Şaşkın ördek
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tatile çıkmadan önce fazla mesai yapan TBMM'nin son faaliyetlerini gözden geçirdi ve gereğini yerine getirdi. Meclis'ten çıkan ve askeri yargının yetkilerini sınırlayan iki maddelik yasa değişikliğini onadığını biliyorsunuz.
Biliyorsunuz, çünkü CHP konuyu gündemden düşürmedi ve CHP yandaşı kalemler de Cumhurbaşkanı Gül üzerinde 'veto baskısı' teşkil edeceğine inandıkları her argümanı sütunlarına taşıdı; onama sonrasında ise kimi “Gül tarihi fırsatı kaçırdı”, kimi de “Ne yapacağını sanıyordunuz ki!” serzenişinde bulundu. CHP pazartesi günü yapacağı toplantısında değişikliğin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmayı tartışacak.
Oysa, Cumhurbaşkanı Gül, aynı günlerde 5920 sayılı 'Geçici İşçi Çalıştırma Yasası'nı veto etti. Eğer işsiz değilseniz, ya da emek konusunda duyarlılığınız yoksa bu vetodan haberiniz olmaması doğal; doğal çünkü 'sosyal demokrat' iddialı CHP yasaya itiraz için küçük parmağını kaldırmadığı gibi, CHP'li kalemler de iki satırla bile konuya değinme ihtiyacı duymadılar.
Sendikaların 'modern kölelik yasası' diye karşı çıktıkları yasa onansaydı kurulacak 'özel istihdam büroları' birer köle ağası gibi çalışacaktı; işçiler bürolarda iş bekleyecek, işçiye ihtiyacı olan patronlar da bürodan -emekçi orada çalışmak istemese dahi- istediğini seçip istihdam edecekti.
Yanlış bir yasa Çankaya'dan dönmüş oldu.
CHP'nin şaşkın ördek tavrı, aynı hafta içerisinde onaya sunulan biri onanıp diğeri veto edilen bu iki düzenlemeyle iyice görünür hale geldi. 'Sosyal demokrat' bir partiye düşen, işçi ve emekçi haklarıyla taban tabana zıt bir düzenlemeye şiddetle karşı çıkmak, onama safhasındayken veto için yeri-göğü inletmek, buna karşılık asker-sivil ilişkilerinde varolan dengesizliği düzeltmeyi ve demokrasiye ara verme alışkanlığını geride bırakmayı amaçlayan düzenlemeye de arka çıkmak olmalıydı.
Tam tersi oldu: CHP emekçi haklarıyla ilgili yasayı görmezden geldi; darbelerin önünü tıkama amaçlı yasayı ise Anayasa Mahkemesi'ne götürüp iptal ettirme hazırlığında...
Emekçiyle irtibatsız, askerden medet uman bir siyasi parti her sıfatla tanımlanabilir ama herhalde 'sosyal demokrat' olma iddiasında bulunamaz. Bulunduğunda, dünyanın dört bir tarafı bu çelişki ve tezadın farkına varır.
Şu soruyu önemli bulanlar var: CHP yöneticileri Türkiye'nin artık 'darbe' yapılamayacak bir ülke haline geldiği kanaatiyle düzenlemeye karşı çıkıyor olmasın?
Türkiye artık darbe yapılamaz bir ülke mi? Pek çoğumuzun yüreği 'evet' cevabından yana; bunu benim yüreğim de öyle attığı için biliyorum... Ancak, 'Türk Silâhlı Kuvvetlerine en yakın gazeteci' diye bilinen Radikal yazarı Mehmet Ali Kışlalı'nın önceki günkü 'Darbe korkusu ve TSK' başlıklı yazısını okuyunca yürek-akıl çelişkisi ortaya çıkıyor ve darbeci heveslerin her an dışa vurabileceğini fark ediyorum.
Kışlalı şöyle diyor yazısında: “Türkiye, daha önceki TSK müdahalelerinde olduğu gibi demokratik yöntemlerle yönetilemez de ülkeye kaos havası egemen olursa, ya da herhangi bir isimle 'devrim' adına, özümsediğimiz demokrasi-özgürlükler rejimine karşı içten ya da dıştan gelecek tehdit önlenemezse, görev TSK'ya düşebilir. Bunun adına darbe denmeyecektir.”
