Dünya değişiyor ve "yeni bir dünya" kuruluyor. Bu arada elbette "dünya düzeni" de değişiyor ve "yeni bir dünya düzeni"ne doğru gidiliyor. Dünyada bütün bu gelişmeler olurken ülkemiz Türkiye de olanlardan ve değişimden etkileniyor. Kimi düşünürlerin bu değişim ve gelişmeleri değerlendirirken ifade ettiği üzere, şöyle de denebilir: Şu anda dünya politikasının temelini yeni yapılanmanın ekonomik yönü oluşturuyor. Başkan Obama'nın Çin ziyaretinde asıl konu, bu ülkenin dünya üzerindeki konumunun özellikle ekonomik açıdan ne olacağının belirlenmesine yönelik olduğu gözleniyor. Yeni bir dünya ve yeni dünya düzeni meselesi üzerinde düşünüldüğünde, ister istemez ABD ve Çin ilk akla gelen ülkeler oluyor. ABD dünyanın en borçlu ülkesi ve geçen yıl 800 milyara ulaşan ABD dış ticaret açığının 250 milyarlık bölümünün Çin ile olan ticaretinden kaynaklanması bir soruna dönüşmüş durumda. Çünkü ABD dış ticaret açığını azaltmak ve 13 trilyon doları bulan dış borçlarının yükünden kurtulmak veya hafifletmek istiyor. Dolar değer kaybediyor. Doların değer kaybetmesi ABD'nin dış borçlarının satın alma değerini yarıya yakın azaltsa bile, Çin'in parasının değerini düşürmek istememesi sebebiyle en büyük alacaklısı olan Çin'in alacaklarının değerini düşürüyor. Yeni dünya düzeninde ABD, parasının değeri düştüğü için daha az mal ithal edecek, buna karşılık ihracatı artacak. Böylece içerdeki işsizlik oranın azalması sağlanacak, ABD ekonomisi kısmen düzelecek. Bu durum Çin ekonomisine olumsuz yönde etki edecek. Sonuç itibariyle ABD bu durumdan kârlı çıkacak gibi görünüyor.
Bütün bu gelişmeler ve sorunlar Türkiye için önemli anlamlar ifade ediyor. İhracata dayalı bir ekonomik modeli benimseyen ülkemiz, yeni bir dünya (ve aynı zamanda yeni bir ekonomi) düzeni kurulurken ne yapıyor veya ne yapmalı? İthalat ile ihracat arasındaki makas böylesine açıkken, Türkiye ne yapacak? Türkiye asıl dünyadaki bu gelişmeleri takip edip yapması gerekenleri yapacağına, hiç olmayacak şeylerle vakit kaybediyor: Alevilik, anayasa, açılım, katsayı, demokrasi, darbe.. ve daha neler de neler! Bu arada yeni dünya düzeninde ve ekonomide atı alan Üsküdar'ı geçiyor, olan halka oluyor; halk kendisini hiç de ilgilendirmeyen şeylerle oyalanıyor. Oysa meseleye halk açısından bakıldığında, asıl üzerinde durulması, tartışılması ve yapılması gerekenler bambaşka. Dünyada bütün bu gelişmeler olurken, Türkiye açısından sorulası sorular birbiri ardından sükun edip geliyor: -Yeni dünya düzeninde Avrupa'nın yeri ve rolü ne olacak? -Türkiye-AB ilişkileri ne olacak? -Enerji meselesi, enerji geçiş yolları, alternatif enerji kaynaklarının gelişmesi ve özellikle otomotiv endüstrisindeki yenilikler dünyayı nereye götürecek? -Türkiye bölgede etkin rol oynamaya soyunurken, zengin ve gelişmiş G-8 ülkeleriyle mi, yoksa gelişmekte olan D-8 ülkeleriyle mi bir araya gelecek? Bunlara benzer daha nice sorunlar ve sorular...
Mevcut dünya düzeninde sömürü tekel sermayesi üniversiteleri ve medyayı tekeline almış, dünyayı istediği gibi yönlendirip yönetiyor. Üniversiteler çalışacak, ilmin verilerini üretecek ama o verileri kendisi değerlendirmeyecek; onları sömürü sermayesinin emrine verecek! Sömürücü tekel sermaye, üniversitelerin ürettiği ilmî verileri kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirecek ve medyaya sunacak. Medya da sermayenin menfaatleri dışında bir yorum yapmayacak, hattâ haber olarak bile yayınlamayacak! Bunun için Türkiye'de olduğu gibi her ülkede görevli yazarlar var, sunucular var; önce onlar yorumlar, sonra bütün yazar ve sunucular onların yorumlarını sunar! Bir profesör kendisi yorum yaparsa dışlanır ve etkisiz hâle getirilir; hattâ birtakım şantajlarla üniversiteden bile uzaklaştırılır! Eğer bunu yapan yazar veya sunucu ise hemen işine son verilir!