"İslamiyet'in temel kaynaklarından hiçbirinde; halkının Müslüman olduğu bir ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğine dair tek bir satır yoktur" diye yazdığım zamanlar; epey tepki alırım.
Daha önceleri bunu yazdığım zaman da aynı şey olmuştu; son yazımda bu noktaya tekrar değindiğim zaman da aynı şey oldu. Öyle sanıyorum ki bunu biraz açmam gerekiyor.
Konunun ayrıntılarına girmeden önce vurgulamam gereken bir konu var. Bizde genellikle tek başına "şeriat" sözcüğü kullanılır ve bununla bir "İslam şeriatı" kastedilir. Oysaki tek başına "şeriat" sözcüğü "düzen" demektir. Bir İslam şeriatı olduğu gibi bir Hıristiyan şeriatı da vardır; Musevi şeriatı da vardır; Budist şeriatı da vardır. Hatta "demokrasinin" de bir şeriat olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yaygın bir biçimde "şeriat" sözcüğü kullanılır ve bununla İslam şeriatı kastedilir.
Genellikle; İslamiyet'in 4 "kaynağı" olduğu kabul edilir. Bunlardan birincisi; hiç kuşkusuz "Kuran"dır. İkincisi; Hz. Muhammed'in "söz", "davranış" ve "sessizliği"ni anlatan "Hadis"tir ki; bu konuda çok sayıdaki Hadis kitaplarından ancak çok azı "muteber" yani "doğru" kabul edilir. İslamiyet'in diğer iki kaynağı; (kimi mezhepler tarafından İslamiyet'in kaynakları arasında sayılmayan) "icma" ya da "icma-i ümmet" ve "kıyas"tır.
"İcma"; tüm "müçtehitlerin" yani kabul edilmiş din bilginlerinin herhangi bir konudaki "fikir birliği" demektir. Kıyas ise belli bir konuda tek müçtehidin açıklaması ya da yorumudur.
Biraz yukarıda da vurguladığımız üzere; İslamiyet'in temel iki kaynağında; yani Kuran'da ve doğruluğu konusunda fikir birliği olan hadislerde; bir İslam toplumunun siyaseten nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda hiçbir açıklama yoktur. Kuran'da bu konuda işaret sayılabilecek tek husus; "ululara danışmak" yani "meşveret" görülmektedir.
Peki, hal böyleyken; "şeriat" konusundaki bunca tartışma nedendir? Toplumumuzun son birkaç yüzyılında; "şeriat isteriz" diye sokaklara dökülenler acaba ne istiyor?
Bir "şeriat tehdidinden" söz edenler; neyin tehdidini hissediyor?
Bir "şeriat tehdidinden" korkanlar acaba neden korkuyorlar, niçin korkuyorlar?
Osmanlı İmparatorluğu'nun son birkaç yüzyılda; "düzen" istedikleri gibi gitmeyen kimi grupların "şeriat isteriz" diye sokaklara dökülmesini anlamak mümkün değil. Başta İslam "halifesinin" yani Hz. Peygamberin halefinin oturduğu bir düzene; İslamiyet adına karşı çıkmanın hiçbir mantığı olamazdı.
Cumhuriyet döneminde gördüğümüz "şeriat" taleplerinde istenen şey de; laik Cumhuriyet yerine "İslam kurallarına" göre yönetilen bir devlet oluşturmak idi. "Laik devlet-yıkılacak elbet" sloganlarının başka ne anlamı olabilir?
Peki, ama "İslam kurallarına" göre yönetilecek bir devlette; kuralları kim belirleyecek? Temel kaynaklarında sınırları belirlenen "evrensel" bir İslam şeriatı devleti olmadığı konusunda hiçbir kuşku duyulmaması gerekir. Zaten böyle evrensel kabul gören bir İslam şeriatı devleti modeli olsa; günümüzde şeriatla yönetildiğini iddia eden farklı ülkelerde çok farklı ve hatta kimi zaman birbiriyle çelişen uygulamalar olmazdı.
Gerçekten; günümüzde İslam şeriatı ile yönetildiği iddiasında olan değişik ülkelerde çok farklı uygulamalar vardır. İslamiyet'in tek bir temel kaynağı "Kur'an-ı Kerim" olduğuna göre; bu farklılıklar nereden kaynaklanabilir?
İran, Suudi Arabistan, Libya ve Afganistan'a baktığımız zaman; çoğu kez birbirlerini en ağır biçimde suçladıklarını görüyoruz. Bu suçlamalar; birbirlerini "İslamiyet dışı" saymaya kadar gidebilmektedir.
Acaba hangisi haklıdır?
Bu türden örnekler gösteriyor ki; herkesin kabul etmek zorunda olduğu evrensel bir "İslam şeriatı" düzeni yok. Uygulanan şey; iktidarı "şu ya da bu" biçimde "ele geçiren" bir grubun; kendi anlayışları çerçevesinde uyguladıkları bir Müslümanlık ve gene kendi "kafalarına göre" koydukları "İslami kurallar!"dır.
"Şeriat isteyenler"; şeriat adına kendi İslamiyet anlayışlarının getireceği kuralları topluma "dayatmaya" ve egemen kılmaya çalışırlar. Örneğin; alkollü içki tüketilmemesi, evlilik dışı ilişkilere girişilmemesi, oruç tutulması, namaza gidilmesi, örtünme vb. kurallar dayatılan kurallardır.
Kendisi alkollü içki kullanmasa bile; bir lokantada alkollü içki içilmemesini isterler. Oruç tutmayanlara müdahale etmek isterler. Çalışma saatlerini namaz saatlerine göre ayarlamak isterler. Örtülü olmayan hanımlara müdahale edilmesini bir hak ve hatta görev olarak görürler. Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ama acaba bu türden toplumsal kurallar; siyasal olarak bir "İslam şeriatı" düzeninin varlığını ortaya koyar mı?
Hiç sanmıyorum.
Peki, bir "İslam şeriatı tehdidi" görenler; neyin endişesi içinde? Bana öyle geliyor ki; yukarıda saydığım toplumsal yaşamla ilgili düzenlemelerin endişesi içindeler...
Pek de haksız sayılmazlar.
Yorum:
İSLAM DÜZENİ ya da İSLAM ŞERİATI
Aslında İslam, tüm insanlığa bir düzen ve sistem getirmiş bir dinin adıdır. Çünkü ayette şöyle buyrulmaktadır: “Ey insanlar, de, ben sizin hepinize gönderilmiş Allah’ın bir elçisiyim.”[1] Onun için İslam düzeninin en güzel uygulama örneğini Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu İslam toplumunda görüyoruz. Medine-site devletinde Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve müşrik-ateistler, vatandaşlık nimetini hep birlikte paylaştılar. İslam şeriatı demek, İslam teorik düzeni demektir. Bunun temelleri ve dayanakları da Kuran ve Sünnettedir. Mesela Hz. Peygamber bizim için en güzel örnektir.[2] Kuran ise bizim için bir hidayettir, ışıktır.[3] ve Kuranda insan adına, birey ve toplum adına her şey vardır. [4]
"İslamiyet'in temel kaynaklarından hiçbirinde; halkının Müslüman olduğu bir ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğine dair tek bir satır yoktur.”, iddiası kadar yanlış bir şey olamaz. Bu, Kuran terminolojisinden bihaber kişilerin iddiasından başka bir şey değildir. Her halde Kuran’da veya İslam’da namaz hakkında böyle bir iddia öne sürülemez. Oysa namaz için Kuranda sadece kıyam, kıraat, rükû ve secde olmak üzere dört kelime zikredilmiştir. Ben size söyleyeyim, Kuran-ı Kerim’de İslam siyaseti ve yönetimi ile ilgili öyle namazda olduğu gibi üç-beş kelime değil, uzak ve yakından ilgili yüzlerce kelime vardır. İşte size yönetimle ilgili Kurandan birkaç kelime: Halife, imam, sultan, ülü’l-emr, velayet, itaat, emanet, zekât, sadaka, amil, biat, emr, maruf, münker, cihad, nafaka, mülk, ehliyet, hüküm, adalet, riayet, nazaret, ittiba, şura, kaza, kavm, arz, mısr, belde, karye, ahd, zimmet, risalet, esaret, şeriat, misak, ihsan, sem’, millet, kısas, afv, harc,.. Bunlar hemen aklımıza geliveren terimlerdir. Hâlbuki buna ilave edilecek daha nice yönetimle ilgili birçok kelimeler vardır. Aslında yönetim, idare ve siyaset ile ilgili hükümleri bulmak için Kuran’ı baştan sona kelime kelime okuyup araştırma yapmak gerekir.
İşte bu kelimelerden her biri bir terimdir; yönetime şekil verir. Mesela İslam’da hilafet, velayet, niyabet, biat, itaat … ve imamet yönetimi vardır desem, bunu ancak ilim sahipleri anlar, Kuran’ı, sünneti ve İslam’ı bilenler anlar. Meseleye daha köklü baktığımız zaman Allah, Resul ve din kelimelerinin de yönetimin özünü teşkil ettiklerini görürüz. Çünkü tüm Müslümanlar, şuralar ve üzerine bir kamu görevi almış olan herkes, işini bir görev sorumluluğu içersinde Allah’ın bir halifesi-memuru ve görevlisi olarak, dünyada Allah adına hareket eder. Onun için bugün kanun dedikleri şey, İslam şeriatında Allah’ın muradını bulmaktan ibarettir. İslam düzeninde kanun yapma işi tamamen teknik bir olaydır. Ancak erbabı bilir.
Ben bir İslam hukuku profesörü olarak, İslam şeriatını, hiçbir ama hiçbir sistem, rejim ve düzen ile mukayese dahi etmek istemem. Çünkü İslam hukuk düzeninde mantık var, muhakeme var, akıl ve bilim var. Eşyanın tabiatı ile uyum ve ahenk var. Diğerleri ise insan iradesi ve insan ürünü, istek ve arzular. Zira İslam’ın ortaya koyduğu ve Müslümanların inanıp kabul ettiği, ellerinde KURAN diye dayanak bir kitap var. Sosyalizm, komünizm, liberalizm, şu izim veya bu izim, ne olura olsun, Allah aşkına bana söyler misiniz, bunlardan hangisinin bir kitabı var? Bunların söyledikleri de yaptıkları da laf-ü güzaftır; evham ve zanlardan ibarettir. İslam ise Allah’ın yarattığı tabiat, fıtrat ve insan doğasına yaratıcı tarafından konulmuş olan kanun ve kurallardır. İslam doğaldır, doğal ile yapay arasında fark vardır. Doğal çiçek ile yapay çiçek ne ise İslam düzeni ile diğer düzenler de odur. Evet, Allah nizamı ile kul düzeni arasında Allah ile kul arasındaki fark kadar fark vardır. Demokrasi, demokrasi diyorlar, bin bir çeşit demokrasi var. İslam kültüründe icma ve ittifaklar vardır. Bunlar Müslümanların ortak bir şekilde hareket etmelerini sağlar. Sizin ve demokrasi diyen sizlerin böyle bir anlayışı var mı? İslam’ın dışında icma ve ittifak diye ne bir öğreti ve ne de bir uygulama var. Kuran İslam’ın ve İslam şeriatının bir hayat kitabıdır. Demokrasinin, şu veya bu anlayışın böyle bir kitabı var mı? Kuran, kâinat düzenini kurup yaratan, insan, hayvan, bitki ve cansız varlıklara görev verip yaşatan Allah kelamı olan bir yasalar toplamıdır, hükümler birliğidir ve her şey için ve her kes için yol gösteren bir delil kitabıdır. Peygamberden tüm Müslümanlara kadar Kuran vahyine uymak farzdır, bu Allah’ın bir emridir.[5] Onun için Allah’a isyandan korkar her Müslüman[6] Allah’ın emrini yerine getirmek bir ibadettir. Ben nasıl olur da beni yaratan Allah’a ibadet etmem[7] der peygamber ve inananlar.
Bırakın şunu bunu, bana İslam’ın hukuk mantığı ile yarışabilecek bir tane, bir tane bir şey getirin veya söyleyin. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları evrensel Beyannamesi derseniz, ben de onun için bir kefesi kopmuş terazi, derim. Orada vazife var mı, vazifesiz hak olur mu, borçlu bulunmadan alacaklı olur mu? André Mercier bile onun için “İnsan hakları ancak insan ödevleriyle birlikte düşünülürse temellendirilebilir.”, diyor.[8] Ruh-beden, din-bilim dengesini kuramayanlar, birey-toplum dengesini kuramaz ve insanın hukukunu bulamazlar. İnsanlık maalesef bugün bu haldedir. Yöneticilerin istek ve arzuları, kanun olmakta ve hukuk olmaktadır. Zavallı bireyler ne yapsınlar, ellerinde hiçbir şey yok; çünkü egemen güçler böyle istemektedirler.
Kuran, onu kabul edip inananlar için ve anlayıp hüküm çıkaranlar için bir iğne ucu kadar bir boşluk bırakmadan, birey ve toplum hayatını, fert ve devlet düzenini anlatmıştır. O, her şeyi, her şeyi ama her şeyi anlatmıştır. Sorun söyleyelim, bilgi isteyin anlatalım. Sen Arapçayı yasak edersen Kuran nasıl anlaşılır? İslam’dan ve İslam şeriatından bahsedebilmek için Kuran terminolojisine vakıf olmak gerekir. Ama bugünkü Müslümanlardan ve İslam dünyasından söyleyip söz ederseniz, örnek verirseniz yanlış yaparsınız. Zira kışın, karın içinde kabak bitmez. Çünkü bu mevsim, Müslümanların mevsimi değil, nöbet sırası Müslümanlarda değil, bu işler hep sıra iledir, para ile değil. Bugün Müslümanlar zulümlere sabrediyorlar. Öyle iddia edildiği gibi şeriat isteriz deyip sokaklara da dökülmüyorlar. Sokaklara dökülenler, kahrolsun şeriat diyenlerdir. Fakat biz Müslümanlar, sabrediyor, sabrediyor ve sabrediyoruz… fakat zalimlerin bunca zulmüne karşı da yaşasın cehennem, diyoruz. Oyunları, entrikaları, dine olan kini, nefreti ve öfkeyi, dünyadaki inananlara karşı yapılan zulümleri hep biliyor ve görüyoruz. Ülkedeki ve dünyadaki provokasyonları-kışkırtmaları duyuyoruz, görüyoruz ve okuyoruz. Müftünün keçisi çalınır, müftü keçi çaldı diye yazar medya, terör ve anarşi estirir dünyada derinler ve ajanlar, fakat sorumlu tutulur Müslümanlar…Üzülme kardeşim, bugünün yarını da var. Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner. Bugün karanlık, bekle yarına kadar, güneş doğacak, önümüzde aydınlık var.
"Şeriat isteyenler" deniliyor. Hayır, hayır, şeriat istenmez, yaşanır. Zira şeriat bir mevsim gibi kendisi gelir. İlkbaharın ve yazın, mevsim mesim gelişi gibi gelir. Cemre düşer havaya, suya ve toprağa, ısı, ışık, nem verir çekirdeğe ve tohuma, çimlenir yeryüzü, yeşil yeşil olur her taraf…İşte İslam böyle gelir, şiire, edebiyata ve sanata, dine, hukuka ve ahlaka gelir; artık her şey ve her yer İslam olur ve İslam şeriatı olur, horozlar bile öterlerken ezan okur gibi öterler orada, İslam şeriatı, işte böyle gelir, evirir, çevirir ve değiştirir. Onun için İslam’da devrim yok, ihtilal yok, isyan yoktur, vur, kır, öldür ve baskı yoktur. Bunları yapmak ise haramdır. Çünkü insana saman çöpü kadar baskı yapılan bir yerde ne din, ne hukuk ve ne de insanlık kalır. Zira İslam’da zorbalık ve despotluk yasaktır.[9]
Dayatmadan bahsediliyor, hemen söyleyelim ki, İslam’da asla dayatma yoktur. İslam, dileyen inansın, dileyen inanmasın; isteyen iman etsin, isteyen küfretsin diyen bir dindir.[10] İsteyen örter, isteyen açar; buna devlet bile karışamaz. Çünkü inanmak ve inanmamak, örtmek ve açmak bir hukuk olayı değildir. İslam’da devlet hukuktan ibarettir. Namaz ve oruç gibi ibadetlere de kimse karışmaz. Zorla ibadet, ibadet olmaz, gönülsüz namaz göklere ağmaz. Onun için İslam’da namaz ve orucun çetelesi tutulmaz. Orada burada ve medyada çıkan yurtlardaki zorla namaz ve oruç haberleri ise ya bir cehalet eseri ya da provokasyondur; başka bir şey olamaz.
