Tarzan'ın işi zor
1297 Okunma, 8 Yorum
Oktay Ekşi - Hürriyet
Vahap Alma

01.12.2009


SİZ bakmayın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye giriş sınavlarında uygulanan katsayının, genel lise mezunlarına uygulanandan düşük olması konusuyla ilgisi yokmuş gibi görünmesine... Gazeteciler Danıştay 8'inci Dairesi'nin konuyla ilgili kararını sorunca ağzındaki baklayı çıkarmış.

 

     Yorum:

 

     Düello

   

     ‘’ SİZ bakmayın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye giriş sınavlarında uygulanan katsayının, genel lise mezunlarına uygulanandan düşük olması konusuyla ilgisi yokmuş gibi görünmesine...’’ diyor Oktay Ekşi. Eee? Diyelim ki öyle. Bir haksızlığa karşı durmak neden suç oluyor Sayın Oktay Ekşi. Neden bu ülkede ‘’adalet’’ kavramı sizleri bu kadar geriyor. Yetmedi mi harcadıktan sonra göklere çıkardıklarınız. Nazım Hikmet’ler, Menderes’ler, Ahmet Kaya’lar. Daha ne kadar harcayacaksınız? Bırakın artık ülke kendine gelsin. Ülkeye ‘’adalet’’ getirmek isteyenlerin düşün yakasından.

 

      Kesin biliyorsunuzdur ama size kısaca Türkiye tarihini anımsatmak istiyorum. İşinize gelmeyeceğini biliyorum. Yine de tek bir kelimesi bile beyninize yerleşirse ne ala. Ola ki bu konuda İman edersiniz…

    

     Azap Çekenler İçin Kısa Türkiye Tarihi

 

     ‘’Demokratik açılım’’ Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşmesinin de kapısını araladı. Şimdiye kadar dillendirilmeyen pek çok hak ihlali ve ‘’zulüm’’ bizzat ülkenin Başbakanı tarafından meclis kürsüsünden söze döküldü. Dersim katliamı, cumhuriyet tarihinin ayıplı geçmişinin en önemli köşe taşlarından biriydi ve takdir-i ilahi bu acılı tarih CHP’li Onur Öymen’in ağzından gündeme geldi. Rejim bir anlamda kendi kendini deşifre etti. Güneydoğu’da JİTEM’in yaptığı baskı ve zorbalık Başbakan’ın ‘’Sizin hiç evladınız öldü mü? Sizin hiç köyünüz yakıldı mı?’’ cümleleriyle açık edildi. ‘’Açılım’’ konusunda en ufak bir tereddüt yaşayanlar bile bu ifadelerle kendilerine dair acılı bir tarihin devletin en üst kademelerinde makes bulduğunu görerek ilk kez bir şeylerin gerçekten yoluna gireceğini düşünerek umutlandılar.

 

     Ama ne yazık ki sadece Dersim’den ibaret değil yakın tarihte azap çektirilenler. Kemalist ideoloji tek dil, tek devlet, tek millet mantığıyla kendi kabulleri dışında kalan bütün kesimleri dışlayıcı ve ötekileştirici bir politika izledi. Bunu kimi zaman devrimler, kimi zaman darbeler, kimi zaman toplumsal çatışma ve kaos ortamına zemin hazırlayarak yaptı.Geçmişten bugüne bir bilanço çıkarmaya çalıştığımızda ortaya çıkan tablo hem ürkütücü hem de bütününü bir dosyaya sığdırmak mümkün değil. Biz sadece birer satırbaşı koyuyoruz o kadar…

 

     Susturulan Muhalefet: Ali Şükrü Bey

 

