Kur'an Fasihtir Gramer Hatası Yapmaz - II -
Süleyman KARAGÜLLE
12 ARALIK 2011 YIL:2 SAYI:35
6- Cümleler kısadır, dinleyiciyi anlamada zorlamaz
Kur’an’da bazen çok uzun cümle kullanılır. Türkçeye çevirirken birkaç âyeti bir arada tercüme etmek zorunda kalınır. Ama bu ifadede bile sözler öyle sıralanmaktadır ki, dinleyen anlamakta zorluk çekmez.
Türkçede cümle fiille biter ve bununla cümlenin bittiğini anlarsınız. “Ben dün sabah Ankara’dan kalkarak, Eskişehir’den geçip, sıkıntılı bir yolculuktan sonra akşama doğru ancak Adapazarı garajına yağmurlu bir havada vararak İstanbul’a ulaşabildim.”
Bakınız, ben uzun bir Türkçe cümle kurdum. “Ulaşabildim” dediğimde cümle bitmiştir. Çünkü son kelime daima fiildir.
Arapçada ise fiil başa geldiği için cümlenin bitişini gösteren sesler vardır. Cümlenin sonuna gelmişseniz son harekeyi kaldırır veya elife dönüştürürsünüz. Dişilik ifade eden yuvarlak “t”yi “h” yaparsınız. “Yadribu” yerine “yadrib” dersiniz, “ceman” yerine “cemaa” dersiniz. Arapçadaki uzun cümleler öyle söylenir ki, daha önce duyduğunuz zaman da doğru manâ ifade eder. Dolayısıyla dinleyiciyi sıkmadan uzun cümle yapabilirsiniz. Kur’an maharetle bu metodu kullanır. Ama genel olarak cümleler kısadır.
Bir örnek verelim. “Allah ezvacı halk etti.” “Allah ezvacın küllisini halk etti.” “Allah arzdan bitirdiklerinin küllisini ezvac yarattı.” “Allah arzdan bitirdiklerinin ve kendi nefislerinin küllisini ezvac halk etti.” “Allah arzdan bitirdiklerinin, kendi nefislerinin ve bilmediklerinin küllisini ezvac halk etti.”
İşte, Arapçada “halk etti” sözü başa alındığı ve duraklama işaretleri sözle ifade edildiği için âyeti dura dura okursanız her parçası doğru manâ verir. Bunun yararı, dinleyici sözleri kavramak için cümlenin sonunu beklemek durumunda değildir. Uzun cümleler bile kısa cümlelerin uzatılması ile doğar.
Hattâ siz bir cümle kurarsınız. Cümlenizi bitirirsiniz. “İllâ” diyerek istisnasını yaparsınız. Bu Türkçede ayrı cümle yapıları ile ifade edilir. “Cumartesi dışında ben hep geldim” dersiniz veya “Ben hep geldim, bir cumartesi gelmedim” dersiniz. Arapçada “Ci’tü’l-eyyâme küllehâ illâ fis’s-ebti” dersiniz. “İllâ”yı ayrı söylersiniz veya birlikte söylersiniz. Cümle yapınızı değiştirmezsiniz, sadece uzatır veya uzatmazsınız.
Âyetlerin sonlarında kısa isim cümleleri gelir. “Allah azîzdir, alîmdir. Allah hakîmdir, semidir.” Bu çok kısa ek cümleler dinleyenlere bir takıntı meydana getirmez. Sadece bir tekrar ve teyit etmek için getirilmiş şeklinde anlar. Oysa bu ek cümleler hükümlerin mahiyetini anlatır. Haber eğer marife ise o zaman orada anlatılanlar kâinatın halikı Allah’a ait olup insanların orada bir yerleri yoktur demektir. Ama eğer haber nekire ise o zaman başka bilen de vardır demektir, yani Allah’ın halifesi olan kamu kuruluşları da o âyete muhataptır demektir. Bunun gibi orada kullanılan kelimelerden değişik fıkhî sonuçlar çıkar. “Allah alîmdir” deniyorsa ve nekire olarak gelmişse, bu husustaki kayıtları devlet arşivleri tutacaktır demektir.
