. İktiza
Hakkın iktizası, varlığının her hangi bir şeyi gerektirmesidir. İktizanın ona izafe edilmesi edilmemesinden üstün değildir, Hakkın mutlak olması bunu gerektirir. Vucudun şehadette zuhuru, eşyanın hakikati ile nisbi olurken üç şekilde iktiza olur: 1. Sebebe bağlı olmayan taayyün, 2. Bir sebebe bağlı taayyün, 3. Birden çok sebebe bağlı taayyün.
İktiza üç tür demek değildir, bir çeşit iktiza vardır onunda üç mertebesi vardır. Bazı iktizalar bir eser taayyün ederken bazıları çeşitli eserler taayyün eder.
3. Hüküm
Hüküm, hüküm anında hakimin ve yine mahkumun aleyhin haline tabidir. Mahkumun aleyh hallerinde değişiklik olan bir şey ise hakimin hükümleri de her durumda çeşitlenir.
4. İlim ve Varlık
İlim varlığa tabidir. Varlık olan yerde ona bağlı olan ilim vardır. İlmin farklılaşması mahiyetin varlığı tam veya eksik kabulüne göre değişir. Kamil ilim varlığı en kamil şekilde kabul eden ilimdir. İlmin eksik olmasının diğer nedeni ise imkan hükümlerinin vucup hükümlerine baskın olmasıdır.
5. Marifet Bilgisi
Hak Allah’tır, ötede başka bir şey yoktur. Zati mutlaktır. Görülemez, bilinemez, inhisar edilemez. İlim ve müşahade olarak ihata edilemez. İhata edilemeyişin imkansızlığının bir başka yolu tasavvuftaki marifet yoludur. Müşahede edene gelen eşyadaki Hak tecellileri bu makamdaki ilahi isimler ve sıfatların en uç noktalarından öteye geçemeyen tafsili algılardır. Bu zahiri görüşte bir tohum olarak görülürken, en kemal mertebesinde varlığın en uç noktasında tohuma tesir eden gayeler olarak görülebilir, bu ise gayelerin gayesini göstermek, ancak işaret ona işaret eden en sınır noktadır. Hadiste bu makamın nübüvvet makamındaki ifadesi ise matla’dır. Hadiste: Hatta, kuranın ayetlerinin sırrından her birinin bir zahri, bir batnı, bir haddi, yedi batna kadar matlaı vardır. Bir başka rivayette yetmiş batna kadar. İlahi kelamın zahrı, ayetlerin beyan ve zuhur mertebelerinin nihayetine ulaşan nas ve açıklığıdır. Batnı pek çok idrakten gizli kutsi ruhlara benzer. Zahri ve batnını ayırdeden haddi ki zahirden batına bununla terakki edilir. Had zahir ile batını birleştiren bir berzah, batın ile matlaı ayıran bir ayraçtır. Mesela mutlak gayb ve şehadet mertebelerini birleştiren alemi misal gibi. İlahi kelamın Matla’ı hakka ait zati-gayb mertebelerinin ilki, gayba ait mücerret hakikatlerin ve isimlerinin kapısıdır. Keşif sahibi böylece bu mertebelerden herbirinde Mütekellim isminin hükümlerinin taayyün ettiği mertebeleri görür. Her makamın nihai mertebesi ve bir sonraki makama geçiş yeri olan matlaın ehlullah lisanındaki adı mevkıftır.
6. Hüviyet Gaybı
Gaybiyeti mutlaklığına işarettir. Kamillerin müşahade ettikleri zati tecellilerdir. Varlık ve ilah arasındaki bütün bağlar ve itibarlar ortadan kalkar, mutlak olan algılanır. Hak tüm mahlukatın itibar ve nispetlerinin mebdei ve menbaıdır. Varlıkta açık, düşüncede ve zihinlerde ise gizlidir. Hak bir varlığa nispet ile değil, sadece ilmi nispet yönünden muhakkike göre mebdedir. Birdir, vaciptir, vucudu mutlaktır gibi hükümler zata mahsus ilahi ilmi nispette varlığın taayyün etmesinden ibarettir.
7. Süluk
Yol ne olursa olsun her salik, amacı Hak ise miraç sahibidir.
