25.02.2010
Ey generaller... Ey amiraller...
Ey yüzbaşılar... Ey binbaşılar... Ey albaylar...
Ve de ey “meşhur” genç subaylar...
Size sesleniyorum:
Sakın tahriklere kapılmayınız.
Sakın Yaşar Büyükanıt adlı eski komutanınızın, iktidar partisinin oylarının yüzde 48'e çıkmasına yol açan o akıl dışı atraksiyonuna tevessül etmeyiniz.
Sakın öfkenizi kontrolden çıkarmayınız.
* * *
Çünkü...
Elinizi silahınıza atıp meydana çıkamayacağınız biliniyor.
“Dış konjonktür” hazretlerinin size fırsat vermeyeceği biliniyor.
Tanklarınızı caddelerde süremeyeceğiniz biliniyor.
Bir sabah erkenden ve ansızın gelemeyeceğiniz biliniyor. Düdüğü çalıp maça son veremeyeceğiniz biliniyor.
Bor'un pazarının geçtiği biliniyor.
* * *
Bütün bu cesaret gösterileri o yüzden.
Bütün bu “Hadi sıkıysa darbe yap bakalım” artistliği o yüzden...
Daha düne kadar “asker” denildiğinde titreyenlerin kaplan kesilmeleri o yüzden...
Daha düne kadar bütün mülklerinin anahtarlarını teslim etmeye hazır olanların, bugün tüm mülklerin anahtarlarını teslim almaya kalkışmaları o yüzden.
Daha düne kadar televizyonlarında asker goygoyculuğu yapanların, bugün televizyonlarında “grizu patlamaları”nı bile askere bağlamaları o yüzden.
* * *
Şimdi sizden beklenen...
Bir gece yarısı muhtırası yayınlamanızdır.
Şimdi sizden beklenen...
Düşen oyların toparlanmasına katkı sunmanızdır.
Şimdi sizden beklenen...
Anti demokratik bir hareket çekmenizdir.
Şimdi sizden beklenen...
Tehdittir, şantajdır, diklenmedir...
Şimdi sizden beklenen...
Tankları yürütmenizdir.
* * *
Ey generaller... Ey amiraller...
Ey yüzbaşılar... Ey binbaşılar... Ey albaylar...
Ve de ey “meşhur” genç subaylar...
Bu sefer oyuna gelmeyin.
Bütün beklentileri boşa çıkarın...
Söndürün Genelkurmay'ın bütün ışıklarını...
“Bizi ne kadar tahrik ederseniz edin, bu sefer size ekmek yok” deyin.
“Ne duruyorsunuz askerler... Siz Mustafa Kemal'in ordusu değil misiniz? Gidişata el atmayacak mısınız” diye sizi ajite etmek isteyen sözde sivillere, “Biz demokrasiye bağlıyız... Memnun olmadığınız hükümeti devirmek için bize güvenmeyin” deyin...
Bu tahrik oyununu bozun...
Kaba kuvvetinizi değil, ince zekânızı gösterin.
Bu sefer başaramasınlar...
* * *
Sizin kaba kuvvet gösterinizden mağduriyet peyda etmek isteyenler de avuçlarını yalasınlar...
Milletin güvenini kazanıp iktidara gelmek yerine sırtlarını size dayayarak güya siyaset yapanlar da avuçlarını yalasınlar.
“Biz bu oyunda yokuz” diyerek boşa çıkarın oyunu...
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Nasıl düzelir?
Son günlerde 10 yıl öncesine göre gerçekleşmesi imkansız görünen olaylar meydana geliyor. Orduda yapılan planların ortaya çıkarıldığı iddia ediliyor. Generaller yargılanıyor. Savcılar birbirini tutuklatıyor.
Sistem öyle bir şekilde kurulmuş ki gücü elinde bulunduran diğer tarafı eziyor. Sahalar değişiyor, taraflar değişmiyor. Bir taraf diyor ki, beni senelerce ezdiler, istediğim gibi yaşatmadılar, şimdi gücü ben ele geçiriyorum, ben de onları istedikleri gibi yaşatmayacağım. Diğer tarafta diyor ki eğer gücü bunlara kaptırırsam benim onlara yaptığımı yapacaklar, beni istediğim gibi yaşatmayacaklar. Bu nedenle elimdeki gücü sonuna kadar kullanmalı ve galip çıkmalıyım.
Düzen adil olmazsa güç haklı duruma gelir. Düzen adil olursa hak güçlü duruma gelir.
Yargı reformundan bahsediyorlar. Söyledikleri reformlar sadece güçlüyü daha güçlü hale getirir. Denetimi çoğunluğa sahip olan siyasilere verir. Siyasi gücü olan yargıya hakim olur yani hakimlere hakim olur. Hakimlerde davalılara hakim olur. Sonuçta güçlü olan istediğini hapislerde süründürür, hapse atacak bir suç üretemezse yıllarca yargılama tamamlanana kadar hapislerde bekletir, sonra suçsuzmuşsun der, hapiste yattığını da yanına kar bırakır. Şu anda güçlü olan zanneder ki ilelebet ben güçlü kalacağım. Kendine göre yasalar düzenler. Bir de bakar ki gücünü kaybetmiş, kendi lehine olan yasalar aleyhine olmuş. Bu sefer karşı çıktığını destekler, kendi çıkardığı yasaya karşı çıkar. Bu durumun tipik örneğini YÖK olayında yaşıyoruz. Solcular YÖK’e en şiddetle karşı çıkan gruptu. Solcuların YÖK protestolarını göre göre okudum ben üniversite yıllarında. Polisler gelir, “kahrolsun YÖK” sloganları atan grupları dağıtırdı.