Halk konuşmalarda uzun cümleler yapmaz, kısa cümlelerle meramını ifade eder. Kur’an halk dili ile geldiği için uzun cümlelere çok az geçer. Yukarıda da söylediğimiz gibi dinleyiciyi sıkmadan cümle uzatılır.
Kur’an dili Kur’an için hazırlanmıştır. Yani Kur’an Arapçaya göre gönderilmemiştir, Arapça Kur’an’a göre ortaya çıkarılmıştır. Dolayısıyla Arapçadaki fesahat Kur’an’ın fesahatidir. Kur’an’ın Arapçadaki bu özelliğini maharetle kullanması da bir mucizedir.
Kur’an sûrelere ayrılmıştır. Her sûre ayrı kitap gibidir. Kendi başına yeterli açıklamalara sahiptir. Uzun sûreler vardır, kısa sûreler vardır. Uzun sûreler “ayn” harfleriyle bölümlere ayrılmıştır. Buna “aşır” denmektedir. Her aşır bir konuyu işler. Böylece sûreler de küçük bölümlere ayrılmış, uzun sûreler de kısa sûreler gibi kolay anlaşılır hâle getirilmiştir.
Demek ki Kur’an öyle bir kitaptır ki, uzun cümlelerle ifade edilenleri kısa cümlelerle ifade edebilmekte, yahut uzun cümleleri kısa cümleler gibi etkili söyleyebilmektedir. Bu hususta tam olarak bilgi sahibi olmak için Kur’an üzerinde düşünmek gerekir.
7- Kur’an cümle yapısında hata yapmaz, incelikleri bilir
Arapça dilinde fasih konuşma son derece zordur. Takdim tehirler, gönderilen zamirler, mazi muzari sigaları, kullanılan harfler çok ince manâlar taşır. Bu incelikler bütün dillerde mevcut olmakla beraber, o inceliklerin gramerleri gelişmediği için yapılan hatalar kolayca ortaya çıkmaz.
Kur’an’da sonradan Arapça kurallarına uymayan yerler vardır ve ilk bakışta gramer hatası olarak görünür. Ama önce Arapların kulağını tırmalamadığı için onu gramer hatası kabul edemeyiz. Öyle olsaydı Araplar ona itiraz eder, bu böyle değil de böyle olmalıdır derlerdi. Oysa Araplarda bu sanat çok gelişmiştir ve Arapça kurallara uymayan ifadeleri hemen ayırır ve tayıp ederlerdi. Dillerde istisnalar vardır. Kurallara uyulmaz. “Yemek” fiilinde “yeyecek” dememiz gerekirken “yiyecek” diyoruz. “Demek deyoruz” dememiz gerekirken, “deyiyoruz” desek kurala uygun olur ama fasih olmaz. Kur’an Arapçasında da böyle kurallara aykırı ifadeler mevcuttur. Ama Arapça diline uygundur. İstisnalardır, şazdır.
Kurallı dil öğrenenler hep bu hataları yaparlar. Türkler de o hataları ile onun yabancı olduğunu anlarlar. Kur’an’da bize göre gramer hatalarına uymayan yerler görülür. Biz onu yorumlarız. Ama Araplar onu hatalı görmezler. Nitekim görmemişler. Bütün Araplar Müslüman olduktan sonra herkes Kur’an okudu ama kimse şu hatalıdır demedi. Hattâ Kur’an’ı ezberlerken değişik şivelere göre okundu ve kıraat edildi. Araplara göre yanlış olsaydı onu düzeltirler, düzgününde icma ederlerdi.