8. Tesir - teessür
Aynalık vasfı ile nitelenen her şeyin kendisine yansıyan şeyde bir tesiri vardır. Ayna yansıyan şeyi tekrar ona yansıtır, aynaya yansıyan sureti de aynaya göre yansıtır. Bu ilişki mukayyettir. Bu yansıyan şeyin hakikatı değil, sadece idrak edenin idraki cihetinden sabittir. Aynanın eşyaya tesiri hakikatına geçemez sadece idrak edenin algısına geçer. Zuhur ise suretinin aynada yansıması açısından, yansıyan şeye izafe edilen bir nispetten ibarettir, yoksa yansıyanın hakikatının aynı değildir. Şimdi bütün varlığı farklı tecellileri yansıtan aynalar olarak düşünüp kıyası genişlet...Haktan tecelli ayna ile idrak edenin bir uyumlu frekansta algılanmasıdır. Görüntü Haktandır ama Hak değildir. Özel tecellilerde ise ayna yoktur, bunu müşahede eden aynanın dışında müşahadedir. Buna berki tecelliler denir. Sadece arınanda olur. Ayanı sabite (sabit aynalar) mevcutların hakikatleridir, yaratılmamışlardır, Hakkın hakikatı yaratma ve teessürden münezzehtir. Hak ve ayan dışında üçüncü bir şey yoktur. Ayanı sabitenin varlığa olan tecellilerindeki ilahi tesiri sadece tecellinin gaybından gerçekleşen çoğalmanın ortaya çıkışı açısından sabittir. Hiçbir ayna kendine yansıyan şeyde hakikatte tesirli değildir. Bunun dışındaki doğrular doğru olsa bile görecelidir, sabit değildir.
9. Vahdet Kesret
Çokluğun varlığına sebep olan bir şeyin, mahiyeti itibariyle, bir zuhur ile taayyün etmesi mümkün değildir ve herhangi bir kişi için görülen şeyde ortaya çıkmaz. Akli küllinin bizim varlığımızı gerektirmemesi gibi. Bir şey kendine zıt başka bir şeyi meydana getirmez. Gelirse, bu o şeyin zatının dışında harici şartlardan oluşan duruma göredir.
Herhangi bir şeyden bütünüyle kendisine benzeyen bir şey meydana gelmez. Allah bir şahıs için bir surette iki kere tecelli etmez ve bir surette iki şahıs için iki defa tecelli etmez.
10. İsim ve sıfatlar
Mutlak olduğundan Hakka hiçbir sıfat ve isim nispet edilemez, olumlu ya da olumsız hiçbir hüküm ile hakkında hüküm verilemez. Yani isim, sıfat, hüküm ve diğer tüm Hakka nispet edilen tanımlamalar, taayyün itibariyle mümkündür. Tüm taayyünler ise kökeninde tek bir taayyüne dayanır, bu tek bir taayyünün ötesinde ise sırf mutlaklık vardır. İsim ve sıfatlar insanın duyumladığı alemdeki isim ve sıfatların tekleştirilmesi ile teorik olarak kurgulanır, bunlarla şehadet alemi idrak edilir. Tekleştirilen isim ve sıfatlar ise böylece niteliği bilinemediği, algılanamadığı için bir kudsilik ifadesi olarak Hakka nispet edilir. Bu hakikat değil, ibrahimin güneşe tapması mertebesindeki hakikatin bir mertebesidir. Böylece hakka nispet edilen isim ve sıfatlar tüm diğer isim ve sıfatlara mebde olur. Zati ikramlar sınırsızdır. Semai ikramlar ise ikidir: zata mensubiyetleri isim ve sıfatlara mensubiyetinden daha baskın olan ikramlar, ve sıfat ve isimlere mensubiyeti zata mensubiyetinden daha baskın olan ikramlar. Birinci kısma örnek dilediğine hesapsız verir ayetidir. Hadistede ümmetimden 70 bin kişi hesapsız cennete girer ifadesi ve şefaat hadisleri bununla irtibatlıdır. Allah’ın dilemesi olmadan hiç kimse bir diğerine şefaat edemez. İkramı kabul etmede ise, çeşitli tabakalarda olur: kabul edenlerin istidatları, halleri, mertebeleri, ruhani, tabii-mizaci, arzi-mizaci taleplerine göre belirlenir. Bu talebi, talebi kabul edenin lisanı ifade eder. Ana rahmi ve kadının hormonel dengesi ile hamilelik anında bebeğin ihtiyaçlarına göre tabii mizaç gereği talep edilir ve yerine getirilir. Zuhur hükümleri batının mutlak birliğini çoğaltmışlardır. Bu hükümler kabiliyetlerdir kuranda şe’nler olarak geçer.
