Alevilik, merkezinde Hz. Ali (r.a) bağlılığının, Ehl-i Beyt muhabbetinin ve bunlardan kaynaklanan insanî ve İslamî değerlerin bulunduğu inanışın adıysa, bütün Müslümanlar Alevi'dir. Zira söz konusu bağlılık ve muhabbet her müslümanın "eşyanın tabiatı" gereği bilincinde ve vicdanında yaşattığı "İslamî tavır"dır.
Günümüzde, tarihte yaşanmış birtakım siyasî hadiselerin bıraktığı bir tortu olarak, kendisini yine ağırlıklı biçimde siyasî bir tavır biçiminde ortaya koyan gerilimin, Din'in özünden kaynaklanmadığını bilmek ve kabul etmek, yüzyılların biriktirdiği problemlerin çözümü için doğru başlangıç noktasını teşkil edebilir.
Elbette Alevi açılımı olarak adlandırılan süreçten kısa vadede kesin çözümler beklemek doğru değil. Ama en azından doğru bir noktadan işe başlanması ve karşılıklı iyi niyet muhafaza edilerek teenni ile hareket edilmesi birçok problemin zaman içinde çözümünü getirebilir. Bu meselenin çözümüne katkı verebilecek durumdaki sağduyu sahibi kimse ve kesimlerin konuya ilgisiz kalmaması gerekir. Bir noktaya dikkat çekelim: Hükümetin iyi niyetli olarak başlattığını varsaydığımız bu açılımın olumlu sonuç vermesi ne kadar önemliyse, hakikatin rencide edilmemesi "en az" bunun kadar önemli bir başka husustur...
İslam'ın ilk asırlarında Ehl-i Beyt imamlarıyla Ehl-i Sünnet'in diğer ilim önderleri arasında yaşanmış herhangi bir itikadî problemin varlığından haberdar değiliz. Tam tersine, her iki kesim arasında (buradaki "kesim" kelimesini "farklı itikadî ve fikrî çizgileri oluşturanlar" anlamında değil, soy olarak "Ehl-i Beyt'e mensup olanlar ve olmayanlar" anlamında kullanıyorum) örnek bir muhabbet ve sevgi-saygı ilişkisi bulunduğu kaynakların ortaklaşa naklettiği bir husus. Bir diğer deyişle ne Ehl-i Beyt imamlarının diğerlerine, ne de diğerlerinin onlara karşı herhangi bir husumeti bahis konusu değildir.
Bunda şaşılacak bir husus yoktur. Zira her iki kesim de Sahabe'yi örnek almış, onların birbirlerine karşı davranışlarını İslamî davranış modeli olarak sürdürmüştür.
Önceleri bir kısım Emevi idarecileriyle, ardından Abbasiler'le "bir kısım" Ehl-i Beyt imamları arasında siyasi mülahazalar temelinde cereyan eden anlaşmazlıklar ve o anlaşmazlıkların tetiklediği kanlı hadiseler, Ümmet-i Muhammed'in geneli tarafından tasvip edilmemiş, esefle yad edilen gelişmeler olarak tarihin sayfaları arasında yer almıştır.
Söz konusu hadiselerin "tarihin sayfaları arasına" terk edilmesi, "unutulması" anlamında değil, onlardan gerekli ders ve ibretin çıkarılması anlamında değerlendirilirse "anlamlı" bir iş yapılmış olur.
Bunun, o kanlı hadiseler sürecinin yaşandığı aşamada bizzat bir kısım Ehl-i Beyt imamları tarafından ortaya konulmuş sağduyulu tavır olarak tebellür ettiğine dikkat edilmelidir. Söz gelimi kardeşi İmam Zeyd Emevi idaresine karşı isyan bayrağını çektiğinde kanlı hadiseler yaşanmış ve yanındaki çok sayıda takipçisi ve akrabasıyla şehadet şerbetini içmişti. Ancak kardeşi Muhammed el-Bâkır farklı bir yol izlemiş ve siyasi idareye karşı ayaklanmak yerine ilmî faaliyet alanına yönelmeyi tercih etmişti. Aynı durum bu iki Ehl-i Beyt imamının oğulları için de aynıyla geçerlidir. İmam Zeyd'in oğlu İmam Yahya, babasının yolundan giderek isyan tavrını devam ettirip, babası gibi şehadet şerbetini içerken, İmam Ca'fer es-Sâdık da babası İmam Muhammed el-Bâkır'ın tavrını devam ettirerek ilmî faaliyetle iştigali devam ettirmiştir.
