Laik demokrasiler dine olmadığı gibi bir ideolojiye de dayalı olamaz; bütün dinler ve ideolojiler karşısında eşit mesafede olur. Türkiye de laik-demokratik rejim iddiasında ama laikliği veya kemalizmi bir ideoloji haline getirmiş, muhalefetle ilişkisini bu ideolojiye taraf olarak belirliyor. Resmi ideolojiye muhalif olanların hak ve özgürlükleri, "şiddet kullanarak rejimi değiştirmeye kalkışma" sebebiyle sınırlansa bu çağdaş hukuk ve uygulama ile örtüşür, ama bizde, şiddete başvurma dışında kalan muhalif söz ve eylemlerle de hak ve özgürlükler sınırlanıyor, partiler kapatılıyor, insanlar cezalandırılıyor.
Şeriatı kâmil manada uygulayan ilk dört halifeden biri olan Hz. Ali devrinde siyasi muhalefet (Havâric, Hâricîler) etkili olarak kendini göstermeye başlamıştı. Hz. Ali'nin bunlara karşı tutumu ve uygulaması, İslam siyaset teorisinde örnek olmuş ve Serahsî'nin Mebsût'u (Bağiy: Devlete karşı ayaklanma bahsinde) gibi kaynaklarda yerini şöyle almıştır:
Hz. Ali Cuma namazında, minberden halka hitap ederken (bizdeki ifadesiyle hutbe okurken) mescidin bir köşesinden Havâric (bir gurup Hâricî) ayağa kalkarak "Hüküm Allah'a aittir" diye bağırmaya başladılar. Hz. Ali sözünü kesti, onlara dönerek "Söz doğru ama söyleyenlerin maksadı hak ve doğru değil. Sizin mescidimize girip orada Allah'ı anmanızı, ibadet yapmanızı engellemeyiz, gücünüzü düşmana karşı bizim gücümüze eklediğiniz sürece sizi ganimetten mahrum etmeyiz, bize karşı savaşa girmedikçe de sizinle savaşmayız " dedi ve kaldığı yerden hutbesine devam etti.
Büyük İslam fıkıh alimi Serahsî (v.483/1090), yukarıdaki vakıayı aktardıktan sonra şu açıklamaları yapıyor (maddeler halinde özetliyorum):
1. Hâricîler, Hz. Ali hutbeye başlayınca onu şaşırtmak, ortalığı karıştırmak için bunu sıkça yaparlardı.
2. "Söz doğru, ama maksat doğru değil" derken Hz. Ali şunu kast ediyor: "Bu söz doğru, ama bunların maksadı, Muaviye ile mücadele ederken ihtilafın çözümünü (bu konudaki hükmü) hakemlere bırakmayı kabul ettiğim için beni tekfir etmektir (kâfir olduğumu ilan etmektir), bu sözü de bu maksatla tekrar edip duruyorlar; işte bu maksat yanlıştır, bâtıldır."
3. Hz. Ali, karşı taraf ona bunları yaptığı halde onlara "Kâfir" demiyor, "Kardeşlerimiz bize karşı cephe kurdular…" diyor, kendilerine muhalefet hakkı tanıyor, söz hürriyeti veriyor, silaha ve şiddete başvurmadıkları sürece cezalandırma yoluna gitmiyor.
4. Muhalifler Hz. Ali'ye açıkça "kâfir" deselerdi bu ağır bir hakaret olurdu ve hapis vb. ceza verilebilirdi, onlar bu hakareti üstü kapalı, dolaylı, ima yoluyla yaptıkları için kendilerine hakaret cezası da uygulamıyor.
(Konuya devam edeceğim).
Hz. Ali döneminde muhalefet (2)
Hz. Alî döneminde asayiş ile ilgili bir görevli (Kesîr el-Hadramî) anlatıyor:
Kinde kapıları yönünden Kûfe mescidine girdim, beş kişinin bir araya gelmiş Hz. Ali hakkında hakarete varan sözler söylediklerini fark ettim, içlerinden bornoz şeklinde bir kıyafete bürünmüş olanı ise "Ali'yi öldüreceğime Allah'a söz veriyorum" dedi, onu yakaladım, diğer arkadaşları dağılıp kaçtılar. Adamı Hz. Ali'ye getirdim ve aramaızda şu konuşma geçti:
- Bu adamın seni öldüreceğine yemin ettiğini işittim.
- Sana yazıklar olsun, sen kimsin!
