Kur'an Bedi'dir; Hislere Hitap Eder - II -
Süleyman KARAGÜLLE
9 ocak 2012 yıl;2 sayı;39
6- Fiil Namaz
İnsanlar birbirleriyle konuşarak anlaşırlar. Ancak anlaşma araçları sadece konuşma değildir. Konuşmanın yanında seslerden uyanı müzikten de yararlanarak anlaşmada kullanırlar. Ağlamak, gülmek, bağırmak, şarkı söylemek bu ifade araçlarındandır. Şekil ve resim de onların ifade araçlarıdır. Hareketlerin de insanların birbirleri ile anlaşmalarında etkin olduğu görülür.
Birisini gördüğünüz zaman ona selam verirsiniz. Bununla yetinmez, ayrıca elinizle de işaret edersiniz. Hattâ birisinin karşısında konuşmadan saygı duruşu yapmak konuşmaktan daha etkili olmaktadır. İşte, Kur’an’ın etkili olması için okunurken bazı hükümler koymuş ve böylelikle etkinliğini artırmıştır.
1- Kur’an temiz olarak okunmalıdır. Bunun için hazırlık yapıyorsunuz, kendinizi onu anlamaya daha layık görüyorsunuz.
2- Kur’an, biri okurken diğerlerinin dinlemesini ve sükut etmelerini istemektedir. Konuşulmayacak ve gürültü çıkarılmayacaktır.
3- Kur’an okunurken âyetler arasında durulacak ve insanların bu arada kendi kendilerine düşünmeleri ve tahayyülde bulunmaları sağlanacaktır. Bugün müzikte bu sanat kullanılmamaktadır. Ama gelecekte Kur’an’ın bu tavsiyesi müziklerde yer alacaktır. Yani bir ses grubu icra edildikten sonra müzik kesilecek ve insanlar sessizlik içinde dinlenecekler. Bir aralıktan sonra tekrar icraya başlanacaktır. Böyle bir müzik sürekli müzikten daha etkili olacaktır.
4- Kur’an okunurken secde âyeti gelince herkes kalkarak secdeye gider. Bu da Kur’an’ın etkilemesi bakımından had safhaya ulaştırır.
Kur’an’ın fiilî olarak idrak edilmesi namazın emredilmesi ile en ileri bir uygulama olmaktadır. Namazda Kur’an’ı daima tertilen meks ederek okur. Bunun anlamı da kendi dilleri ile ifade edilmelidir. Yani Kur’an âyetleri arasında durulunca, anlamını kendi dilleri ile duymalılar. Bu nasıl yapılacaktır? İmam âyetleri okurken, imam durunca müezzin meali okuyabilir. Yahut namaz dışında bu yapılır. Sonra rüku ve secdeye giderek bu etkilenme artırılmaktadır.
Namazda imamın okuması dışında, bizzat kişinin okuması için son rekatlarda herkes kendi içinden okuyarak fiilen iştirak etmiş olur. Bugün Hanefiler okumamaktadır ama diğer mezhepler son rekatlarda cemaate okutmaktadırlar. Bize göre de bu uygundur. Bununla beraber ilk iki rekatta okunan Kur’an’ın etkisinde susarak saygı duruşunda bulunmak da okumak kadar, hattâ daha fazla etkilidir. Ancak bu durumda imamın da susması gerekir. Ebu Hanife bu susmayı vacip görmüyorsa da, okumayı da vacip görmüyor.
Kur’an’ı ezbere okumak, onu ezberlemek bir fiildir. Çocuklara Kur’an’ı ezberleme eğitimi verilmektedir. Bu ana okulunda başlayabilir. Dil öğrenme gibi Kur’an’ın müziğiyle ezber öğrenilmesi sağlanır. Bugün herkes İngilizce öğrenmektedir. Ama yarın İngilizce yerine herkes Kur’an’ın sûrelerini öğrenmekle meşgul olacaktır. Bizim çocukluğumuz böyle geçti. Ana ve ilk üç sınıf yani on yaşına kadar insanın beyni Kur’an’a göre düzenlenmiştir. Kur’an kurslarının önemi buradadır. Bizim ülkemizde ve dünyanın her yerinde Kur’an kurslarını açıp Kur’an sûrelerini ezberletmemiz gerekir. İnsanların buna yönelmeleri için Kur’an okuma üzerine imtihanlar açmalı, kıraati ve hıfzına göre iş yerlerimizde ücret derecelerini belirlemeliyiz. Bunu yapmamız gerekmektedir. Sadece bununla yetinmemeli, imtihanlarda ödül vermeliyiz. Bütün bunlar için bizim marketler zincirini kurmamız gerekmektedir.