Buna bir misal verelim: Şuurlu varlıklar “Men” ile, şuursuz varlıklar “Mâ” ile gösterilir. “Allah kimi yarattı ise” diyeceğine, “onu ne bina ettiyse” denmektedir. Bu ifade kimsenin kulağına Arapçada bir tedirginlik yapmamaktadır. “Onu ne yarattı ise” kulağa hoş gelmez, çünkü “ne”ler yaratamaz. Sonra Allah nesne değil kimsedir. Ama Araplar bunu söylemektedirler. Çünkü “Men” ve “Mâ” ayrı ayrı kelimelerdir, biri şuurlu diğeri şuursuz varlıkları gösterir.
Şimdi bir soru gelir, “Men” ve “Mâ” birden kastedilirse ne yapılacaktır?
Mesela, ben ve seni “biz” olarak ifade ederiz. İstemenin içinde “mâ”lar dahil değildir. Oysa “mâ”nın içinde “men”ler dahildir. Dolayısıyla cümle yanlış değildir. Allah doğrudan değil de meleklerle ve doğal kanunlarla inşa ettiği için “Mâ” demektedir. Diğer taraftan Allah kendisinden hem “Men” hem “Mâ” olarak bahsederek O’nun insanlarla aynı gruptan “Men” olmadığını ifade eder, çünkü O’nun benzeri yoktur.
Kur’an zamirleri gönderirken de ilk bakışta bazı farklar yaptığı zannedilir. Oysa dikkat edildiğinde tamamen uygun zamirler gönderir. Mesela, “Allah ve resulü”ne zamir gönderirken ikili zamir göndermez, tekli zamir gönderir. İlk bakışta bu hatalı gibi görünür. Oysa “Allah ve resulü” bir kurumu, hakemler kurumunu ifade etmektedir. O sebeple müessese kastedildiği için “Hu” zamiri getirilmiştir. Böylece gramerde hata yerine son derece fasih bir ifade ile ifade edilmiş oluyor.
Kur’an’da Allah’tan bahsedip de ona bir nekire haber getirildiğinde, ondan başkaları da varmış gibi olur. Mesela, Kur’an’da Allah için “Ehadun” denmektedir, ama “es-Samed” denmektedir. O halda “Allahu el-Ehad” olması gerekirken, “Ehadun” denmiştir. Bu iki bakımdan hatalı cümledir. Biri nekire gelmiştir, ikincisi de “ehad” kelimesi tek başına nekire olarak geldiğinde hiçbiri mânâsını taşır. Müsbet cümlede gelmez. Burada gramer hatası varmış gibi nekire olarak haber gelmiştir. Oysa “Ehad” Muhammed gibi isimdir. Nasıl “el-Muhammed” olmazsa, “el-Ehad” da Allah için olmaz. Özel isimlerdeki tenvinler nekire anlamında değildir. Vaz’i hâs ile vazolunmuştur.
Kur’an’ı yorumlarken, ilk bakışta hatalı gibi görünen cümleler üzerinde düşünüldüğünde bizim hatalı düşündüğümüz ortaya çıkar. Bunun anlamı şudur ki, Kur’an en ince Arapça gramer kurallarına ve cümle yapısına uymaktadır.
Kur’an’da bunları keşfettikçe insanda imanın hazzı doğmaktadır. Bu konuda bir kitap yazılabilir. Hattâ Hamdullah gibi müfessirler bile bu inceliği yakalayamamışlardır. Sizler de Kur’an üzerinde bu hususta durabilir, bizim gibi zevk alabilirsiniz.
8- İbarî manâlar ile iş’arî manâlar arasında uyum vardır
Bir cümle söylendiği zaman dört mertebede manâ taşır.
a) İbarî manâlar. Söyleyenin söylenene anlatmak istediği ifadeler vardır. Cümle onun için kurulur. Söyleyen bunu aklına gelen kelime ve cümle yapısı ile ifade eder.
“Bu akşam ben size gelmeyeceğim” cümlesinde iş’arî manâ açıktır. O onun evine gitmeyecektir. Ama bu cümle Türkçede çeşitli şekillerde yapılabilir.
Bu akşam ben size gelmeyeceğim.
Bu akşam size ben gelmeyeceğim.
