Kur'an Vecizdir - II -
Süleyman KARAGÜLLE
23 Ocak 2012 yıl;2 Sayı 41
5- Kıyas yapar
Mevcut olan düzenleri anlatırken temsil sistemini yani benzer sistemleri kullanır. Böylece kâinat ve insan hakkında en veciz bir şekilde bilgiler verir. Bu sayede 600 sahife içine tüm kâinatı sığdırır. Bunu ancak her şeyi bilen Allah yapabilir.
Diğer taraftan Kur’an sadece bilgi kitabı değildir, aynı zamanda şeriat kitabıdır. Yani insanların yaşamaları gerektiğini anlatan kitaptır. Burada da insanların kıyamete kadar değişik toplulukları için ne gerekiyorsa bütün hükümler bulunabilir. İçinde vardır.
Kur’an bunu nasıl sağlamıştır? Bunu da örnek metodu ile sağlamıştır.
a) Kur’an hayvanlardan yalnız domuz etinin haram olduğunu söyler, mesela sütünün haram olup olmadığını söylemez. Siz ete kıyas ederek haram olduğunu bulacaksınız. Dibağlanmış deri, kıl, yağı alınmış kemik eti ile kıyas edilemeyeceği için ona kıyas ederek kılların kullanılmasının haram olduğunu söyleyemeyiz. Bu karşılaştırmanın yapılabilmesi için domuzu değil de, domuz etini haram ettik diyor. Et deyince yenmesi haram edilmiştir, yoksa derisinden manto giyilebilir, derisinden ayakkabı giyilebilir demektir. Et kelimesinden bize neler öğretmiş oluyor olduğu böylece görülmektedir. “Domuz eti haramdır” diyor, başka hayvanlardan bahsetmiyor. Kurt, at asla tekrarlanmamıştır, Kur’an’da sayılmamıştır. Ama Kur’an’da bütün hayvanlar kıyas yoluyla sayılmıştır. Biyolojide bilinen besin zinciri vardır. Otçul hayvanlar ot yerler. İşkembeleri vardır. Meyvecil hayvanlar meyve yerler, ot yemezler. Etçil hayvanlar ölü de olsa et yerler, meyve yemezler. Yırtıcı hayvanlar canlı hayvanları yakalayıp yerler. Böylece besin zinciri tamamlanmış olur. İnsan meyve yiyen varlıktır. Meyve yiyen ve onun üstündeki etçil ve yırtıcı hayvanların etleri haramdır.
b) Bir başka örnek. Kur’an’da içkilerden sadece üzüm şarabının haram oduğu bildirilmiştir. Diğer içkilerden, esrardan, afyondan bahsedilmemektedir. Üzüm şarabında % 12 oranı kadar alkol vardır. Ayrıca içinde besleyici maddeler de vardır. Zararı yararından fazla olduğu için haram edilmiştir. Peki, diğer içkiler için ne yapılacaktır? Şaraba kıyas edilecektir. Eğer sarhoş edici vasfı şarap kadar ise o zaman o da haramdır, şarap kadar değilse o zaman o haram değildir. Yarılama sistemini de bize öğretmiştir. Alkol miktarı % 6’dan azsa haram değildir, fazla ise haramdır. Böylece zararlı olan bütün içkileri Kur’an ifade etmiştir. Zararın derecesini şarabınkine benzetmiştir. Şarap bir etalondur, yani diğer içkiler onunla karşılaştırılacaktır.
c) Kur’an geviş getiren çift parmaklı hayvanların etlerinin helal olduğunu söyler. Bunlar işkembesi olan hayvanlardır. Domuz etini de haram yapar. At gibi işkembesi olmayıp ot yiyen hayvanlardan bahsetmez. Ama orada da “İsrail oğullarına İsrail’in haram ettiklerinden başkasını haram etmiştik” der. Yani topluluk onu yiyorsa kişilere haram değildir, yemiyorsa kişiler de yemez. Kadınların giyinmesinde de bu tür kural koyar. Helalleri belirtir, haramları belirtir. Arada olanlar hakkında da topluluğun örfüne baş vurulacağını söyler. Böylece insanlar arasında farklılaşma sağlanır.
