Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 03 Aralık 2009 Perşembe
Minarenin Kılıfı
Minareyi çalan kılıfını hazırlar” derler, ama minare yıkanların kılıfları da olmuyor. İsviçre'de Müslümanlara karşı alınan son tavır görüntünün (uygarlık, hoşgörü) altındaki gerçeği (ayrımcılık, dini taassup) apaçık ortaya çıkarıyor.
İsviçre'de İslam'ı yaşamanın önünde bazı engeller var; bunun da başında kilise ve dinsizler bulunuyor; çünkü topluluğun eriyip yok olmasını engelleyen en büyük amil din (İslam). Halk, özellikle gençler Hristiyanlığı terk ederek dinsizliği seçiyorlar, fakat kilise devlet içindeki gücünü devam ettiriyor. Eğer tespit doğru ise İsviçre'de yöneticilerin, kilisenin istemediği hiçbir şeyi yapamayacakları söyleniyor. Sermaye yapısı içinde de kilisenin çok büyük bir payının olduğu biliniyor.
Müslümanlar engelleri aşabilmek için İslam'ın resmen (din olarak) tanınmasını istiyor, bunun için üst üste teşebbüslerde bulunuyorlar; ilgililer buna karşı direniyor ve açıkça “İslam din olarak tanınırsa bunun, Hristiyanlığa zararı olur” diyorlar.
Burada da kilise vergisi var; bu vergiden kurtulmak için ya başka dinden veya dinsiz olmak gerekiyor. Bu sebeple birçok vatandaş başvurarak kendini dinsiz olarak kaydettiriyor. Bu defa da cemiyet içinde dışlanma problemi ile karşılaşıyor. Mesela öğrenciler kiliseye götürülerek din dersi yapılıyor, Hristiyan bir ailenin çocuğu gitmeyince arkadaşları yadırgıyor, ailenin dinsizliği seçtiğini söylemesi kolay olmuyor, derken bazıları sırf bu yüzden yeniden Hristiyanlığa kayıt yaptırıp kilise vergisini ödemeyi göze alıyorlar.
Okullarda din dersi, program içinde değil, ama okulun bilgi ve yönetimi altında kilisede yapılıyor. Din dersi öğretmenleri papazlar. İlköğretim boyunca çocukları her Çarşamba öğleden sonra alıp kiliseye götürüyorlar, orada uygulamalı din dersi yapıyorlar.
Bir dernek, cami ve kültür merkezi için sekiz dönümlük bir yer buluyor, sahibi ile fiyatta anlaşıyorlar, tapu almak için gidince “ne için alındığı” soruluyor, alanlar açıklayınca arsa sahibi satmaktan vazgeçiyor, sebebini soruyorlar, “Ben kiliseye gitmesem de Hristiyanım, çevremde camilerin olmasını istemem, cami için yer satamam” diyor. İki misline yakın fiyat arttırıyorlar, yine vermiyor.
Bir başka yer alıyorlar, belediyeye yapı ruhsatı için başvuruyorlar, belediye “Buranın ileride ne olacağına şimdi karar vermedik, belki başka şey için lazım olur” diyerek ruhsat vermiyor. Bütün güçlüklere rağmen yine de yerler bulunuyor, az da olsa camiler yapılıyor.
İsviçre'de üniversiteye gidebilmek için meslek lisesini değil, düz liseyi bitirmek ve ortalama altı puan almak gerekiyor. Okullarda Türk çocukları başarılı da olsalar meslek okullarına yönlendiriliyorlar. Öğretmenlerin raporu önemli ve belirleyici; tam not alsalar bile öğretmen “Bu öğrenci üniversitede yapamaz” deyince üniversite almıyor.
Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=19796&y=HayrettinKaraman
YORUM:
Toplumların, medeniyetlerin, din anlayışlarının dayandığı sistemler ve ömürleri vardır. Medeniyetler ya tekelci, çatışmacı, merkezi yapılanmaya ya da dengeli rekabete ve merkez yerel dengesine dayalı çoğulcu, uzlaşmacı, çıkar paralelliği ilkelerine dayanan sistemler temelinde oluşur. Günümüzde adı yerel olsa da genelde merkezi yapılanma her yerde hâkimdir.
