19.02.2010
Tarihî bir kavganın ortasındayız.
Mücadele çok keskin olduğu için herkes tarafını açıkça belirleyip yerini alıyor.
Tarafların belirlenmesinde çok da şaşırtıcı bir gelişme olmuyor.
Ergenekon konusundaki “saflaşma” bu son “yargı” kavgasında da aynen kendini gösteriyor.
Çünkü “Ergenekon” aslında devletin rahatça “suç işleme hakkına” sahip olduğuna inanan “eski cumhuriyet”in kod adı.
Susurluklar, JİTEMler, faili meçhuller, darbe planları bu “eski cumhuriyetin” olağan işleri.
“Devlet, kendi halkına karşı suç işleyebilir ve bu suçlar cezalandırılmaz” diyen bir inanış bu.
Bu inanışın savunma tarzı da, “devletin hukuka uyması halinde ülkenin başına çok kötü işler geleceği” palavrası elbette.
Bu görüşe karşı çıkanlar da, “suç işleyen devletin ülkeyi batıracağını, artık devletin suçtan arınması gerektiğini” söylüyorlar.
Devlet görevlileri tarafından işlenen suçların “sembolü” de Ergenekon olmuş durumda.
Onun için Ergenekon konusunda alınan saflar gayet “ideolojik” ve hiçbir olayda değişiklik göstermiyor.
Eski cumhuriyetin taraftarları Ergenekon’u savunuyor, “demokratik bir cumhuriyet” kurulmasını arzulayanlar da Ergenekon’a karşı çıkıyor.
Eski cumhuriyeti savunanlar, halka açıkça” biz sizi ezen bir devlet istiyoruz” diyemedikleri için “Ergenekon AKP’ye karşı, AKP muhalefeti susturmak için Ergenekon’un üstüne gidiyor” diyerek, eski cumhuriyetten bıkan ama AKP’den de hoşlanmayan bir kesimi bir süre daha kendi saflarında tutmaya çalışıyorlar.
Ama kavga çok keskinleştiği için bu kurnazlık pek sökmüyor.
Bu değişim kavgasının son döneminde olduğumuz için artık taraflar da varını yoğunu ortaya koyuyor, “eski cumhuriyetçiler” iktidarlarını biraz daha sürdürebilmek için “hukukun dışına” çıkmakta beis görmüyorlar.
Erzurum’daki Ergenekon soruşturmasını durdurabilmek ve Üçüncü Ordu Komutanı’nın savcılıkta ifade vermesini engelleyebilmek için “hukuk dışına” çıkan hamleler yapılabiliyor.
Örneğin, Erzurum Savcısı’nı görevden alan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yetkilerini aşıyor; İstanbul Barosu eski başkanı Yücel Sayman, “HSYK’nın bu yetkiyi aldığı bir kanun maddesi göstersinler, gösteremezler, HSYK’ya böyle bir yetki veren kanun yok” diyor.
Kanun yok ama HSYK “olmayan” bir yetkiyi kullanıyor.
HSYK’yı “yargının ve hukukun” temsilcisi olarak kabul eden Yüksek Yargı, CHP, medyanın bir bölümü “kanuna dayanmayan” bu uygulamayı destekliyor ve HSYK’ya karşı çıkmayı “bağımsız yargıya karşı çıkmak” olarak göstermeye uğraşıyor.
HSYK, “bağımsız yargı” öyle mi?
Biliyorsunuz, bu “kurum”, askerlerin Şemdinli’deki bir kitabevini bombaladıkları sırada suçüstü yakalanmasıyla ortaya çıkan davanın iddianamesini yazan savcıyı cezalandırmıştı.
O savcı sistemin dışına atılmıştı.
Bu “bağımsız” bir karar mıydı?
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt, bir canlı yayında, “o savcıyı görevden kendisinin attırdığını” açıkça söyledi.
Genelkurmay Başkanı’nın emriyle “savcıyı görevden atan” bir “bağımsız” yargı kuruluşu olabilir mi?
O zaman, bu “bağımlılığa” karşı çıkan bir Yüksek Yargı üyesi oldu mu, Yargıtay, Danıştay bugünkü gibi ayaklandı mı, CHP isyan etti mi?
Niye ayaklanmadı peki?
“Yargı bağımsızlığına” çok meraklı olduklarını söyleyen bu kuruluşlar HSYK’nın Genelkurmay’dan emir almasını niye eleştirmedi?
Çünkü “eski cumhuriyet”, yargı da dahil olmak üzere herkesin Genelkurmay Başkanı’ndan emir alabileceğini kabul eden bir zihniyete sahip.
İstedikleri de, bu anlayışın devam etmesi, bunun için mücadele ediyorlar.
Mücadelenin bu keskin virajında da “hukuk dışına” çıkmalarının açıkça görülmesine aldırmıyorlar, daha canhıraş bir sorunları var çünkü, bir ordu komutanının ifadesinin alınmasını engellemeye uğraşıyorlar.
HSYK, hukukçuların söylediğine göre “kanunsuz” bir iş yapıyor, dahası “emirle” iş yapıyor ve emirle iş yaptığı da bizzat emri veren kişi tarafından açıklanıyor.
Bu ülkeye gerçek hukuk geldiğinde “emirle iş yapan” hukuk kurumunun üyeleri de yargı önüne çıkacak herhalde.
Bugün “yargı bağımsızlığı” diye bağıran ve olayları saptıranlara bir sorun bakalım, Büyükanıt HSYK’ya emir verip savcıyı işinden attırdığında neden seslerini çıkarmamışlar?