Evlilik dışı ilişki denilen zinaya, alkollü içki tüketilmemesi, denilen içki içmeye gelince, İslam dinine girip Müslüman olan bir kimse nikâhsız cinsel ilişkiye girmez ve giremez. İslam’da nimet-külfet dengesi vardır. Evlenmek de son derece kolay, serbest ve hatta sevaptır. Evlenmek için konulmuş bugünkü zor, pahalı ve resmi prosedür İslam’da yoktur. İçki meselesine gelince, İslam düzeninde Müslümanım diyen içki üretmez, alıp satmaz ve içmez. Fakat başka dinden olanlara mesela Hıristiyanlara bunların hepsi serbesttir. İçki ile dini arasında sıkışıp kalan Müslüman, isterse dinini terk eder, Hıristiyan olur, içki içme hürriyetine kavuşur, bunun başka bir yolu da yoktur. Çünkü içki ile zina, hukuk ağırlıklı bir olaydır, aileyi, toplumu ve devleti dejenere eder- yozlaştırır, eritir ve çürütür. Bunun dışında İslam ve Müslümanlar hakkında söylenenler, hep iftiradır veya uzaktan kumandalı derin görevlilerin eylemi ve işidir.
Allah Hz. İbrahim’e ben seni insanlara imam (lider-idareci-yönetici) yapacağım dedi.[11] Ey inananlar! Allah’a, itaat ediniz; Rasüle ve sizden olan emir sahiplerine (yöneticilere) itaat ediniz.[12] Ey inananlar! Kendiniz, ana-babanız ve akrabalarınız aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti yerine getirenler olunuz.[13] İslam yönetim kültüründe biat, bir seçimdir. Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, insan öldürmemek, iftira atmamak, iyilik ve doğrulukta yönetime sadık kalmaya söz vermektir.[14] Kim böyle bir yönetime biat edip seçerse o, Allah’a biat etmiş ve ona söz vermiş olur. Çünkü ayette gerçekten sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar, buyrulmaktadır.[15] Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.[16] Ebu Zer Hz. Peygamber’e başkanlık nedir diye bir soru sordu Hz. Peygamber de ona başkanlık bir emanettir, diye cevap verdi.[17] Bunlar bilinmeden İslam şeriatı bilinir mi?
İslam için ve İslam şeriatı için en güzel örnek, Kuran’ı ilk uygulayan Hz. Muhammed’dir dedik. Evet, onun sözleri, fiilleri ve uygulamaları, bilhassa mevzumuz olan yönetim, siyaset ve hukuk konuları hadis kitaplarında çokça var, hem de dolu dolu. Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesei ve İbn Mace gibi adlarla meşhur olan altı hadis kitabı, İslam yönetimi ile ilgili hadisleri kimisi ahkâm-hükümler dediği, kimisi ise, İmare yani emirlik ve reislik dediği bölümlerde toplamışlardır. Hz. Peygamberin ve hulefa-i raşidin denilen daha sonra gelen dört halifenin siyasi uygulamaları tarih kitaplarında anlatıldığı gibi, ayrıca bu konuları anlatan Ahkâm-üs Sultaniye, Kitab-ül Harac ve Kitab-ül Emval adları ile müstakil eserler de yazılmıştır.