Kur’an’ın hıfzı yanında yazısının da öğrenilmesi büyük ibadet kabul edilmiştir. Sahifeler üzerinde yazarken de aktif hâle gelmekte, fiilen Kur’an’ı anlamaya çalışmaktasınız.
Bizim yaptığımız yorumlar, yazdığımız yazılar ve okumalar da Kur’an’ı fiilen anlama içindedir. Kur’an kurslarında okunmasının öğretilmesi yanında Kur’an yorumları da yer almalıdır. Bunun için dil vakıfları kurmalıyız.
Eğer gidilecek hedefiniz belli ise ve yolunu da çizmişseniz, artık oraya gidiyorsunuz demektir. Adil Dünya Düzeni Çalışanları hedef ve yollarını belirlemişlerdir. Hedef ve yollarını belirlediklerine göre demek ki hedefe ulaşacaklardır.
7- Kıssa Hz.Musa ve diğerleri
Biz hiçbir şeyi yeniden yapmayız. Başlamış olaylar zincirinin bir halkasında iş yaparak ilerleriz. Olaylar ne bizimle başlar ne de bizimle biter. Biz zincirleme oluşan olayların bir halkasıyız. Bir ırmakta akan sular gibi tarih akmaktadır. Bu akışta bizim kanalımızdan da bir miktar su geçer, onunla ilgileniriz. O halde suyun nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmezsek o sudan yararlanmamız kolay olmaz. Tarih ulusların bilincidir.
Birisine bir öneride bulunacaksanız, ona önce kısaca geçmişi özetler ve durumu geçmişi ile tesbit edersiniz. Bu sayede karşınızdakine hem bilgi verirsiniz hem de onun zihnini konuya getirirsiniz. Artık konuya ısınmıştır ve onun üzerinde düşünmektedir.
Kur’an insanın yaradılışını hikâye etmekle başlamaktadır. İnsanın ne olduğunu anlatmak için Allah’ın insanı yaratırken meleklerle ve şeytanla konuşmasını hikâye etmektedir. Böyle bir olay geçmemiş olsa bile, insanın yapısının ancak bu kadar güzel bir şekilde tasvir edilip anlatılması mümkündür. İnsanda mevcut olan iyilik ve kötülük meyli, insana musallat olan nefis ve onu dürten güç şeytan ile tasvir edilirse herkes kendine göre anlar.
Hz. Adem’in kıssasından sonra Hz. Nuh’un kıssasını anlatmaktadır. Eskiden Hz. Nuh’un kıssasının hayalî olduğu sanılır ve tarihi gerçeklik verilmezdi. Bugün ise Irak’ta yapılan kazılarla Tevrat’ın ve Kur’an’ın anlattıklarının tarih olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. İş bu kadarla kalmamaktadır. Gerçekten Tevrat ve Kur’an’ın dediği gibi Sümer uygarlığı yeryüzünün ilk ve yegane uygarlığıdır.
Hz. Nuh uygarlığından sonra Hz. İbrahim’in ülkesinde oluşan Babil uygarlığı vardır, Hz. Lut ve Hz. Şuayb’ın uygarlıkları vardır. Kur’an bunları tekrarlayarak anlatmakta, böylece bize şeriatımızın tarihini yapmaktadır.