c) Kıyasta en büyük uygulama kısastadır. Herkes başkasına yaptığını kendisine yapılmasını kabul etmiş demektir. O halde öldüren öldürülür, kol kesenin kolu kesilir, göz çıkaranın gözü çıkarılır. Bu sistemle hareket ettiğiniz için “sadece cinayetlerde kısas vardır” dediğiniz zaman tüm cezaları bir kelime ile ifade edersiniz. Kasıt yoksa, hattâ kasdı aşmışsa veya af edilmişse diyete dönüşmektedir. Öldürenin ödeyeceği diyet birim alınır, ondan sonraki diyetler yarılama sistemi ile takdir edilir. Böylece para cezaları da makul hâle getirilmiş olur, kıyas yoluyla tesbit imkanı ortaya çıkar. Oysa bugün iki cümle ile tesbit edilen ceza hukuku batıda ceza kanunları ile ve her kanunun sonuna eklenen ceza hükümleri ile ciltleri değil, kütüphaneleri bulmuştur. İnsanların bunları okumaları mümkün olmadığı için hukukîlik ilkesi de ortadan kalkmıştır.
d) Borçlanmalardaki “yazın” emrini kıyas yoluyla nikâha da teşmil edersiniz, boşanmaya da. Tüm devlet kayıtlarını tesbit edebilirsiniz.
İşte Kur’an kıyas sistemini kullanarak her şeyin hükmünü koymuş bulunmaktadır. Çünkü her şeyin mutlaka Kur’an’da geçen benzeri vardır.
6- Yarılama, katlama sistemi
Bir odaya girdiğinizde kaç insan vardır, sayarsınız. Üç buçuk insan olmaz. Tam sayı olmak zorundadır. Bir makine için de aynı şeyi söylersiniz.
Kâinatta böyle sayılar ve varlıklar olduğu gibi, görünürde sürekli değerler de vardır. Bir çizgi çizdiğinizde onu istediğiniz yerden bölebilirsiniz. Yahut kaptaki sudan istediğiniz kadarını diğer kaba aktarabilirsiniz. Bir adamın saçını istediğiniz uzunlukta kesebilirsiniz. Bu görünüşte böyledir.
Kur’an’a dayanarak İslâm kelamcıları atom teorisini kabul etmişlerdir.
Yunanistan’dan beri gelen 2500 yıllık mücadele bugün kelamcıların dedikleri ile kesinleşmiştir. Önce canlı hücrelerden oluşmaktadır. Sonra cisimler atomlardan oluşmaktadır. Atom da parçalanmaz parçacıklardan oluşmaktadır. Işık da enerji parçacıklardan ibarettir. Yani Allah kâinatı parçacıklardan oluşturmuştur.
Koyduğu hükümler sayısaldır. İnsanın kolu vardır. Dirsekten, bilekten bölünmüştür. Parmaklar boğumlardan bölünmüştür. İnsanın tırnak uzunluğu bir boğumun yarısıdır. Bir boğum parmağın yarısının yarısıdır, bir parmak bileğe kadar elin yarısıdır. Bu dirseğe kadar olanın yarısıdır. Bu da omuza kadar kolun yarısıdır.
Kâinatın yapısında da bu böyledir. Güneş uzaklığı ayın uzaklığının dört yüz katıdır. Gezegenlerin uzaklıkları üç tabanına göre katlamalıdır.
Allah şeriatı da buna göre hükümlere bağlamıştır. Yarılama veya iki kat alma sistemini koymuştur. Basit oranlar kuralını koymuştur. Dolayısıyla insanların hafifletmede veya ağırlaştırmada kolay anlamaları sağlanmıştır.
Miras bölüşülürken basit sayılar esasını almıştır. Koca, ölen karısının çocuğu varsa dörtte bir, yoksa ikide bir alır, kadın ise dörtte bir, sekizde bir alır. Erkeğin payı kızın payının iki katıdır. Anne baba altıda birer alırlar. Böylece katlama ve yarılama sistemi kullanılır.
Zekâtta da aynı vergideki katlama ve yarılama sistemini kullanır. Madenler gibi kaynakları sınırlı olup tükenenlerden yapılan üretimden beşte bir alınır. Tarım gibi kaynakları tükenmiyorsa onda bir alınır, yatırım yapmışsa yirmide bir alınır, paradan ve ticaret mallarından ise senede kırkta bir alınır. Görülüyor ki, burada vergi nisbetleri yarılama sistemi ile alınmaktadır. Kur’an’da ise sadece beşte bir vardır.
