Bu işe zihin yoranların sakin ve adaba uygun bir zeminde müzakereye katılması, karşılıklı fikir ve görüş alışverişi içinde olması önemlidir. Süreç hepimizi bilgilendiriyor, zihnimizi açıp ufkumuzu genişletiyor. Tabii ki bizim de yazdıklarımıza çeşitli eleştiriler geliyor, bu da gayet doğaldır. Her eleştiriye cevap vermek gerekmez, hele belden aşağı vuran, üslubunu ayarlayamayan, konu dışına çıkan hiç kimseyi ne ciddiye almak ne cevap vermek gerekir. Ancak bazen cevap vermeden de olmuyor. Mesela Radikal Gazetesi'nde (6 Nisan 2010) ismimi zikrederek İslamcıların konuyla ilgili görüşlerini eleştiren bir yazıya cevap vermem için çok sayıda e-mail aldım. Yazıda "liberal bakış açısı"ndan demokrasinin ve özgürlüklerin tanımı yapıldıktan sonra, bu çerçevedeki "demokrasinin özgürlükle beslenmemesi durumunda bizi totalitarizme götüreceği" ifade ediliyor. Demokrasi, özgürlükler ve haklar gibi konularda "yanılgıya düştüğümüz" iddia ediyor. Bizim "birey-cemaat ilişkisi ve kolektif haklar"a ilişkin görüşlerimiz eleştiriliyor, arkasından "İslamcıların liberal demokrasiden yararlanmaları gerektiği" işaret ediliyor. Üstü kapalı İslamiyet'i ahlaki, fikri, toplumsal ve politik bir dava, davet ve iddia olarak benimsemiş gençlere İslamcıların değil, isimleri kamuoyunca bilinen liberal yazar ve akademisyenlerin kitaplarını okumaları öneriliyor. Ben kişisel olarak, Müslüman gençlere belli kalitede yazıp çizen herkesi okumalarını öneririm. Abur cubur yemek nasıl mideyi fesada uğratıyorsa, abur cubur okumak da beyni fesada uğratır. Bilgi temeline dayalı, entelektüel/fikri derinliği olan, hakikati ve gerçekliğin mahiyetini araştıran, dogmatik bir biçimde "erdiği" kanaatine varmayan, kısaca rahmetli Said Nursi'nin Ehl-i taharri (araştıran ve soran) dediği insanlar hangi fikri veya siyasi görüşe sahip olurlarsa olsunlar okunmalıdır, diye düşünüyorum. Çünkü Kur'an-ı Kerim, hakikat arayıcılarını "Onlar sözü dinler, fakat en güzeline uyarlar." (39/Zümer, 18) buyurur ki, "en güzel söz"ün ortaya çıkabilmesi için, bütün sözlerin özgür bir ortamda söylenmesi gerekir. Bu, liberaller ve diğer ideolojik gruplarla aramızdaki en temel farktır. Ben açıkça liberallerin özgürlükleri ve hakları mutlak anlamda liberal felsefeye irca etmeleri dolayısıyla, Said Nursi hazretlerinin "Ehl-i taharri" değil, "Ehl-i rahat" sınıfına dahil olduklarını düşünüyorum. Sebebi açık: Onlar, Batı'da belli tarihsel ve toplumsal şartlarda ortaya çıkmış olan ve Batı'nın gelişme, yayılma ve sömürme dinamiğinin baskın karakterini üzerinde taşıyan liberalizmi önümüze mutlak bir referans koyup özgürlükler, haklar, iktisat ve anayasa gibi konularda başkaca hiçbir kaynağa başvurulmayacağını söylerler ki, bu hakikatte "seküler dogmatizm"dir. Geçenlerde çok değer verdiğim liberal bir iktisatçı anayasayı tartışırken, aynen şöyle diyordu: "Ben normal olanı savunuyorum. Normal olan AB ve Amerika'da konuyla ilgili ortaya çıkmış olan normlardır. Başka norm tanımıyorum, başka normları savunanlarla da tartışmaya gerek duymuyorum." Bir başka değerli liberal dostumuzun Alevi çalıştaylarıyla ilgili yazdıkları şöyleydi: "Alevi veya başka konularda çalıştaylar düzenlemek fuzuli bir iş. Açın AB ilerleme raporlarını, ne yapmanız gerektiğini oradan okuyun". Çok değerli bir başka zat da, "İnsan haklarında yeni arayışlar olmaz. Bu saçma. Haklar Batı'da tanımlanmış, alıp uygularsınız." diyor. Ben açıkça Tanzimat'tan bu yana devam eden bu işe "kes-yapıştır yöntemi" diyorum. Eğer bir ülke anayasasını "kes-yapıştır" yöntemiyle yapacaksa vay halimize. Belli ki, önümüzdeki dönemde anayasa konusunda iki temel yaklaşım ortaya çıkacaktır. İslamcıların ve liberallerin yaklaşımları. Aradaki farkın ne olduğuna çarşamba bakacağız.
|