Batı medeniyeti, temelde, merkezi yapılanma üzerinde işlemektedir. Sermaye veya siyasi tekele dayanan merkeziyetçi, çatışmacı yapılanma din anlayışlarını da etkilemiştir. Günümüzde genel İslam anlayışları da dahil olmak üzere Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm ve diğer inanç /din anlayışları merkeziyetçi, çatışmacı temelde işleyen medeniyetle etkileşim içindedir. İnsanlara huzur verme gayesi olan din, inanç/anlayış zamanla bu çatışmacı virüsten mikrop kapmış ve onlarca savaşın sebebi olabilmiştir. Yapılanma böyle olunca, inanç mensuplarından birinin veya bir bölümünün/grubun bu yapı dışında kalması istisna olmakta ve barışın, uzlaşmanın yeterli düzeyde gelişmesine yetmemektedir. Bir grubun veya bir anlayışın bu yapının dışına çıkmaya kalkması genel dengeleri bozmasından dolayı bazen sorunun büyümesine de neden olabilmektedir.
Bugün İsviçre’de gündemde olan minare sorunu ve bunun gibi sayısı bile bilinmeyen birçok problemin temelinde bu çatışmacı, merkeziyetçi, dışlayıcı anlayış yatmaktadır. Genel yapı çözülmeden İsviçre’deki minare sorunun Müslümanların veya Hıristiyanların ya da İsviçrelilerin istediği şekilde çözülmesi yeterli değildir ve hatta mümkün de değildir.
Sorun minare/çağrı aracı, ibadet yeri olmadığı gibi inanç sorunu da değildir. Bunlara ek olarak, yönetim, imar, çevre, insan hakları (minareyi isteyenler ve istemeyenlerin hakları), klasik mimari ile modern mimari (tarım dönemi mimarisi, sanayi dönemi mimarisi ile sanayi ötesi bilgi toplumu mimarisi arasında geçişler, yenilikler) v.b birçok konuyu kapsamaktadır. Bunların da ötesinde bir laiklik sorunudur. Örneğin ibadet alanları nerelerde, hangi ölçeklerde, hangi özelliklerde olmalıdır. Merkezi yönetim, yerel yönetimin burada yetkileri neler olacaktır. İnanç gruplarının istekleri hangi ölçütlerde yerine gelecektir. İmar nasıl yapılacaktır, imarda sonradan yapılabilecek değişiklikler hangi durumlarda ve hangi ölçeklerde olacaktır.
İnsanlar, belli bir yere ve anlayışa mahkum edilmektedir. Konaklama, iş, inanç alanlarının belirlenmesinde ölçütlerin hiç yeterli olmadığı bir yapılanmaya sürüklenmektedir.
Günde yaklaşık beşer dakikadan 30 dakika, haftada yarım saat ve yılda da bir saat gibi çok az kullanımda olan devasa klasik sistemde masraflı yapılar günümüzde bütün inançlar gruplarının gözdesi olarak sunulmaktadır. İbadet alanlarının yapımı konusu bütün dinlerin “israf haramdır” ölçeğinden incelenince israfın alası göze çarpmaktadır. Sadece minare değil ibadet yerlerinin genel olarak ölçek, fonksiyon sorununun gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bilimsel çalışmalarla ibadet yerleri/inanç/anlayış uygulama alanlarının özellik ve ölçütlerinin din/inanç/ahlak örgütlenmelerine günümüz dünyası ölçeği ve standartları çerçevesinde boyut ve fonksiyon kazandırılması gerekir. Konuyla ilgili güzel örnekler olsa da henüz çok yetersizdir. Konu üzerinde durulmalıdır.