Sümer ülkesinde yetişen Hz. İbrahim’in oradaki mücadelelerini anlatarak tek Tanrı’nın felsefesini yapmaktadır. Hz. İbrahim yıldıza bu benim rabbim diyor, sonra Ay’dır diyor, sonra Güneş’tir diyor ve sonra da bunlar kayboluyorlar; kaybolduklarını görünce bunlar benim rabbim değillerdir diyor. Bunlar kayboluyor dediği zaman, o günün battığı zamanı anlatmış oluyordu. Oysa Güneş kaybolmuyor, sadece görünmez oluyor, etkisiz hâle geliyordu. Allah da görünmüyor ama her zaman etkisi devam ediyor. Güneş gibi değişiyor. Sonra Güneş bir zaman gelecek sönüp gidecektir. Kur’an buna da işaret etmiş oluyor.
Hazreti İbrahim’in putları kırıp sonra ‘onları bu büyük put kırdı’ demesinin hikâyesi ne kadar sade ve düşündürücü. Nemrut’a Güneş’i batıdan doğdur demesi ve onu susturması hep kelam ilminin hikâye ile anlatma metodunu kullanmasıdır.
Hz. Yusuf kıssası ile Mısır uygarlığını anlatmaktadır. İkinci büyük uygarlık orada cereyan eden bir olayla hikâye edilmektedir. Hz. Musa’nın sarayda büyümesi, sihrin Mısır’da nerelere kadar çıktığını ifade etmesi hikâyeler şeklindedir. Tarih kitabı şeklinde anlatılsaydı kimse geçmişte olanları bu ilgi ile dinlemezdi.
İsrail oğullarının çöllerde dolaşmaları, Hz. Musa ile didişmeleri insanlara hep başkanların ve kurucuların nasıl davranacaklarını örnek vererek anlatması şeklinde olmaktadır. Samir hikâyesi ile büyücülüğün mahiyetini anlatmaktadır. Eseri’r-resul deyip mucizenin mahiyetini bir kelime ile hülasa etmektedir.
Büyü de mucize de zamanında bilinmeyen doğal ilimlerden yararlanarak insanlara yapamayacakları şeyleri göstermektir. Ne var ki biri ben yaptım diyor ve yalan söylüyor. Yakaladığı bir bilgiden yararlanarak insanları kandırıyor ve sömürüyor. Diğeri ise öğrendiği bilgiden yararlanarak insanları uygarlığa götürüyor. Peygamberlerin asıl mucizeleri, getirdikleri ve binlerce yıl ömürleri olan uygarlıklardır. O gösterdikleri harikulade şeyler ise o uygarlıkları başlatmanın bir işaretinden başka bir şey değildir.
Kur’an Hazreti İsa hakkında da kıssalar ile teslisi reddetmektedir. Onlarla yemek yemekte ve sokaklarda dolaşarak bilinen bir şeyi söylemektedir. Kimse ana ile oğlun sokakta yürümediğini iddia etmiyor. Bunu bilmeyen de yoktur. Ama o sözü duyduğunuz zaman adeta sarsılıyor ve içinizde iman ateşi yanmaya başlıyor. Kur’an kendisi nâzil olduğu zamanki olayları da yine olaylar şeklinde anlatarak nereye doğru gittiğimizi bize bildirmektedir.
İşte Kur’an’ın bediiyatı kıssaları ustalıkla ortaya koymasıdır.
8- Tasvir Yerde ağaç
Hikâye yazanlar olayları anlatır ve olayların akışı ile insanların duygu ve düşüncelerini ortaya koyarlar. Roman yazarları ise olayları anlatırken olayların geçtiği yerlerin hayali tasvirlerini yaparlar. Böylece okuyucu olayları sanki orada yaşıyormuş gibi algılamaya başlar. Demek ki estetiğin başka bir kolu da tasvirlerle anlatmaktır. Seyyid Kutup bu konuda bir kitap yazmış ve Kur’an’daki tasvirleri anlatarak ondaki bediiyatı anlatmıştır.