Diyetler de yarılama sistemine göre tesbit edilir. İnsanın diyeti 33 yıllık emeğin karşılığıdır. Yüz inek kabul edilir. Hata ile adam öldürmede bir diyet alınır. Kasten öldürenden iki diyet alınır, bir gözü çıkarandan yarım diyet alınır. Dirseğe kadar kolu koparandan dörtte bir, bileğe kadardan sekizde bir, beş parmak on altıda bir, bir parmak seksende birdir. İki boğum 160’ta bir, bir parmak 320’de bir, bir tırnak 640’ta bir insan diyetidir. Böylece cezalar yarılama sistemi ile belirlenmiştir. Hapis cezasını uygulayacak olursak 32 senedir. Buna göre yarılanarak günlere kadar hesaplanır. Dayak cezasında ise her güne bir sopa tekabül ettirilir.
Kölelere verilen cezanın hürlere verilen cezanın yarısı olduğu Kur’an’da belirtilmiştir.
Yarılama ve katlama sistemini getirmekle her alanda tahfif veya teşdid konularını zikretmeye gerek kalmamıştır. İnsan beşte birini, dörtte birini tahmin edemez ama yarısını ve iki katını kolayca bilebilir. Böylece hukukta kesinlik sağlanmıştır. Yani bir taraftan ifadede icaz sağlanmış, diğer taraftan uygulamada kolaylık getirilmiş, kesinlik getirilmiştir.
Müesseseler de katlama ve yarılama sistemi ile oluşturulmuştur. Namaz iki veya dört rekat yapılmıştır. Namazın rükünleri çift çift yapılmıştır. Kıyam, kade, rükû, sücud, kıraat, dua gibi rükünler çift çifttir. Yirmi rekat farz, yirmi rekat sünnet vardır. Bunların yarısı gündüz, yarısı gece namazlarına aittir.
Bir taraftan kıyas yoluyla bir kelime ile binlercesi ifade edilirken, diğer taraftan yarılama ve iki katını alma usulü ile de bunlara ait hükümler birkaç katına çıkarılmıştır.
Görülüyor ki Kur’an’daki icaz tamamen tekniğe dayanmaktadır. Ediplerin icazından farklıdır. Sistematik icaz vardır. Kur’an bu usulleri ile her şeyi ifade etme gücündedir.
7- Denge kuralını koyar
Dünya güneşin etrafında dönmektedir. Biraz yavaşlasa yaklaşır, yeryüzü sıcaktan kavrulur. Biraz uzaklaşsa soğur, her taraf donar. Hayatın olduğu yerde dönmektedir. Atomlarda elektronlar dönmektedir. Yerleri vardır, oralarda dururlar. O sayede bizim hayatımızı sağlayan moleküller oluşmuştur. Yeryüzünde su miktarı belli miktardadır. Daha fazla olsaydı karalar olmazdı. Gökyüzünü bulut kaplar ve öylece hayat olmazdı. Daha az olsaydı, bu sefer de sular topraklarda kaybolur, suyun dönüşü olmazdı. Oksijen miktarı da böyledir. Azot miktarı da böyledir. Topraktaki tuz miktarı da böyledir. Denizlerin tuzluluğu da böyledir. Her şey dengelidir. Arttığı zaman onu azaltan kuvvet ortaya çıkar ve azaltır, çoğaldığı zaman onu azaltan kuvvet ortaya çıkar ve azaltır.
Bitkiler çoğaldığı zaman havada oksijen artar, karbondioksit azalır. Bitkiler sıkıntıya düşer ve daha fazla çoğalmazlar. Oysa hayvanlar bol oksijen buldukları için çoğalırlar. Bu da daha çok karbondioksitin ortaya çıkmasına sebep olur, daha az oksijenin üretimine sebebiyet verir. Böylece bir dalgalanma içinde oksijen-karbondioksit dengesi korunur.
