Anayasa ve Kodları
1439 Okunma, 0 Yorum
Ali Bulaç - Zaman
Ahmet Yasir Erol

 

Osmanlı ve öncesindeki İslam devletlerinde hangi din veya inanç grubundan olursa olsun, farklı insan topluluklarını bir arada tutan faktör güçlü bir hukuk çerçevesiydi.

Bu hukuk çerçevesi doğrudan İslam Şeriat'ından neş'et ediyor veya en azından hukuk dahiline alınan her karar ve icraatın Şeriat'a dayandırılması öngörülüyordu. Bu açıdan Şeriat, sadece Müslümanların değil, Müslüman olmayanların da koruyucu ve ihata edici kubbesiydi. Hile-i şer'iyyelere başvurup hukuk suistimali yapan siyasi iktidarlar yine de Şeriat'a başvurma lüzumunu hissediyorlardı ki, aksi halde keyfi olarak bir uygulama yapmaya kalkıştıklarında, bu meşruiyetlerini kaybetmelerine sebep oluyordu. Nihayetinde "meşruiyet ve meşru" kelimeleri Şeriat'a uygunluğu ifade eder.

Her karar ve uygulamanın şu veya bu sıhhat derecesinde dayandırıldığı Şeriat, tamı tamına bugünkü "hukukun üstünlüğü" ilkesine, bir "üst hukuk normunun varlığı"na ve daha açık bir ifadeyle "anayasa metni"ne karşılık düşer. Kanuni Sultan Süleyman, "Padişah Şeriat'a karşı sorumludur, Şeriatı ihlal ettiğinde vüzera ve vükela onu tahttan indirir." demişti. Anayasalar, bütün yasaların temelini teşkil ettiğinden, yasaların anayasaya uygunluğu şartı aranır. Şeriat'ın da tarihte yerine getirdiği fonksiyon tam da budur. Fetvalar ve kanunnameler Şeriat'a uygun olmalıdır. "Şeriat'a gitmek" hukuka başvurmak demektir, bu yüzden "Şeriat'ın kestiği parmak acımaz."

Safevi, Osmanlı ve Endülüs'te Şeriat bu fonksiyonu görürken, çağdaş Avrupa devletlerinde İslam Şeriat'ına karşılık olabilecek bir referans yoktu. Kilise, Roma hukukunu iktibas etmişti, kral kendi hükmünde özgürdü. Fransız krallarının "devlet benim" veya "kanun benim" şeklinde rahatça beyanlarda bulunması bunun sonucuydu. Batı'da devlet veya kral daima halkı ezmiş, en temel haklarını gaspedebilmiştir. Bugün göklere çıkartılan Magna Carta, sonuçta toprak üzerinde mülkiyet hakkını tanıyor, vergileri tahammül edilebilir seviyeye indiriyordu ki, bunun o günkü Müslümanlar açısından hiçbir önemi yoktu. Şariat'ın koruduğu mülkiyeti kim ihlal edebilir?

Batı'da devletin her şey olması ve ezen kuvvet olarak sahneye çıkması, toprak mülkiyeti, üretim araçları ve devlet iktidarının paylaşımı konusunda kanlı sınıf ve mezhep savaşlarının patlak vermesine yol açtı ki, 19. yüzyıla gelindiğinde anayasalar, sınıflar arasında birer uzlaşma metni olarak teşekkül ettiler. Bundan böyle ne kral veya bir başkası değil, üzerinde mutabakata varılan bir üst hukuk metni hakem olacak, karar ve uygulamalara mesnet teşkil edecek, yasalar bu metne göre çıkarılacak, yasaları da halkın temsilcileri yapacaktı.

Anayasaların siyasetin ve hukukun yerleşik kültürel ögeleri olarak ortaya çıkıp Batılı insanın bilincinde kabul görmesi hiç kolay olmadı. 700 yıllık kanlı bir tarih yaşandı.

Bizim tarihimizde ise toplumsal grupları kubbesi altında din topladığından ve dinden neş'et eden İslam Şeriat'ı herkesin hak ve hukukunu koruyucu bir çerçeve içine aldığından hem sınıf ve din savaşları yaşanmadı hem Bosna-Hersek sınırından başlayıp doğuya doğru Malezya'ya kadar uzanan geniş coğrafyada yaşayan İslam topraklarında, Müslümanlar yanında gayrimüslimlerin hukuk ve siyaset kültürlerinde "üst hukuk" daha köklü bir bilinç olarak yer etti. İddiam şu ki, Müslümanlar gibi Doğu Hıristiyanları da, İslam Şeriat'ının koruyucu çerçevesi dolayısıyla Batılılardan çok daha köklü ve sağlıklı bir hukuk bilincine sahiptirler.

Bu bilinç bizim bugün yeni ve sivil bir anayasa yapmaya çalışırken anayasa fikrini besleyici yönde olumlu bir rol oynayabilir. Başka bir ifadeyle tarihî kodlarımızı hatırladığımızda, dinî reflekslerimizi güçlendirdiğimizde anayasa yapmamız, birbirimizi anlamamız, uzlaşarak bir anlaşma metni çıkarmamız çok daha kolaydır. Anayasa metninin tarihsel kodlardan beslenip kalıcı olması için bütün toplumsal gruplar sürece katılmalı; müzakereci siyaset yolu takip edilmeli, anayasanın ruhu ve ana çerçevesi icap ve kabule dayanmalıdır. a.bulac@zaman.com.tr



24 Şubat 2010, Çarşamba

 

 

Ahmet Yasir Erol






Sayı: 38 | Tarih: 28.02.2010
Ebubekir Sifil
Kandil Uydurmacası
10516 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Hayrettin Karaman
Kutlu Doğum
2209 Okunma
20 Yorum
Hilmi Altın
Ahmet Hakan
Türk Ordusu'na çağrı
1663 Okunma
5 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Dücane Cündioğlu
Kendiniz olmasaydınız ne olurdunuz?
1584 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Ahmet Altan
Röntgen
1578 Okunma
1 Yorum
Özer Ataç
Reşat Nuri Erol
'Kusura bakma IMFFAİZciğim'
1561 Okunma
Ilker Ardic
Ümit Zileli
Hüsnü Mahalli - İç ve dış politika
1520 Okunma
Osman Köse
Bekir Berat Özipek
KCK Operasyonları neyin önünü açtı?
1486 Okunma
Bünyamin Demir
Mehmet Şevket Eygi
Ilımlı İslâm, Ilımlı Müslüman...
1473 Okunma
4 Yorum
Emine Hocaoğlu
Nazlı Ilıcak
Mevlana'dan
1473 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Can Ataklı
Paşa’ya eteklik giydirenler şimdi demokrasi kahram
1463 Okunma
Mesut Karaaytu
Ruşen Çakır
Düne bakmaktan yarını unuttuk
1441 Okunma
Tayibet Erzen
Ali Bulaç
Anayasa ve Kodları
1439 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Fikret Bila
İnsani boyut aşılırsa iş değişir
1437 Okunma
Harun Özdemir
Mehmet Altan
Sıra 27 Nisan Muhtırasına mı Geliyor
1428 Okunma
3 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Mahir Kaynak
Operasyon boyutu
1395 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
İki Türkiye Cumhuriyeti
1376 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Niyazi
Sanat ve insanî özellikler
1372 Okunma
Abdurrahman Erol
Toktamış Ateş
Yeni üniversiteler
1370 Okunma
Osman Eskicioğlu
Fehmi Koru
Çakallar bizden değildir!
1340 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler