16.04.2010
İZNİNİZLE bugün biraz Baykalcılık yapacağım.
Çünkü...
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği “Kutlu Doğum Haftası” etkinliğine katılarak yaptığı muhteşem konuşma benim gönlümü fethetti.
Teslim oldum, çarpıldım, hayran kaldım, etkilendim, takdir ettim...
Neden mi?
Şu sekiz nedenden dolayı:
* * *
* BİR: Şaşırtarak ve ezber bozarak “İşte budur” dedirttiği için...
* İKİ: Hz. Muhammed’i en iyi bilen insanlara Hz. Muhammed’i en doğru, en güzel ve en etkileyici biçimde anlatmayı başarabildiği için...
* ÜÇ: Hz. Muhammed’i en iyi bilen insanların içtenlikli alkışlarını kazanmayı başardığı için...
* DÖRT: “Kutlu Doğum Haftası” ile CHP arasında sarsılmaz bir bağ oluşturduğu için...
* BEŞ: Bir muhalefet lideri olarak, Hz. Muhammed’in hayatını iktidara çakmak için kullanmaya tenezzül etmediği için...
* ALTI: CHP Lideri’nin de İslami kavram ve terimlere hakimiyet sağlayabileceğini gösterdiği için...
* YEDİ: Bir CHP Lideri’nin de Hz. Muhammed’in evrensel mesajını derinliğine kavrayabileceğini ve içselleştirebileceğini kanıtladığı için...
* SEKİZ: İslami kesimde “Biz şimdi bu konuda nasıl bir tutum alacağız?” türünde tartışmalara yol açmayı başardığı için...
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Adil Düzeni kimler getirecek?
Deniz Baykal kendisinden beklenmeyen ilginç bir konuşma yaptı. Konuşma kutlu doğum haftası etkinlikleri içinde gerçekleşti. Daha önceden bu etkinliklere katılmasının Ak Parti için kapatma davasında delil olarak kullanılması işi daha da ilginçleştirdi.
Kutlu doğum haftası gibi etkinlikler İslami değildir. Ne Hz. Muhammed ne de sahabeler böyle bir uygulama yapmışlardır. Kaldı ki Hz. Muhammed’in doğum yılının 570 mi, 571 mi olduğu bile ihtilaflıdır. Diyelim ki denildiği gibi doğum gününü kılı kılına biliyoruz. Yine de böyle bir etkinlik İslam dininin nasıl da kişiyi kutsallaştırmaya dönüştüğünün göstergesidir. Baykal da konuşmasında bunu belirtmiş ama konuşmayı İslamiyet’e aykırı bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği ve yine İslamiyet’e aykırı olan kutlu doğum haftası etkinliğinde yapması ilginç bir paradokstur. Kutlu doğum haftası, Mevlit kandili bid’atinin katmerleşmesidir. Mevlit kandili bid’ati bid’at susuzluğunu gidermemiş olmalı ki yılbaşı gecesinin yerine ikame edilen Mevlit kandilini, Noel yerine ikame edilen kutlu doğum haftası ile taçlandırmak gerekiyormuş. Noel’e benzemesi için de miladi takvime göre kutlanmalıydı.
Bunlar bir tarafa, Deniz Baykal’ın konuşmasının ilginçliği diğer tarafa. Deniz Baykal konuşmasında İslamiyet’in ahlaki yönünden çok düzen yönünü ön plana çıkarıyor ve İslamiyet’in ilim ve hayatın gerçeklerini kapsadığını anlatıyordu. Ama paradoks olan kendi uygulamalarında bunlara dikkat etmemesidir. Bana göre en azından şimdilik Baykal’ın sözleri sözde kalacaktır.
Peki Adil Düzen kimlerle gelecek, analiz yapalım.
İnsanlarda değişime direnç vardır. Değişime direnmeyen insan sayısı çok azdır. Kuran onlara Ulu-l elbab diyor. Daha önceki makalelerimden birinde uzun uzun özelliklerini anlattım.
İnsanların değişime direnme sebebi yerleşmiş inançları ve alışkanlıklarıdır. Bu inançlar, alışkanlıklar, gelenekler, töreler kişinin değişime direnci için kullandığı referanslarıdır. Bu referansları zayıf olan insanlar değişime daha kolay ayak uydururlar. Bunun en tipik örneği İslamiyet tebliğinin Hıristiyanlara veya Yahudilere değil putçu Arap kabilelerine yapılmasıdır. Onlarda da şiddetli bir direnç meydana gelmiştir. Ancak Yahudi ve Hıristiyanların referansları putçu Arap kabilelerinden çok daha güçlü olan tahrif edilmiş olsa da kutsal metinlerdi. Onların İslamiyet’e geçişi putçu Arapların geçmesinden çok daha zordu.