Sahabe'nin, yani Hz. Ali ve evladıyla diğer sahabîlerin birbirlerine nasıl davrandığını gösteren pek çok örnek arasından sadece bir hususu dikkatinize sunayım: Hz. Ali (r.a); Leylâ en-Nehşelî, es-Sahbâ b. Rebî'a et-Tağlibiyye ve Ümmü'l-Benîn binti'l-Hizâm'dan doğan üç oğlunun adını Ebû Bekr, Ömer ve Osman koymuştur. Hz. Hasan da oğullarından ikisinin adını Ebû Bekr ve Ömer koymuştur. Ali Zeynelabidîn ve Musa el-Kâzım da oğullarının adını Ömer; İmam Ca'fer es-Sâdık da kızının adını Aişe koymuştur. İmam Muhammed el-Bâkır'ın annesi Hz. Ebû Bekr'in torunudur.
Bilindiği gibi Şia'nın İmamiyye/İsnâaşeriyye kolu, kendisini İmam Ali Zeynelâbidîn'in iki oğlundan Muhammed el-Bâkır ve onun çocuklarının oluşturduğu silsileye nisbet ederken, Zeydiyye kolu kendisini, yine İmam Ali Zeynelâbidîn'in diğer oğlu İmam Zeyd ve onun çocuklarıyla refere etmektedir.
İlgi çekici bir diğer husus da İmam Muhammed el-Bâkır ve onun soyundan gelenlerin benimsediği tutum, İmâmiyye/İsnâaşeriyye imamlarının pek çoğu tarafından sürdürülmüş olmasıdır
Yorum:
Türkiye’de oluşmuş kaynağını bilmediğim Aleviliğin ,İslami argümanlarının pek olmadığını biliyoruz. Tamamen islamdan ayrı kendine özgü bir hayat tarzı , ibadet şekli ,toplanma yeri olan bu Hz. Ali taraftarlığının , Hz .Ali nin yaşadığı hayata da benzemediği aşikardır. Türkiyedeki bu ayrışmanın karşılıklı olarak alevi-sünni aşağılamalarının yapılmasını , ülkemizde birlik ve bütünlüğü bozmak isteyenler tarafından yapılmış olması muhtemeldir.
Her ne olursa olsun herkesin istediği hayat tarzını uygulayacağı , istediği gibi giyineceği , çoluk çocuğuna istediği eğitimi vereceği , ibadethane olarak istediği yeri seçeceği ortamı hazırlamak ve bu ortamı korumak müminlerin görevidir. Yoksa kendi yaşamak istediğimiz hayatı başkalarına dayatmak Allah’ı bahane ederek ,Allah’ı dayanak göstererek yapılacak bir zulümdür ki Rabbimin her türlü zulmü yasaklamış olması ve zalimleri lanetlemesi ile bu engellenmiştir. İnsanlara baskı yaparak birtakım şeyleri dayatmak devletimizin , birlikteliğimizin sağlam ve sürekli olmasına engel teşkil eder. Baskıyla , zorla dayatılan bir sistem, baskı yapılanlar tarafından bir şekilde, zayıflatılmak ve ortadan kaldırılmak istenecektir. Bu da güçlü , huzurlu ve refah içinde olacak bir devlete sahip olmamız noktasında sıkıntı doğuracaktır. Bu sebeple Alevi kardeşlerimizin de isteklerinin karşılanması, gerekli özgürlüklerin verilmesi en uygun çözüm olacaktır.