Biz burada sadece mucize şekillerinin adlarına işaret ederek geçmekteyiz. Onları görmek ve yaşamak için bizzat Kur’an’la meşgul olmak gerekir. Yapılması gereken Kur’an’ı baştan başlayarak tasvir etmek ve şekillendirmektir. Kur’an’da “Allah ile” denmemiş de “Allah’ın ismi ile” denmiştir. “Allah’ın ismi” deyince, tüm görünen âlemi, yerleri, gökleri, dağları, tepeleri, ağaçları, çağlayan suları, hayvanları, insanı, hücreyi, atomu anlarız. Çünkü ne varsa hepsi O’nun ismidir. O halde Kur’an “Allah’ın ismi ile” diyerek bize kâinatın tümünü parça parça manzaralar hâlinde gözümüzün önüne getirmektedir.
“Allah” kelimesi mücerrettir. O’na hiçbir şeyi benzetmediğimiz için O’nda bir tasvir yoktur, O’nda tasvirsizlik tasviri vardır.
“Rahman ve rahim” kelimeleri ile bize merhameti anlatırken tasvirle anlatmaktadır. Bir annenin çocuğu üzerindeki titremesini, onu korumasını, kollamasını, gece gündüz onun yanında olmasını görürüz. Bu açılım bitmez. Tüm canlılara ve insanlara Allah’ın verdiği sayılamayacak çokluktaki nimetler gözümüzün önüne gelir; gözlerimiz, kulaklarımız, ağzımız, dişlerimiz, ayaklarımız, ellerimiz, saçlarımız, derimiz, aklımız, fikrimiz, idrakimiz… Biz bunlara çalışarak ve emek vererek mi mâlik oluruz?
“Rahman” kelimesi bu nimetleri gözümüzün önüne serer.
Sonra işsiz kalan, aç kalan insan aklımıza gelir, onun işsizlikten ve açlık korkusundan çektiklerini düşünürüz. Oruçla açlığın ne olduğunu hatırlarız. Bir fabrika sahibin ona iş vermiş, bir de avans vermiş. Bu durumda onun sevincini ve huzurunu hatırlarız. Allah’ın bütün insanlara iş verip onları doyurduğu görülür. 7 milyar insanın tek işvereni ve tek doyurucusu vardır. İşte, bütün bunları düşündüğümüzde, tüm insanlığın faal olduğu, iş yaptığı ve akşam da evine file ile yiyecek götürdüğü gözümüzün önüne gelir. 7 milyar insan trafikte günde belki binlere varan ölü vermektedir, ama ölüm raporlarında açlıktan ölmüş diye kayda belki de hiç rastlanmamaktadır.
Bu da “rahim” sıfatı içinde ifade edilmiştir.
Kur’an’ın bütün kelimelerinin etimolojisine gittiğimizde, onları tasvir ile anlamaya çalıştığımızda, bir roman ve onun tasvirlerini okuyormuşuz gibi olur. Kur’an’ın mucizesi onu bize yaptırmasıdır. Yani o tasvir etmiyor ama bize tasvir ettiriyor. Zaten romanlardaki tasvirler uydurmadır. Oysa Kur’an’daki tasvirler gerçektir.
Allah Hazreti Adem’i yarattığı zaman ona eşyaları gösterdi. Dağı, dereyi, tepeyi, parmağı gösterdi. Onlara birer ad verdi ve böylece ilkel konuşmayı öğretti. Sonra kelime üretme, cümle yapma sanatını öğretti. Bugün binden fazla diller, uygar diller işte o ilk kelimeler ve dilin üretme kuralları ile doğdu. Eğer Hazreti Adem’e öğretilen o kelimeleri yakalarsak, dilimizi daha kolay anlarız.
“Hamd” kelimesi ile tasviri anlatmaya devam edelim. “Hamd” cümle kapısıdır. Kamışlardan yapılan çardakların kapılarına kamış demetleri ile kapı yaparlardı. Kabile reisinin kapısı süslü olurdu. Bitişik iki odadan oluşur, odalara içten geçilirdi ama dışarıya çıkış için iki kapısı vardı. Bir arka kapı vardı, ev halkı buradan girip çıkardı. Bir de ana kapısı vardı, oradan da kabile halkı girer ve çıkardı.
İşte bu cümle kapısına “hamd” denirdi.
