Cizre’de kent dindarları, Cizre’de papazlar...
Sergide, 700-1700 yılları arasındaki bin yıllık döneme ait, Ortaçağ’da Arap doktorların, gökbilimcilerin kullandığı araç gereçten, 13. yüzyılda Cizre’de yapılmış saate kadar birçok ilginç tasarım var.
Hangi sergide? “Londra’daki Bilim Müzesi’nde geçen hafta açılan ve 25 Nisan’a kadar açık kalacak olan 1001 İcat: Müslümanlığın Bilim Mirası” adlı sergide...
Sergi, “İslam âleminin bilime katkısı”nı ortaya koymayı amaçlıyor.
***
Cizre’de yapılmış saat...
Diğer adıyla “filli su saati”...
Filli saat, aslında serginin en dikkat çeken parçalarından, hatta en dikkat çekeni...
1206’da tasarlanıp yapılmış olan orijinal saatin maketi altı metre yüksekliğinde.
Dev bir fil yontusunun üzerine oturtulmuş saatin akrep ve yelkovanı ejderhalarla benzetilmiş.
Ayrıca saat başlarının vuruşuyla birlikte hareket eden sarıklı bir takım robotlar var. Saat, daha önce antik Yunan’da da kullanılan bir su düzeneğiyle çalışıyor.
Serginin hem fikren doğuşunda hem fiilen gerçekleşmesinde önemli rol oynayan Profesör Salim el Hasani bu tasarımı şu sözlerle anlatıyor:
“1200’lerde, Türkiye’nin güneyinde; Irak’ın biraz kuzeyinde bulunan Cizre’de, İsmail Ebul aziz Bin Rezzaz El Cizirî tarafından tasarlanıp yapılmış.
Çeşitli medeniyetlerin, insanlığın gelişmesine katkısını sembolize ediyor.
El Cizirî kendi yaşadığı yerin doğal ortamında böyle bir hayvan olmamasına rağmen, saati bir filin üzerine oturtmuş, bu Hint medeniyetini simgeliyor.
Filin karnına yerleştirilen ve saati çalıştıran su düzeneği antik Yunan’ı, inip çıkan ejderhalar Çin’i, sarıklı robotlar İslam dünyasını, kalenin üzerinde duran Zümrüd-ü Anka kuşu da antik Mısır medeniyetini temsil ediyor.
Kısacası medeniyetler saati diyebiliriz buna...”
***
Profesör Hasani aslında sergilenenlerin “İslam bilimi” diye nitelenmesine de karşı...
“Çünkü bilim bilimdir. Bilimin Hıristiyan’ı, Müslüman’ı, Yahudi’si olmaz. Müslüman fizik, Hıristiyan fizik ayrımı yoktur mesela” diyor.
“Ama bizim burada vurgulamak istediğimiz, tarih boyunca, dini inançları ile bilimsel araştırma arasında herhangi bir çelişki görmemiş çok sayıda Müslüman bilim adamı olduğudur.
Bilim, Çinli, Hintli, Yunan, Müslüman, Hıristiyan, Musevi herkesçe geliştirilmiş ve birbiriyle uyum içinde alıp verilmiştir.
Bu serginin ana fikri de bu.
O nedenle belki sergiye, “İslamî bilim” değil, “İslam âleminde bilim” demek daha doğru olacaktır”...
***
Londra’daki serginin hemen ertesinde...
Dünya Katolik Günü idi.
Katolik Kilisesi tarafından her yıl farklı bir temanın işlendiği Dünya Katolik Günü’nün 44’üncüsü bu yıl Dünya Sosyal İletişim Araçları Günü olarak kutlandı.
Papa 16. Benediktus, bu gün münasebetiyle, Papalık Toplumsal İletişim Kurulu’na gönderdiği mesajda, papazların modern iletişim araçlarını da en iyi biçimde kullanmak zorunda olduğuna işaret etti:
“Dijital dünyadaki tebliğ, inanmayan, güvensizlik içinde olan, yüreklerinde hakikate mutlak ihtiyaç duyanları da dikkate almak durumundadır. Bu çerçevede, her dinin bağlılarıyla, inanmayanlarla, her kültürün müntesipleriyle iletişimi mümkün kılan yeni araçları da kullanmamız gerekiyor.”
