Normal 0 21 false false false TR X-NONE AR-SA
Kendiniz olmasaydınız ne olurdunuz?
— "İnsan olduğum için acı çekiyorum ve Tanrı olmak istiyorum!"
Bu, gerçekte, insanı da, Tanrı'yı da tanıyabilme becerisinden mahrum, sevimli ve yetersiz bir anarşistin yakınmasıdır. Mihail Bakunin'in!
Zavallı Bakunin, acı ve ızdırabdan (yani: kendi olmaktan) kurtulmak için Tanrı olmayı isteyecek kadar şaşkın ve ihtiraslı bir anarşistti!
Oysa benim anarşizmim, kendi olmamla yetinmekten ibaret!
Kendin olmakla yetin, ve bırak, senden gayrı ne varsa anlamını yitirsin! Tanrı'dan gayrı ne varsa. Yani tümüyle mâsiva!
* * *
Sözü anlamak her âdeme nasib olmaz! Çünkü anlamak masraflı iştir; emek ister, gayret ister, samimiyet ister. Yanlış anlamak kolaydır oysa. Biraz kötü niyet, biraz da yetersizlik kâfidir yanlış anlamak için!
Bazıları bile bile yanlış anlarlar. Kasden! Bence kasden yanlış anlamanın da mahzuru yok, caizdir, ammâ bir limiti vardır! Bir sınırı, bir mikdarı.
Kasden yanlış anlamanın sebebi bazen kıskançlık olur, bazen de çekememezlik! (Hased yani!)
Kıskançlıktan olanı muhabbetten, çekememezlikten olanı da nefrettendir. Çünkü seven kıskanır, düşman olansa hased eder.
* * *
Düşünceleri yanlış anlamakla duyguları yanlış anlamak arasında bir fark vardır. Yanlış anlamaların çoğu duyguların yorumunda olur, ve bu da çok tabiidir. Çünkü duyguları anlamak biraz duygusal beceri (sezgi) ister; yani biraz hassasiyet, ama biraz da tecrübe!
Düşünceleri yanlış anlamaksa, daha çok düşünce sahibiyle ilgili önyargılardan kaynaklanır. Bir de kavrayış eksikliğinden, yani yetersizlikten.
Düşünce sahibine olan duygusal yatırımın niteliği önemlidir burada. Yatırım olumsuzsa, sonuç ister istemez olumsuz olacaktır. Olumluysa olumlu. Çünkü muhabbet kusurları örter. Nefret ise değil erdem sahibine, erdemin kendisine bile kıymaktan çekinmez.
* * *
İmdi, 5 Şubat 2010 tarihli Taraf gazetesinin anketine verdiğim cevaplar, görüyorum ki bazılarını rahatsız etmiş. Olabilir. Edebilir. Hatta etmelidir de. Ancak bir tek koşulla! Yani doğru anlamak koşuluyla. Oysa cevaplarım tamamen yanlış anlaşılmış ve o hengâmede beni
kurtarmaya (!) çalışanlar nasıl kurtaracaklarını bilemezken, saldıranlar da mal bulmuş mağribi edasında döktürmüşler de döktürmüşler; bazıları cehl-i basitten, bazıları cehl-i mürekkebden.
Demek oluyor ki bu zaman zarfında kamuoyuna bir açıklama borcum oluşmuş. Önce anketi okuyalım, sonra borcumuzu ödeyelim!