     Muhalefete tahammülsüzlük daha cumhuriyetin ilk yıllarında kendini gösteren bir araz olmuş. Ali Şükrü Bey cinayeti bunun en somut örneği. Dini hassasiyeti ve karşı çıktığı konularda sözünü sakınmamasıyla dikkati çeken Ali Şükrü Bey, bu özellikleri dolayısıyla Mustafa Kemal’e kuşku ile bakan milletvekillerinin çevresinde kümelendiği kişi olmakta gecikmedi. Ali Şükrü Bey, Atatürk’ün muhafızlarından Osman Ağa’nın gözünde muhalefetin direği idi. Musul’un Türkiye’de kalmasının zora girmiş olmasına o da üzülüyor ama Mustafa Kemal’in bu konuda verdiği bilgiye itimat edilmemesini içine sindiremiyordu. Mecliste son derece sert müzakerelerin yaşandığı bir günün ertesinde Ali Şükrü Bey’e adamlarını yolladı. ‘’Osman Ağa seninle görüşmek istiyor, buyur gidelim’’ diyenlerin tavrı, ‘gelmezsen senin için kötü olur’u da ima ediyordu. Mustafa Kemal, Osman Ağa’ya Ankara’da Papazın Bağı olarak bilinen yere yakın bir ev tahsis ettirse de, o, vaktinin çoğunu Samanpazarı’nda çete efradının kaldığı evde geçiriyordu. Ali Şükrü Bey, Laz muhafızlarla beraber Samanpazarı’na gitti ama girdiği yerden sağ çıkamadı…

 

     İstiklal Mahkemeleri

 

     115 milletvekilinin katılımıyla en yaşlı üye Sinop milletvekili Şerif Bey’in başkanlığında 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk işlerinden biri ülkenin pek çok yerinde çıkan ayaklanmaları ve asker kaçaklarını engellemek için 29 Nisan’da Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkarmak olmuştu. Kanunun çıkarılmasından sonraki dört aylık dönemde, düzenin sağlanamaması üzerine 1793’te, Fransa’da kurulan olağanüstü yetkilere sahip mahkemeden esinlenilerek ‘’İstiklal Mahkemeleri’’ kuruldu.

 

     İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’le doğrudan temas halinde çalışan bu mahkemelerde esas olarak 1925’te Şapka Kanunu’na karşı çıkanlar, 1926’da Atatürk’e suikast teşebbüsünde bulunanlar ve ittihatçılık davası güdenler, Saltanat ve Hilafet’i geri getirmeye çalışanlar, komünist örgütlenmelere katılanlar, yolsuzlu, casusluk, hükümete muhalefet suçalrına katılanlar vb. olmak üzere yaklaşık 7500 kişi yargılandı. Özellikle laik rejimi ve devrimlerini dayatma adına yapılan yargılamalarla dindarlar üzerinde büyük bir baskı oluşturan İstiklal Mahkemeleri, o dönemde İskilipli Atıf Hoca gibi sembol isimlerin yanı sıra çok sayıda alim, şeyh, derviş ve inançlı aydının idam edilmesine, hapislerde eziyet çekmesine yol açtı.

 

     Dindarlar Tamam, Sıra Azınlıklarda

 

     İkinci Dünya Savaşı yılları gayrimüslim azınlıklar açısından çok sıkıntılı geçmişti. Önce 1941 yılının Mayıs ayında İstanbul ve Trakya’daki 25 – 45 yaşları arasındaki gayrimüslim erkeklerin tümü askere alındı. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde oluşturulan iş merkezlerine yollanan bu insanlara silah verilmediği ve daha çok havaalanı inşaatı ve yol bakımı işlerinde çalıştırıldılar. Daha sonra 1942 yılının sonbahar aylarında meşhur Varlık Vergisi Kanunu çıktı. Bu kanun büyük kentlerde ticaret sektöründe etkin olan gayrimüslim tüccarın piyasadan tasfiye edilmesi amacını taşıyordu. Varlık Vergisi’ni kimin ne kadar ödeyeceğini gösteren listeler vergi dairelerinin kapılarına asıldığı zaman, bu kanunun azınlık karşıtı niteliği gözler önüne serilmiş oldu. Rum, Ermeni ve Musevi kökenli tüccara salınan vergi miktarı bazen aynı durumdaki Müslüman tüccarın ödemesi gereken verginin 5 – 10 misline yakındı. Ödeme süresi en fazla bir ayla sınırlanmıştı ve bu süre içinde vergisini ödemeyen mükellefler Aşkale’deki çalışma kampına yöneliyordu. Varlık Vergisi uygulamasında İstanbul’a özel bir önem verilmişti, çünkü yapılan vergi tahsilatının %70’ini İstanbullu mükellefler ödemişti.