11. Rıza ve icabet
Rıza insanı kamil olmaktır. Dua icabet edilmek içindir. İcabet ise ya gaye için ya da gayeye götüren vasıtalar içindir. Duaya icabet süratli oldukça bu durum karşılıklı rızanın yetkinliğidir. Dua edip icabet gelmiyorsa da dua eden kamil değilse duada irade eksiktir, niyet başkadır, ya da itaat tam değildir. Tersine dua eden kamil kul ise ve icabet yoksa teorik olarak Allah olmamasını olmasından hayırlı görmüştür. Pratikte ise böyle bir durum olmamalı kamil kulun duası Allah’ın meşietinde olmalıdır ki kamil olan şerri dileyemez: varlığı takdir edilmemiş imkansızı irade etmeye kesinlikle yönelmezler. Bazıları ise dua etmesede iradesi vardır ve icabet gerçekleşir. Bu icabet yine her ne kadar da dua etmese de iradeye bağlıdır. İtaat makamı hakkın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınmada süratli olmaktır. “Allah senin duana karşılık vermede senin dua etmenden daha hızlıdır.” Rızanın kemali itaatten geçer. Maksada götüren şey de istenebilir. Hidayet yolu, kemali ahlak, insanı kamillik makamı vb tüm maksada götüren vasıtalar istenir. Hak insanı kamil vasıtasıyla zuhur eder. Bu özellikteki biri Hakkın iradesinden farklı irade etme yetisi yoktur. O rabbinin sıfatlarının aynasıdır. Bu kişi dua ettiğinden bütün alemlerin ve mertebelerin lisanıyla dua eder, o kişi tüm bu mertebe ve alemlerin aynası olmuştur. Bu kişi duayı terkederse tecelligah olmasındandır. “bana dua ediniz ki size icabet edeyim”. İcabet etmesini gerektirecek durumun olmaması sürekli icabet makamı olan tecelligahtır.
12. Alim
Bilmenin en üst derecesi bilinenle bilenin birliğidir. Varlıkları birbirine bağlayan sır tecelli, birbirlerinden ayıran şey taayyündür. Birlik ayrılığı ortadan kaldırır. Kamil olarak bilmek onları kendi nefsinde bilmek, farklılıklarını ise kendi birliğinde silmektir. Daha önce eşya birlikte gizli iken farklılaşma ve çokluk yoluyla kemal zuhur edip isticlanın kapısı açıldı. Böylece birliğin hükümleri çoklukta çokluğun hükümleri birlikte zuhur etmiş, nispetler ve itibarler müşterek ölçüler olduğundan birlik çokluğu birleştirmiştir. Çokluk da taayyünleri cihetinden Bir’i çoğaltmışlarıdır. Bu taayyünler Bir’i renkler, kisveler, farklı niteliklerle zuhur ettirmiştir.
13. Kamil bilgi
Kamil bilgi akla müracaat etmez. Eksik bilgi artar, bilgi artıyorsa eksiktir. Ayanı sabiteye yönelip onu müşahade ile eşyayı bulundukları hal üzere idrak edebilirler. Bu ilim ise ayanı sabitenin bütün lazımlarıyla birlikte bilinmesidir. İlim hakka bir konum, mevki, hal veya itibarda ilişir. Hakkın zahiri çeşitlenir, batınında ise sebat vardır.
14. Mutlak – Mukayyed
Hak mutlaktır, mevcud mukayyettir.