* * *
1. En sevdiğiniz kelime nedir? / Hüzün
2. Nefret ettiğiniz kelime nedir? / Kelimelerden nefret etmem, onları severim.
3. Ne sizi heyecanlandırır? / Sadeliğin ihtişamı
4. Heyecanınızı ne öldürür? / Her türlü sahtelik
5. En sevdiğiniz ses nedir? / İnsan sesi
6. Nefret ettiğiniz ses nedir? / Boş lâf
7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? / Gazetecilik
8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz? / Basitleştirebilme
9. Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz? / Tanrı
10. Nerede yaşamak isterdiniz? / Toplumsal olandan uzakta
11. En önemli kusurunuz nedir? / Düşünmek
12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz nedir? / Abartmak
13. Kahramanınız kim?_/ Aynalı Baba
14. En çok kullandığınız küfür nedir? / Utanırım söyleyemem
15. Şu anki ruh haliniz nasıl? / Şaşkın ve hüzünlü
16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler? / Arzu ettiğin bir şeyin olup olmaması sence eşit değilse, hâla eksiksin demektir. (Hakikatine ulaşmak için bir ömür harcadığım, Amiş Efendi'nin bu sözünün aslı şöyledir: "Matlubun husûlü veya adem-i husûlü nezdinde müsavî değilse, nâkıssın evlâdım!)
17. Mutluluk rüyanız nedir? / Mülkiyet/cinsiyet zulmünden âzad olmak
18. Sizce mutsuzluğun tanımı nedir? / Mülkiyet talebi
19. Nasıl ölmek isterdiniz? / Uyur gibi
20. Öldüğünüzde Tanrı'nın size kapıda ne söylemesini isterdiniz? / "Sana hâlâ inanıyorum!"
* * *
İşte soru ve cevapların hepsi bu kadar! Tartışma konusu da —tahmin edileceği gibi— 9. sorunun cevabı!
Bu nedenle "Tanrı Olmak İsteyen Düşünür!" başlıklı eleştiriler saçılmış ortalığa!
Şayet soru, "Kendiniz olmasaydınız, ne olmak isterdiniz!" şeklinde sorulsaydı ve ben de, bu aptalca soruya, "Tanrı olmak isterdim!" diye aptalca bir cevap vermiş olsaydım, otakdirde belki bu eleştirilerde kısmen haklılık payı bulunabilirdi ama soru bu şekilde sorulmamış. (Krş. 7-8 ve 10. sorular)
Soru şu: Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
Cevap da şu: Tanrı!
Peki anlamı nedir bu cevabın?
İyi okunursa, anlam, 20. sorunun cevabında saklı!
— Öldüğünüzde Tanrı'nın size kapıda ne söylemesini isterdiniz?
— "Sana hâlâ inanıyorum!"
* * *
Bu açıklamayı da yeterli bulmayanlara, arzu edilirse bir soru ile cevap daha ikram edebilirim:
— İnanan kim, inanılan kim? / İnanan O, inanılan Ben!
* * *
Sözün özü, benim rabbim Mü'mindir ey talib, bana inanır!
Ya seninkisi?
*********
Yorum:
Ne Oldu Ey Sûfiler Tanrılıktan Emekli mi Oldunuz ?
“Kendini bilen rabbini bilir” cümlesini cümle alem işitmişizdir bize din satan din tacirlerinden. İfadeler belki biraz ağır gelebilir ama burada kastım şudur ey kâri; üstte naklettiğim cümle İmam Rabbanî’nin bize ilmin ve ahlakın başlangıcını gösteren mükemmel bir ezcümledir. Fakat her güzel söz ve anlamını yitiren kelime gibi bu cümle de sûfilerle beraber semantik bir dönüşüme inkılab etmiştir.
Bu gayet normal bir durum zira Micheal Foucoult’nun dediği gibi “dil canlı bir organizmadır” haliyle organizma nasıl yaşar ve ölürse cümlelerin anlamları da zamanından sonra yaşamlarını yitirirler ve sonunda bir kriz baş gösterir “Anlam Krizi”
Peki nasıl değişmiştir bu cümle asıl manasından, asıl anlamı nedir, bugünkü manası ne ?
İmam Rabbani bu sözü haddi bilmek ve tanrıyı ispat etmek sadedinde kullanmış ve bu sözle dönemine kadar süregelen çarpık tasavvuf anlayışının vahdet-i vücûdun önünü kesmiş ve vahdet-i şuhud devrini açmıştır ama bugünün tasavvufu, meşhûdatı Tanrı ile yine organik bir bağa bürümekte gecikmemiştir. Niye mi?