 

     Gayrimüslim azınlıklar vergiyi ödeyebilmek için evlerini, iş yerlerini satmak zorunda kaldılar ve çoğunun iş hayatı sona erdi. Varlık Vergisi’nden sonra rejimle bütünleşmeleri sekteye uğradı. Sonraki yıllarda bu insanların çoğu Türkiye’den göç etti. Örneğin, 1948 – 50 yılları arasında yaklaşık 30000 Türk Yahudi’si İsrail’e gitmişti. Varlık Vergisi basit bir vergi kanunu değildi. Temelleri İttihat ve Terakki iktidarında (1912 – 1918) atılmış ve giderek bir devlet politikası halinde uygulanmış olan ‘’Türkleştirme’’ politikaları zincirinin önemli bir halkasıydı.

 

     Mübadele

 

     1964’te yine Kıbrıs’taki çatışmalar bahane edilerek ülkemizde yerleşik olarak yaşayan ve T.C vatandaşı olan Rumlar’la evlilik ilişkisi içinde olan Yunan vatandaşlarının oturma ve çalışma izinlerinin iptali gündeme geldi. İsmet İnönü’nün Başbakanlığı sırasında misilleme olarak gerçekleştirilen b u uygulama ile birkaç ay içinde 30000 Türk Vatandaşı İstanbullu Rum ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Nüfus sayımlarına göre –çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere- Türkiye’de 1955 yılında 80000 ‘’Rumca konuşan kişi’’ yaşarken, bu sayı 1960’ta 65000’e ve 1965’te ise 48000’e düştü. Günümüzde ise İstanbul Rum Cemaati’nin toplamı 2000 civarı. 6-7 Eylül 1955 saldırıları ve 1964 yılında İstanbul Rumlarının sınırdışı edilmeleri Türkiye’de sermaye kesiminin ‘’Türkleştirilmesi’’ sürecine dolaylı olarak katkı yaptı. Ünlü Yassıada Mahkemeleri’nde, 6-7 Eylül olaylarının devlet kökenli bir provokasyon olduğu resmi kayıtlara geçerken, 1991 yılında gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, General Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olaylarının’’Özel Harp Dairesi’’nin ‘’Muhteşem bir örgütlenmesi’’ olduğunu söyledi.

 

     Başbakanlar da Zulümden Muaf Değil!

 

     27 Mayıs ihtilali,  Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri müdahale. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin ülkeyi git gide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesiyle TSK içerisinde bir grup subay 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu. 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM’ni feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partili’yi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun da tutuklananlar arasındaydı. Ve darbeciler, devlet yönetimindeki üç ismi Adnan Menderes, Fatim Rüştüzorlu, Hasan Polatkan’ı idama götürdüler.

 

     Maraş Olayları

 

     1978 yılında Maraş’ta ‘’sağcı’’ bir filmin oynatıldığı sinemaya bomba atıldı. Ve ardından ‘’komünistler sinemaya bomba attı’’ denilerek zaten ‘’gergin’’ olan siyasi atmosfer belirli bir mecraya kanalize edildi. Aynı günlerde iki öğretmen öldürüldü. Cenazele vesilesiyle miting düzenlenirken, olayların kim tarafından nereye yönlendirildiğinden habersiz sol örgütler halkı ‘’faşizme karşı’’ uyarmaya çalışıyorlardı. Bu arada ga-le-ya-na getirilen insanlar ‘’komünistlerle’’aynı kefeye konulan Alevi mahallelerine saldırmaya başladı. Saldırganların başında silahlı çeteler vardı. Güvenlik güçleri ‘’yetersiz’’ kalmış, tam bir katliam yaşanmıştır… Olayın ardından Alevi mahallelerine Avrupa’ya gerçek manada bir ‘’kitlesel göç’’ yaşandı. Bu katliamların devlet bünyesinde yuvalanmış kontrgerilla çeteleriyle bağlantılı eylemler olduğu uzun yıllar sonra ortaya çıktı.