Cümle kapısı daha büyük ve görkemli yapılır, halkın kolayca tanıması ve oradan girmesi için işaret olması sağlanırdı. Görkemli kapıdan girilir, başkana dilekler iletilirdi.
Sonra ateşin düzgün alevle yanması, yani yakmadan yanması da “hamd” kelimesi ile ifade edildi.
İşte, Kur’an “Hamd Allah’a aittir” derken, cümle kapısı Allah’ın kapısıdır. Müracaatlar orada yapılır demektir. Ateşin aydınlatması da O’nun nimetlerini ortaya çıkarma anlamında kullanılmıştır.
İşte, Kur’an baştan sonuna kadar kelimeler ile tasvirdir. Bu da romandaki tasvir etkisini yapmaktadır. Ama uydurma ve hayali cümlelerle değil, kişinin muhayyilesi ile bunu çözmektedir.
9- Teşbih Semaya susud
Dil üretmenin iki yolu vardır. Biri kelimeden kurallar içinde yeni kelime üretmedir. Demirden demirci, gözden gözlük, yemekten yiyor kelimeleri üretilmektedir. Böylece yeni bir düşünce veya varlık için yeni kelimeler ortaya çıkar. Bu sayede değişik diller gelişir.
Dillerin değişmesi bir de telaffuzlardaki farklılıktan doğar. Türkler Arapçadaki ayın harfini çıkaramadığı için Oğuzlar “A” harfine çeviririler, Tatarlar ise “G” harfine çevirirler. Tükler “alim” der, Tatarlar “galim” der. Diller böylece değişir ve farklılaşır.
Diller yeni fikirler için çoğu zaman yeni kelime kullanmazlar, o varlığı bir varlığa benzeterek ifade etmek isterler. ‘Erkek gibi güçlü bir kadın’ dediğiniz zaman, burada kadın erkeğe benzetilmiş ve onun güçlü olması erkeğin güçlü olmasına benzetilmiştir.
Buna “teşbih” denmektedir.
Teşbihler çoğu zaman öyle uzun uzun anlatılmaz. ‘Erkek gibi kadın’ diyebilirsiniz. Hattâ kadına ‘sen erkeksin’ dediğiniz zaman da onun güçlü olduğunu ifade etmiş olursunuz.
Buna “icaz” denmektedir.
Bunun için bir ilim geliştirilmiştir, ona da “beyan ilmi” denir.
Kur’an’da teşbih sanatında bol bol misaller bulmak mümkündür.
Kur’an insanlığa yeni uygarlık getirmiştir. Bu uygarlık yeni kavramlar ve anlayışlar içermektedir. Hele Arapçada bu kavramlar hiç yoktur. Varsayalım ki Kur’an Roma uygarlığından yararlanarak orada olan şeyleri Arapçaya aktardı. Sadece bu bile kendi başına başarılacak bir iş değildir. Biz İslâm uygarlığını almışız ama dilimizin yüzde 70’i yabancı kelimelerle dolmuştur. Bugün uygar topluluk olarak batılılaşmaya başladığımız halde, dilimiz batı dillerinin kelimeleriyle dolmuştur. Kur’an o uygarlıkları Arapça ile, o günkü Arapça ile ve dili asla bozmadan daha da geliştirerek insanlığa aktarmıştır. İşte bütün bunları teşbih, mecaz ve kinaye sanatları ile sunmuştur. Yeryüzünde böyle uygarlığı diliyle oluşturan herhangi bir kitaba rastlamamız mümkün değildir.
Kur’an âhireti anlatmakta, öldükten sonrasını anlatmaktadır. O hayat bu hayattan farklı olmalıdır. Dünyadaki kelimelerle anlatacaktır. Cehennemden bahsederken, “Onun yakıtı insan ve taşlardır” diyor. Şimdi biliyoruz ki taş yanmaz. Çünkü taş zaten yanmış bir nesnedir. O halde taş nasıl yakıt olacaktır? Odun yandığı zaman duman olur. Taş yanınca ne olacaktır? İşte burada insanı düşünceye götüren sanat yapılmaktadır. İnsan nasıl yakıt olmaktadır? Yakıt yanıp biter. İnsan cehennemin odunu ise yanıp gidecektir. Ama başka bir âyette cehennemde ölüm olmadığı bildirilmektedir. İşte burada benzetme vardır. Onlar taş gibi oldular, daha da kasvettedirler deniyor.