İsviçre’deki minare sorunu örneğinde İsviçre(merkezi, yerel) yönetiminin, Hıristiyanların, Yahudilerin ve benzeri başka din anlayışları mensuplarının sorun oluşturmaya katkıları oranında Müslümanların da bu sorunun oluşmasında katkıları vardır. Farklı bir anlatımda benzer olayın Türkiye’de, İslam ülkelerinde, Müslümanların yaşadığı krallıklarda bu sorunun benzerini düşünelim. Bırakın minareyi, ibadethane açmak bile mümkün değildir. Bu durum, ülke, yöre insanlarının kötü olmalarından çok onlar için oluşturulan, onların mahkum edildiği çatışmacı, merkeziyetçi, tekelci medeniyetin etkisinde oluşan yapılanmadır.
Bilimsel yapıda temellendirmeye, tanımlamaya, geliştirmeye çalıştığımız laiklik anlayışı bu tekel merkezlerinin ve onlara mahkum olan çatışmacı anlayışların engelleme ve yönlendirmeleriyle kısır, yanlı, eksik, yobaz, tekel ve çatışmacı laiklik anlayışına kaydırılmaya çalışılmıştır, çalışılmaktadır. Çatışma ve tekel mantığı hakim kılınınca herkes bu mantığa doğru ilerlemekte ve çatışma ortamına sürüklenmektedir.
Günümüzde yerleştirilmeye çalışılan “laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır” şeklindeki bozuk anlayış buna örnek olarak verilebilir. Bu tanımda “devlet –din ilişkisi” “yönetim- din ilişkisi” ile karıştırılmıştır. Devlet’in bir alanı olan yönetim alanı ile diğer alanı olan din/inanç/ahlaksal yapılanma alanı ilişkisi üzerinde tanım yapılması gerekirken yanlışlıkla yönetim yerine devlet konmuştur. Laiklik, din ve yönetimin birbirinden ayrılması şeklinde tanımlansaydı eksik olsa da bir anlam ifade edebilirdi. Laikliğin bilimsel temelde, kapsayıcı, uzlaşmacı, insanlığın önünü açıcı, özgürlükçü tanımları üzerinde durmak ve geliştirmek gerekir. Türkiye’de birçok bilimsel çevrelerde yapılan çalışmalar bu tartışmalarda gündemden düşürülmeye, önü kapatılmaya çalışılmıştır. Bu çevrelerin çözümleri halk tarafından benimsenmeye başlanınca birtakım entrikalarla dışlanmak ve önü kapatılmak istenmiştir. Laiklik konusunda çalışma yapan bilimsel çevrelerden biri de Akevler Adil Düzen çalışma gruplarıdır. 1970’li yıllardan bu yana konu üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Çalışmalarda; laikliğin, devletin temel alanları olan yönetim, ekonomi, din/inanç, ilim alanlarının ve bunların müesseselerinin birbirinden özerk/bağımsız olması ve kendine özgü ilkelerle çözümlere ulaşmaları, çözümlerini topluma kendi alanlarında sunmaları şeklinde tanımlanmış, yorumlanmıştır.
İslam anlayışları üzerinden bir görüş olarak örnek verilecek olursa mescitlerin yeni dönemde farklı model, fonksiyon kazandırılarak yapılandırılması çalışmalarını yapmak gerekir. Öncelikle çözülmesi gereken konu çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşabilecek insanların bir araya getirilmesidir. Sosyal yapılanmalarda temel sorunlardan biri insanların anlaşabildikleri/anlaşabilecekleri kimselerle bir arada bulunamamalarıdır. Sosyal ve ekonomik yapı insanların örgütlenmeleri, kendilerini sosyal grupları ile geliştirmeleri şeklinde düzenlenmemiştir. Tam aksine kişileri ve grupları birbirinden koparıcı, çatıştırıcı şekilde ve sonunda da bir yerde mahkum olacak şekilde düzenlenmiştir. Anlaşabilenlerin kolayca bir arada bulunduğu anlaşamayanların kolayca ayrılabileceği sosyal-ekonomik yapılanmaya gidilmelidir. Bunun için sözleşme serbestliği ilkesinin sözde değil işlerliğinin ve işlevselliğinin etkin kılınması gerekir.