Ben bu akşam size gelmeyeceğim.
Size bu akşam ben gelmeyeceğim.
Ben size bu akşam gelmeyeceğim.
Size ben bu akşam gelmeyeceğim.
Bu cümlede iş’arî manâlar hepsinde aynıdır. Ama her birinin ibarî manâları farklıdır. Başka amaçla söylenmiştir. Bunları burada açıklamayacağız. Kural olarak fiile yaklaşan kelimeler daha önemlidir.
b) İş’arî manâlar. Söyleyen onları söylemek istemektedir. Ama cümlede onlar da söylenmektedir. “Bu akşam size ben gelmeyeceğim” dediğimiz zaman, başkası gelecek anlamı da çıkar ki bu iş’arî manâdır. Bazan bu ibarî manâ olur. Ama bu sefer de gelmemesi iş’arî olur. Bir kilo pirinç aldığınızda torbasını da alırsınız. Çünkü pirinç torbası içindedir.
c) Bunların dışında bazı delâlet manâsı da vardır. “Bakkaldan bir kilo pirinç aldım” derken, bakkalın pirinci sattığını da ifade etmiş oluyoruz. Bu da delâlet manâsıdır.
d) İktiza ile de delâlet vardır. Demek ki evde ocak varmış ki bu pirinci almıştır. Bunu ancak pirincin ocakta pişeceğini bildiğimiz için anladık.
İşte, kişi konuşurken sadece ibarî manâları ifade eder, iş’arî manâları düşünmez. Bakarsınız diğer manâlar hatalı olur. Bunu Hazreti Peygamber’in hadisi ile örneklendirelim.
Hazreti Peygamber Medine’de tuvalet yaparken kıbleye karşı oturmayın, şarka veya garba dönün diyor. Bu cümle Medineliler için doğrudur. Çünkü Medine’de Kâbe güney tarafındadır. Ama bu cümle Bağdat’ta doğru değildir. Çünkü orada Kâbe batı tarafındadır.
İşte, biz konuşurken bilgi eksikliğimizden dolayı böyle hatalar yaparız. İktizaî manâlar yanlış olur. Kur’an’da böyle bir hataya rastlanmaz.
Tevrat ve İncil’de, diğer eski kitaplarda da ibarî ve iş’arî manâlar vardır. Ancak onlarda daha çok ibarî manâlar vardır. İş’arî manâlar ile, iktizaî manâlar ile amel etmeleri onlara emrolunmamıştır. O sebepledir ki o kitaplar başka dillere çevrilebilmektedir. Oysa Kur’an’da çok az ibarî manâlar vardır, diğer manâlar ile ifade pek çoktur. İçtihat da bunun için gerekmektedir. İçtihat demek, ifadelerin iş’arî, delalî ve iktizaî manâlarını ortaya koymak demektir. Müçtehit bunları yapar. Bir de buna kıyas eklenir. Böylece Kur’an’ın manâları bitmez tükenmez hâl alır. Bu yollarla Kur’an’da her konuda hüküm bulmak mümkün olmaktadır.
Ne kadar derinlemesine incelersek inceleyelim, Kur’an’da bir çatışma ve bir iptal etme durumu ile karşılaşmayız. Tam tersine içtihatlar yapıldıkça, hükümleri ortaya koydukça aklî ve mantıkî sistem ortaya çıkmakta, o sorunlarınızı çözmektedir. Kur’an’ın bu özelliği onun fesahati demektir. Çünkü cümleler arası çelişki yoktur. Getirdiği hükümler birbirini tamamlamakta ve sistem oluşturmaktadır. I. Kur’an Uygarlığı bunu kanıtlamıştır. Şimdi II. Kur’an Uygarlığı’nın da böyle olduğunu “Adil Dünya Düzeni Çalışmaları” ortaya koymuştur.
