05.02.2010
Bir zamanların “yerde alıp gökte yiyen” genelkurmay başkanlarından Orgeneral Kıvrıkoğlu, tehditkâr bir böbürlenmeyle “28 Şubat bin yıl sürecek” demişti.
Ordumuzu teslim ettiğimiz generallerimizin “öngörülü kurmaylar” olduğunu kanıtlayabilecek bir örnek değil bu.
Çünkü 13 yıllık bir işkenceden sonra 28 Şubat dün sona erdi.
EMASYA’nın kaldırılması, 28 Şubat’ın toplumun belkemiğine soktuğu bir hançer olan bu tuhaf “protokolü” belkemiğimizden çekip çıkarttı, 28 Şubat anlayışını da sona erdirdi.
Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak gazetesinde çok uzun yıllardır yazıp durduğu, Necdet Açan’ın da Hürriyet gazetesinde “sosyetik fişleme” haberiyle ilk somut örneğini halka gösterdiği gibi EMASYA Protokolü, ordunun sürekli olarak kendi halkını izleyip fişlemesine “yasal bir mazeret” oluşturuyordu.
Ordu, elindeki istihbarat elemanlarıyla toplumu “anaokullarına” kadar fişliyordu.
Yıllardır sürdürdükleri bu “izleme ve fişleme” işine kaç adam ayırdıklarını, kaç para harcadıklarını hiç birimiz bilmiyoruz.
EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasının yolunu açan Balyoz Planı’nın, görmek isteyen herkese gösterdiği gibi; “dış tehdidi” konuşacağız diye toplanıp “darbe” hazırlıklarına, yargı da dahil bütün devlet kuruluşlarını fişlemeye, “okul müdürlerine” kadar “tutuklanacak” adam listeleri yapmaya, cami bombalamak için harekât emirleri düzenlemeye ordunun ayırabildiği “bol” vakti vardı.
Dış tehdidi falan bir kenara bırakmış, bütün dikkatlerini “içeriye” yoğunlaştırmışlardı.
Mahallelere kadar sızıp her yanda herkesin neler yaptığını, neler konuştuğunu soruşturuyorlardı.
Bütün bu saçmalıkları da 28 Şubat rezilliğinin eseri olan “EMASYA Protokolü”nün arkasına saklıyorlardı.
Bizim yayımladığımız bütün o Lahikalarda, İrticayla Mücadele Planlarında, Kafes’te, Balyoz’da 28 Şubat’ın ve EMASYA Protokolü’nün parmak izleri vardı.
Dün sabah Neşe Düzel’in bana telefonda heyecanla söylediği gibi, “28 Şubat bitti” şimdi.
Toplumu dehşete düşüren bir hortlak kayboldu.
Ordu, sivil hayattan bir adım daha çekilecek.
Böyle adım adım gerçek işlerine, askerliğe dönecekler.
Başbakan’ın eşini “türbanlı” diye GATA’ya almamak türünden densizliklerin ve o densizliğe utanmazca destek olan MHP’nin karşılaştığı tepkiler, böyle anlamsızlıkların da artık toplumda ciddi bir uğultuya yol açtığını gösteriyor.
İnsanlar bu aşağılamalara karşı sessiz kalmıyorlar.
MHP, Başbakan’ın eşine yapılan hoyratlığı hafifsemenin ve türbanlı bir kadının haklarını değil de askerlerin saygısızlığını savunmanın bedelini sanırım önümüzdeki seçimlerde ödeyecek.
Anadolu bunu kolay kolay affetmez.
Bizim halkımızın çabuk unuttuğu söylenir ama bazı şeyleri unutmaz.
Kadınların başörtüsüne el uzatmak hoş görülmez.
Gazetelere baktığınızda da, GATA’daki saygısızlığı destekleyen hiçbir yazı yoktu.
En “laikçiler” bile hoyratlığın ve saygısızlığın bu boyuta ulaşanına sahip çıkmamıştı.
Türkiye normalleşme yolunda yürüyor.
Bağıra çağıra, kıra döke, kavga ede ede normal bir ülke olmak yolunda ilerliyoruz.
GATA rezaletine gösterilen ortak tepkiden sonra ordu da yargı da “başörtüsü” konusundaki tavrını bir daha gözden geçirecektir; ne kadar lojmanlarına kapanırlarsa kapansınlar neticede onlar da bu toplumda yaşıyorlar ve kendi halklarıyla bir noktadan sonra zıtlaşmayı göze alamazlar.
Türkiye’de kendi halkını ezen ve bunu kendine hak gören Kemalist rejim sonuna yaklaşıyor; yıllarca biriken tepkiler, bazen tek bir “Dersim” lafıyla, bazen GATA’daki tek bir densizlikle büyük patlamalara dönüşüyor.
Ben ordu sorununun “çözülme” aşamasına geldiğine, daha sonra inanç özgürlüğünün, Kürt meselesinin, Alevi haklarının da birer birer çözüleceğine inanıyorum.