Bu konuda İzmir Akevler’de teorik ve pratik denemeler yapılmıştır. Örneğin birbirleri ile anlaşabilen insanların bir arada yaşadığı yaklaşık 10-20 haneli apartmanlar, yapılar modelleri üzerinde durulmuştur. Her birinin yaklaşık %10 kadarı sosyal tesislere ve %10 kadarı da ekonomik tesislere ayrılmıştır. Sosyal tesislere o ilgili apartmandaki/gruptaki insanların ortak istekleri doğrultusunda fonksiyon kazandırılması hedeflenmiştir. Katılım ve ayrılmaların serbest ve sorunsuz olması için sistem ve modeller geliştirilmeye çalışılmıştır. Kendi grupları/ apartmanları/ sokakları için ortak alanlarını düzenleme yetkilerinin kendilerinde olması hedeflenmiştir.
Örneğin, İslam, Sünni inancına mensup olanların günde beş kere kendi grupları içindeki toplantıları/namazları için çağrıları kendi apartmanları içinde diğer apartmanları etkilemeyecek şekilde yapılandırılmıştır. Kendi aralarında çağrı metotları, çağrı şekillerine kendileri karar vereceklerdir. Günümüzde bu sosyal tesisler veya Cemevi, Kilise gibi ibadet veya sosyal alanlar dalı budağı kırılmış, meyve vermeyen ağaç örneği gibi ya da camı, çerçevesi, duvarları harap olmuş, dökülmüş tesisler durumuna düşürülmüş kısırlaştırılmıştır. Mescitler de sözde namaz için birçok işlevden yoksun bir şekilde yapılandırılmış veya faaliyet göstermektedir. Tam aksine kendi gruplarınca namazın gayesi, fonksiyonlarına uygun, her grubun kendi sosyal anlayışları ile organize edilen onlarca sosyal faaliyetin merkezi olarak yapılandırılma örnekleri verilmeye çalışılmıştır. Sosyal tesislerin ilgili grubun sosyal çalışmalarının merkezi olması düşünülmüştür. Uygulamaların başarılı yönleri olmakla birilikte yetersiz kaldığı yönleri de vardır. Bununla birlikte konu ve sorunlar torik olarak çözülmüştür.
Bunun ötesinde yaklaşık 1000 hanenin olduğu Bucak ölçeğindeki sosyal tesislerin yapılandırılması da haftalık toplantıyı sağlayacak şekilde projelendirilmiştir. Apartmanlar ve sokaklar (yaklaşık 20 hanelik bölümler) için torik ve pratik çalışmalar, uygulamalar yapılmıştır. Bucak düzeyinde bir çok engelle karşılaşıldığı için henüz gerekli ortam sağlanamamıştır. Bu nedenle haftalık sosyal tesis/toplantı/ibadet v.s yapılanması konusu teorik olarak çözülse de pratik uygulamaya dönüştürülememiştir. Türkiye’de birbiri ile anlaşabilen insanların sözleşme serbestliği ilkeleri doğrultusunda 10 bin kadar bucakta insanların görüşlerine göre örnek toplum modelleri için teorik ve pratik denemeler yapmaları önerileri değerlendirilmelidir. Böylece isteyenlerin kendi bucaklarında istedikleri kadar büyüklükte ve yükseklikte minareleri olacaktır. Buna karşılık başkaları da bu tür yapıların eski dönemlere ait olduğunu sanayi ötesi dönemde farklı yapılanmalara ihtiyaç olduğunu ve bunun için de farklı yapılanmaları düşündüklerini, yaptıklarını örneklerle gösterebilmelidirler.