Gün geldi, YÖK solcuların eline geçti. Birdenbire karşı çıktıkları YÖK’ü öyle sever oldular ki. Önceden YÖK’e verilen aşırı yetkilerden rahatsızdılar. Üniversiteler bağımsız olmalıydı. YÖK’de neydi? Sonradan hepsi birer YÖK sever oldular. Çünkü o inanılmaz yetkisi içinde YÖK’ü istedikleri gibi kullanıyorlar, solcu rektörleri atıyorlar, kararlar istedikleri gibi çıkıyordu. Bu dönemde YÖK’e karşı çıkan sağcılar iktidara geldiler, Cumhurbaşkanı değişti. YÖK başkanı değişti. Bu sefer solcular YÖK’ü sevmemeye başladılar. Önceden YÖK’ün hiçbir işine karıştırmayan, YÖK tek yetkilidir, biz karışmayız diyen Danıştay başladı YÖK’ü yönetmeye. YÖK’ün hiçbir kararını beğenmiyor, katsayı farkının rakamına kadar yönetimine karışır duruma geliyordu. Neredeyse YÖK’e atanan memurların yaşına, kara gözüne, kara kaşına bile karışacak.
Bunlar böyle devam eder gider. İnsanlar şunu düşünmeliler: “Ben hak düzeni getirmeliyim. Batıl düzen içinde, zulüm düzeni içinde bir gün ben güçlü olurum, bir gün onlar olur.” Sonuçta hep bir taraf zalim, diğer taraf mazlum olur.
“Ben iyiyim, ben gelirsem iyi olur veya şu adam çok iyi, bizi o kurtarır” cümleleri sadece birer safsatadan ibarettir. İnsanları sadece ve sadece hakkın güçlü kılındığı sistemlerin getirilmesi kurtarır. Bu sistemleri getirenlerde hayrın vesilesi olurlar, hayrın kendisi değil. Aksi halde mehdi bekleme garabetine düşülmüş olur.
Yargı reformu yapacaklarmış. Yapılacak tek yargı reformu vardır: Hakimlik sistemini kaldırıp hakemlik sistemini getirmek. Bunun dışında hiçbir şekilde adaleti sağlayamazsınız. Tepeden atanan hakimler kendilerini atayan güce dayanırlar. Gördünüz kısa bir zaman önce. HSYK anında olaya nasıl müdahil oldu. Anında nasıl savcıların yetkilerini aldı. HSYK bağımsızmış. Bütün insanların siyasi görüşleri olur ve bütün insanlar taraftırlar. Bu nedenle merkezden atanan hakimlerle adalet sağlanamaz. Her zaman tarafların seçtiği hakemlere dayanan bir mekanizma ile adalet sağlanır. Bunun dışında herkes inanmadığı şu cümleyi ikiyüzlülükle söyler: “Yargı bağımsızdır, her şeyin üstündedir.” Bunu derken de aklından “benim adamlarım yargıyı ele geçirmeli” diye düşünüyordur.
Eski ordu mensuplarını “bağımsız yargı” yargılıyor. Koskoca generalleri sanki kapıdan kaçacak çocuklar gibi topluyor ve savcı önüne getiriyorlar. Bir çeşit gözdağı veriyorlar. Daha önce yapılanların bir benzeri. Sadece taraflar değişti. Bir insan suçsuzluğu kanıtlanana kadar suçsuzdur. Ancak günün düzenlerinde suçsuzluğu ispatlanana kadar suçludur.
Asıl zulüm ise gerçekleşmemiş bir suç için insanları yargılamaktır. Bir insan henüz bir fiili gerçekleştirmeden o fiile niyetlendi diye suçlanabilir mi? Bugünkü düzenlerde bu gayet normaldir. Nasıl “düşünce suçu” denen saçmalık varsa, “niyet suçu” da var işte. Darbeye niyetlendiniz diyerek suçlanıyorlar. Böyle adalet olmaz.
Bugün ordunun yapacağı bir şey yok. Ordu aynen Ahmet Hakan’ın dediği gibi sessiz kalmalı. Ancak bunu Ak Parti oy almasın diye değil, doğru olan bu olduğu için yapmalı.
İnsanlar artık didişerek, çekişerek, karşıdakini ezmeye çalışarak bir yere varılmayacağını anlamalılar. Önlerine bir sistem, bir proje koymayan kimselere, günün düzeninde başarılı olacağını iddia edenlere, hak düzenden, Adil Düzenden dönenlere yüz vermemelidirler.