Şeriat, sözlük olarak suyolu, içme yeri ve kanun anlamına gelir. Dini bir terim olarak ise şeriat, iman eden müminlerin gitmesi gereken yol, Allah tarafından konulmuş olan hükümlerin bütünü, yani bütün emir yasak ve sair hüküm ve icaplarıyla Hz. Peygamberin Müslümanlara bildirip uyguladığı din demektir. Konuyla ilgili olarak Kamusta şöyle denilmektedir: Şeriat, zerîa vezninde hak celle ve Ala hazretlerinin ibadına vaz ve tayin eylediği din ve ayine denir. Ta ki, ona sülûk eyleyeler.[18]
Elmalılı’da şöyle der: Arapçada şeriat, insanların ırmaklarda ve benzeri şeylerden su almaya vardıkları yerdir. Din şeriatı da bu manadandır. Çünkü insanlar ondan Allah’ın emirlerine ve rahmetine ve yakınına ererler. Rağıb da demiştir ki; şer’ aslında mastardır.[19] Sonra açık ve geniş yola isim yapılmış, şeri, şir’a ve şeriat denilmiştir. Bu da dinde Allah’ın yolu anlamına istiare yoluyla kullanılmıştır. Bazıları şeriata şeriat denilmesi, su içmek için kullanılan yola şu yönüyle benzetildiğini söylemişlerdir: Çünkü hakikat ve doğruluk üzere onda yürüyen hem kanar, hem temizlenir.[20] Ayrıca Elmalılı, Şehristani’nin “el-Milel ve’n Nihal”deki beyanına göre din, şeriat ve millet[21] denilen şeyler, haddi zatında hep aynı şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen manaya göre yine de her biri, bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan yani sosyal realite bakımından millet denilir. Gerçekte itikat edilen ne ise amel edilen odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de odur…”[22]
“Velisi olmayan kimsenin velisi, sultandır (Devlet başkanıdır)”[23], diyen bir Peygamberin getirdiği din, toplumun yönetimi hakkında bir şey demez mi?
“Kim, borçlu olduğu halde vefat ederse, o borcun ödenmesi bana aittir. Kim de bir mal bırakırsa o da varislerinindir.”[24], dedi Hz. Peygamber. "Kim ölü bir toprağı ihya ederse, o toprak onundur. Haksız dökülen ter için bir hak yoktur"[25]
İslam şeriatı denilince ilk akla gelen şey, bir İslam toplumu ve İslam devlet düzeninde bireysel hayat ile toplumsal hayatın birlikte yaşanmasıdır. Onun için İslam şeriatında özel hukuk kamu hukuku ayrımı yoktur. Çünkü bisikletin ön tekeri bireyse ve farz-ı ayın ise arka tekeri de toplum ve farz-ı kifayedir. Yani bunlar bir vücut gibi birdirler ve bütündürler.
Bireyi temsil eden ev ile tolumu temsil eden cami arasında bir uyum vardır. Öğretmenin sınıfta söylediği ile imamın hutbede dile getirdiği bilgi arasında çelişki yoktur. Çünkü İslam toplumunda din-bilim çatışması yoktur. Mektep, medrese, kışla, meclis ve fabrika aynı tempolarla yollarına devam ederler. Aynı vücuttaki solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sistemlerinde olduğu gibi, doğal bir iş bölümü ve doğal bir iş ve çalışma hayatı vardır.
İslam’da devlet, bugün olduğu gibi, merkeziyetçi, güdücü-polisçi, takipçi ve formcu değildir. Hele hele ahlakı bile ahlak polisi ile yürütecek kadar büyümüş ve toplumun her alanını kaplamış hiç değildir. Mesela bugün muhtarlıklar vatandaşa hiçbir hizmeti olmayan, sadece takip için ve gerektiğinde de bilgi alınan yerlerdir.
İslam düzeninde kanunu âlimler yapar, seçilen siyasiler de yürütür. İlk kişilik sahibi toplum bucaklar olup tüm şuralar biat-seçimle iş başına gelir. Yasama şurası Kuran ve Sünnete dayanarak bütün şartları da dikkate alarak kanunları yapar, siyasiler de yürütürler. İl ve devlet şuraları da böyledir.