Bu ve benzeri düşüncelerin sosyal yapılanma örnekler üzerinde çalışmaları gerekir. Az da olsa bu tür çalışmalar vardır. Fakat bu çalışmalar bilimsel çalışma ilkelerinden henüz yoksundur. Hala tekelci anlayışla hareket edilmektedir. Bu sosyal çalışmaların bir özelliği de bizler için Türkiye, başka yerlerde olanların da kendi ülkelerinin, uluslarının dirlik ve düzenlerinin, birliklerinin bozulmaması yönünde proje çalışmaları olmalarının örnekleri olmalarıdır. Bizim açımızdan Türkiye’nin zarar görmesi sonunda bütün sosyal örgütlenmelerin, kişilerin zarar görmesidir. Bu açıdan bu sosyal çalışmalarda kişi, grup, ülke hatta insanlığın güvenlik boyutunun da düşünülmesi gerekir.
İsviçre de veya dünyanın herhangi bir yerinde birbiriyle çatışan din anlayışlarının oluşmasının sebeplerinden biri de ülkelerin vergi sistemlerinde sosyal yapılanma alanlarından biri olan din için alınan vergilerin ayrı vergi /ek ödenek şeklinde toplanmasıdır. Bu da insanların sosyal alanda faaliyet göstermelerine önemli bir engel oluşturmaktadır. Hıristiyan olanlardan ek, ayrı bir vergi alınması örneği doğru ise kötü bir örnektir. Başka inanç grupları için de ya benzer uygulama olmalıdır ya da tümü için ayrı bir yapılanmaya gidilmelidir. Bu aşamada farklı seçenekler üzerinde durulabilir. Herkesten sosyal alanlar, faaliyetler için vergi alınması seçeneği değerlendirilmelidir. Bu vergiden paylar dağıtılırken herkese hangi sosyal alanda, faaliyette, inançta, mezhepte, grupta (inançsızlık inancı da dahil) ise payı oraya verilmelidir. İnançsızlık üzerinde organize olmuş gruplara da ya kendi gruplarına pay almalıdırlar. İnanma alanında oluşturdukları bir grubu olmayanlar kendi paylarını felsefi, bilimsel v.b istedikleri gruba verilmelidir. Bir diğer seçenek de inançsızlık grubu hariç diğer bütün din/ inanç mensuplarından inanç vergisi alınması ve katıldıkları gruba ödenmesidir. Ancak bu seçenek apartmanın birinci katında oturup asansör aidatını vermek istemeyen ya da arabası olmayıp yolda araba kullanmayacağım diyen kimseler gibidir.
Diğer bir seçenek de inanç, ahlak, felsefe, ilim v.b alanlar insanların ortak alanlarıdır. Bir kısmı paralı bir kısmı parasız olamayacağı gibi bir kısmına veya kısmından paralı diğerlerinden veya diğerlerine parasız şeklinde de olamaz.
Bunlara ek olarak unutulmaması gereken bir diğer seçenek de her bucağın bucak içinde, her ilin bucaklara ait olmayan alanlarda ve il merkezinde, her devletin de bucak ve illere ait olmayan diğer illerle ortak alanları ve devlet merkez bucağında olanların kendileri için kendi kararlarını vermesidir. Yani çoğulcu anlayışla farklı seçeneklerin değerlendirilmesi gerekir. Batı modeli bir seçenek olabilir, farklı batı modelleri varsa birkaç farklı seçenek olabilir ama asla tüm Türkiye için tek model olamaz. Belki on bin seçenekli modelden birkaç seçenek olabilir. Her model her sosyal yapıya uymayacağı gibi her ekonomik yapıya da uymaz.
Okullarda din dersi konusunda İsviçre örneği kısmen Avrupa için ve önemli ölçüde de Türkiye için yeterli örnek oluşturmaz. Avrupa’da, İsviçre’de farklı modeller, uygulamalar vardır. Türkiye’de kişilerin istedikleri dinin/ahlakın öğretimini-eğitimini seçme hürriyeti temelinde geliştirilmesi gereken din eğitim-öğretim anlayışı yanlış bir zeminde ve yanlı bir şekilde uygulanmaya çalışılıyor.