“Konuya doğru yaklaşım” diyor Kışlalı, “TSK'nın emir-komuta zinciri içinde ülkenin yönetimine el koymasıdır.” Bir tanımı daha var: “TSK'nın geleneksel disiplini içinde 'yönetim üstlenmesi' gündeme gelebilir.” Yani, lütfen 'darbe' demeyin de ne derseniz deyin...
'Askere yakın gazeteci' askerlerin demokratik sisteme istedikleri zaman müdahale edebileceğine dair 'bilirkişi' görüşünü açıkladıktan sonra, demokrasinin kendini korumak için tedbir almasına nasıl karşı çıkar CHP?
“Darbeler iyidir” demiyorsa tabii...
12 Temmuz 09 Pazar/Yeni Şafak
Yorum: Fehmi Koru, asker-sivil ve işçi-işveren ilişkileri üzerinde hükümetin yapmak istediği değişiklikler üzerinden CHP’nin siyasal tavrını okumaya çalışıyor. Tablo ortada, asker-sivil ilişkilerinde askeri kanadın önemi üzerinde duran, seçimler yoluyla alt edemediği Ak Parti’yi yoğun olarak eleştiren CHP işçilerin hakları söz konusu olduğunda bir görüş bildirmiyor. Bu kimin solcu kimin sağcı olduğuyla alakalı bir tartışma değil.
Esas tartışma ve kavga iktidarın paylaşılması. ‘Bir görüş’ seçim dışındaki her görüşün demokrasi dışı olduğunu ve bu sürece dahil olmayan her erkin siyasetten uzak durmasını istiyor. Medya ve iş dünyası ile beraber bu tavrın önemli bölümü askeri kesime karşı. 28 Şubat ve 27 Nisan zihinlerde hala tazeliğini koruyor, zira. ‘Karşı görüş’ ise siyasetin halkın seçimlerine dayandığını fakat bu seçimlerin de üzerinde iktidarı belirleyen güçler olduğunu dile getiriyor. Yerli ve yabancı güç merkezleri ile üniversiteleri, sivil bürokrasiyi vs. iktidarın belirlenmesinde etkin güçler olarak görüyorlar.
Ak Parti gücünü milletin verdiği destekten aldığını belirterek iktidarı kullanmak istiyor. Ve kullanırken de 28 Şubat, 27 Nisan ve ‘Ergenekon’ tipi uygulamalarla karşılaşmak istemiyor. CHP de 28 Şubat sürecinde işlemiş olan sistemin işlemesini ve zararlı gördüğü Ak Parti hükümetinin sona ermesini istiyor. İktidar için yürütülen bu kavgada her iki tarafın aldıkları oydan daha geniş bir zihniyet dünyasını yansıttığını belirtmek gerekiyor. Kimse hükmetmek istediği için suçlanamaz, nihayet bu herkesin sahip olduğu bir hak.
Herkes iktidarı yasadışı yollarla ele geçirmenin meşru olmadığını kabul ediyor. Bunda samimiyetsizlik aramaya gerek yok, çünkü her insan iyi işler yaptığına inanarak yaşar.
Yanlış olan yasaların iktidar kavgasındaki duygular ışığında değerlendirilmesidir. 28 Şubat, 27 Nisan, ‘Ergenekon’ yasalarla önlenemez. 12 Eylül’ün önlenemediği gibi. Diğer taraftan askeri sistem ile sivil sistem bir birinden kesin olarak ayrılmak zorundadır. Bunlar iktidar çatışmasına girecek durumda değildir. En küçük sürtüşme tüm ülkeye güç kaybettirir.
Askeri kurum ve kuruluşların sivil iktidar üzerinde hakimiyet kurmak istemeleri ne kadar yanlışsa askeri yargıyı sivil denetime açmak da bir o kadar yanlıştır.
Birileri köşelerden asker postalı diğerleri de plazma ekranlardan AB yıldızı, olmadı ABD yıldızı gösterirken bu ülkenin iş gücü düzenlemeleri konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül haricinde kimsenin bir derdi yok anlaşılan. “Bütün kesimlerin” derdi iktidar olsa bile unutulmamalıdır ki her iktidar, halkın onay ve desteğine muhtaçtır.