***
82 yaşındaki Papa 16. Benediktus, dijital dünyadaki iletişim araçlarının “eşi bulunmaz bir fırsat” olarak iyi değerlendirilmesi gerektiğini belirtip, internet ve diğer modern iletişim araçlarının kullanımının papazlık eğitimi sırasında da yürürlüğe sokulacağını kaydederken...
Londra’daki sergi, sadece ve sadece 700-1700 yılları arasındaki bin yıllık döneme ait...
Peki ya sonrası?
***
İslam âlemi “bilim ve sanatta” maalesef eski hızını ve yaratıcılığını çoktandır kaybetmiş gözüküyor...
Dün sabah, “Kent Dindarlığı” adlı kitabım nedeniyle Haliç’te, MÜSİAD Gençlik Kurulu’nun konuğu idim.
Genç MÜSİAD’lılarla “Yeni Dünya Düzeninde Demokratikleşme, Ekonomi ve Kent Dindarlığı”nı konuştuk.
***
Ama galiba daha çok konuşmalıyız...
Şeyh Galip de Müslüman, Taliban’da...
Öyleyse aradaki fark ne?
Cevap galiba “kent dindarlığı” kavramında yatmakta...
Yoksa 21. yüzyılda da, Müslüman âleminin robotik biliminin babası sayılan “filli su saati” yaratıcısı El Cezirî’nin bir çağdaşı da yaşıyor olurdu...
Ama maalesef yok...
YORUM:
“Londra’daki Bilim Müzesi’nde geçen hafta açılan ve 25 Nisan’a kadar açık kalacak olan 1001 İcat: Müslümanlığın Bilim Mirası” adlı sergide...
Filin karnına yerleştirilen ve saati çalıştıran su düzeneği antik Yunan’ı, inip çıkan ejderhalar Çin’i, sarıklı robotlar İslam dünyasını, kalenin üzerinde duran Zümrüd-ü Anka kuşu da antik Mısır medeniyetini temsil ediyor.
Kısacası medeniyetler saati diyebiliriz buna...”
Aslında kısacası tekrar “İslam medeniyetler saati” dememiz gerekir. Çünkü İnsanlık tarihi İslamlık tarihi demek olduğu için Adem babamızdan beri insanlığın medeniyetlere kattığı ne varsa İslamlığın meyveleridir .Bundan sonra kıyamete kadar insanlığın bütün keşifleri de İslamlığın meyveleri olacaktır. Zira Cenab-ı Hak Son Peygamberini Alemlere Rahmet olarak göndermiştir. O nimetlerin tamamına Cennette kavuşacağız.Dünya hayatında neler icat edilmişse ve dünya hayatının sonuna kadar daha neler icat edilecekse cennet hayatının meyvelerinin birer örneğidir bu dünyada gördüklerimiz.
“ Filin karnına yerleştirilen ve saati çalıştıran su düzeneği antik Yunan’ı, inip çıkan ejderhalar Çin’i, sarıklı robotlar İslam dünyasını, kalenin üzerinde duran Zümrüd-ü Anka kuşu da antik Mısır medeniyetini temsil ediyor” diyormuş
Profesör Hassani. Peki Yunan’ı,Çin’i, Antik Mısır’ı da İslam Medeniyetlerinin birer şubesi değil midir? Burada ki mühim nokta İslam ile küfür ayırımıdır. Küfür örtmek – kapatmak demektir. Neyi örtmek? İmanı örtmek, Hakikati örtmek. Örtülen şey kaybolmaz,yok olmaz, gözlerden nihan olur. Bir bakıma gözlerini yumana nihan olur.
Hıristiyanlık,Musevilik,Hinduizm aslında İslam’ın aslından yozlaştırılmış şubeleridir. Doğrusunu anlamak varken birbirine zıt göstermek küfürdür. Ve küfürde kasıt vardır. Hukukta ki taammüt kavramı gibidir. Suç olan da ve cezayı gerektiren de bu kasıttır.