- Ben Sivâr el Münkırî'yim.
Hz. Ali bana döndü, konuşma şöyle devam etti:
-Bırak onu.
-Adam seni öldürmeye yemin ettiği (Allah'a söz verdiği) halde onu bırakacak mıyım!?
- Adam beni öldürmediği halde ben onu öldüreyim mi?
- Bu adam aynı zamanda sana küfür (hakaret) etti?
- İstersen sen de ona hakaret et!
(Kaynak:Serahsî'nin Mebsût'u, Bağiy: Devlete karşı ayaklanma bahsi)
Hz. Ali devlet başkanı, siyasi ve dinî (din anlayışı bakımından) muhalifi olan gruptan (Hâricîlerden) bir bazıları toplanıp aleyhinde konuşuyorlar, onları takip etmiyor, içlerinden biri öldürme niyetinde olduğunu söylüyor, hatta buna yemin ediyor, ona da -henüz suç gerçekleşmedi diye- ceza vermiyor. Hakaret konusuna gelince ona karşı bir mukabele etme veya cezalandırma hakkı bulunduğunu ima ediyor ama bunu da kendisi kullanmıyor.
Demokrasi ile övünen, her fırsatta şeriat aleyhine konuşan birileri ise ortada silahlı bir kalkışma, silahlı kalkışmaya dair konuşma ve bu maksatla yapılan toplantılar bulunmadığı halde bunlara konuşma ve dinlerini serbest yaşama hakkı ve imkanı verirsek dindarlıkları güçlenir ve yayılır, sonunda belki şiddete de başvurarak rejimi değiştirmeye kalkışırlar diye bir kısım vatandaşlarına ayrımcılık yapıyorlar, onları bazı temel insan haklarından mahrum ediyorlar.
İbret alına!
Yorum:
Laiklik, demokrasi sistem/düzen kavramlarıdır. Düzenlerin kendi temel kavramları vardır. Laiklik ve demokrasi, insanlığın günümüzde ulaştığı son düzenlerin temel kavramlarındandır. Henüz yeterli, ortak, net bir tanıma ulaşılamadığı için farklı değerlendirmelere konu olabilmektedir. Bütün kavramlar gibi laiklik de bilimsel tanım ve değerlendirmelere konu olmalıdır: En iyi ve doğru tanıma ulaşma yolunda çaba gösterilmelidir. Hangi tanım, daha özgürlükçü, insanların ve toplumların gelişmesi için elverişli ise tabi ki zamanla o tanım üstün gelecektir. Laiklik, bütün dinlere eşit yakınlıkta olmak, onlar arasında ayırım yapmamak, taraf olmamaktır. Herhangi bir dini( inancı) diğer bir inanca mahkum etmemektir. İnsanların hür iradeleri ile istedikleri inancı seçebilme, seçtikleri inancın gereklerini yerine getirebilme ve inanca ayrılan haklardan da adalet ölçüleri içinde yararlanabilme, başka inançları yok etmeye çalışmamadır.. İnsanların ahlak bakımından gelişmeleri için bilimsel ortam oluşturmaktır. Bu aşamada dinlerin de kendilerini bilimsel gerçeklere/doğrulara yakınlık bakımından değerlendirmeye tabi tutmaları gerekir. Kavramları, bazı çevreler, insanların ve toplumların kabul etmemesi için yanlış yerleştirmeye çalışıyor olabilir. Laikliğin yanlış tanımlanması veya yanlış uygulaması laikliği kötü yapmaz. İslamı referans alanların bazı kesimleri genelde iki büyük hata içindedirler. İslam dini ifadesi ya sadece İslam inancı olarak anlaşılmaktadır ya da İslam sistemi İslam inancı ilkeleri ile savunulmaktadır. Oysa düzenler düzen ilkeleri ile inançlar da inanç ilkeleri ile değerlendirilir, birbiri ile karıştırılmamalıdır. Kendini laikçi kesim olarak ifade edenlerin de bazı kesimleri iki büyük yanılgı içindedirler. Dini/inançları dışlama, yok sayma ve . inanç hürriyetini yok etmek. Yani insanlar iki büyük yanlıştan birine mahkum edilmektedir. Ya laiklik istismar edilerek /din-inanç özgürlüğünden yararlanarak insanları inanca, hem de kendi anladıkları yanlış inanca mahkum etme ve özgürlük adı altında insanları inanç baskısı altına alma ya da laiklik istismar edilerek insanların inançlardan uzaklaştırma, inançları söndürme, yok etme çabası. Her iki düşünce de baskıcılık, yıkıcılık içermektedir. Özgürlük ve yapıcılık içermemektedir.