Dindarlar kendi çektikleri acılardan pay biçerek “başkalarının” acılarını da anlayacaklardır; Kürt meselesinde, Alevi sorununda, fikir özgürlüğünde, bir “asker” gibi değil bir “mümin” gibi davranmaları gerektiğini kavrayacaklardır.
28 Şubat’ın hayaleti kayboldu aramızdan.
Daha adil, daha özgür, daha hakkaniyetli bir toplum olma yolunda büyük bir adım daha attık.
Darbeseverlerin üzüleceği ama adalet ve özgürlük isteyen herkesin sevineceği bir gün bugün.
İstediğinde en büyük baskıları bile geriletebileceğini görmek bu topluma büyük bir güç ve güven verecektir, o güvenle diğer sorunları da çözeriz.
En azından bu umudu besleme hakkımız var bugün.
Y O R U M
HIZLI ÇEKEN ŞİLAHŞÖRLER;
Eski Amerikan kovboy filmlerinde vahşi batının güce dayanan “hukuk”unda silahşörlarin iki özelliği etkindi: Hızlı silah çekip ateş etmek ve hedefi vurmak. Bunlardan birincisi genellikle diğerinin hep önündedir, çünkü silahşörler arasında kapışma çok uzak mesafede yapılmıyordu. Yine de silahını hızla çekip hedefi ıskalayıp yavaş çekilene hedef olanlar oluyordu.
Silahşörlük modern devirlerde de devam ediyor: Öncelikle borsalarda, ardından siyasette, siyasetin içinde bürokratlar arasında. Vahşi batının “hukuk”u, uluslar arası hukuka evrilmiş, sürüyor.
ll Eylül faciası ABD ( ve dünya) tarihinde dönüm noktasıdır. ‘Önleyici savaş Doktrini”ni uygulanabilir kılan gerekçedir. Bizde de benzer ll Eylüllere yönelik olarak EMASYA uygulamaya konulmuştu.
İnsanlığın zihni nitelik sıçrama yapmadıkça, senaryolar aşağı yukarı aynı:
Musa peygambere Samiri;
İsa peygambere Pawlus;
Muhammed peygambere ,Ebu cehil;
“Yoldan çıkarıcıya”, engizisyon;
Yahudiye karşı Hitler;
Hitlere karşı, komünizm,
Özgür” dünya, Sovyet bloku,
Milli mücadele için,Yunan işgali (yalçın küçük);
Kürt katılımı için Sevr(yalçın küçük);
M.Kemal’e karşı Emperyalizm;
Atatürk’e karşı Arap inancı;
Komünizme karşı Gladyo;
Husame Bin Ladin’e , karşı önleyici savaş…
(…)
ABD. de Başkan Kenedey in suikastını oranın “ergenokon”u yaptı; ardından nato ülkelerinde
Bu faaliyetlerin benzerleri şiddet debisi değişerek oluştu.Dedim ya, aynı tarz düşünce..
Vatan Gazetesi’nden Güngör Mengi yaklaşık olarak diyor ki: “Emaysa kalktı toplu olaylara nasıl engel olacaksınız bun dan sonra bakalım?!”
Yani asker bu milletin askeri hizmetlisi değilmiş te; “makine soğuk yürüyüver biraz!!”(cem yılmazın Türkler uzayda ışınlamayı nasıl yaparlar hicvi) der gibi…
Hep aynı mantıkla “işgüzarlık” yapıla geliyor.Milletin emeği alın teri habbe ediliyor.
Hesap, kitap: kendince…
Şu çok önemli: Yetkiler açıklık gerektirir. Kapalı alanlara “yurt savunmasından” önce şeytan doldurur!!
Askerlik gerekliyse o da bilimle inşa edilmeli;o bilim misyonu; bilim insanınca geliştirilir; sivil siyasetle ödevlendirilir, sorgulanır; askerle işlendirilir. Bu doğal işleyiş sırası değişti mi
Ortam sivil olmaktan çıkıp, başka şey (biz deki gibi) oluverir.
Sivas’ta otel yakılıyor; önleme etkinliği zamanında alınmadığı için vali yargılan mıyor?!
Vali görevini yapmış onu Ankara durdurmuşsa İlgili Bakan ve ya her kimse yargılanmıyor.
Sonra Emaysa geliyor.. Bundan açık ne var Allah aşkına?! Tabii ki canı yanan karşısındakini düşman beller; fakat adil hukuk böyle refleksif olmamalı.
Kapitalizm “hep bana”; Komünizm “hep partiye”; Milliyetçilik evdışı düşmanlık; Demokrasi bölücü aymazlık; cumhuriyet soruyu bile soramamak:dört senede bir defa ya ‘evet’ ya ‘hayır’!!! Rusya’da Gorboçov’dan sonra dayatılana şöyle deniyormuş: ‘yersen Yelts-in!’