Ay yavaşladığı zaman diğer gezegenler onları çekerek hızlandırır, hızlandığı zaman da geri çekerler. Ay da yerin dönmesini kontrol eder. Tüm oluş dalgalanmalı denge içindedir. Kur’an bu dalgalanmayı “Bunlar eyyamdır, insanlar arasında devrettiririz.” diyerek açıklamaktadır.
Kur’an kâinatta mevcut olan dengeyi anlattıktan sonra, insanların da sosyal hayatta dengeyi bozmamalarını istemektedir. Sanayileşme doğadaki dengeyi bozmakta, kâinatı tehdit etmektedir. Allah bitkileri üretici yaratmış, hayvanları da temizleyici yapmıştır. Sanayi atıklarının dönüşümü olmalıdır, onları tekrar doğadaki hâline çevirmeliyiz. Bu yapılmadığı müddetçe dünyayı tehdit eden en büyük tehlike olmuştur. Dünya bu gidişle 200 yıl sonra artık insan yaşayamaz hâle gelecektir.
Kur’an bu temizliğin nasıl olacağını bildirmiştir.
Temizlik ilk emredilen ibadettir. Fıkıh kitaplarının başında temizlik bahsi ele alınır.
Ondan sonra da sosyal hizmetler için vakıflar geliştirilmiştir. Üreticilerden pay alınarak atıkları değerlendirme vakfı kurulmalıdır. Bu vakıf atıkları satın alacak ve tekrar mamul hâle dönüştürecektir. Atıklar pahalı alınacak, mamul mal maliyetten ucuz satılacaktır. Yani üretim temizliği sübvanse edecektir.
Bu sorun XX. yüzyılda ortaya çıkmıştır, çözümü de insanlık henüz bulamamıştır. Biz ise denge kanunları içinde bunu kolayca çözmüş oluyoruz. Zekât ve vakıf müesseseleri, hattâ askerlik gibi nöbet müesseseleri ile çözüyoruz. Batının işvereni zorlama sistemini benimsemiyoruz. Çünkü o sistem tekele götürür.
Kur’an bunları bize nasıl öğretti?
Denge kanunları, zekât müesseseleri ve vakıflarla öğretti. Yeni bir şey yapmamıza gerek kalmamıştır. Sorunu eskiden bize öğretilen sistemlerle çözüyoruz.
Denge kanununun topluluktaki uygulaması çıkar paralelliğidir. Kişinin çıkarı ile topluluğun çıkarı beraberse, o zaman orada denge vardır. Topluluğun çıkarı ile kişi çıkarı çatışıyorsa, orada denge yoktur.
Örnekler verelim:
Doktor hastayı iyileştirse aç kalır, iyileştirmezse görevini yerine getirmemiş olur. O halde serbest piyasa üzerinden doktorluk yapmak dengeyi bozar. Yapılacak iş aile doktorları sistemidir. Doktor sağlığı koruduğu için devletten ücret almalıdır.
Avukatlar adaleti sağlarsa aç kalırlar. Sağlamazlarsa görevlerini yerine getirmemiş olurlar. Böylece avukatlık müessesesi dengeli müessese değildir. Yapılacak iş herkesin hukuki danışmanı olmalı, danışman nizaları önlemelidir, önlediği için de devletten ücret almalıdır.
Meslek öğretmenliği de böyledir. İyi çırak yetiştirse kendisi aç kalır, yetiştirmezse görevini yerine getirmemiş olur. Yapılacak iş öğretmenin öğrencisinin yaptığı işlerden pay almasıdır.
Tamircinin durumu da böyledir. Arabayı tamir ederse aç kalır, etmezse görevini yerine getirmemiş olur. Yapılacak iş tamir parasının değil, arabanın sağlıklı çalışma parasının kamu tarafından ödetilmesidir.
Bakınız, bütün bunlar Kur’an’da yazılı değildir. Ama Kur’an’ın “dengeyi koruyun” ifadesinde yazılıdır. Böylece Kur’an veciz bir şekilde tüm düzeni bize öğretmiş olmaktadır.
8- Orta değer kuralını koyar
Kur’an’ın geliştirdiği karar şekilleri vardır.
İcma ve içtihat sistemi önemli karar şeklidir.