Kur’an’ın bu fesahatidir ki binlerce yıl gelip geçecek, ama Kur’an’da eskime olmayacaktır. Kimse ona bu eski sözlerdir, artık geçersizdir veya değişmesi gerektiğini söyleyemeyecektir. Kur’an bu fesahati ile her gün bize yeniden nâzil olmaktadır.
9- Tekrarlar vardır ama usandırmaz
“Ahmet bize geliyordu, onu su içerken gördüm” dersin, “Ahmet’i gördüm, Ahmet’i su içerken gördüm” demezsin. “Ahmet” kelimesini gereksiz yere tekrar etmemiş olursun. Ama “Ahmet sınıfını geçti, o çalışkandır” diyebildiğin gibi, “Ahmet sınıfını geçti, Ahmet çalışkandır” diyebilirsin. Burada “Ahmet” tekrar edilmiştir. Çünkü Ahmet’in çalışkanlığına vurgu yapıyorsun. “O imtihana girmeseydi yine o çalışkan birisidir” demiş olursun. Çalışkanlığı genelleştirirsin.
Kur’an’da pek çok tekrar vardır. Eğer biz o kadar tekrar yapsaydık, konuşmamız aksak olurdu. Ama Kur’an için aksak olmamaktadır.
Eğer bir kimse değişik özellikleri ile ifade edilecekse, zamiri değil de ismi tekrar edersiniz. “Sezer hukukçudur, o iyi cumhurbaşkanlığı yapıyor ve Sezer’in eşi çok asil kadındır, başarılı çocukları var” dersiniz. Sezer’i tekrar söylersiniz. Çünkü birinde resmi özelliğini söylüyorsunuz, diğerinde ise özel hayatı ile ilgili bir özelliği anlatıyorsunuz.
Kur’an’da mesela Allah’tan bahsederken eğer kâinatı yaratan Tanrı’dan bahsediyor, sonra O’nun halifesi olan topluluk da kastediliyorsa zamir göndermez, Allah vasfını tekrar eder.
“Söyle, Allah ehaddır. Samed olan Allah’tır” diyor ve burada “Allah” kelimesini tekrar ediyor. Çünkü birincisinde Allah haberdir. O Allah’tır, ehaddır. Samed Allah’tır. Birinci Allah’ın açıklamasıdır. “Es-Samed” veya “Hüve es-Samed” denseydi, samedin de haber olması gerekirdi. Oysa burada istenen samedin vasıf olmasıdır. Haber değil de vasıf olmasıdır. Bunun için tekrar edilmiştir.
İnsanda bazı özellikler vardır. Değişikliklerden hoşlanır. Aynı şeylerin, bildiği şeylerin tekrarı insanı sıkar. Hep gördüğü şeyleri görmek istemez. Ancak eğer bir şeyi çok duyar veya görürse insan ona alışır ve onu hep görmek veya duymak ister. Bıktırmadan tekrar edebilirseniz o kişi artık onu sever ve yapmak ister. Şoförlüğü öğrenmek zordur, ama öğrendikten sonra ise eğer hep kullanıyorsan arabayı kullanmadığın zaman sıkıntı basar.
Kur’an tekrarlar yapar. Ama öyle tekrarlar yapar ki insanı asla usandırmaz, sıkmaz. Sonra öyle alışırsınız ki, Kur’an’ı dinlemek yemek yiyormuş gibi zevk vermeye başlar.
İşte, Kur’an’da tekrarlar vardır ama o tekrarlar o kadar ustalıkla yapılmıştır ki insana asla bıkkınlık vermez.
Şiirlerde kafiye vardır. Son hece hep tekrar edilir. Biz dinlerken bize hoş gelir. Eğer tekrar edilmezse hemen bizde uyarıcı etki yapar. Arapçada vezinler vardır, onlar tekrar edilir. Türkçede heceler tekrar edilir.
Demek ki tekrar aynı zamanda insanın hoşlandığı bir şeydir. Müzik öyle değil midir? Müzikte sesler tekrar eder. Türk halı motifleri, camilerdeki süslemeler, kumaşlar hep tekrarları içerir. Kur’an bunları en ileri bir şekilde yapar.
