— "Quo vadis, Domini?"
Yakalanacağını anlayınca Roma'dan kaçan havarî Petrus'un yolda giderken kendisiyle karşılaştığı Efendisi İsa'ya merak ve heyecan içinde sorduğu sorudur bu!
— "Efendim, nereye gidiyorsunuz?"
Hz. İsa'nın bakışlarında incinmişlik, sesindeyse sitem dolu bir hüzün vardır:
— "Roma'ya!"
Gözleri faltaşı gibi açılmış bir hâlde "Niçin?" diye sorar Petrus, şaşkın şaşkın...
İsa, o mağrur, o mazlum bakışlarını vakarla yere indirir ve dudağının kenarına ilişen acı bir tebessümün eşliğinde şöyle der:
— "İkinci kez çarmıha gerilmek için!"
* * *
İncinmiş bir sevgilinin, âşıkına en kahredici cilvesi, her hâlde, ona sadakatinden kuşkulandığı îmasında bulunmasıdır.
İki sevgili arasında —tarihin nadiren tanık olacağı— en iç acıtıcı sahnelerden biridir bu! Hissedildiğini gösterecek tek alâmet ise iki damla gözyaşı!
Petrus işareti almıştır. Ağlayarak Roma'ya geri döner ve yakalanır ve çarmıha gerilir. Üstelik başaşağı.
Kurban göğün nazarına sunulmuştur ya, artık kuzularının uğruna Efendi'nin kendisini ikinci kez feda etmesine gerek kalmamıştır.
Baki olan, sadece aşka hürmet ve sadakattir.
* * *
Aziz Petrus'un çarmıha gerilişi, birçok sanatçı (msl. Massacio, Michelangelo, Caravaggio, Guido Reni, Giordano) tarafından farklı ayrıntılar öne çıkarılarak resm ve tasvir edilmiştir.
Bu sanatçılar arasında, belki de sanat tarihinin en huysuz, en kavgacı, en serserî ressamı olan Caravaggio'nun isminin altına bir mim koyalım.
Koyalım, çünkü —kendisine "câni ressam" bile denilmiş bulunan— Caravaggio'nun bu şah-eseri tek kelimeyle bir istisnadır, bir şahikadır.
Petrus'u resmederken ulaştığı zirveye bugüne yüz sürebilmiş bir başka sanatçı var mıdır, hakikaten, hatırlamakta güçlük çekiyorum.
Eleştirmenler birbirinden farklı beğeni ölçütleri kullanırlar Caravaggio'nun mezkur eserini yorumlarken. Oysa biz burada muhtelif eleştiri teknikleriyle vakit kaybetmeyeceğiz ve sadece birkaç ayrıntıya dikkat çekmekle yetineceğiz.
Önce, Aziz Petrus'un —bazılarına göre, Efendisine hürmeten!— çarmıha başaşağı gerildiğini hatırlayacağız.
Sonra, dikkatlice şehîdimizin çehresine bakacağız. O yaşlı yüzdeki teslimiyete. Sabırla mermere hâkedilmişcesine yüz çizgilerinden yansıyan o izzet ve vakara. "Hadi şu işi bir an önce bitirin de sevgiliye kavuşayım!" der gibi bakınan inançlı gözlerin derinliğine. O derinliklerden ışıyan tevekkül ve sükûnete.
Zahmet edip resme atf-ı nazar eyleyen her talibin, ancak sadakatini isbat eden âşıklarda rastlanabilecek o müsterih yüze odaklanmaktan başka yapabileceği pek bir şey yoktur.
Bu eser mâtem hâlindeki zayıf yürekleri ısıran kara bir ağıt değil! Yasını tutacakların yaralı gönüllerine ürperti düşürecek mutaassıb bir tebliğ gösterisi ise hiç değil!
— "Quo vadis, Domini?"
Bakışları o çehreyle meşgul olanın kulağında çınlayacak olan da hep bu ifadedir.
— "Efendim, nereye gidiyorsunuz?"
Dikkat ettiniz mi bilemiyorum ama menkıbede Hz. İsa'nın cevabına mukabil Petrus'tan sadır olan sözlü bir karşılık kaydedilmemiştir.
Caravaggio, Petrus'un sükûtunu, âdeta çehresindeki teslimiyet ve tevekkülle seslendirmiştir.
[Aslında, "gördüğüm, sevgilinin yanına gideceğini bilen bir âşıkın umarsızlığı" da diyebilirdim.]
* * *
Bil ki ey talib, âşıkın hâlinde gaflet olmaz! Başka bir deyişle, âşık aslâ gafil olmaz!
Aşk vadisinde yapılmış ve yapılacak olan en küçük hatanın hükmü daha baştan bellidir: ihanet!
Sadakatin zıddı yani.
Âşık hata yaparsa, yani gözlerini kapar ve bir anlığına bile uyursa, aşka ihanet etmiş olur. Yani hesap ederse, yani akleder ve düşünürse...