Gelelim günümüze. İslamiyet Hz. Muhammed’le geldiğinde ve ilk uygulaması yapıldığında hayatın içinde bir dindi. Yani hem düzen hem ahlak yönünde bir bütündü ve asıl olarak düzen üzerine kurulmuştu. Ancak zamanla düzen yönü görmezden gelinmeye başlandı ve İslamiyet hayatın dışına itilerek Hıristiyanlaştırıldı. Hz. Muhammed insanlara tesbih çektirme, zikir yaptırma, namaz kıldırma, oruç tutturma peygamberi gibi görülmeye başlanmış ve tıpkı Hıristiyanlardaki gibi din adamlığı müessesesi uydurulup papazların benzeri olarak namaz kıldırma memurlarının ortaya çıkarılması (halk arasında imam! deniyor) ve bunları yetiştiren ruhban okulu benzeri okulların kurulması ile süreç tamamlanmıştır. Tasavvuf uygulamaları ve tarikatların İslamiyet’in asıl müessesesi olarak görülmesi ve hayattan kopuk keşiş tarzı yaşamını sürdüren insanların kamil Müslümanlar olarak görülmeye başlanması da zihinlerdeki süreci tamamlamıştır. Artık insanların kafasında İslamiyet’in ne olduğuna dair bir referans meydana gelmiştir. Bu sahte İslamiyet referansı çok sağlam bir şekilde Müslümanların kafasına yer etmiştir, adeta bir çivi gibi çakılmıştır.
Gün gelmiş, Adil Düzen ortaya çıkmıştır. Ancak bu Adil Düzen insanlara anlatılınca ne olmuştur. Koskoca bir parti Adil Düzen’i bir parti programı olarak benimsemiş, ancak Adil Düzen o partinin başkanı haricinde neredeyse tamamının kafasına çakılmış olan geleneksel İslamiyet çivisini çıkaramamıştır. Çünkü çivi çok sağlam çakılmıştır. Siyaset gereği o günlerde Adil Düzen’ci görünen parti eşrafının daha sonra partiden ayrılanları Adil Düzen’ci olmadıklarını, karşı olduklarını açıkça söylemişlerdir. Peki parti içinde kalanlar Adil Düzen’ci midir? Hayır tabi ki. Sadece açıkça söyleyemiyorlar. Bugün Saadet Partisinde Adil Düzen’ci olduğunu söylemek dışlanmak demektir. Çünkü onların kafasında da geleneksel İslamiyet çivisi vardır. Ben denedim, siz de deneyin. Saadet partisinden bir yetkiliye Adil Düzen’den, Süleyman Karagülle’den bahsedin. Mutlaka tanıyacaktır. Ya bıyık altından alaycı bir şekilde gülecek ya da konuyu değiştirecektir. Çünkü onlar Adil Düzen’e şiddetle karşıdırlar. O kadar rahatsız edicidir ki Saadet Partisi için Adil Düzen, aklınız durur. En önemli sorun o çiviyi çıkarmaktır.
O zaman kimler Adil Düzen’ci olacaklardır. En başta mümin olup, ulu-l elbab olanlar. Ya da tersi, ulu-l elbabdan olduğu için mümin olanlar. Çünkü bunlar her söze kulak verirler ve en güzeline hemen uyarlar. Bunlar en önemli gruptur. Peki taraftarları ve destekleyicileri kimler olacaktır. Tabi ki kafasındaki çivileri gevşek olanlar. Ya daha önceden İslamiyet’e cemaatlere katılmadan bağlı olanlar, ya da uzak olup düşman olmayanlar. Bunların kafasında önceden yerleşmiş, çakılmış çiviler olmadığı için alternatifleri daha sağlıklı bir biçimde değerlendirip Adil Düzen’e inanırlar ve en azından uzaktan desteklerler ve düşman olmazlar. Namaz kılmayan, sol görüşlü ama İslamiyet’e düşman olmayan insanlara Adil Düzen’i anlattığım zaman “Ben böyle bir İslamiyet’e her zaman varım” şeklinde cevap veriyorlar. Cemaat içinde yetişmiş, kafasında yerleşmiş geleneksel İslami düşüncesi olanlar ise o kadar şiddetli reaksiyon veriyorlar ki, hatta bazıları Adil Düzen’i küfür olarak nitelendiriyorlar.
Buna göre Adil Düzen’in tebliğini acaba yanlış kimselere mi yapıyoruz diye soruyorum kendime.
Deniz Baykal’ın konuşması
İslam'ın toplumsal hedefi adaletli ve ahlaklı bir düzeni kurmak ve toplumu gerçekleştirmektir.
Hz. Peygamber, gelen vahyi tebliğ etmesiyle canlı ve hayatla iç içe kişiliğiyle, Kuran ayetlerini hem fiilleriyle, hem de sözleriyle tefsir etmekteydi. Hz. Muhammed'in hayatı, Kuran-ı Kerim'in bizzat bir tefsiridir. Böylece Hz. Peygamber Kuran-ı Kerim'in yaşanılabilir olduğunu ortaya koymuştur.