Kur’an’da Allah’ı anlatırken, “O’nun misli gibisi yoktur” diyor. Benzeri gibi ne demektir? Gibi, benzeri demektir zaten. Benzeri gibi neyi ifade eder? Bu teşbihler insanı hep etkilemektedir. Çünkü insan aklını durdurmakta, onun yerine duyguları harekete geçirmektedir. İnsan beyni öyle çalışır ki, hisler ortaya çıktığı zaman fikirler geri çekilir, fikirler ortaya çıktığı zaman hisler geri çekilir. Estetik insanın fikirlerine değil hislerine hitap eder. Bunun için fikirleri geri çekmek gerekir. Bunun için insan aklının hemen kabul edemeyeceği, aklen mümkün olmayan gibi görünenler ortaya çıkarılır, sonra istenen duygular harekete geçirilmiş olur.
Bununla beraber bugün taşlar yanmakta, atom enerjisi böyle elde edilmektedir. Ynıh CO2 değil sonunda kurşuna yani taşa dönüşmektedir. Cehennemin yakıtı atom enerjisidir diyebiliriz. İnsan da yandığı zaman yok olmaz, taş gibi yapısı başka yapıya dönüşür. Yani ifadeler bediiliği en yüksek seviyeye çıkardığı halde, akliliği ve ilmiliği de korumaktadır. Bu iki zıt şeyi kendisinde bulundurma mucize olmaktadır.
Allah’ın bütün sıfatları sadece benzetmeden ibarettir. Madem ki O’nun bezeri gibisi yoktur, o halde Kur’an’da zikredilen sıfatların hepsi mecazdır. Ebu Hanife bunları çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. Allah görür ama bizim gibi gözle ve uılıka görmez, işitir ama kulakla ve sesle işitmez. Doğrudan bilir gibidir.
10- Tahyil Vehmeder
Konuşmada kullanılan diğer sanat da tahyil yani hayal kurdurmadır. Cümlenizi tamamlamaz, hazifler yaparsanız, karşınızdaki kişi kendisi hayal kurarak onu doldurur. Böylece kişi de aktif hâle gelir, yani sizin düşüncelerinize katılır. Kur’an’da pek çok hazif vardır. Bu konuda âyetlerde yazdıklarımızı buraya alacağım.
(FIy elDuNYAv Va eLEaPıRaTı) “Dünyada ve âhirette.” Burada Besmele’de olduğu gibi cümlenin kendisi ortadan kalkmış, yalnız “dünya ve âhirette” denmiştir.
Ankara’da bir barış mitingi yapsak; Irak’ta savaş dursun, Türkiye Irak’a saldırmasın diye pankartlar tutsak, afişler assak, üstünde “YURTTA ve CİHANDA” yazsak; herkes bunu “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diye anlar. Kürsüye çıkan herkes “YURTTA ve CİHANDA” diyor ve susuyor! Herkes düşünüyor ve onu kendi beyninde yoğuruyor.
İşte burada da “Dünyada ve âhirette saadet istiyor musunuz, ona göre amel ediniz” demek olur. “Dünyada ve âhirette saadete ulaşmak için düşünmeniz gerekmektedir” gibi uzun uzun cümleleri beyninizde kurarsınız.
Bununla beraber âyet her zaman cümlelerde bölünmez. Âyetin bittiğini gösteren cümle orta yerde olabilir. O zaman dünya ve âhiret üzerinde tefekkür ediniz.