15. Kemal ve Ekmel
Her isim Hakkın taayyünüdür. Bu eksiklik değildir: bazen arazlar ve lazımları ile bazı mertebelerde Hakkın ekmellik niteliği zuhur eder. İmkan sıfatlarının mutlak anlamda Hakka izafesi Hakkın kemaline delalet eder. Hak herhangi bir mazharla zuhur etmese idi bu ihatasının genişliğine zarar verirdi. Yaratma sıfatı yaratınca yaratmayı ortaya çıkarır. Arazlar kemaline zarar vermez.
16. Hakikat
Hak taayyün etmiş her şeyde, Hakkın taayyün etmiş olarak idrak edilmesini gerekli kılacak duruma göre taayyün hükmünü kabul eder. Ama hak taayyünde sınırlı değildir. Ve hüviyeti ile taayyün etmez.
17. Tenzih
Akli tenzih, varlıkta değil zihinlerde vaki olan gayrdan ayırt edilmesidir.
Şeri tenzih, varlıktaki çoklukta uluhiyet mertebesine ortaklığın ortadan kaldırılması, Hak ile subuti sıfatlarda ortaklığın tespitidir.
Keşf ehlinin tenzihi, Hak ile hak için camiliği ispat ve isimlerin hükümlerini birbirinden ayırt etmekten ibarettir. Bazı hükümlerin bazı isimlere izafeti muhaldir. Neticede başka gayr ortadan kaldırılır,
18. Kıdem ve hadislik
Mümkün bilinenler, taayyünlerinin Hakkın ilminde sabit olması ve onda şekillenmesi cihetinden kıdem özelliği ile nitelendirilir. Hakkın ilminde taayyün eden her şey ise hadislik hükmündedir.
19. Kevni ve ilahi bilginin külli esasları
Zat ismi hakka verilirken sadece taayyün etmesi itibariyle doğrudur. İsimler ve sıfatlar zatı farklılaştırmaz, isimler birbirinden farklılaşır ve zıtlaşırlar. Bu isimlerin cemini kapsayan zat açısından ise tüm isimler bir olurlar. Mutlak birlik taayyünün bir özelliğidir. Zatın bir lazımı vardır o da ilim. Birlik Hak için ilim cihetinden sabittir. İlim zat aynasıdır. İlim manevi çokluğun kökeni ve kaynağıdır. Hakkın hakikatı kendisini bilmesinin suretleridir. Mertebeler ise ilimden ibaret olan tek lazımın kapsadığı külli taayyünlerden ibarettir. Mertebeler mutlak anlamda değil, bir mahal mesabesinde olmaları cihetinden tesirin hakikatlerinde etkileri vardır. Her mertebe bir grup vucup ve imkan hükümleri için manevi bir mahaldir. Bu hükümler zati isimlerden derece derece çıkarlar.
20. Münasebetler
Zati Münasebetler: en üstünüdür. Hak ile insan arasındaki münasebet iki açıdan sabittir. Birincisi katında taayyün etmiş tecelli karşısındaki aynalığının zayıf tesiri cihetinden olan münasebet. Yakınlık elde edenlerin Hak katındaki farklılaşması bundandır. Diğer münasebet ise kulun ilahi mertebenin suretinden olan payına bağlıdır. Söz konusu pay vucub ve imkan hükümlerini birleştiriciliğin çeşitliliğine göre farklılaşır.
Ruhani münasebet, bazı ruhların taayyündeki makamının kaynağı levhi mahfuz bazısınınki israfil, bazılarınınki cebrail makamındaki sidredir. Ruhani münasebet mizaç münasebetine tabidir. Ruh mizaca göre ortaya çıkar.
Mazharlar açısından münasebet: ruhlar mertebelerinin farklılığına rağmen kendisi ile zuhur ve taayyün ettikleri mazharlardan yoksun kalmazlar. İnsan ruhlarının mazharlarının ilk mertebesi mutlak misal alemidir. Mazharların kaynağı mutlak misal alemi ve onun bir koluda cennet çarşısıdır.