İcma, ayrı ayrı çalışmalar yapan âlimlerin aynı sonuca varmaları, ittifak etmeleridir. Bu kesinlik kazanır. Ondan sonra bu icma yine aksi icma ile değişebilir. İcmadan sonra müçtehitler aksine içtihat yapsalar da artık kendi içtihatları ile amel edemezler.
İçtihat ise bir müçtehidin araştırması sonunda kendisi için vardığı sonuçlardır. Herkes kendi içtihadı ile amel eder ve onunla sorumludur. Sonuçlardan birileri mağdur olursa, mağdurun yapacağı iş hakemlere gitmedir. Kendi seçtiği hakemin seçtiği başhakemin kararlarına uymak durumundadır.
İttifak ise bir araya gelen şûranın birbiriyle uzlaşarak vardıkları karar şeklidir. İttifak o şûranın müntesiplerini bağlar. Başkanın katılması gerekmez. Bunlara yerel icmalar da diyebiliriz.
İçtihadın yanında bir de ittiba vardır. O da kişinin kendisinin içtihat edememesi ama bir müçtehidin içtihadını kabul etmesi demektir. Müçtehidi kendisi seçtiği için bu da içtihattır.
Bu karar alma şekilleri yanında Kur’an’ın öğrettiği diğer karar alma şekilleri vardır. Bunlar daha çok sayılarla ilgilidir.
Ölçme: Bir kimsenin kaç kilo olduğunu bilmek istersek teraziyi alır, onu tartarız. Kim tartarsa aynı miktarı bulur. Böylece “ortak değer” ortaya çıkar. Bunların bir kısmı kesindir. Mesela, ‘bu sepette kaç yumurta vardır’ dediğimiz zaman, beş yumurta varsa bunda ihtilaf olmaz. Ama bir uzunluğu ölçtüğümüz zaman kişiler milimetre üzerinde ihtilaf edebilirler. Değişik kişiler ölçtüğünde bir milimetre, bazen yarım santimetre farklı sonuç alırlar. Burada da katiyet vardır. Asgari ve azami değerler bellidir. Herkes kendi ölçüsü içinde onun uzunluğunu kabul eder, onun için o geçerlidir. Ama asgari ve azami sınırlar dışına çıkamaz.
Hesaplama: Üç sepetimiz olsa, sepetteki yumurtaları ayrı ayrı saysak, 5, 12, 9 bulsak; toplam yumurtamız 26 eder. Bu toplam hesapla bulunmuştur. Bu da ölçüldüğü kadar kesindir. Uygarlık hesaplamalarla gelişmiştir. Kur’an bize ölçmeyi öğrettiği gibi hesaplamayı da teşri etmektedir. Bu bir icazdır. “Üçte biri annenindir” derken, üçte ikinin babaya ait olduğunu söylemeye gerek kalmaz.
Bazı ölçmelerde ve değer takdirlerinde büyük görüş ayrılıkları olur. Elimizde metre yoksa veya dağ gibi ulaşamadığımız bir mesafede ise herkes tahmin yapar. Bu tahminlerin orta değeri alınır ve ona göre amel edilir. Mesela, zekât zenginlerden alınıp fakirlere dağıtılacaktır. Bir bucakta veya beldede zenginler kimlerdir, fakirler kimlerdir, nasıl bulacağız? Herkesin kendi mal beyanını esas alırız. Çünkü beyan ettiği mallar bucak yönetimi tarafından sigortalanmaktadır. Beyan etmediği mal çalınırsa bir şey iddia edemez. Sonra bu beyanlara göre sıralama yapılır, zenginden fakire doğru sıralanır. Ortadaki değer sınır kabul edilir. Üstünde olanlar zengindir, altında olanlar fakirdir. İşte buna “orta değer” denir.
Bu sistemi kabul eden Kur’an tüm sözleri tanımlamış olmaktadır. Vasat ücret böyle tesbit edildiği gibi vasat fitre de böyle tespit edilir. Diyetler de böyle tesbit edilir.
