26.02.2010
Şu son yaşananlar, bu ülkeyle ilgili çok temel gerçekleri bu halka gösterdi.
“Görmemiş gibi yapanlar” da gördü aslında ama bir kısmı gerçeği kabullenmekte zorlanıyor, bir kısmı da eski oyunu hâlâ devam ettirebileceğini sanıyor.
Ama önemli olan onlar ya da tepkileri değil.
Önemli olan, gerçeğin çok çıplak bir şekilde röntgeninin çekilip halkın önüne konması.
Bugüne dek bütün uğraşları bu röntgeni çektirmemek, gerçekleri göstermemekti.
Çünkü bu röntgen bir kere çekildikten, bu cumhuriyetin yapısındaki çarpıklıklar açığa çıktıktan sonra halkı kandırmak o kadar da uzun sürmez.
Biz ne gördük bu son olaylarla?
Bir kere bu ülkenin hukuk sisteminin tamamen “ayrımcı” bir anlayışla ve “haksızlığa” dayanan bir zihniyetle oluşturulduğunu gördük.
Hukuk, devleti ve halkı ikiye ayırmış.
Ordu, yüksek yargı ve bürokrasi “devlet” kabul edilmiş, hukuk sisteminin içine yerleştirilen maddelerle bunlar “hukukun dokunamayacağı” bir koruma altına alınmış, onlara çok geniş bir “suç özgürlüğü” alanı açılmış.
Halktan birisinin yapması halinde “suç” kabul edilenler, “devleti oluşturanlar” tarafından yapıldığında “suç” kabul edilmiyor.
“Suç” kabul edilse bile bu insanlar “yargılanamıyor”, yargının dışında tutuluyor.
Ordu ve yüksek yargı istediklerinde “hukuk sistemi” üzerinde büyük bir baskı kurabiliyorlar ve bunun hesabını vermiyorlar.
Hatta bu “ayrıcalıklı” alanın, emeklileri kapsamasını da istiyorlar.
Geçen gün ordunun bütün orgeneralleri ve oramiralleri toplanıp “yargıya doğrudan” müdahale sayılabilecek bir açıklama yaptılar.
İstedikleri neydi?
Balyoz darbe planı nedeniyle hukuk önünde hesap vermesi gereken eski kuvvet komutanlarıyla generallere dokunulmamasıydı istedikleri.
“Böyle bir plan yoktur, uydurmadır, iftiradır, bu komutanlara dokunulması haksızlıktır” mı diyorlardı?
Hayır.
Balyoz planının varlığını reddeden bir tek söz söylemiyorlardı.
Çünkü onlar da bu planların gerçek olduğunu ve bu planı yok saymaya kalkmanın ileride kendi başlarını da derde sokabileceğini biliyorlardı.
Peki, ne diyorlardı?
“Böyle bir plan olsa bile o paşalara dokunmayın, biz çok kızarız.”
Korkutmaya çalışıyorlardı.
Bu arada biz, “emekli kuvvet komutanlarının” ifadelerinin “normal” savcılar tarafından alınamayacağını da öğreniyorduk.
Yasalara öyle bir madde eklemişler.
Peki, niye böyle bir ayrıcalıkları var?
Neden beyin cerrahlarına tanınmayan bir ayrıcalık kuvvet komutanlarına tanınıyor?
Neden fırıncıları bir karakol polisi bile sorgulayabilirken bir paşayı sorgulamak o kadar zor oluyor?
Ya da neden başsavcılar ayrı bir sorgulama sürecine tâbi?
Bu ayırımcılık zaten bu toplumu “efendiler” ve “köleleri” olarak ikiye ayırıyor.
Bu ayırımcılığın en büyük destekçisi de medya.
Doğrusu ya ben medyanın bu kadar “paşacı” olduğunu tahmin etmiyordum, biraz daha utanma duygusuna sahip olabileceklerini sanıyordum, ortada Balyoz planı gibi bir plan dururken, camilerin bombalanmasından söz edilirken, “ama efendim teşebbüs hali suç sayılmaz” diyebileceklerine, “darbe hazırlayanların” yargı önüne çıkmasını “büyük zulüm” diye niteleyebileceklerine ihtimal vermiyordum.
Medyanın bir bölümü peçesini attı ve CHP ile birlikte “darbe savunuculuğuna” geçti.
Halkın değil darbecilerin yanında yer aldı.
Röntgen elimizde şimdi.
Ordudaki, yüksek yargıdaki, medyadaki çarpılmaları açıkça görebiliyoruz.