“Fi’d-Dünya ve’l-Âhireti” denmiştir; “Ve Fi’l-Âhireti” denmemiştir. İkisi üzerinde birlikte düşününüz anlamı çıkar. Âhiret ile dünya bir kumaşın iki yüzü gibidir. Tamamen simetridir. Dünyada kötü olan âhirette de kötü olacaktır. Âhiret dünyada kazanılacaktır. İbadetler hem dünya için yararlıdır, hem âhiret için. Kişi çıkarları dünya, topluluk çıkarları âhiret olarak alınırsa, çıkar paralelliğini esas alın demek olur. O zaman âyet iadeli okunur. “Lealleküm Tetefekkerûn” denir, durulur. Tekrar edilir. “Tetefekkerûne Fi’d-Dünya ve’l-Âhireti” denmiş olur.
Bu takdirde dünya ve âhiret üzerinde düşünürsünüz demek olur. Yahut dünyada ve âhirette düşünürsünüz denmiş olur. “Fî” getirilmediğine göre bu ikinci manâ uzaktır. Eğer bu uzak manâyı kabul edecek olursak, o zaman âhirette de düşünme vardır demektir. Bu bizi âhirette de amel vardır anlamına götürür. Çünkü düşünmek yapmak içindir.
Burada lafzî mucize vardır. Bu âyet sahifenin sonunda gelmektedir. Eğer âyet cümleyi bölmeseydi satır sonu olmayacak, sayfa sonu âyetle bitmeyecekti. Cümle bunun için iki âyet arasında bölünmüştür. Ama aynı zamanda iki ayrı manâ yüklenmiştir. Tek cümle veya iki cümle olarak düşünebilmekteyiz. Demek ki hem lafzî hem de manevî bedaat vardır.
“Besmele” baştan hazifle başlar; “Allah’ın ismi ile” ama ne? “Allah’ın ismi ile” der ve onu dinleyicinin hayaline havale eder. Kişi o zamanda ne durumda ise aklına o gelir. Her şey Allah’ı hatırlattığı için insanın her durumunda bu cümle insanın hayalini harekete geçirir.
Sonra “Hamd Allah’ındır” der. “Rahmandır, rahimdir” der.
“Besmele”den anlıyoruz ki bu cümleler Allah’ın sözleridir. Ne var ki bunu insan söylemektedir. Evet, bu Allah’ın ismiyledir, yani Fatiha Allah’ın ismiyledir denmiştir. Ancak kişi konuşmaktadır. Fatiha hem Allah’ın sözleridir, baştaki besmele ile bellidir. Ama diğer taraftan “Sana ibadet ederiz, Senden yarım isteriz” sözü ile insan sözü olarak söyleniyor. Burada insana hayal ettiren bir geçiş vardır. Sizin böyle söylemeniz ve böyle yapmanız gerekir. Rabbiniz size böyle emrediyor. Yahut sizin aklınız böyle düşünmeli gibi bir hayal dünyasını kurdurur.
“Erkekler sizin de kızlar O’nun mu? Bu dıza bir kısmettir.” dediği zaman, bize “dıza”yı düşündürmektedir. Dilde öyle kelimeler vardır ki, biz onları biliriz ama nedir diye sorsalar anlatamayız. Biz de düşündüğümüz zaman izah edemeyiz. Artık onun üzerinde hayalimizi kurarız, bunu öyle anlamağa çalışırız. Bu kelimenin tefsirinde böyle bir hayal kurduk. Farz edelim ki erkekler onların, kızlar da Allah’ın olsun. Bunlar ayrı ayrı varlıkların yaratıklardır. Eksik yaratılmışlar. Kızlar erkeksiz olmaz, erkeksiz çocuk yapamazlar. Sonra ne olur? İki nesil de yok olur. Bu mantıksız taksim değil midir? Ben böyle hayal kurup açıkladım. Başkası da başka türlü hayal kurar. Bu kelimenin kendisinde doğan bir icazdır.
15. BEDÎ’; HİSLERE HİTAP EDERالبديع
1 - Tekrar Sık sık kullanma
2 - Tedavül Belli aralıklarla kullanma
3 - Tenazur Erkek ve kadın
4 - Zıtlık Soğuk ve sıcak
5 - Eşlik Ay ve güneş
6 - Fiil Namaz
7 - Kıssa Hz. Musa ve diğerleri
8 - Tasvir Yerde ağaç
9 - Teşbih Semaya susud
10- Tahyil Vehmeder