Bunun dışında çağımız için istidlâl ettiğimiz bir de “sıralama sistemi” vardır. Kur’an biatı emretmektedir. İki kişi bir araya gelince biri başkan olacaktır. Başkan olmak değil, başkan seçmek farzdır. Herkese düşen vazife başkasına biat etmektir. Eğer bunlar ikiden fazla iseler, kişiye şunu sorarız. Size göre sizden başka en çok imamlığa layık olan kimdir? O, filandır demek zorundadır. Çükü biat ona farzdır. Sonra, sonra diye saydırırız. En sona kadar getiririz. Böylece herkes kendisinden başka imam olacakları sıralar. Şimdi bir kişinin sırasını alıp terslerini toplarsak, imamlık derecesi ortaya çıkar. Böylece imamlık sırası belirlenmiş olur.
İşte, Kur’an bize karar alma şekillerini öğreterek Kur’an’da belirtilmemiş hususlar için yapacaklarımızı ortaya koymuştur.
Bunlar Kur’an’ın anlaşılması için bize öğretilen hususlardır.
Kitap kendisinin nasıl uygulanacağını da bize öğretmiş bulunmaktadır.
Sünnet de bu icazın içinde yer alır. Göstererek öğretme de icazdır.
9- Kelimelerle tasnif yapar
İslâm’ın ilim adamları “ilim tasniftir” derler. Gerçekten de ilim demek tasnif etmek ve sonra da sınıflar arası ilişkileri ortaya koymaktır. Kur’an tasnifi kullandığı kelimelerle yapar. Kur’an kelimeleri Arapçadan seçerek kullanmıştır. Kur’an’da geçen tüm kelimeler aynı zamanda kâinatın ve insanlığın tasnifini yapmaktadır. Kur’an bu yönü ile ele alınıp yorumlanarak kâinatı nasıl tasvir ettiği hususunda çalışmalar yapılmamıştır.
Kur’an’da resul, nebi, imam, emir gibi kelimeler kullanılmaktadır. Nebiler âlimlerdir, parlamenterlerdir. Resuller bucak başkanlarıdır. İmamlar aşiret başkanlarıdır. Emir sahipleri ise atanan valilerdir.
İşte, Kur’an’ın kullandığı kelime kökleriyle yöneticiler tasnif edilmektedir.
Şir’a ilmî, minhac dinî, mensek meslekî, viche siyasî dayanışma ortaklıklarıdır. Bunları “li küllin” kelimeleri altında kullanır. Velayet müessesesini yani dayanışma ortaklıklarını tedvin eder. Bundan sonra bunların toplanma yerlerinden söz eder.
Savâmi’ ilmî, Salavât dinî, Biye’ meslekî, Mesâcid siyasî toplanma yerleridir.
Bunlardan da Ahbâr ilmî, Ruhban dinî, Rebabîn meslekî, Kıssîs siyasî dayanışma ortaklıklarının sorumlularıdır.
Görülüyor ki, Kur’an dayanışma sistemini değişik yerlerde kullandığı kelimelerle ifade etmektedir.
İlmî tasnif yaparken de rasih, fakih, ehli zikr, âmil, sâil ve ümmi kelimeleriyle tasnif etmektedir.
Aşiret, kabile, şa’b, kavm ve nâs veya millet kelimeleri ile de sosyal örgütlenmeyi anlatır.
Ehli beyt, ehli karye, ehli belde, ehli medine, ehli mısr kelimeleriyle de hizmet merkezlerini anlatır.
Onlu örgütlenmeyi de teşri ederek, siyasi örgütlenmenin sistemini ortaya koyar. Bunu bir yerde anlatmaz. Değişik yerlerde kullandığı kelimelere ve verdiği kurallara dayanarak siz Kur’an’dan istidlâl edersiniz.
Tedayün âyetinden sonra emanet âyeti gelmektedir. Buradan anlıyorsunuz ki “deyn” ve “emanet” birbirine yakın ama farklı müesseselerdir. Tarifleri siz yapıyorsunuz, düşünüyorsunuz, aralarında acaba ne gibi bir fark vardır? Deynde artıp eksilme borçluya, emanette ise artıp eksilme alacaklıya aittir. Kur’an size bu tarifi vermez, ama sizi düşündürerek bu tanımı buldurtur. Emanet kelimeleri ile deyn kelimelerinin tahlilinden bu farklı mânâyı çıkarırsınız.
Kur’an bey’ ile ticareti ayırır. Bey’ bir insanın bir malı onu kullanmak için almasıdır, yahut ürettiği malı satmasıdır. Ticaret ise bir malı kârlı satmak için alıp satma faaliyetidir. Kur’an bunlara ait iki kelime kullanınca siz düşünüyor ve aralarındaki farkları ortaya koyuyorsunuz.