Sahabe (peygamber arkadaşları) dönemi dört ana bölümde incelenebilir. Halife Ali (ra=Allah ondan razı olsun) dönemi sonuncu bölümüdür. Halife Ali dönemi günümüz açısından bazı yönleriyle önemlidir. İslam tarihinde bu dönem yönetim açısından peygambersiz ilk dönemin son örnek bölümüdür. Örnek dönem olmasına karşın günümüzden o döneme bakınca bazı eksiklikleri ve hatta içtihat farkı ile yanlış gözüken bazı uygulamaları da belirlemek mümkündür.
Halife Ali'nin yönetim olarak isyan edenlere ve hakaret edenlere ceza vermemesi yerinde görülebilir. Hukuk açısından bakıldığında isyan, hakaret, yargıda hile ağır suçlardandır, cezası vardır. Yargılama mekanizmasının o dönemde fonksiyonunu tem yerine getirdiği söylenemez.
Halife Ali'nin iyi olması problemleri çözmede yetmemiştir. Yargı ve yönetmede sorunlar olmuştur, karışıklıklar önlenememiştir.
Halife Ali döneminin en önemli bir kaç olayından biri "hakem" olayıdır. İster Kur'an ve sünnet (peygamber uygulaması) /nakil/vahiy açısından, isterse günümüz bağımsız, yansız, etkin, saygın, demokratik yargılama açısından isterse de her iki anlayışın ortak noktası olan yargıda akıl/bilimsel çözüm açısından konuya bakılsın, "hakemlik" (tarafların kendileri için hakem seçmesi, hakemlerin de baş hakem seçmesi) günümüzde insanlığın ulaşmaya çalıştığı "demokratik yargı" için örnek alınması, geliştirilmesi ve uygulama alanında sınanması gereken bir konudur. Yargıda yanlılık, bağımlılık,, saygınlığını yitirme, gecikme vb. konular açısından hakemlik konusunun değerlendirilmesi gerekir. Hakemlik sisteminin bilirkişi mekanizması ile senkronize edilmesi gerekir.
Haricilerin "Hüküm Allah'ındır" ifadesinin tam bir karşılığı "Kuran’da anlaşmalıkların hakemlikle çözülmesi" önerisidir. Buna rağmen, Hariciler dil sahtekarlığı yaparak toplumu karıştırmışlar, yargıyı yanıltmışlardır. O dönemde birtakım siyasi oyunlarla toplumda etkili olmaya çalışan Hariciler zamanla gerçeklerin altında yok olmuşlardır.
Halife Ali döneminde hakemlik uygulamasında bazı yanlışlar vardır. Bunlardan bir kaç tanesi şöyledir: Hakemlerden biri hakemlik ehliyeti olan kişilerden seçilmemiştir. Hakemlerin baş hakem seçmeleri ve anlaşamadıkları konularda başhakemle ortak karara varmaları gerekirdi. Ortak karar olmadan tek taraflı görüş sahte bir karar olarak açıklanmıştır ve geçersizdir. O dönemde idarenin zayıf kalması, halkın yeterli derecede örgütlü olmamasından yararlanan Hariciler ve onları da yöneten siyasi entrika sahipleri toplumu baskı altına alabilmişler.
Halife Ali döneminde hakemliğe karşı gelenler İslam teorisinde ve uygulamasında "hariciler/dışlananlar " olarak en olumsuz gruplardan biri olarak yer etmiştir. Ancak günümüzde İslami değerleri, uygulamaları referans olarak alanlar, nedense bu hakemlik konusunda teorik temelde yeterli çalışma yapmadıkları gibi bu konuda çaba gösterenlere yeterli destek de vermemişledir.
Hakemlik konusu yargının demokratikleşmesi açısından teorik olarak değerlendirilmelidir. Bilimde bir çözümün nereden geldiğine değil gerçekten çözüm olup olmadığına bakılır. Hakemlik yargıda yanlış bir çözümse yanlışlığı belirtilir. Ancak günümüz yargısında en çok tartışılan konu, savcılık ve avukatlık dengesindeki sorundur. Ayrıca merkezden atanan hakim ve savcı sorunudur. Tarafların yargıda kendi haklarını savunamamalarıdır. Konu insan hakları açısından da değerlendirilmelidir.