İki Türkiye Cumhuriyeti
21.02.2010
Gündelik olayların ve haberlerin içinde kaybolmak yerine biraz geriye çekilip soğukkanlı bir çözümleme yaptığımız zaman göreceğimiz manzara şudur:
İki başlı bir Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gidiş hızlandı.
Her şeyden iki tane var artık: İki basın, iki yargı, iki eğitim, iki güvenlik gücü, iki sermaye, iki edebiyat...
Bu ikili yapının Türkiye’yi nereye götüreceği belli. Şu andaki kavga, son ve büyük bir kapışmayla sonuçlanacak.
Bir taraf öbür tarafı yok edecek.
Çünkü hiçbir devlet iki başlı olamaz. Bu, sürdürülebilir bir durum değildir.
Eski devrimci marşlardan birinde “Hazırlandık son kanlı kavgaya” diye bir dize yer alırdı.
Haberleri izlediğimde, gazeteleri okuduğumda hep bu dize aklıma geliyor.
***
Bu durum eskiden “müesses nizam”, daha sonraları “kurulu düzen” denilen sisteme karşı bilinçle yaratıldı.
Eski düzenin zayıf noktaları dikkatli bir biçimde saptandı.
Neydi bu zayıf noktalar?
Dünyaya kapalı olmak, darbeler, asker vesayeti, insan hakları ihlalleri, faili meçhul cinayetler, Avrupa’yla diyalog eksikliği, halka tepeden bakma tavrı, devlet-birey çelişkisinde yargının devletten yana koyduğu tavır vs.
Bu zayıf noktaların üstüne bindirme yapıldı.
Önce Avrupa ve dünya ile iyi ilişkiler kuruldu, reformlar başlatıldı.
Sonra kurulu düzenin bütün yanlışlarının üzerine tek tek gidilmeye başlandı.
Bu süreç boyunca kurulu düzen savunucuları içine sürüklenmekte oldukları tuzağı fark etmemeyi, inatla dünyayı anlamamayı sürdürdüler.
Bize bir şey olmaz gururu içinde rehavete gömüldüler.
Nasıl olsa Atatürk devleti kurmuştu; onun resminin arkasına sığınıp tembellik ederek hayatlarını geçirebilirlerdi.
Oysa Atatürk çağının gereklerine uygun bir devrim yapmış ve ısrarla “Ben hiçbir dogma bırakmıyorum. Her şeyi çağa ve bilime göre yorumlayın” demişti.
Bunları unutup devrimcinin mirasını statükocu olarak sürdürmeye çalıştılar.
Bu arada karşı taraf bizzat kendi kalemlerinden (mesela Ömer Dinçer) açıkladıkları gibi “Artık cumhuriyetin İslâmi esaslara göre yeniden düzenlenmesinin vaktinin geldiği”ni savunuyordu.
Erbakan ve 28 Şubat deneyiminden de iyi ders almışlardı.
Erbakan’ın, Batı karşıtı tutum, sert söylem ve merkez basın yüzünden kaybettiği saptamasını yaptılar.
O zaman, Batı’yla iyi geçinecek, sert İslâmi söylem yerine demokratik reformcu
imajını benimseyecek, kendi basınlarını, aydınlarını, giderek kendi yargılarını, üniversitelerini, güvenlik güçlerini yaratacaklardı.
Ve yarattılar da!
***
Gelin dinamik bir tahlil yapalım.
On yıl önce kurulu düzen neredeydi, şimdi nerede?
On yıl önce pro-İslâmi siyasal hareket neredeydi, şimdi nerede?
Peki bu gidişle on yıl sonra bu ülkede kartlar nasıl dağıtılıyor olacak?
Perşembenin gelişi çarşambadan belli değil mi?
Çare; kurulu düzenin derhal bir özeleştiri yapıp, insanlık dışı suçlarını itiraf edip, yeni, çağdaş, akılcı, halkı hor görmeyen, çalışkan, birbirini engellemeye çalışmayan, dünyaya uygun bir yapılanma içine girmesidir ama ufukta bunu yapacak bir bilinç görünmüyor.
YORUM:
ÇARE ADİL DÜZEN
Adil düzen yani tevhid(birlik).Ey şikayet edip ikilikten(çokluktan) sızlanan birliğe gel kurtul.Kurtarmaya çağır artık insanları…
Yaşlanan ölecek,yeni doğanlar onların yerlerini alacak.Ama gidiş iyiye mi kötüye mi olacak?Buna Türk halkı karar verecek.Önce her söze kulak verilecek sonra en güzeline uyulacak.Ey insanlar Allah’ın(cc)ayetlerine iyice bakın.Hem nefsinizdeki hem de dışınızdaki.Binlerce yıldır Peygamberler hep bunları söyledi ve bunları getirdiler.Vede birbirlerini yalanlamadan.Siz zannediyormusunuz ki bu durum değişecek.Bu hitabı(kitabı)okuyup uyan kurtulacak uymayan helak olup gidecek.Asrımızda bunu Akevler
Ağzından dinleyin.Gören gözlere,işiten kulaklara,anlayan kalplere sonsuz çareler var…