Çok basit bir soru bu ama herkesin durduğu yeri açıkça gösterecek bir soru.
Bu ülkede yalanlar çok pervasız söylendiğinden bazen küçücük bir soru kocaman yalanları ortaya çıkarıveriyor.
Gürültülere çok aldırmayın, eski bir bina yıkılıyor, yeni bir bina yapılıyor.
Yıkımla inşaat aynı anda sürüyor.
Bu kadarcık bir gürültü olacak artık.
Y O R U M :
HUKUKUN KÖLELEŞTİRİLMESİ YA DA ADİL HUKUK EŞİĞİNDE KESKİN VİRAJ.
EŞİK TESİPİT :
“Ergenekon aslında devletin rahatça “suç işleme hakkına” sahip olduğuna inanan “eski cumhuriyetin” kod adı.”
BİNDİĞİ DALI KESEN İNSAN
Yaşam aleminde ortaya çıkmış varlıklar, yaşamın sunumlarından yararlanma hakkına sahiptir; bu sahipliğin omurgası, varlıkla bütünlüğün uyumudur.
İnsan aklı, tarihi gelişiminde eksik bilgi ve yetkinsizliğiyle varlığa kendi yararına, varolduğu alanda konuşlanışına göre etkide bulunageldi: ormanları yakmış, suları kirletmiş, hayvanları katletmiş, türlerini acımasızca sömürmüş, yok etmiş..
‘çevre’ olarak terimlenmiş kavramın içeriği canlıyı kuşan canlılık olarak açıklanabilir. Çevreye yönelik ihtiyaç giderme eylemi olarak kullanma alanı ölçüsüne göre canlının diğerleri üzerinde hakimiyetini gösterir.
İnsan hem türlerini altedip sömürme güdüsüyle daha sonra kendisinin de ihtiyaç duyacağı ‘çevreyi” imha ederek ilkelliğinin/akılsızlığının boyutlarını göstere gelmiştir. Şimdilerde de sanayi/gelişme adına butür “iş”leri sürdürmesi dikkate değerdir.
Günümüzde, ‘barışın teminatı’ , ‘yurt savunması’ amacıyla oluşturulan askeri güçler de yukarıdaki “iş”lerden azade sonuçlar oluşturmuş değillerdir: birtürlü ortadan kaldırılamayan kara mayınları, napal, misket, gaz bombaları, biyolojik “mikropluklar”…söz konusu değinin esas mühimmatlarındandır.
KOPMAYAN İP/ ‘URVATUL WUSKA’.
Böyle tehlikeli sularda gezinen “gemiler” ya da dalış yapan “dalgıçlar” güvenlik bağlarını çok önemselidirler. Genelde dünya insanlığı, özelde devletlerin halkları güven, refah ve mutlulukları ortak katkılarıyla oluşturdukları kurumları bilinen en sağlam bağlarla garantiye almak zorundadırlar. Öyle ki güç unsurunu eline geçiren kurumlar, giderek o gücü kendilerinden doğmuş kabul edip yozlaşırlar, hizmet ödevlerini hükmetmeye dönüştürürler.
HAK, EVRENİN SEVGİ SEVKİNDE, UYGULADIĞI USÜL
Hukuk, güçlünün güçsüze eziyetini engelleyecek güvenilir tek unsurdur. Hukukun içi, neyle doldurulursa, insanlar ve kurumlar arası sistem, ilişkiler ona göre evrilir. Hukukun özü haktır.
Evrende hak yasası bütün yasaların üstündedir. Olumsuzluklar ve olumluluklar bu anlamda değerlendirilmelidir. Hak, ortaya çıkan oluşumlarda aranmalıdır; ancak, bu kesiksiz ve akışkan olarak ve sebep sonuç ardışığının uzun eriminde/süresinde anlaşılabilir.
ASKER VE HUKUK
Orduların zulüm oluşturma-maları onların hukuk ile sevk edilmeleriyle mümkündür.Hukuksuz ordular zulüm kaynağı olmuşlardır hep.Ordular oluşturulmadan ellerine silah verilmeden hala kurucularının “ellerindeyken” hukuklu olarak oluşturulmalıdırlar. Diğer taraftan hukuksuzlukla kurulmuş ordular daha sonra hukuka dönüştürülmeleri olası değildir; bu takdirde hukuk gündeme gelirse ordular kendi hukukunu başkalarına kurdurmayıp kendileri kurarlar. Böyle bir oluşum ortaya çıktığında tüm sistemin hukuku ister istemez kendi hukukunu kurmuş ordunun güdümüne girer.
Hukukun uygulayıcısı olan yargının bağımsızlığı böyle bir oluşumda olanaksızdır. Çünkü, bağımsızlık ihdası yargıya sistem tarafından verilmişken, ordu-ca kendin-ce alınmıştır.Böyle bir oluşumun hukukla da sevki mümkün değildir.
İzlemenin ikinci aşamasında hukukun niteliği içselliğinde hakkın varlığı demir ile çeliğin ayrımı gibi ortaya çıkacaktır.Adil amaçlı olmayan hukuk uygulama sürecinde yukarıdaki hastalığın bir cinsi olarak nüksedecektir.
SONSÖZ ya da BU NOKTADAKİ FLAMA:
Yaşamın adalet ile akan nabzı, hukuksuzlukta hukuku, hukukta adil hukuku arayarak akacaktır hep !!.