21. Vücud-ı Hak
Hak, vucudu mahzdır: mutlak varlıktır, varlıkların tümü onunla değer kazanır. O olmasa diğer varlıkların hiçbir değeri yoktur. O nefsi için sabit ve müsbittir. Vahdeti sayısal değildir. Kişi onun aynası, o ise kişinin hallerinin aynasıdır. Bizim bir şeyi idrak etmemiz ayanımızın varlık ile vasıflanıp hayat ve ilmimizin bizimle kaim olması ve bizimle idrak etmek istediğimiz şey arasındaki engellerin ortadan kalkmasıyla gerçekleşir. Böylece o şey idrak için müsait hale gelir. Yani insan eşyanın sadece sıfat ve arazlarını idrak edebilir. Yoksa şeylerin mücerret hakikatlerini idrak edemeyiz. İnsan mahiyeti açısından içinde çokluk barındırmayan bir şeyi idrak edemez. Hak için varlık zatının aynıdır. Ondan başkası için ise hakikatine zait bir emirdir. Her varlığın hakikati de ezeli olarak rabbinin ilmindeki taayyününe nispetinden ibarettir. Vucudu mutlakın iki itibarı vardır: birincisi onun sadece varlık olmasıdır. Bu varlıkta çokluk, terkip, sıfat, nat, isim, resim, nispet ve hüküm sözkonusu değildir. Farklı şeyler onda birleşir, çoğalan şeyler ondan çıkar, fakat onlar O’nu veya O onları kuşatmaz, ya da onlar O’nu ezeli batınlığından çıkarmaz. O da onları kendisinden çıkartarak izhar etmez. Birliği çokluğunun, basitliği terkibinin, zuhuru batınlığının, ahiri evvelliğinin aynıdır. O kendisi için sabit olan bir şeyden münezzeh olmaz. Kemale erdirmek için izhar ettiği şeyden de uzak durmaz. Hiçbir şey kendi başına veya başka bir şeyle tahakkuk edemez, herşey Allahla tahakkuk eder. O suri ve manevi kayıtlardan münezzehtir, nicelik ve nitelikle ilgili her türlü ölçüyü kabulden münezzehtir. Sezgisel, fehmi, zanni ve ilmi her türlü ihatadan yücedir. Hakkın kemali kendi zatına bağlıdır. Varlığı bil fiildir, bil kuvve değildir, varlığı zorunludur, mümkün değildir, O insanlarda bilinen başkalaşma ve hadislikten münezzehtir. Hak o şeyleri başkasına muhtaç olduğu için yaratmamıştır, ya da bunlar kendisinden ortaya çıktıkları cihetten Hak ile ilişkili değildirler. Hak da kendisinden çoğalarak ayrılmaları cihetinden eşya ile ilişkili değildir. Eşyanın kendisi için olan varlığı Hakka dayanır, Hakkın varlığı ise onlara dayanmaz. Hak hakikati ile herşeyden müstağnidir, her şey var olmada kendisine muhtaçtır. Birinci yönden “o’nun misli gibi yoktur”, ikinci yönden “ O semi ve basirdir.”. Hak, bölünme, parçalanma, ruhlara ve cesetlere hulul etmekten münezzeh olan zati nuru ile her şeye sirayet eder. O iki zıt külli hükmü birleştirir: hazır ve gaip olmak, zahir ve gizli kalmak.
22. Ayan-ı Sabite (Sabit Aynalar)
Vucudu Hakkın gaybten şehadete zuhuru ve ilmi hakikatlere ayanı sabite denir. Zannedilir ki ayan varlıkta ve varlık ile zuhur etmiştir. Ayanın sadece eserleri varlıkta zuhur etmiştir. Ayanların kendisi zuhur etmemiştir ve etmeyecektir. Zuhur varlığa özgüdür. Bu özgülük ise ayanın eserleri ile çoğalma şartına bağlıdır. Batınlık ayanların zati özelliğidir.
Velayet Kristali
Hak ve özel davranışların sağlaması
Hak, değişmez doğrulardır, her şart ve durumda aynıdırlar. Haktan bizim anladığımız bize göredir, bize yansıyandır, biz öyle algılarız onunla anlar ve açıklarız.
Hakkın dört farikatta dört hakikatı vardır.
Hak mutlaktır, bütün doğrular hak ile sağlamaya kavuşur.
Hakkın iktizası taayyündür, farklılaşma ise bize göredir.