Akıldan yardım almaksızın hiçbir hain ihanet edemez! Aşık ise akıldan özgür olandır; aklı terketmiş bulunandır. Hesap kitap nedir bilmez o! Bilmeye başladığı an, aşk libasından soyunmaya başlamış demektir. Aşıklar aldanırlar belki ama asla aldatmayı beceremezler.
* * *
— L'homme est né libre, et partout il est dans les fers.
Jean-Jacques Rousseau'nun ünlü eseri Du Contrat Social (Toplumsal Sözleşme) işbu cümleyle başlar:
— "İnsan özgür doğar ve fakat her yerde zincirleriyle yaşar."
Ey talib, ben de diyorum ki, zincire vurulmayı göze almazsan aslâ Tanrı'ya inanamazsın.
Âşık olmak demek, zincire vurulmak demektir. Sevmek demek, sevgisiz ellerce çarmıha gerilmek demektir. Senin anlayacağın, aşk, özgürlükten vazgeçmek demektir.
İkide bir inandığını söyleyip durma da göster bana, hani, prangaların nerede? Nerede zincirlerin?
Madem inanıyorsun, o hâlde niçin Roma'dan kaçıyorsun?
******
Yorum;
NE İŞİM VAR ROMA’DA DOĞUMUM İSTANBUL DA İKEN
Roma ihanetin ve hainlerin memleketi, Roma gücün hükümran olduğu zalimlerin mazlum yarattığı, hakkın hiçe sayıldığı metruk virane. Aşığın yeri Roma değil İstanbul’dur. İstanbul, medeniyetin yeri; aşk, medeniyetin kalbidir. Roma İsa’yı asarken bir daha oraya gitmenin anlamı ne?
Öyle değil mi ey kâri Sokrates idam edilince ne işi olur Platon’un Atina’da, özgürlük hicretle gelir. Savaşlar hicretle kazanılır. Medeniyetler hicretle doğar der Ali Şeriati. Medeniyet ve Hicret.
Tarih medeniyetleri hep iki kutupta görmüş ve yakalamıştır. Biri Atina-Roma temsiliyetinde batı kutbu diğeri Mekke-Kudüs mihveridir. Biri güce tapar diğeri hakkı kaim tutar biri gözyaşı getirir diğeri gülümseme birinde acı vardır diğerinde aşk. Biri nemli gözlere namlu uzatır diğeri nemli gözlere mendil. Peki soruyorum sana ey kâri
“ne işin var roma da sen zalim misin aşık mı?”
Ve ey kâri zincirlerini aşk için kırmalısın yakmalısın fikirleri prangalayan demiri, bakma sen Rousseau’ya ve onu anlamaya çalışan Fransızca cahiline bakma sen ilim içinde yüzüyorum teraneleriyle ilimden nasibi olmayanlara. İlim ne acîb bir olgudur bilirmisin nicel olarak ilimin artması ile çevre niktarında cahilliği de artırır ama hangi cahilliği? Cahilliğin cehl-i basît yönünü mürekkeb yönünü değil.
Ne demiş Rousseau?
— L'homme est né libre, et partout il est dans les fers
İnsan özgür doğar lakin her zaman demirleriyledir.
Demir(le fer) bir zincir değil bir itaat değil boyun eğdirme politikasıdır. Demir gücün simgesidir. Demir fikirlere kilit vurulmasıdır. Tanrıya inanmak için demirle var olmak onu inkâr etmekten daha vahimdir.
Veyl olsun demirleriyle yaşayanlara
Veyl olsun fikirlerine kilit vurmaya çalışanlara
Veyl olsun Tanrı’yı ilim ve fikirle aramayanlara.
Tanrı inancını salt bir inanışta görmek ve dini bir dogma olarak telakki etmek St. Augustinius’tan bu yana bizim idrakimize vurulan kettir. Niye mi gayet basit…
Sebeb bellidir ey kâri; kurulu düzenin çarklarına uyarak Tanrı’nın bizden istediği dürüstlükle yaşamayı terk edip zalimlerin emirlerine itaat etmek içindir. Düşünmeyi silerek yeni bir medeniyetin takipçilğini terk etmek içindir.sana tek bir önerim var ey kâri
Her insan gibi sende savaş ver ama kendinle. Düşün ey kâri acı çekiyorsan düşün. Yeni bir dünya istiyorsan adalet istiyorsan barış istiyorsan savaşını barış içinde vermek istiyorsan
ey kâri Kır Zincirlerini Kır!!!
Kurtul demirlerinden ve sakın zincirlerinle yaşamanı isteyenlere
سمعنا و اطعنا (işittik ve itaat ettik) deme !
سمعنا و عصينا (işittik ve isyan ettik) de !!!
(not: bu son ifadeler ayetle ilintilendirilmesin zira onun bağlamı farklıdır)