Çünkü tasavvuf mistik hint kültürünün islamda önplana çıkmış yüzüdür. Haliyle kendini her şeyden uzaklaştırıp tanrıdan da uzaklaştırarak dünyanın siyasetine şeriatı müdâhil kılmamakla yükümlü kılmıştır. Bu sayede tanrıyla bütünleşme paradoxunu taşır. Bu cümleyi de mutasavvıflar alıp vahdet-i vücuda indirgemede gecikmemişlerdir. İnsan ile Allah arasında ki bağ bir bütüne kalb olmuş ve insan insanlığını unutup modern bir görünümle kendini Tanrılaştırarak yaptığı her şeyi meşrulaştırmıştır ve bunu da tabii ki din adamları yapmıştır. Ama istek siyasilerden gelmiştir kendilerini din üzerinden meşru kılmak için daha doğrusu dinin afyon yüzünden…
Şimdi söyle bana ey kâri Karl Marx haksız mı?
Soruyorum sana kâri bu tarz bir din afyon değilde nedir?
. . .
Yani kısacası insanı Tanrıyla özdeş görme tarihin geçmişinden gelen bir paranoyadır bu paranoyayı şu şekilde tesmiye edebiliriz; “ iktidarı meşrulaştırma”…
Haliyle iktidarı eleştirmeyi ortadan kaldıranlar zulmüne de göz yummuş ve sonunda geniş halk kitleleri de Neitzche’nin dediği gibi “Tanrıyı Öldürmüştür”
Peki çözüm ne? Zerdüşt ne diyecek bize?
Zerdüşt yine bize sesleniyor ama bu Zerdüşt tasavvufçu değil ahlaklı bir Zerdüşt … ve uzaklardan haykırıyor tüm insanlığa Zerdüşt …
“Önce kendimizi kendimiz olarak görmeli ve kendimizi ahirete değilde dünyaya adamalayız. Kendimizi yeryüzünün halifesi gibi görerek çalışmaya itmeli. Ancak bu şekilde dinin afyon yüzünü yıkabilir ve o hayasız örtüyü yırtabiliriz. Ve bu sûfileri tanrılıktan emekli ederek yerine ahlaklı din adamları getiren tarikatlarla ahlaklı siyasetçiler yetiştirebiliriz. Çünkü vakit değişiyor. Zamanın ruhu(zeitgeist) değişiyor.”
Böyle buyurdu Zerdüşt…
Ve şimdi bir deli bağırıyor tam dibinizden hakikati anlatmaya çalışıyor kendince…
“ Artık vakit demokrasinin/şeriatın vaktidir. Artık düzen sermayedarların siyasileri yönetip din adamlarının halkı kandırdığı bir düzen değil. İlim adamlarının doğruyu yanlıştan ayırıp önümüze doğruyu sunması bu doğru ile din adamlarının iyiyi kötüden ayırıp o iyinin halk yararına iktisadcıların değerlendirmeleriyle yararın uygulama adına siyasilere anlatılıp siyasilerin de ADALETİ hakim kılmasının vaktidir.”
Böyle haykırdı Deli…
Son olarak Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal Paşa’ya “Paşam bunları yapabilecekmisiniz?” demesi üzerine Gazi Paşa’nın muhteşem cevabıyla sana sesleniyorum ey kâri “ Zamanı gelen fikirler asla geri çevrilemez”
Bu zamanın fikri, ruhu, bedeni ve söylemi bellidir ey kâri “ADİL DÜZEN” . . .
(not: sûfiler tanrılıktan emekli olunca işsiz kaldıklarını sanmasınlar geleceğin ilim, siyaset ve iktisad adamlarını ahlak ekseninde onlar yetiştireceklerdir)