Bu “cumhuriyetin” nasıl bir “azınlık tahakkümü” üzerine bina edildiğini, halkı hiç umursamadığını artık her olayla biraz daha net bir biçimde anlayabiliyoruz.
En önemli gelişme budur.
Generallerin, yüksek yargının, medyanın çırpınmaları, bu gerçeğin halkın zihnine daha keskin bir şekilde yerleşmesine yol açıyor.
Son olaylar, sisteme “teşhis” konmasını sağladı.
Tedavisi de halk tarafından elbette yapılacak.
Böyle hasta hasta sürünmeye devam edecek değiliz ya.
Y O R U M :
HARP OYUNUNDA DARBE SAKLAMAK ; YADA AYRIMLIYKEN KAHRAMAN AYRIMSIZKEN İNKARCILIK..
l) GERÇEK HAK DİNİN, BİRİCİK KRİTERİ:
İnsanlık tarihi binlerce yıl içinde çeşitli istismarlar görmüş, bunların en büyüğü insanın doğrudan kalp ve akıl bileşimine yapılan din istismarıdır. İnanç insanın dışarıya karşı en güçlü içeride en zayıf alanıdır.İstismar, sömürü şebekeleri bu yüzden bu alan üzerinden kuşatma ve kullanmalar yapagelmişlerdir.
İnsan aklı sorgulama solumasıyla yaşamını sürdürür. Sorgulama,varlığın içyüzüne ulaşmayı ve kendisiyle ilişkilerinde tanımayı amaçlar.İnsan sorgulamaya önce kendinden başlar giderek, çevresine ve zihinsel olarak ulaştığı her şeye sürdürür.
Din,insanın kendine ve doğaya yönelik sürdürdüğü sorgulamanın kaçınılmaz bulgusudur. Bu bulgu kendi içinde bitimsiz ve öznenin yaşamına koşut değişkenliğini sürdürür.Dinin dışında ve içinde olmak bedenin içselliğini idrak ile “dışarıya” yönelik yaşamaktır.
Sorgu ve bilgi etkinliği uyum sağlamak amaçlıdır. Uyum ile yaşamın zorlaştırılması veya engellenmesi olasılıkları giderilmek istenir. İçsel ve dışsal etkilerin kişililik dejerasyonları uyum frekansıyla nötrleştirilir.
Güvenlik ihtiyacı insanlığın fiziki en temelli ihtiyacı olması sebebiyle, giderici çözümlerin olumlandığı haller yaşamın insanla uyumlandığı haller olarak tanımlanabilir. Uyumlanma halinin bilimsel olarak ilkeleşmesi hukuk ve adalet ile kurumsallaşır.
İnsanların korunağı olarak oluşturulmuş hukukun uyumlanma gücü, içini dolduran adalet ile belirlenir. Adalet, hukuk dairesi içinde kalan insanlığın, homojenliğini zorunlu kılar; her kim ya da kurum hangi gerekçeyle olursa olsun, bu zorunluluktan istisna edilirse, hukuk dairesinin bir hücre gibi yaşamasını sağlayan sitoplazma hükmündeki adalet alanına virüs/ayrımcılık sokmuş olur; ki artık o hücre/sistem, ölümcül hastalığa tutulmuştur.
Bu bağlamda, din kendi önerdiği iç yansımalı dışsal havzasında bu yaşam dairesinin içinde yaşayan insan dahil, tüm yaşam biçimlerinin yargılanabilirliğini hem kendinin hakikiliğini hem de tercih edilen sistemin yaşanılırlığını sağlamış olur:
Yargılanamayan hiçbir kişilik veya kurum yoktur! Yargılanmaz yalnız Allah’tır!! Böylelikle, dinin referans kaynakları olan doğa ve yaşam izlenim/bulguları da anlayış, yorum, tatbikat etkinleri bakımından da dokunulmazlıktan çıkar.Hangi din ya da sistem yargılanmayan ihdas etmiş ise onun karanlık yolcu / yaşam kırıcı olduğunu peşinen söyleyebiliriz.
2) YARGILANMAYAN GÜÇ YIKICIDIR:
İnsanlığı belirleyici güçleri (önderler, kuvveti elinde tutanlar, hakim guruplar) diğerlerini de etkileyerek, durum koruması anlamında ve etkilediklerini de yanlarında tutmak için geleceğe yönelik umutlar vaat ederek devletler kura gelmişlerdir. Güvenliğin sistematik /otomatik (sürekli, yaygın) hale gelmesi için kurulan bu devletler, kazançlarıyla besledikleri orduları kendilerini de çerçeveledikleri hukuk dairesinde adalet taramasından istisna ettiklerinde varlıklarını olumlu sürdürebilmelerini sabote etmiş olurlar.
