07.07.2009
Subaylarımızın da sivil mahkemelerde yargılanması ve sivillerin, askeri mahkemelerde yargılanmaması;
çerçevesinde özetleyebileceğimiz, birkaç maddelik yasa değişikliği; beklenenden ve (bence), olması gerekenden çok tartışmalara ve amiyane tabiriyle; "gürültüye" neden oldu.
CHP Grup Başkanvekili Sayın Okay; söz konusu değişiklik önergesinin, sürpriz bir biçimde verildiğini ve önergeler üzerinde, tartışma olanağı olmadığı için; zorunlu olarak TBMM'den geçtiğini iddia ediyor. AK Parti kanadı ise; önergenin daha erken saatte verildiğini ve itiraz olmadığını iddia ediyor. Kimin iddiasının doğru olduğunu bilebilmemiz mümkün değil. Zaten bu yazı çerçevesinde "derdim" (!) de bu değil.
Benim, bambaşka bir "sıkıntım" var. Geçen cumartesi günkü yazımda da vurguladığım üzere; toplumumuzda kimileri "askeriyeden" gelen her şeyi "doğru ve yararlı" görürken; kimileri de "askeriyeden" gelen her şeyi "yanlış, sakıncalı ve totaliter" görünüyor. Hatta bu konu, kimi zaman "üniforma" karşıtlığına kadar dönüşüyor. İlkokullardaki "forma" konusunu bir başka yazımda ele almak istiyorum. Çocuklarımız arasındaki gelir farklılığının izlerini; bir ölçüde ortadan kaldıran "beyaz yakalı siyah önlüklerimizin" ne kusuru var ki? Bu düşmanlık, nereden geliyor?..
x x x
CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın; CHP TBMM Grubu'nda, son gün yaptığı konuşma tüylerimi ürpertti. Sayın Cumhurbaşkanı'ndan, yasada öngörülen değişiklikleri veto etmesini talep ederken (ki, böyle bir şeyi talep etmeye herkesin hakkı vardır); kullandığı üslup bağışlanır gibi değildi.
Askerlerin; Sayın Gül'ü, veto etmeye zorlayacakları anlamına dile getirilen anlayış; değil ana muhalefet partisinin genel başkanına, demokrasiyle iktidar yolu arayan hiçbir siyasetçiye ve demokrasiye inanmış hiç kimseye yakışmazdı.
Yaşamı boyunca; demokrasi adına ciddi özverilerde bulunmuş ve bedeller ödemiş Deniz Baykal'ın; bazı çıkışları, beni gerçekten çok şaşırtıyor ve üzüyor. 2007'de; "367 sorunu" çerçevesinde de benzer bir tutumu olmuş ve eğer, Anayasa Mahkemesi CHP'nin başvurusunu kabul etmezse; "toplumda çatışmalar çıkacağını" ileri sürmüştü.
Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu kabul edince de; "parlamenter rejim" çökmüş ve onun yerine, Cumhurbaşkanını halkın seçtiği, "yarı başkanlık rejimi" gelmişti. Bu arada AK Parti de, oyuyla "tavan yapmıştı." İyi mi oldu?..
x x x
Toplumumuzun belirli bir kesimindeki, AK Parti karşıtlığı ve bunun ardındaki "İslam şeriatı düzeni korkusu"; galiba CHP'lileri de derinden etkiliyor. Tam anlamıyla, "kaş yapayım derken göz çıkartıyorlar." Ender olarak farklı düşünceler gördüysem de; CHP'li arkadaşlarım arasında "yarı başkanlık" rejiminden yana olan pek yok. Zira çoğunluğu itibariyle, muhafazakâr Türk seçmeninin; "devrimci" bir cumhurbaşkanı seçme olasılığı sıfırdır.
Bu arada, başkanlık ve yarı başkanlık rejiminden yana olduğunu söyleyen CHP'liler varsa da (çok ender de olda); bunlar da ne başkanlık rejiminin ne olduğunu ve neler getireceğini biliyorlar; ne de yarı başkanlık rejiminin.
Tüm bu hatalar AK Parti'ye yarıyor. Sayın Erdoğan'ın kendi tabiriyle; "diklenmeden dik durabilmesi"; kendilerine, (bence) hak etmedikleri kadar puan kazandırıyor. Ve kimi insanların, kontrolsüz çıkışlarının "hasadını" onlar topluyor.
2002 Milletvekili Genel Seçimleri sonrasındaydı. Sayın Erdoğan hapisteydi ve Sayın Abdullah Gül kabineyi kurmuştu. Doğal olarak, kabine üyeleri Anıtkabir'e çıktılar. Sayın Gül, defteri imzalamaya giderken; sivil bir görevli neredeyse omuz atacak mesafeden Gül'ün yanından geçti. Abdullah Gül, şöyle irkilerek arkasından baktı; fakat bir şey söylemeden defteri yazmaya gitti.