Hakkın hükmü, hükmedilene göre değişir, ruhsatlar buradan çıkar, ihtiyaçtan çalan ile ihtiyacı olmadığı halde meslek edinerek çalanın hükmü farklıdır. Hakkın hakikatının hükmü şartlarına bağlıdır.
Hakkın ilmi varlığa tabidir, insan varlık süzgecinden süzüleni idrak eder ve buna göre kamil ilim ile noksan ilim ve ikisi arasında farklı ilimler yerleşir.
Seçkinler, velayet müessesesi içinde seçilenlerdir. Velayet mertebesi nübüvvetin geniş dairesidir, nübüvvet mertebesi velayetin içinde yerleşir. Nübüvvet mertebesi hz peygamberle kapanmış ve binanın “gümüş” tuğlasıdır. Nebinin nübüvvet mertebesinde etkisi yoktur. Velayet mertebesi ise nübüvvetin akıl baliğ olmuş halidir, binanın “altın” tuğlasıdır, veli velayet mertebesindeki süreçlerde etkiye sahiptir. İnsanlık hz peygamberle birlikte nübüvvetten velayet mertebesinde geçmiştir. Nübüvvet hakkı ortaya çıkardı, hakkın dayandığı kriterleri geliştirdi, velayet ise bu kriterlere göre davranışlarını biçimlendirerek sürekli bir sağlama ile referans kriterlerle yol almaktır.
Taayyün, gaybten zuhurdaki farklılaşmadır. Bize göre, hakkın hakikati velayet içinde taayyün eder. Varlıktaki taayyün ve tecelli görecelidir, varlığa haktan yansıyan hakkın kendisi değil bizim algı ve idrakimizdeki temsilidir. Bu yüzden içtihatlar farklı farklıdır.
Taayyün dört şekilde olur:
Hakkın taayyünü mukayyeddir, bize göredir, kayıt ve şartla sınırlıdır, görecelidir.
Hakkın taayyünü tesir iledir, aynadaki görülen hak değil haktan bize yansıyan temsildir, hakkın hakikatı, aynanın kriterlerine tabi olarak ve bizim idrakimizden geçerek bize geldiği için bir temsildir.
Hakkın taayyünü süluk ile bize gelir. Her süluk sahibi miraç sahibidir. Süluk hakka götürür, ibrahim kendi süluku içinde deneme ile hakkı bulmuş, o süluk onun miracı olmuştur.
Hakkın taayyünü alimin ilmi iledir. İlim çokluğu nispet bağı ile türetirken marifet yolu ile noksansız ilme kavuşturur. “Alim” enbiyanın mirasçısı değildir, “alimler topluluğu” “nebiler topluluğu”nun mirasçısıdır. “alimler topluluğu” velayet ile bir topluluk oluştururlar. Velayet nübüvvetin mekanizmasını ifade eder, veli velayetin bir üyesini velayete bağlı olarak ifade eder, alim velayette bağlı olmayan ilim ehlini ifade eder, ulema ise velayete bağlı olan alimler topluluğunu ifade eder. Tek başına alim nebiler topluluğunun mirasçısı değildir, velayet içindeki ulema nebiler topluluğunun mirasçısıdır.
Hakkı velayet kurumunda tanımlamada 4 kriter vardır:
Vücud, hakkın varlığıdır, bize göre mukayyet, hakikatte ise mutlaktır, hak vacibul vücuttur. Çokluk yoluyla bize yansır, birlik halinde hakta bulunur.
Gayb, hakkın örtülüsüdür, hakkın hükmü gaybte baki kalırken, velayet içinde tesir ile yansır. Hakkın gaybında ayanı sabiteler vardır, varlıktan bize yansıyan hak, bu aynaların tesiri ile bize görünür.
Nispet, varlıklar arası münasebeplerdir. Hakka olan münasebetler iktizadır, velayete olan münasebetler ise süluktur. Münasebetler hakkın isim ve sıfatları ile kurulur.
Marifet, ilim ile alim arasındaki farklılıklar fena olduğundaki birlik halidir. İcmalar marifetten numunedir. Örfler marifetten numunelerdir. Marifet bilgisi kişide yansıdığında kemal oluşur.