Yaşamın sihhat paralosı şudur : Yargılanmayan organizma, türev veya mükemmellik yoktur !
Kurucu kadro veya iradede dahi kendi “emeklerini” yaşatabilmeleri için bu parolayı kendilerini de içine katarak uygulamalıdırlar. Kuruluş aşamasında böyle bir “tevazuu” benimsemek, kuruluş hedeflerini aksatma olasılığını içinde barındırsa da; bu olasılık, kendilerini bu göreve soyunduran önceki sistemin, başlangıç ya da sonrasında temizle(ye)mediği virüsten olduğundan, kendilerinin de böyle bir akıbete düşmemeleri içi işleyen akıl gereği ve zorunludur.
Silah mekanizmasının emniyeti onun barış içinde güvenlikle kullanılabilmesi içindir. Orduların emniyeti de onların hukuk içinde kalıp gerektiğinde “kasmadan” yargılanabilmeleridir.
Diğer taraftan hukuk ve yargılama erki de aynı şekilde hukuk ve yargılamaya tabiidir.
Hukukun yaşam alanı adalettin homojenliğiyle sağlandığından; uygulayıcıları en önce ve erken biçimde bu adalet sisteminde yargılanabilmelidirler. Böylelikle varlıklarının oluşturulmasının samimiyetini ancak kanıtlayabilirler.
3) HALI ALTINDAKİ PİSLİKLER:
Balyoz planının dehşet, vahşet ve inanılmaz senaryolarının “harp oyunu” savunmasıyla savuşturulmaya çalışılması gücün bulunduğu yerde sağlıklı aklın olamayacağına dair güncel ve ibretlik kanıttır.
Temizlik ödevlisinin halı altına süpürdüklerini bulan ev sahibine diyeceği nedir?! Bulunan bu pislikler logar patlaması niteliğinde olduğunda ev sahibi ne hisseder? İnkarcılara, verilen bu örneği kurum lojmanlarının seçkin kullanıcılarının evlerinde logar akıntılarının divan altına saklandığını, , kendilerinin de “ kokudan” ( konut site sorumlusu hükmündeki Nato ‘dan)) ortaya çıkardıklarını, hayal edecek empatiye davet etme yeteneğimiz olsa milletin aydınlarının neden figan ettiklerini ancak anlayabileceklerdir.
Aydınların, imtiyazlı sistem içinde, alışılmış hempanın perdesini aralama dürtü ve güdülerinden dolayı, ayrı tutulanlarca, hain (perde kaldırıcı/tecavüzcü) olarak karalanması profesyonel hampacılığın doğal refleksidir. “Hain!!” yaftası, ayrımcılık (tan ya da ) kaynaklı ise sahtekarlıktır.Hain lik emanet edenin zaaflarıyla emanete el koymaktır.
4 ) AYRIMCILAR VE YALAKALAR:
Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar? Sorunsalı ayrımcı mı yalakayı doğurur yalaka mı ayrımcıyı doğurur ikilemine yansımıştır. Medya ve türleri bu oluşumda kara akıl sahiplerine en güzel örnektir.
Tavuk oluştuğunda bildiğimiz yumurta ortaya çıkacaktır. Oluşumunu tamamlamamış tavuk çıkardığı yumurtalar söz konusu yumurtalar değildir. Yumurta tavuktan çıkar ve sonra hem tavuğa hem de diğer yaşama katkı sağlar.
Medya ve türlerinin içindeki karanlık akıl inkarcılığı, gücün (ordu ve/ya yargının) aslını inkar kaynağıdır. İnkarcı akıl, varlığını sürdürebilmek için kurduğu bu örtük şebekeyle gücü karanlığa alet edegelmiştir. Böyle bir gücün, düşeceği olumsuzlukta atılacak “ilk taş” yine karanlık akıl taraftarlarından olacaktır.
SONSÖZ VEYA ÖNERİ:
Yalan, iftiranın toplumda rahatlıkla önemsenmeden ortaya çıkması; karanlık beslenicilerce gıda olarak güncelleşmesi, sözünü ettiğimiz yıkıcı yapıyı kurumsallaştıracaktır. Basit, insani ilkelerden olan yalan söylenmezliğin, tek tek ve hep beraber, her bulunulan yerde savunulması, hemen atılacak ilk küçük adım, toplumsal “kurtuluş” için çok ucuz bir reçete olarak önümüzdedir; buna yeni “ikinci cumhuriyetin” ilk tuğlası da diyebiliriz.