10.07.2009
Hani, geçen günkü 'Sermayenin planı ve yapılması gerekenler' yazımda (07.07.2009), meseleyi 'adalet' yani 'yargı' noktasına getirip 6 maddeden oluşan çözüm önerilerimi yazmıştım ya; bugün bu konuya biraz daha yoğunlaşalım ve detaylandıralım.
Neden?
Çünkü 'Adalet' mülkün yani yönetimin esasıdır, temelidir.
'Adalet' yoksa, gerisi de yoktur; ne huzur, ne saadet, ne refah ne de başkaca bir şey.
O yazıda, 'O halde adil, bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın yargıyı nasıl gerçekleştirebiliriz?' diye sormuş, sonra çare ve çözümleri tek tek sıralamıştım.
Elbette, ondan sonraki iki yazıda, çağımızdaki 'Ana sorun' olan 'işsizlik sorununu nasıl çözdüğümüzü' anlatırken yazdıklarımın, bu çerçevede ilgililerce dikkate ve nazar-ı itibara alınmasını bir kere daha hatırlattıktan sonra, 'Adalet meselesine' geçmeliyiz...
***
Adalet reformu kapsamında yapılması gerekenleri özetleyelim:
Dokunulmazlıklar kaldırılmalı... İllerde yüksek il mahkemeleri kurulmalı.. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda küçük değişiklikler yapılmalı... Avukatlık müessesesi hakemlik müessesesine dönüştürülmeli... Savcılık mesleği kaldırılmalı, kamu avukatlığı ya da kamu hakemliği müessesesine dönüştürülmeli... Ceza hukukunda bilirkişi raporları esas olacak şekilde değişiklik yapılmalı...
İşte bu reformlar gerçekleştikten sonra "Tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargı" oluşacak ve ülkede "gerçek adalet" tesis edilmiş olacaktır.
Yani bu adalet reformlarının gerçekleştirildiği düzende terör olmayacaktır. Bu düzende insanlar isteyerek devletlerine tâbi olacaklardır. Bu düzende suçlular korkacak, suçsuzlar güven içinde olacaklardır. Sokakta yürüyen adam şunu bilecek; ben herhangi bir suç işlersem, bu suç yanımda kalmaz, ben yakalanmayıp da yaptığım hırsızlık veya haksızlık bana kâr kalmaz. Polis derhal yakalar, yakama yapışır, adliyeye teslim eder. Yargı da o gün cezamı verdirir. Ama ben suçsuzsam, hiç kimse bana dokunamaz. Polis de dokunamaz. Ama bu düzen suçluyu da ânında yakalayıp hiç gecikmeden cezalandıran bir düzendir.
***
Bütün bunların gerçekleşmesi için:
- Yargı tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın olacaktır. Hakimlik ve avukatlık sistemi değil, "Hakemlik sistemi" bunu sağlıyor.
- Soruşturma sorumlu olacaktır. Yani soruşturma sonunda varılan hususlar yanlış çıkarsa, soruşturmacılar dayanışması mağdurun zararını tazmin edecektir.
- Bilirkişilik de hakemliğe benzer. Taraflar birer bilirkişi seçerler ve baş bilirkişiyi de hakemler seçerler.
- Savcılık yok olacak, kamu hakemi savcı olacak ve her zaman değişebilecektir. Bu da diğer hakemlerden farklı olmayacaktır.
Güçlü adalet ve devlet yapısı işte bu şekilde kurulacaktır.
"Adil Düzen" ile "Adil Ekonomik Düzen" ülkeye ve dünyaya yayılacaktır.
Devletler ulusal olacak ama iki gruba ayrılacaklar;
- "ADİL" devletler...
- "ZALİM" devletler...
Zalim devletler kuvveti üstün tutacaklar.
Adil devletler ise Hakkı üstün tutacaklardır.
İnsanlık adına mücadele ve yarış işte bunlar arasında olacaktır.
"Hayır"da yarış olacaktır, "Şer"de yarış değil; "hayır"da yarış...
Yorum:
Bu yazı da dahil olmak üzere yazarın son bir haftadır yazdığı yazıları okuduğum zaman dikkatimi çeken nokta şu oldu:
Şuanda içinde yaşadığımız sistemin sorunlarının teşhisi itiraza yer bırakmayacak derecede yerindedir. Yine aynı şekilde bu sorunların giderilmesi için “ne” yapılması gerektiği noktasındaki önerilere daha iyi çözümler getiren bir teklif görmüş değilim. Fakat bundan sonraki aşamada bu önerilerin “nasıl” gerçekleşeceği, şuan yaşadığımız sistemden Adil Düzen’e nasıl geçileceği sorusu akla geliyor. Yani ortada plan var fakat proje yok gibi görünüyor. Bunun sonucu olarak yapılan önerilerle içerisinde bulunduğumuz sistem arasındaki bu uçurum getirilen çözümleri ütopik, teoriden ibaret ve uygulanamaz gibi gösteriyor. Böylece bir tarafta zulüm düzeni olarak tabir edilen ve herkesin sonunda çökeceğini söyleyebildiği batının kuvvet düzeni, diğer tarafta Kuran’dan istidlal edilmiş ve tebliğ edildiği zaman insanı ikna eden ama hayata geçirmek için bir türlü harekete geçemediğimiz İslam’ın hak düzeni ve bu ikisi arasında arâfta kalmış, ne tam olarak o tarafta ne de bir türlü bu tarafa gelemeyen şaşkın haldeki müslümanlar…
Aslında insanoğluna hiçte yabancı olmayan bu manzara tarihte defalarca ve birçok kavmin yaşadığı, tekrarlanan bir durum. Ömrünü doldurmuş ve çökmek üzere olan kuvvet medeniyetlerinin son döneminde, yerine Allah’ın vaat ettiği hak düzenin doğmakta olduğu ilk dönemde yaşanan, Kuran’da defalarca kıssaları anlatılan manzara. İşte müslümanların büyük imtihanı da sanıyorum bu noktada başlıyor. Şuanda içinde olduğumuz kuvvet düzeninden, Allah’ın emrettiği hak düzene geçerken yaşanan zorlu süreci yaşıyor gibiyiz. Bu durumda adeta ilk iman edenler gibi Allah’ın gösterdiği yolda çalışmaya başlayıp daha sonra sonucu istemek gerekiyor. Yani “nasıl” yapacağımızı yola çıktıktan sonra öğreneceğiz, projemizi de o zaman çizeceğiz. Zaten eğer aksi bir durum olsaydı yeni bir şey getiriliyor olmazdı ve tarihte İslam’ın yayıldıktan sonraki dönemde olduğu gibi buna iman etmek o kadar da zor olmazdı. Sanıyorum ki ilklerden olmak bu yüzden bu kadar zor.
Kuran’ı yeniden bize nazil oluyormuş gibi kendimizi muhatap kabul edip anlamaya çalıştıkça ve bu doğrultuda kendimizi düzeltmeye başladıkça, sorunların da tıpkı Kuran’ın peygamberimize nazil oluşu gibi problemle karşılaştıkça çözüldüğü görülecektir.