Bu münasebetsizliği yapan küçük bir memurdu. Eminim; bu terbiyesizliğini arkadaşlarına uzun süre anlatmıştır. Fakat AK Parti'ye oy veren milyonlarca insanın; televizyon başında nasıl rencide olduğunu ve bunun, bir dahaki seçimlerde sandığa nasıl yansıyacağını hiç düşünmemiştir.
Milli iradeye yapılan her saygısızlık, karşı oy olarak geriye dönüyor. Milli iradeye dayanarak iktidarı ele geçirenler; "biz istediğimizi yaparız" düşüncesine kapılırlarsa; bu düşüncenin de başka şeyleri geri getireceğine kimsenin kuşkusu olmasın...
x x x
Son duruma gelince; ben Sayın Cumhurbaşkanı'nın, bu yasa değişikliğini; ne kısmen ne de tümüyle veto edeceğini ve TBMM'ye geri göndereceğini sanmıyorum. Zira görebildiğim kadarıyla AK Parti TBMM Grubu ve elbette hükümet, bu değişikliğin arkasında duruyor ve Anayasa'ya aykırı olmadığını düşünüyor.
Hal böyleyken; eğer Sayın Gül, bu yasayı kısmen ya da tümüyle TBMM'ye geri gönderecek olursa; zaten nicedir kaynatılmaya çabalanan "cadı kazanları" hız kazanacak. Ne derece doğru olduğunu bilemediğim fakat zihniyet ve niyetlerini bildiğim kadarıyla, pek ihtimal vermediğim bir "tevatür"e göre Sayın Erdoğan ve Sayın Gül'ün arası açık ve bir araya gelemiyorlar. Böyle temel bir konuda çalıştırılacak bir veto, bu dedikodulara hız ve doğruluk kazandırır.
Bence Abdullah Gül, bu yasa değişikliğini onaylayacak ve CHP, Anayasa Mahkemesi'ne başvuracak.
Bunun sonucunda ne olacağını hep birlikte göreceğiz...
´
Yorum :
İnsan ve toplum hayatının iş bölümüne dayanması, hele bugünkü bilim ve teknolojinin son derece ilerlemiş ve birçok kolaylıklar sağlamış olan bir ortam ve zamanda kaçınılmaz bir sonuçtur, diye düşünüyorum. İş bölümü denilen şey ihtiyaçlarımızın çeşitliliğinden kaynaklandığı gibi, aynı zamanda bedensel bünyede ve sosyal bünyede var olan doğal farklılıktan da ortaya çıkabilir. Burada örnek vermek gerekirse sağlık ve hastalığı, normal ve anormal yaşayışı, savaş ve barışı gösterebiliriz. Hasta kişi ile sağlıklı kişinin, hasta toplum ile sağlıklı toplumun hareket ve davranışlarının birbirinden farklı olması, hatta bazı şeylerde bile zıt olması doğaldır. Hayatta bazı zaruretler vardır ki, bunlar, eksileri artı yapar, artıları da eksi yapar, yasakları serbest, serbestleri de yasak yapabilir. Mesela hasta bir adama doktor su içmeyi yasaklayabilir. Hâlbuki bu su içmemek, normal bir şey değildir. Normal şartlar altında eliniz ve parmağınız ateşe sokulsa veya üzerine kaynar süt dökülse, yanar ve çok acı duyarsınız. Fakat anormal bir durum olan hastalık halinde mesela parmağınızda halk arasında “dalak hastalığı” denilen bir çıban çıktığı zaman onun etrafına hamur ile havuz yapıp tereyağını kaynatıp döktüğünüzde asla acı duymazsınız. Hatta bunu bir, iki değil, üç defa tekrar, tekrar ara vermeden yapsanız bile haberiniz olmaz, belki dördüncü defada biraz bir şey hissedersiniz. Bu koca karı ilacı, tarafımızdan bizzat gerçekleştirildiği için bu kadar kesin söylüyorum.
İşte böylece insan ve toplum için işbölümü, birisi içerden diğeri ise dışardan diyebileceğimiz bir şekilde doğal olarak meydana gelmektedir. Asker ve sivil ayrımı da işte böyle bir şeydir. Yani asker ile sivil, herkes, sebep ve şartlara dayanan hukuka ve hukuk kurallarına tabi olma bakımından aynıdırlar. Toplumu meydana getiren tüm sınıflar, kesim ve kısımlar ve bunların üyeleri yani herkes hukuka, tabidir ve hukuk içinde yaşar ve hukuk içinde kalır. Hukuk dışılık yoktur. Yalnız asker ve sivil arasında mevzuat farkı vardır ve olmalıdır. Çünkü askerin dünyası ile sivilin dünyası çok farklıdır. Bir latife olarak söylemek gerekirse bunlardan birisi, hayata ve yaşamaya giderken, diğeri ise ölüme koşmaktadır. Yani sivil hayat ile askeri hayat, birbirinden farklı şeylerdir. Farklı olan şeyleri aynı mevzuata tabi tutmak, toplum hayatında doğru olamaz.
