05.02.2010
Genel seçimlerin erkene alınıp alınmayacağı bir süredir tartışılıyor. Her ne kadar Başbakan Erdoğan zamanında yapılacağında ısrarlıysa da şu ya da bu gerekçe veya gerekçelerle seçimlerin tarihini öne alması kuvvetle muhtemeldir. “Alması” diyorum çünkü iktidar partisinin arzu ve rızası olmadan seçimlerin tarihiyle oynamak mümkün değil; AKP’de de ilk ve son sözü Erdoğan’ın söylediği malum.
Genel seçimler zamanında veya erken yapılacak ve Türkiye’nin kaderinde hayli etkili olacak fakat esas, normal şartlarda 2012’de yapılacak olan (yasa henüz geçmediği için tarih ve diğer detaylardaki belirsizlikler sürüyor) Cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkenin kaderini belirleyeceğini; hatta çoktan belirlemeye başladığını söyleyebiliriz. Bu iddiamı birkaç maddede izah etmeye çalışayım:
1-Her ne kadar bizde “başkanlık” veya “yarı-başkanlık” sistemi uygulanmasa da cumhurbaşkanının yetkileri hiç de az değil. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve sürmekte olan Abdullah Gül dönemleri Çankaya’nın özgül ağırlığının hiç de hafifsenemeyeceğini bizlere gösterdi, gösteriyor.
2-İlk kez halk tarafından seçilecek olması cumhurbaşkanlığının cazibesini epey artırıyor, hatta katlıyor. Yetkileri ne kadar aynı kalırsa kalsın meşruiyetini TBMM değil de doğrudan halktan alacak olan bir cumhurbaşkanının özgüveni, buna paralel olarak otoritesi artıp pekişecektir.
3-Tasarıya göre seçimlerin ilk turunda geçerli oyların yarısından bir fazlasını alan aday Çankaya’ya çıkacak. Eğer kimse bu sonuca ulaşamazsa, en çok oyu almış iki aday arasında ikinci tur yapılacak ve daha fazla oy alan kazanmış olacak. Bugünkü siyasi yelpazede hiçbir parti yüzde 50’ye ulaşamadığı için, adaylar ister belli bir partiden gelsin, ister partilerüstü olsunlar mutlaka birden fazla partinin seçmen tabanından oy almak zorundalar. Bu da söylem ve davranışlarda olduklarından daha çoğulcu davranmalarını gerektiriyor.
4-Günümüz siyasetçileri arasında halk tarafından seçilecek ilk cumhurbaşkanı olmayı arzulayan çok kişinin bulunduğunu kestirmek herhalde zor olmayacaktır. Abdullah Gül’ün bunlardan biri olduğunu düşünüyorum; Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal’ın da benzer duygulara sahip olduklarını ileri sürebilirim.
Son olarak, kimilerine bu konuları tartışmak çok erken gelebilir ancak Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte bir “cohabitation”, yani başbakanla cumhurbaşkanının farklı partilerden olduğu bir döneme geçebilir.
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Adil Düzen’de Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl olmalı?
Başkanı halkın seçmesi!
Kulağa hoş geliyor. Tabii ki halk seçecek kendi cumhurbaşkanını, kim seçsin?
Kimdir halk?
Sen’sin, O’dur, Ben’im.
Ben kimim?
-Bakkal Hasan, Memur Ahmet, Terzi Ayşe, Öğretmen Osman, Avukat Fatma, İşsiz Rıza, Ev hanımı Gül…
Ben kimim?
-Türk’üm, Kürt’üm, Çerkez’im, Arnavut’um, Ermeni’yim, Arap’ım…
Ben kimim?
-Müslüman’ım, Hristiyan’ım, Musevi’yim, Ateist’im…
-Ben Halkım. Adım çok, dilim çok, dinim çok ama Başkanım TEK.
Bu kadar yönlü olan ben nasıl bir başkan seçerim, neye dikkat ederim?
Mesela Başkanım Türk bir ilkokul mezunu mu, yoksa Kürt bir yüksek tahsilli mi olur?
Neye dikkat ederim? Uzunu kısaya, zayıfı şişmana, erkeği kadına, güzeli çirkine mi tercih ederim? Bu mudur benim kriterim?
Başkanım benim aynadaki yansımam mıdır?
Öyle ise diğer insanların benim başkanımla yönetilme zorunluluğu nedir?
Anlaşılan boğuluyorum, sayım ne kadar çok olursa olsun, iradem beni sonuca ulaştırmıyor.
Bir de Üstad’ı dinleyelim ne der:
“Başkan ve yöneticiler, ilmi şûranın ittifakı ile seçilirler. İlmi teşekküllerin başkanları bir araya gelirler ve kapalı bir mekanda toplanırlar. Bunların sayısı on civarındadır. Bir başkan üzerine ittifak etmedikçe dağılamazlar ve kapalı mekandan çıkamazlar. Daha sonra ilmî teşekkül başkanlarının kendi aralarında ittifakla seçtikleri başkana halk biat eder.
İlmî, dinî, iktisadî ve siyasî kuruluşlar ile halkın biatını şahsında topladığı için, Başkan çok güçlüdür, gücünü halktan almaktadır.” (Bkz. İslam Düzeni-1 s.75-76, Süleyman Karagülle)
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُولَئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَابِ
“Onlar ki, sözü dinler, sonra da en güzeline kendiliğinden uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerine yol gösterdiği kimselerdir ve onlar akıl sahipleridir.” (Zümer 39/18)
Şimdi zaman “أُولُو الْأَلْبَابِ” ile “أَكْثَرُ النَّاسِ “ arasında seçim yapma zamanı.