Bir ayakkabı giyersiniz. Önce sizi rahatsız eder. Birkaç defa giydikten sonra ona alışırsınız. Ayakkabı da size alışır. Ondan sonra bir başkasının ayakkabısını yanlışlıkla giyseniz ayağınız hemen onu tanır.
Demek ki tekrarla canlı arasında uyum vardır. Canlı çevreye alışmaktadır. İnsan kendi şehrini, kendi memleketini çok sever, çünkü alışmıştır. Gurbet elde sıla hasretine tutulur. İnsan biraz uzak kalınca evine dönmek ister. İnsanın alıştığı yatak vardır, orada yatar.
Bunlarla tekrarın insan için ne kadar gerekli olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Kur’an’da “Allah” kelimesi devamlı olarak tekrar edilmektedir. Kur’an okuyan kimse Kur’an’ı bitirdiği zaman 2826 defa Allah kelimesi tekrar edilmiş olmaktadır. Kur’an’ın her yaprağına 9 Allah kelimesi düşmektedir. Kur’an yalnız Allah kelimesini değil, rab kelimesini de böylece tekrar etmektedir.
İnsan en çok titrek seslere alışıktır. Çocuklar uyutulurken ninni söylenir, lay lay yapılır, ru ru yapılır. Bunlar titrek seslerdir, insanın yapısı ile rezonansa gelen seslerdir. Allah kelimesi de bu sesleri içerir. İbadetlerde toplantı hâlinde “Allah Allah” diye zikredilir. Böylece insan bedeni titreşimleri ile zindeleşir. Kur’an böylece tekrarı ile insanı hem bedenen sağlığa hem de ruhen sükuna götürmektedir. Kâfirler bundan rahatsız olup Allah’ı zikretmeyi suç saymaktadırlar.
10- Konular arasında sıkı irtibat var ama dinleyen konular arasında seyahat eder
Afrika’nın vahşi ormanlarına veya Karadeniz ormanlarına girerseniz, orada değişik bitkiler ve hayvanların karmakarışık dağıldığını görürsünüz. Bunların gelişigüzel buralarda yer aldığını sanırsınız. Oysa bunlar bir ortak alan oluşturmakta, adeta hepsi birden bir canlıyı meydana getirmektedirler. Önce bütün güneşin tam olarak alınıp depolanabilmesi için güneşin ışığından, gündüzün ışığından yararlanan bitkilere ihtiyaç vardır. Güneş günün saatlerine ve mevsimlerine göre değişik şekilde ışık saldığı gibi, bitkilerin üst tarafından geçen ışık alt tarafında da yararlı şekil alır. Bunları canlılık maddesine çevirirler. Bu bakımdan değişik yapraklara sahip bitkilere ihtiyaç vardır. Bunlar iç içedir.
Bitkiler topraktan aldıkları maddeleri canlının kullanacağı maddelere çevirirler. Bunlara uzvi maddeler yani organik maddeler denir. Her bitki her maddeyi üretemez, her canlı her maddeyi üretemez. Üretilen maddeleri toprak yoluyla veya besin yoluyla birbirine aktarırlar. Bunun için böcek yapan bitkiler vardır. Aynı yerde bulunan bitkiler birbirine dayanışırlar ve yardımlaşırlar. Karmakarışık görünürler ama büyük bir düzen içindedirler.
Kur’an’da da ilk bakışta birbirleri ile ilgisi olmayan konular bir araya getirilmiş, aynı âyette ve aynı sahifelerde anlatılmaktadır. İlk bakıldığı zaman aralarında ilgi yokmuş gibi görünür. Oysa onlar birbirini tamamlamaktadır. Birlikte zikredilmelerinde büyük manâlar taşımaktadır. Kelimeler öyle seçilir ve kullanılır ki, bir sayfada veya Kur’an’da o varlıklar tasnif edilmiş olur.