“Yetim” ile “zi’l-kurba” kelimelerini yan yana zikretmekle, bize bu müesseselerin akraba müesseseler olduklarını ilham eder. Diğer taraftan annen ve baban senin yanında yaşlılığa ulaşırlarsa demek suretiyle kişilerin yakınlarının yanında kalacağını teşri ediyor. O halde yetimler küçükleri koruyan müessesedir. Zi’l-kurba da yaşlıları koruyan müessesedir.
Kur’an’da kökler tasnif edilecektir. Sonra aynı kalıptan kelimeler tasnif edilecektir. Mesela semî’, basîr, alîm, kerîm gibi kelimeler bir araya gelecektir. Sonra bunlar tasnif edilecek, böylece yeni bir ilim doğacaktır. Kur’an’da geçen insan uzuvları böylece sınıflanacaktır. Diğer organlara da sistematik olarak yer verilecektir.
Bir örnek verelim: Kur’an’da “Hadid” kelimesi demiri ifade eder. Harflerin ebced hesabı ile toplamı atom numarasını verir. Birinci harf sütun, son harf sıra numarasını verir. Buna göre biz diğer bütün elementleri adlandırırız.
1+(1+3)+(1+3+5)+(1+3+5+7)+(1+3+5) +(1+3)+1=88
88+14+10+6=118 elementin de adları kıyas yoluyla tesbit etmiş oluyoruz.
Burada size bunları anlatmak istemiyoruz.
Atomlar böylece adlandırıldığı gibi moleküller de adlanabilecektir.
Bir “Hadid” kelimesi bize neler öğretmektedir.
Bundan daha veciz bir ifade düşünülebilir mi?
Kur’an sûrelerin başlarına harfler koymakta, böylece bize sûrelerin tasniflerini yapmaktadır. Bu tasnifi seçilmiş sayılara göre yapmaktadır. Ama Arapça alfabenin yarı harflerini kullanmakta ve seslerin tasnifini de yapmakta, böylece bize ses ilmini öğretmektedir.
10- İstihsan yaptırır
Kur’an’ı okuduğunuz zaman aklınızda bir soru varsa, öyle cümle ile karşılaşırsınız ki o size ne yapacağınızı açıkça söylemese de, size çözümü ilham eder, aklınıza getirir. Siz böylece sorununuzu çözmüş olursunuz.
Kıyas şöyle yapılmaktadır. Bir asıl vardır. Mesela üzüm şarabı asıldır. Onun hükmü vardır, o da haramlıktır. Bir illeti vardır, o da sarhoşluktur. Sonra rakıyı alıyoruz. Buna fer’ denmektedir. Fer’de de sarhoşluk yapan vasıf vardır. O halde rakı da haramdır diyoruz.
Şimdi burada asıl, fer’, illet ve hüküm olarak dört unsur vardır. Bunlardan üçü de Kur’an’da tesbit edilir. Fer’de de vasfı biz tesbit edersek kıyas tamam olur. Ama birçok hallerde asıl vardır, hüküm vardır, ama illeti Kur’an’da zikredilmemiştir. O zaman illeti biz buluruz. Buna “kıyas” diyoruz.
Diğer taraftan az olmakla beraber, bazen aksine Kur’an’da illet zikredilmiş, hükmü de zikredilmiştir. Ama asıl yani örnek verilmemiştir. Yani bize kendisiyle mukayese edebileceğimiz madde verilmemiştir. Bu durumlarda uygulama zordur. Çünkü illetin derecesini tesbit edemeyiz. Elimizde o vasfın şiddetini veren ölçü âletimiz yoktur. O zaman biz içimizden geldiği şekilde bir maddeyi seçeriz. Artık diğerlerini de olana kıyas ederiz.
İşte buna “istihsan” denir.
Kıyas, asılda illetini bulmaktır.
İstihsan ise illete asıl bulmaktır.
