30.06.2009
TSK bu savaşı kazanamaz
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un “TSK’ya karşı medya üzerinden asimetrik psikolojik bir harekat” yöneltildiği tespit ve şikayetini daha çok tartışacağa benzeriz, tartışmalıyız. Lafı uzatmadan, Org. Başbuğ’un tespitine ana hatlarıyla katıldığımı söylemek isterim. Bu süreç belirgin bir şekilde, Org. Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olmasının arifesinde başlamışa benziyor. O gün bugündür, internet, yazılı ve görsel medya ve diğer iletişim teknolojileri de kullanılarak TSK’ya yönelik yoğun bir kampanya yürütülüyor.
Bu kampanyada “yalan” da var, “abartı” da; ama bolca da “gerçek” mevcut.
Roller değişti
Evet tam “asimetrik” bir durum söz konusu. Tıpkı yakın tarihimizde olduğu gibi. Fakat eskiden pozisyonlar tam zıttı: TSK, kimi zaman “irtica”, kimi zaman “bölücülük”, kimi zaman da “yıkıcılık” olarak tanımladığı iç tehditlere karşı bu ülkede yıllarca çok yoğun psikolojik harekat yürüttü. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, 28 Şubat sürecini hatırlayalım: Andıç rezaleti zaten biliniyor. Medyaya verilen “irtica brifingleri” ve bunlardan hareketle yapılan, yalan-yanlış bilgilerle dolu yayınlar da malum. Ayrıca gazeteci kılıklı bazı şahısların dolaşıma soktuğu video kasetlerin kaynağında askerlerin olduğunu zaten tahmin ediyorduk; şimdi kesinleşti gibi.
TSK, medya üzerinden kamuoyunu yönlendirmeyi pek severdi ve bunda hayli başarılı olduğunu düşünürdü. Fakat geçen süre zarfında bu başarıların kalıcı değil aldatıcı olduğunu çok bariz bir şekilde gördük: Ne PKK bitirilebildi ve üzerinde yükseldiği zeminle bağı koparabildi; ne de siyasal İslamcılık marjinalize edilebildi. Bugün geldiğimiz noktada irtifa ve itibar kaybedenin TSK olduğunu görüyoruz.
Bununla birlikte çok ciddi bir olgunun altını çizmek şart: Bugün TSK başta olmak üzere hoşlanmadıkları kesimlere karşı asimetrik bir psikolojik harekat yürüten odaklar geçmişten hiç ders almamışa benziyorlar. Deneyimlerimiz ışığında rahatça şunu söyleyebiliriz: 21. yüzyılda medyayı bir psikolojik savaş silahı olarak kullanmak isteyen çoktur ama bizde de gördüğümüz gibi çok zaman geçmeden bu silah ellerinde patlar.
TSK’nın yıpratılmasından derin rahatsızlık duyan bazı kişilerin “neden asker aynı şekilde cevap vermiyor? Onların elleri armut mu topluyor? Mesela neden onlar da diğerlerini dinleyip bunları medyaya vermiyor?” türü yakınmalarına tanık oluyoruz. Burada çok büyük bir tuzak gizli. Eğer TSK, iyice bunalıp eski yöntemlere başvurmaya kalkar ve dolayısıyla Org. Başbuğ ile başlayan “açılma ve şeffaflaşma” sürecini rafa kaldırırsa hem kendisi, hem bu ülke çok daha fazla kaybeder.
Yorum:
Tatilciler kervanına Sayın Çakır da katılınca bize de nostalji yapmak düştü. Gündemde askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarına yönelik haberler varken bu yazıyı seçmeyi uygun gördüm. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ordunun gerekliliğine inananlardanım ve medya üzerinden orduya yönelik yapılan saldırı haberlerini dehşetle izliyorum.
Bana göre, bir sivilin askeri mahkemelerde, askeri koşullarda yargılanması ne kadar adaletsiz ve yanlışsa, askerin sivil mahkemelerde yargılanması da o kadar yanlıştır. İlginç olan bir zamanların DGM’lerine karşı olan, bunları hukuk dışı gören, demokrasi hatta insan haklarıyla bağdaşlaştıramayıp, kaldırılmalarını isteyen insanlar şimdi nerdeler? Niye kimse çıkıp da “Asker, askeri koşullarda , sivil sivil koşullarda yargılanmalı!” demiyor, ki doğru olan da budur.
İnsanlar, niye ordudan, daha açık söylemek gerekirse, olası bir darbeden dolayı tedirginler ki? Hükümet her başı sıkıştığında oturup, hatta oturmaya bile zaman ayırmadan menfaatleri doğrultusunda, yasa değişikliğine gidecekse ve bu değişiklikleri bazen de yenilikleri niye yaptığını bile açıklama gereği duymayacaksa, asıl bu sebepten dolayı tedirgin olsunlar.
Adil Düzen’e göre ise Hukuk Düzeni(HK) ve Askeri Düzen(AD) vardır. HD’de haklı kuvvetliyken, AD’de kuvvetli haklıdır. HD’de kişiler mevzuata uyarlar ve hakemlere karşı sorumlu olurlar, AD’de kişiler mevzuata değil üstlerinin talimatlarına uyarlar ve üstlerine karşı sorumludurlar. HD’de sorumluluk kişisel olup ortak sorumluluk yokken, AD’de ise sorumluluk sonuçlardandır, sonuca ulaşmak için her yol meşrudur, kişisel sorumluluk yoktur, ortak sorumluluk vardır.
Daha fazla bilgi edinmek isteyenler sitemizin Seminerler bölümünde yer alan 516. Semineri okuyabilirler.