 

     Diyarbakır Cezaevi

 

     Dünyanın en kötü 10 cezaevinden biri olan Diyarbakır Cezaevi de yakın tarihin sistemli işkencelerinin yapıldığı yerlerden biriydi. 12 Eylül darbesi sonrası özellikle Kürt kökenli siyasi suçluların konulduğu Diyarbakır Cezaevi’nde akıl almaz işkencelere maruz kalan mahkumlardan 34’ü hayatını kaybetti. Bunlar arasında 16 Mayıs 1982 tarihinde Ferhat Kurtay, Nemci Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık kendilerini yakarak hayatlarına son verirken, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Bedii Tan, Necmettin Büyükkaya, Remzi Aytürk gibi isimler ya kendini astı, ya açlık grevinde öldü ya da tekme ve yumruklarla öldürüldü. Cezaevi komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın işkencelerinden kurtulan kişilerin bir kısmı daha sonra soluğu yurt dışında aldı ve PKK’nın ana gövdesini oluşturdu. Bugün bile PKK sorununu besleyen en önemli etkenin o dönem Kürt vatandaşlara yapılan işkenceler olduğu herkesçe bilinen bir gerçek.

 

     Ve Diğerleri…

 

     Maraş, Sivas ve Çorum olayları, 12 Eylül’de yaşanan idamlar, faili meçhul cinayetler, Başbağlar, 28 Şubat ve 2009’a gelindiğinde 14 yaşında, bir mermiye kurban giden Ceylan Önkol… Sistemin mağdurları saymakla bitecek gibi değil. Nihayetinde İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif’i canından bezdirip Mısır’a uğurlayan, 10. Yıl Marşı’nın yazarlarından Faruk Nafiz Çamlıbel’i Yassıada’ya gönderen bir sistemden bahsediyoruz. Karnını açlık durumuna göre kiminle doyuracaksa tırnaklarını onun ya da onların boynuna geçiren bir sistem. Ve unutmamalıyız ki adalet istemek ülkemizde bir düşmanlık değil, ona sevgiyle bağlılığımızın işareti.*

 

 

 

 

*Gerçek Hayat 27 Kasım 2009

 

 

Vahap Alma


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
09.12.2009
15:29

Sayın Vahap Alma’ya

1920 lere geldiğimizde Osmanlı Devleti yıkılmış ve Sevr ile İmparatorluktan başka, Anadolu da parçalanıp bölüşülmüştü. Bu da yetmiyordu. Ülke nüfusunun yarısından fazlası Rum ve Ermeni idi. Yanı Müslüman değildi. Bunlar Müslümanları camilere doldurup büyük küçük herkesi yakıyorlardı. Hedefleri Anadolu ve Trakya’da Müslüman bırakmamak tekrar Bizans’ı ihya etmek idi.

Anadolu’da ki Müslümanlar kürdü ile türkü ile şiisi ile sünnisi ile iş birliği yaparak elbirliği ile İstiklal Savaşını kazandık. Bununla beraber her toplulukta asiler olur. Asiler bastırılırken kimi zaman kurunun yanında yaşta yanar. Şimdi koskoca zaferi unutup da İstiklal Mahkemesinde yapılan hataları sayıp dökmek insafa sığar mı?

Lozan’da Batının dayatması vardı. Türkiye inkılapları yapacaktı. Onlara göre bu sayede iç savaş çıkacak ve Türkiye kendi kendini yok edecekti. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu önerileri, kabul ettiler. Türkiye için fazla zararı olmayan bu inkılapları yapmaya söz verdiler. Böylece Cumhuriyetin ilk on yılı dinsizleşme uygulaması ile geçti. Bu arda karşı çıkan isyan edenler oldu. Devlet bunları kanlı şekilde bastırdı. Başka türlü devlet yaşayamazdı. Bunun yanında ne yapıldı.Türkiye İslamlaştırıldı. %50 den fazla gayri Müslim varken bugün %1 lere inmiştir. 900 yıl içinde başarılamayan Anadolu’nun İslamlaştırılması sorunu çözülmüştür. Anadolu’ya gelen Müslümanlar Türk kabul edilerek bugün seksen milyona yaklaşmış Müslüman halktan oluşmuş devlet kuruldu. En büyük ve en samimi ilim adamları harekete geçirilerek İslami ilimler tercüme edildi ve böylece Türkiye’ye yığınlarca İslami eser kazandırıldı. Mescitler kapatılmadı. Tarikatların devamına göz yumuldu. Bugün dünyanın en ileri İslam ülkesi haline geldik. Topluca bakıldığı zaman yapılan zülüm, devede kulak kalır.