Usulcülerin “istihsan” dedikleri bu anlatılan illete asıl bulmaktır. Ancak genel olarak istihsan aklî delildir. İlmî dedildir demiyorum, çünkü ilmî delil istidlâl içinde yer alır. Genellikle icma ile sabit olan hükümler vardır. Özel olarak ne aklî ne de naklî delili yoktur. Ama onun öyle olmasında insan aklı ittifak etmektedir. Böyle yerlerde o hükme bir asıl bulmak gerekir. Bazen illette bulmak gerekir. O takdirde o da istihsandır.
Böylece istihsan bir sezidir, bir ilhamdır. O da insanlar için delildir. İcma olursa o zaman kesin delil hâline dönüşür.
Kur’an insanlara bunu diğer delillerin bittiği yerde kullandırır.
Bugün sömürü sermayesi birtakım uydurma istihsanlar yapmaktadır. Mesela, tek evliliği tartışılmaz doğru olarak koymaktadır. Zinayı tartışmamakta, onu da tartışmasız meşru saymaktadır. İdam cezalarını da kaldırmaktadır. İnsanlara bir çok temelsiz şeyleri kabul ettirmektedir.
O halde başka delillerin yer aldığı yerde istihsan olmaz. İstihsan başka delillerin bittiği yerde başlar. Bu birinci kuraldır. Sahih kıyas varken de istihsana gidilemez.
İstihsan için ikinci kural ise, istihsan sistem içinde oturmalıdır. Diğer dört delille sabit olan hükümlerle oluşan sistemin içinde yer almalıdır. Yani o makinanın parçası olmalıdır. Başka bir ifade ile vücut bunu kabul etmelidir. Sistem onu dışlamamalıdır. Zinayı serbest yaptığınız zaman aile müessesesini yıkarsınız. Faizi meşru yaptınız mı tekeller oluşturur, ekonomik dengeyi bozarsınız. İdamı kaldırdığınızda cezaların caydırıcılığı ortadan kalkar. Primli sigorta sistemi sınıf çatışmasına götürür. Bu tür istihsanların meşruiyeti yoktur.
İstihsanın başka bir şartı da, her zaman uygulanabilir kural ortaya koymalıdır. Yani geçici olarak birilerinin çıkarı için istihsan yapılmamalıdır. Ben eğer bira içseydim, belli alkol düzeyindeki biranın haram olmadığı hususunu ortaya koyamazdım. Çünkü o zaman yaptığımı savunmuş olurdum. Ama ben hayatımda birayı ağzıma almadım. Boza da içmedim.
O halde kendimizi savunma içgüdüsünde olmamalıyız, çıkarımız olduğu için hüküm vermemeliyiz. Bu durumlarda istişare yapmalı, çıkarı olmayanların istişaresine baş vurmalıyız. İstihsan olduğu için istişarenin önemi çok olacaktır. Çünkü topluluğa gelen ilham kişiye gelen ilhamdan daha ileridedir.
İstişarede, istişare eden kimse soruyu ortaya koyar. Sıra ile herkes beyanda bulunur. İstişare edenin içinde bir görüş ortaya çıkar. Bu eğer sadece kendisini ilgilendiren kısımsa, ona istihsan diyoruz. Burada karar veren yine kendisidir. Ama başkalarının fikrini alarak karar vermiştir. Başkan istişare eder de topluluğa ait işlerde karar verirse veya kamu görevi ve genel hizmetle ilgili istişare edilir de karar verilirse, bu istişare olur.
İstihsanın en açık delili; “Onlar her söze kulak verirler, en iyisine (ahsenine) uyarlar” âyetidir. İşte zaten “istihsan” da buradan (“hasen” kelimesinden) alınmış bir kelimedir.
İstişare ile istihsan kelimeleri birbirini tamamlayan kelimelerdir.
Böylece Kur’an’ın icazı nasıl yaptığını, hangi usulleri kullanarak 600 sahife içine tüm ilimleri ve hükümleri sığdırdığını öğrenmiş oluyoruz.
Kur’an bu yönüyle de mucizedir.
16. VECİZDİRالوجيز
1- Müşterek kelimeler kullanır
2- Özel deyimleri var
3- Özel kuralları var
4- Temsillerle anlatır, analoji yapar
5- Kıyas yapar
6- Yarılama, katlama sistemi
7- Denge kuralını koyar
8- Orta değer kuralını koyar
9- Kelimelerle tasnif yapar
10- İstihsan yaptırır