26.02.2010
Son Çankaya zirvesindeki açıklamanın iki kilit cümlesi var:
1) Gündemdeki meselelerin anayasal düzen ve kanunlarımız çerçevesinde çözüme kavuşturulacağından vatandaşlarımızın emin olmaları;
2) Bu süreçte kurumlarımızın yıpranmaması için herkesin sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği...
Bu iki cümle de temenni bildiriminden öteye gitmiyor. Çünkü devlet içinde yaşanan kriz ve kamplaşma birebir olmasa da, topluma da ciddi bir biçimde sirayet etmiş durumda. Bu yüzden mevcut sorunların anayasal düzen ve kanunlar çerçevesinde çözüleceğine toplumun bir bölümü inansa bile diğeri tam tersini düşünüyor.
Kurumların yıpranması meselesine gelecek olursak; saatler süren farklı zirvelerden sonra ya hiçbir şey söylenmemesi ya da alabildiğine kısa açıklamalarla yetinilmesi, devletin kurumları arasında ciddi bir çatışma olduğu duygusunu iyice kuvvetlendiriyor. Bu soruna toplumsal temelde baktığımızda yine farklı tutumlar görüyoruz: Bir yanda çatışan kurumlardan birine iyice angaje olmuş ve bu çatışmayı sivil alana da taşımak isteyen toplumsal kesimler, diğer yanda bu çatışmadan rahatsız olup bir an önce bitmesini dileyen ama bunun nasıl olabileceğini bilmeyenler.
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Gizli kapılar ardında üç As’ın görüşmesi, görüşme sonrası sakinleştirme çabasından öteye geçemeyen, haliyle halkın tedirginliğini biraz daha arttıran cinsten yapılan “gündemdeki meselelerin anayasal düzen ve kanunlar çerçevesinde çözüleceği” açıklaması hükümet içi, ordu içi ve ordu-hükümet arası gerginliğin veya başka bir deyişle krizin sanıldığından da büyük olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de sorunlar el altından, kayıt dışı, gayri meşru, antidemokratik yollarla mı çözülüyor ki, bunu yalanlarcasına böyle bir savunma mekanizmasına bürünerek açıklama yapılıyor?
Şimdi Türkiye’de yaşamış olsa bu soruya Polyanna herhalde şöyle cevap verirdi:
“Türkiye’de bir sorun yok ki. Biz gayet iyiyiz, dert üstü, murad üstüyüz. Azcık özgürlük, bir tutam demokrasi, yarım kaşık ucuzluk bir de olmuşken tadımlık adalet olsa, değme keyfime gitsin.
Yoksa sanıldığı gibi dış güçlerin içerdeki maşaları işlerini iyi yapıyor değiller, hele sonunda halkın bir kısmını orduya cephe alır hale getirmeleri külliyen yalan. Ama ordu içindeki parlak fikirlilerin hakkını vermek gerek ne de olsa “Adi Başbakan” parolası çok yaratıcı, pek de lazım. Kim bilir belki de haftaya menüde ‘İmam bayıldı’ yerine ‘Başkan delirdi kebabı’ olur. Afiyet olsun!”
Polyanna yok ama gene de bize geçmiş olsun. Ne de olsa ortalıkta dolaşan Somurtkan Şirinler O’nu aratmayacak türden. Darbe yok ama (belki de henüz yok demeliyim, herkes pek hevesli) en az olmuş kadar yankısı var. Mitingler düzenleniyor, protestolar yapılıyor, pankartlar açılıyor. ‘Millet çıldırmış, aynı ülkede mi yaşıyoruz?’ dedirtecek türden tepkiler ortalıkta kol geziyor.
Peki elde ne var?
Askeri karakol köşelerinde sorgulayan bir yönetim,
Ucu darbecilere ve cuntacılara değince ses getiren bir yargı,
Batık bir ekonomi,
Yozlaşmış bir aile yapısı,
Kokuşmuş bir medya,
Umursamaz bir halk
Somurtkan Şirinler’e kızacak oldum ama bu kadar olumsuzluk arasında iyimser olmak gerçekten çok zor.
Hükümetle TSK arasında misillemeler yapıladursun, perde arkasında olanların, millet uyutularak, milleti geçin hükümet uyutularak yapılanların acısını halk çeksin, düşünemeyen, muhakeme edemeyen, cesaret edemeyen, tercih yapamayan, değişemeyen, değiştiremeyen halk çeksin, çekelim!
Dünü unutmakla, yarını görememek arasında bir yerde kaybolan adam, dünü mü düşünmeli yarını mı aramalı?
Bence önce kendini bulmalı, bugünde kayıp bir ruh ne dünü bilir, ne yarın bilinir.