Dersim olaylarını ele alalım: Kürtler değil, Şiiler isyan ettiler. Dağlara çekildiler. PKK yı o zaman kurdular. Asker bunları askeri metotla imha etti. Asker cephe savaşı yapar. Büyüklerin yanında kadın ve çocuklar da ölür. 33 kişi öldü ama ondan sonra 33 sene ses çıkmadı. Oysa aynı 33 senedir yarı askeri metot uygulanıyor. PKK lılar bile kıyasıya öldürülmüyor. Sivillere hiç dokunulmuyor. Ama 30 000 kişi vatandaşımızı kaybettik. Her halde bir o kadar da karşıdan ölmüştür. Hala da ölmeye devam ediyoruz. 30 kişi haksız yere de olsa ölseydi de 30 bin kişiyi kurtarsaydık. 33 senemiz huzursuzluk ve sefalet içinde geçmeseydi daha iyi olmaz mıydı?

Devlete karşı gelmek demek onunla savaşa girmek demektir. Ya yenersin ya yenilirsin. Savaşta da ya sen onu öldürürsün, ya da o seni öldürür. Yenilenler öldürüldüler. Şimdi onları savunmak demek biz yeniden savaşa başlıyoruz demektir. Ya biz sizi öldürelim ya siz bizi öldürün demektir. Şimdi sayın Vahap Bey’e soruyorum. Yeniden savaşa girişmemiz doğru mu? O halde Dersim de yapılanları haksız göstermenin anlamı nedir? Elbette haksızlıktır, ama isyan etmek daha büyük haksızlık idi. Keşke aleviler isyan etmeseydi de o katl de yapılmasaydı. Ama yeniden ayni kanların akması için hazırlık yapmak reva mıdır? Demokratik açılımı baltalamak kimin işine gelir.

Bir devleti yönetmenin iki yolu vardır. Ya halkı korkutursunuz ve halk korktuğu için devlete itaat eder. Ya da devleti halka sevdirirsiniz halk sizi sevdiği için itaat eder. Korkutarak yönetmenin bir çok yolları vardır. Sevdirerek yönetmenin tek yolu vardır. O da Adil Düzendir. Yerinden yönetim, hakemlik sistemi ve hicret demokrasisi. O halde doksan seneden beri yapılanların suçlusu yanlış düzendir. Zulüm düzenidir. O düzenin yöneticileri değildir. O düzende zulüm yapmadan yönetim olmaz. Siz de olsanız aynı şeyleri yapmak zorundasınız. Yapmazsanız, ya devleti yıkarsınız yahut siz gidersiniz. Onları ancak Adil Düzeni getirmedikleri için suçlayabiliriz. Ama orda da suçlu, onlar değil biziz. Bizim Adil Düzeni öğrenip öğretmemiz gerekir. O halde biz günahımızı bilip istiğfar etmeliyiz. Başkalarını kötülemekle bir yere varamayız. Süleyman Karagülle

Vahap Alma
09.12.2009
20:37

Süleyman Hocam’a...

Haddim olmayarak yorumunuzun üzerine yazdıklarım, paylaşmak istediklerimin engin bilgilerinizden faydalanmak isteyişimdendir.

Kürt’ü Türk’ü ve değişik renkleriyle kazanılmış savaştan sonra bu renklere yapılan ayrımcılık ve Kur’an’da olmayan ’’üstün ırk’’ yani Türkleştirmek adına yapılmıştır.

Koskoca İstiklal Savaşı kazanılıyor ve bu koskoca zaferden sonra bu koskoca zafere yakışmayan mahkemeler kurulup zulmediliyor.

Dinsizleştirmek adına dayatılan inkılapları uygulatmak için kan yolu ve katl seçiliyor. Bunun adını da ’’devletin bekası’’ koyuyorlar. Kur’an böylemi emrediyor.

Kazanılan ilimlerde halkı bunca yıl uyutan hurafeler ve çarpık yorumlar insanlık adına hayır mı? Bu ’’olup ihtiyacının olmaması, olmayıp ihtiyacının olmasından iyidir’’e benzedi.

Sorunuza gelince;

Ki kısmen yorumunuzda mevcut vereceğim cevap. ’’O halde 90 seneden beri yapılanların suçlusu yanlış düzendir, zulüm düzenidir’’ demişsiniz. Ne de güzel demişsiniz.