Çalışmalar sürekli iki çevre oluşturulmaya çalışılarak iki yöne doğru çekiliyor. Türkiye’de din anlayışı ağırlıklı olarak bir kesimin tekelci din anlayışı ile tefsir edilen Sünni, Hanefi İslam anlayışları temelinde geliştirilmiştir. Sünni İslam anlayışı Osmanlı son döneminde iyice yerleşmiş ve zamanla tek yönlü olarak köhneleşmiştir. Bu İslam anlayışının Sünni olduğu imajı oluşturulmuş ve resmiyette de böyle yürümesi sağlanmıştır. Bu anlayışın ilerleyerek devamı istenmektedir.
Buna karşı mevcut İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik v.b din anlayışlardan herhangi birinin öğretim-eğitimini eğitim öğretim sistemi dışına çıkarılması çalışmaları da vardır. Bu zihniyete mahkum edilenler de din eğitim-öğretiminin resmi öğretim sistemi dışına çıkarılmasını savunan kesim olarak oluşturulmuştur.
Milli Eğitim sisteminin tekelcilikten kurtarılması ve özerk gruplar halinde kendi içinde rekabet edebilen yaklaşık on kadar gruba dönüştürülmesi gerekir. Milli Eğitimin özelliği, içeriği ve sınavı Tevhidi tedrisatın gereği devlet/kamu tarafından özerk grupların katılımıyla yapılmalıdır.
Bir diğer konu da din öğretimi ile din eğitiminin karışıklıktan kurtarılmasıdır. Din öğretiminde genel din öğretimi ile seçilen dinin öğretimi söz konusudur. Din eğitiminde ise genel din eğitimi ve seçilen dinin eğitimi söz konusudur. Okullarda din öğretiminden söz edilebilir. Dinlerin/ inançların eğitimi, ilgili grupların ibadet alanları ve bu alanlarla ilişkili yerlerde olmalıdır.
Her türlü ilk ve orta dereceli okullarda, her türlü din, ahlaki anlayış öğretimi iki saate çıkarılmalıdır. Ancak bu iki saatin bir saatinde din/inanç v.b gruplar adına örgütlenmiş grupların ortak programı ile oluşturulmuş müfredat esas alınmalıdır. Bu ortak saatte dinlerin ortak konuları (dinlerin anlaştıkları ortak alanlar) okutulmalıdır. Bu öğretim programını ve öğreticilerini dinlerin ortak öğreticileri vermelidirler. Veliler ders öğretmenlerinden hangisinin ders vermesini istiyorlarsa onlara o dersi o öğretmen verebilir. Bir saatinde de ilgili ailenin örencinin kendisi için seçtiği din/ inanç/ ahlak öğretimi verilmelidir. Bu öğretimi kişinin seçtiği ilgili inancın öğretmeni yapmalıdır. Milli Eğitimin gözetim ve denetiminde ilgili inançlar için seçilmiş ehliyetli öğretmenler bu görevi yapmalıdırlar. Bu alanın bütçesi Milli Eğitim bütçesinden karşılanmalıdır.
Haftada iki saat din eğitimi, ilgili ailenin seçtiği din eğitimcileri tarafından ilgili Cami, Cemevi, Kilise, Katedral, Sinagog, Havra v.b inanç -tapınak merkezleri ile inançsızlık örgütlerinin çalışma alanlarında yapılmalıdır. Bu gruplar üyeleri sayısınca diyanet bütçesinden pay almalıdırlar.
Öncelikle bu öneri gibi konuyla ilgili farklı önerisi olanların önerilerinin nasıl değerlendirileceği konusunda çalışma yapılmalıdır. Yerelden merkeze doğru oluşturulacak önerilerin değerlendirilmesi birimi oluşturulmalıdır. Teoriler, benimseyenlerin katılımıyla pilot öneriler olarak test edilmelidir.