Fatiha Sûresi’ni ele alalım, orada geçen kökleri tasnif edelim. 16 kök vardır. Bunları bir matriste gösterebiliriz.
1) Soldaki sekizlik Allah’la ilgili kısımları içerir. Sağdaki ise insanla ilgili kısımları içerir. Üstteki sekizlik Allah’ın insanlara olan nimetlerini sayar.
2) Sol üst kul ile Allah arasındaki bağlantıyı gösterir. Sağ üst Allah’ın nimetlerini sayar. Sol alt İlâhi düzeni koyar. Sağ alt sosyal düzeni koyar.
3) Hamd ile ibadet, rabb ile malikiyet, rahmet ile nimet, hidayet ile avn, din ile sırat, âlem ile kavm, gayr ile yevm ve dalâlet ile gadab arasındaki ilişkiler bilinmektedir.
4) Hamd ile rab, ibadet ile mâlik, rahmet ile hidayet, nimet ile avn, din ile gayr, sırat ile yevm, âlem ile dalâlet, kavm ile gadab arasında ilişki bulabilirsiniz. Başka ilişkiler de bulunmaktadır.
Görülüyor ki Fatiha’da ilk âyetlerde gaybden bahsedilir, sonra muhataba geçilir. Böylece bir uzaklık var gibi görülür. Ama derinlemesine tetkik edildiğinde tüm Kur’an’ı özetlemektedir.
Kur’an Allah ile kul arasındaki ilişkileri ortaya koyar. Kur’an Allah’ı gaib olarak anlatır, insanlara ise hitap eder. Bir taraftan insanların Allah’ı anlama kelamıdır, insanlık adına konuşmaktadır. Diğer taraftan da Allah’ın insanlara hitabıdır. Böylece Kur’an birbirine zıt cümlelerle karışık gibi görünür. Oysa Kur’an en veciz şekilde insanlara gönderilen bir kitap olarak karşımıza çıkar.
Bir misal ile anlatalım.
Kur’an Allah’ın kelamıdır. Kendisinden hep “Ben” veya “Biz” diye bahsetse, biz onu Muhammed’in kendisini ilâh olarak ilân ettiğini sanırdık. Çünkü onun ağzından çıkmaktadır. Kur’an hep “Allah” ve “O” diye bahsetse, o zaman da Kur’an Allah’ın sözleri değil, Muhammed’in sözleri gibi olurdu. Ama Kur’an bunu “Ben” veya “Biz” deyip sonra “Allah” diye bitirse, o zaman Kur’an’ı söyleyenin Allah olduğunu anlarız.
İşte Kur’an muhatapla başlayıp gaiple biten cümleleri bunun için kullanmaktadır. Bunları o kadar uygun bir şekilde kullanır ki, biz onda herhangi bir yadırgama hissetmeyiz.
Böylece Kur’an’ın fesahatinden on kadar örnek vermiş olduk.
Bir kitap bir dille yazılır, o dilin incelikli kurallarına uygun cümlelerle ifade edilirse, o fasih dil olur.
Hamd | İbadet | Rahmet | Nimet |
Rab | Mâlik | Hidayet | Avn |
Din | Sırat | Âlem | Kavm |
Gayr | Yevm | Dalâlet | Gadab |
13. FASİH; GRAMER HATASI YAPMAZ الفصيح
1- Arapça kelimeler kullanır, yeni kelime uydurmaz
2- Aynı anlamda iki kelime kullanmaz
3- Kelimelerin etimolojik anlamlarını da korur
4- Halk dili kullanılır, halktan kopmaz
5- Kelimelere ve deyimlere özel anlamlar yükler, eski mânâlarını da korur
6- Cümleler kısadır, dinleyiciyi anlamada zorlamaz
7- Kur’an cümle yapısında hata yapmaz, incelikleri bilir
8- İbarî manâlar ile iş’arî manâlar arasında uyum vardır
9- Tekrarlar vardır ama usandırmaz
10- Konular arasında sıkı irtibat var ama dinleyen konular arasında seyahat eder