Devletimin bazı politikalarını eleştirmek devletime savaş açmak demek değildir. Devleti kendim addedip düzeltmeye çalışmaktır. Olası bir isyanı illaki kanla mı bastırmak gerekir?

Demokratik açılımı bastırmak kandan, anarşiden, silah ve savaştan nemalananların işine gelir. Yetmedi mi bu kadar ölüm, zulüm Sayın Hocam. Madem elimizde Kur’an eksenli ’’adil düzen’’ adında bir yönetim biçimi var. O zaman bırakalım kendimiz söyleyip kendimiz dinlemekten. Hayata bir an önce geçirmek için ne gerekiyorsa yapalım. Yalvarıp diz çökmek gerekiyorsa yalvaralım büyüklere. Genelkurmay’a, Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na gidip yalvaralım ve dinletelim fikirlerimizi. Bedeli neyse ödeyelim. Ama bu bedel koskoca bir ülke insanının 90 yılına mal olmasın. Adaleti çoktan haketmiş bu sabırlı millete hediyemiz olsun. Sizin söylediğiniz gibi; üstümüzdeki bu suçluluğu atalım. Hayal ürünü olan ve başrollerini ’’sahte sevenler’’in oynadığı filmleri vitrinlerden indirelim ve ’’gerçek sevenler’’in gerçek yaşamlarını kendilerine sunalım.

İstemeden ters bir şey yazdıysam affınıza sığınıyorum...

Saygılar

Vahap Alma
10.12.2009
09:15

Bu arada Sayın Hocam;

Adil Düzen Dergisi’nde yazı yazıyoruz. Bazen takip ediyorum da okunma sayısı üst sıralarda olmama rağmen 20-22 civarında. Demek ki benim altımdakiler çok daha az okunuyor. Üstümdekiler de 1-2 fazla. Kendi yazılarımı her gün yorum var mı diye evden ve işten okuyorum tekrar. Bu kendi yazımı haftada 14 defa açtığım anlamına geliyor. Bu basit hesaptan yola çıkarak haftada beni sadece 5-6 kişi okuyor. Bu diğer arkadaşlarım için de geçerli. Demek ki kendi yazdıklarımızı kendimiz bile okumuyoruz. Kur’an’da Hakk gelince batıl kaybolur diye geçiyor. Ya bizim yaptığımız Hakk değil. Ya da batıl sandıklarımız batıl değil. Sesimiz duymasını istediğimiz hiç kimseye ulaşmıyor. Kendimizden başka kazandığımız kimse yok. E biz zaten kendimiziz. Demek ki kazandığımız hiç kimse yok. Bu durumda bir hata var. Hatayı nerde aramamız gerektiği konusunda bir fikrim yok ama, daha geniş bir kitleye ulaşmamız gerektiği ve ulaşamadığımız konusunda ciddi endişelerim var. Bu durumu farkettiniz mi? Farkettiyseniz ne gibi çözümleriniz var?

Saygılar

Süleyman Karagülle
10.12.2009
12:09

Sayın Vahap Beye

İçinizde ne hissediyorsanız onu yazın. Cevaba da dayanın. Böylece gerçekler ortaya çıksın. Tekrar ediyorum. Suçlu olan düzendir. Zülüm düzeninde iyilik olmaz. Suçlu olan yöneticiler değildir. Bizim o yöneticilere düzenin yanlışlığını anlatamayışımızdır. Yani biz suçluyuz. Bizi bilmiyoruz ki onlara anlatalım. Bizim Adil Düzeni öğrenmemiz için uygulamaya başlamamız gerekir. Genel Hizmet Kooperatifi sözleşmesini Akevler makale kısmında yayınlayacağız. Okuyun anlatın sonra böyle bir kooperatifi kurun. O kooperatifte yönetimin nasıl olacağını halka gösterelim. Başkalarını kötüleyeceğimize kendi eksiğimizi tanımlayalım. Göstererek tebliğ edelim. Dualar ve başarılar.