Yargının “cinsi” derken eğer bundan kastedilen bir farklılık, keyfi bir farklılık ve hukuk içi ve hukuk dışı diyebileceğimiz kadar ayrı bir tür ise bunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hukukçular yani yargıçlar, yazılmış bir senaryoyu ezberleyip oynayan tiyatro sanatçıları gibidirler. Onlar da mevzuatı, asker için konulmuş olan kanun ve kuralları veya sivil için konulmuş olan kanun ve kuralları uygulamakla yükümlüdürler.
Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması konusunda çok gürültü koparılmış olabilir. Ben her şeyden önce şunu sormak isterim. Mahkemenin askeri ve sivili diye bir şey olur mu? Eğer “asker millet” safsatasının yürürlükte olduğu bir ülkede yaşıyorsanız buna “evet” diyebilirsiniz. Çünkü askerlerin okulları farklı, yatıp kalktıkları yerleri farklı, çarşıları pazarları farklı ve hatta dinlenme tesisleri ve daha niceleri halktan ayrı ve kopuk olan bir ülkede onların hukukları ve mahkemeleri de ayrı olabilir. Fakat biz bunu asla kabul etmiyoruz. Halkından kopuk yaşayan asker, değişen topluma ayak uyduramaz, üstelik köstek olur. Hele “asker millet” saçmasını hiç kabul etmiyoruz. Çünkü millet sözü, kadınıyla ve erkeğiyle, çocuğuyla ve ihtiyarıyla, genciyle ve yaşlısıyla bir toplumu tüm olarak kucaklayan bir kelimedir. Hem askerlik, bir vatan savunmasıdır. Savunma bazılarının eylemi ile gerçekleşiyorsa mesele kalmaz. O nedenle herkesin askere gitmesi gerekir, diye bir şey yoktur. Herkes doktor olmadığı gibi, herkes asker de olmaz. Onun için isteyen askere gider, istemeyen ise bedel verir. Ancak erkekler askere gitmek istemez ve vatan savunmasına ihtiyacı kadar elaman sağlanamazsa, işte ancak o zaman her erkek askere gidecek diye bir karar alınabilir. Zaten bizim düşüncemize göre herkesin askere gitmesi zorunluluğu yanlıştır. Bunun sosyolojik, ekonomik ve psikolojik sebepleri vardır. Fakat onları burada uzun, uzun anlatmanın yeri değildir.
Biz, parlamenter sistemden ziyade yarı falan değil, tam bir başkanlık sistemini kabul ediyor ve savunuyoruz. Ancak bunun da bizim bünyemize uygun özellikleri bulunan bir sistem olması gerekir. Bugünkü batıdan ithal ettiğimiz demokrasinin vazgeçilmez unsurları denilen parti ve particilik anlayışı ve uygulaması, bölücülükten başka bir şey değildir. Hele iktidar muhalefet zıtlığına, muhalefette iken kara dediğine iktidara gelince ak deyen, iktidarda iken kara dediğine muhalefete düşünce de ak deyen particilik oyunlarına ve yönetimlerine ne dersiniz? İktidar her şey, muhalefet ise hiçbir şey, biz de diyoruz ki, olmaz böyle bir şey. Onun için yönetimde nispi sistem esas olmalıdır. Bugünkü uygulamaların adını koymak gerekirse işte buna, asıl buna “bozuk düzen” derler. Bu öyle bir bozuk düzendir ki, muhalefeti de bozuyor, iktidarı da bozuyor. Muhalefet de haddi aşıyor, iktidar da…
Bizce tüm bu şikâyetlerin altında düzenin, sitemin ve rejimin bozukluğu ve hastalığı yatmaktadır. Evet, tekrar edelim bu düzen, bozuktur. Bu mektep, bu medrese, bu kışla, bu fabrika… ve bu meclis teori ve uygulamasıyla arızalıdır. Toplum bir uzviyettir, felsefesine ve ana fikrine dayalı olarak yeniden, yeniden birey-toplum, fert-devlet, din-bilim, dünya ve ahiret, yöresellik ve küresellik dengelerinin sağlanması gerekir. Biz, tüm insanlığın mutluluğu için iktisat teorisinde fizyokratların ileri sürdükleri doğal-ilahi düzeni öneriyoruz.