Hz. Muhammed insanlık tarihinde bir dönüm noktasıdır. O başka bazı peygamberler gibi uluhiyeti bizzat kendisi temsil etmez. O bir beşer olarak ilahi bir mesajı taşır. Uluhiyet Allah'tadır. İslam inancında bu peygambere isnat edilmez.
Hz. Muhammed kurban olmuş değil, örnek olmuş bir insandır. Yaşayarak bir makama çıkmıştır ve bir akıl peygamberidir. Vahiy akılla çelişmez.
Kuran, Hz. Muhammed'in en güzel örnek olduğunu belirtir. Örnek olmak, taklit edilmek anlamına gelmez. Hz. Muhammed'in taklit edilmeye değil, anlaşılmaya ihtiyacı vardır.
Kuran ısrarla insanların aklını kullanmasını, düşünmesini söyler. Hz. Muhammed akla vurgu yaparak, “Bilim talep etmek kadın-erkek her Müslüman’ın farzıdır” ifadesiyle bilimi teşvik etmekle kalmamış, insanlık tarihinde ilk okuma-yazma seferberliğini başlatmıştır.
Kuran toplumsal hayatta adaletin belirleyici olmasını esas almıştır. Kuran'da insanın topraktan yaratıldığı belirtilmiştir. Bu tüm insanların yaratılış bakımından eşit düzeyde olduğu anlamına gelir. Kuran bir kavme, bir soya değil, tüm insanlara inmiştir.
Kimin daha iyi Müslüman olduğunu ancak Allah bilir. İslam'ı doğru anlamanın tek yolu Kuran'ın ve Hz. Muhammed'in yaşamının doğru anlatılmasını sağlamaktır.
Dinin bir başka amaçla, bir servet, bir menfaat beklentisi içinde olanlar tarafından inhisara alınmış gibi takdim edilmesi İslamiyet'in özüne yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. İslam, iman, sorumluluk ve kurtuluş bakımından bireyi esas alır. Her insan aklı ve kendi hür iradesiyle sorumluluğunu üstlenir, hiç kimse bir başkasının günahını çekmez, herkes kendi günahının ve sevabının sahibidir. Cennete ancak hak eden girer. Cennette hiçbir cemaate toplu rezervasyon yapma imkanı yoktur.
Kuran'ın ve İslam'ın siyasetle ilişkisi konusunda yanlışlıklara karşı herkesin duyarlı olmasına ihtiyaç vardır.
Kuran'da siyasi birtakım düsturların ön plana çıkmıştır, şura, adalet ve işlerin ehline verilmesi gibi ilkelerin Kuran'ın öngördüğü temel ilkelerdir.
Ama bunlar herhangi bir devlet modelinin, rejim biçiminin, herhangi bir siyaset anlayışının tekelinde olmayan evrensel, her zaman ve her rejim için, her siyaset için mutlaka gözetilmesi gereken temel ilkelerdir. Elbette istişare olmadan doğru fikre ulaşmak imkanı yoktur. Doğru, kimsenin tekelinde değildir, istişare şarttır. İstişareyi ister mecliste yaparsın, ister partiyle yaparsın, ister kendi çevrendeki bilim adamlarıyla yaparsın, ama istişare şarttır. Şart olan İslam'ın öngördüğünü şuradır. Şuranın biçimini, devletin düzeni tayin eder. İşi ehline vereceksin. “Benim adamımdır, yakınımdır, dostumdur, hısımım, akrabamdır” diyerek iş vermeyeceksin, İşi ehline, en iyi yapacak olana vereceksin. Adaleti gözeteceksin. Adaletsiz yönetim olmaz. Padişahlıksa da adalet olacak, cumhuriyet ise de adalet olacak, demokrasiyse de adalet olacak. Hangisinin olacağına Kuran karar vermiyor. Kuran, bir devlet rejimi tavsiye etmiyor. Hz. Muhammed, hayatının belli bir noktasından sonra devlet başkanı olarak sorumluluk üstlendi, ama bu Kuran'ın İslamiyet'in belli bir devlet rejimi önerdiği anlamına hiçbir şekilde gelmez, gelmemiştir.
Hz. Muhammed vefat ederken yerine kimseyi bırakmamıştır. Onun vefatını takip eden siyasi gelişmeler ve Kuran bunu insana bıraktığını göstermiştir. İslam’ın toplumsal hedefi, adaletli ve ahlaklı bir düzeni kurmak ve toplumu gerçekleştirmektir. Dinin egemenlik iddiası yoktur. İslam dini ile Müslümanların meydana getirdikleri fıkıh özdeş değildir.
Kuran bir hukuk kitabı değildir. İslam'a göre iman, sorumluluk ve kurtuluş bireyseldir. Hiç kimse ne Müslüman olması için, ne de Müslümanlığı yaşaması için zorlanabilir. Çünkü dinde zorlama yoktur. Kimin iman etmiş olduğu, ne zaman imanın gerçekleşeceği, o kişinin kendi takdiri ile ortaya çıkacak bir iş değildir, Allah'ın takdirindedir.