Vahap Alma
10.12.2009
12:44

Hocam benim de anlatmak istediğim bu zaten. Sİz yayınlıyorsunuz da okuyan yok. Okuyup anlatmaya çalışıyoruz ama bu bilgilerin değeri sadece bizde yer buluyor. İnsanlara çok uçuk ve de uygulama noktasında uzak geliyor. Bazen Kendi kendime kalpler mühürlü ve Allah’ın yardımını diliyorum. AMa bu dilekten öteye geçmiyor. Yani duamı fiile geçiremiyorum. İnsanları etkilemenin ve o yazılanlara itibar etmeleri için neler yapılması gerektiğini bilmiyorum. Daha doğrusu denediğim bütün yollar kendi çapımda kalıyor. Bizim asıl sorunumuzun ’sesimizi kendimizden başkasına nasıl etkili bir şekilde duyurabiliriz’ olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde yazılanlar sadece bir internet sitesinin veri tabanında hapis kalır.

Suçluluğumuzun farkındayım. Yöneticilerin tamamen günahsız olduğu konusunda size katılmıyorum. Bazı şeyler vardır matematik gibidir. 2 ile 3’ü çarptığınızda sonuç 6 çıkmak zorunda. 7 çıkarsa yaptığınız işlemi gözden geçirirsiniz. Ama burda durum öyle değil ki. İyilik ve kötülüğün arasındaki farkı siz 5 yaşındaki bir çocuğa sorun bilir. Bu nasıl yönetici ki insanları kanla yönetmenin iyi olduğuna kanaat getiriyor. İyi olduğuna kanaat getiriyorsa iyilik ve kötülük farkını bilmiyor demektir. Bilmiyorsa nasıl yönetici olabiliyor bilmiyorum. Çünkü zekası 5 yaşındaki çocuğun zekasından daha geride. Hiç bir yasayı, dini, ideolojiyi bilmeyen bir yönetici bile niyeti iyi ise en azından bu kadar zarar vermez.

Bakın daha yazdıklarımızı bile okutamıyoruz. O halde nasıl bir yönetimi etkileyebiliriz. Devlet ve halk arasındaki uçurumun siz de farkındasınızdır. O zaman gidilen yol yanlış. Bu uçurumu yok etmenin daha başka yolları aranmalı.

Allah yapmak istediğimiz iyi işlerde yardımcımız olsun...

Saygılar

ali hamza
11.12.2009
02:12

Cumhuriyetin kuruluşu ile yapılan inkılaplar belli bir dayatmanın sonucudur. Anadoluda güçsüz ve bağımlı bir devletin oluşturulması hakim güçlerin işine gelmekteydi. Bu noktada bu hedeflere ulaşabilmek için Mustafa Kemal ve arkadaşlarını kullandılar. İnkılaplarla halkın dininden uzaklaştırılmasına çalışıldı ve etnik olarak türk olmayan hiçbir unsura hayat hakkı tanınmadı. Bu minvalde birçok müslüman katledildi , türk olmayan birçok unsura hakları verilmedi ve zulmedildi. Ama Rabbim bu zulmü hayra tebdil etmiş anadolu halkı dinine bütün baskılara rağmen sahip çıkmış ve imanını korumuştur. Yine bu inancı sayesinde haksızlığa uğrayan kürtlerle bile herhangi toplumsal çatışma yaşanmamıştır.

Burda devletin bekası için istiklal mahkemelerinin meşrulaştırılması , her türlü zulme karşı olan bir müslüman olarak beni hayrete düşürmüştür. Bu inkılapları yapanlar bu zülmü islamın hayat bulması için yapmadıklarını kendi yaşantılarıyla ispatlamışlardır. İstiklal savaşını yapan , yapanlara manevi destek veren mücahitlerin asılması daha doğrusu katledilmesi istiklal savaşına saygısızlık ve ihanettir.

Devletin bekası için islami olmayan her tavrı meşru görmek bizi zulme rıza gösterenlerle aynı safa koymaktan başka bir işe yaramaz. Baktığımızda bu bahanelere emeviler hilafeti saltanata çevirirken başvurmuş, kardeş katline cevaz verenlerde yine devletin bekasını bahane olarak kullanmışlardır. Hiçbir şeyin varlığı veyahutta bekası Rabbimin emrinden ve rızasından önce gelmemektedir.

İnkılaplar Türkiyeyin şu an boğuştuğu problmlerin en önemli sebebidir. Şu anki ekonomik sorunlar , PKK vs.hep o günkü inkılaplar ve politikalrın sonucudur.

Ve o günlerde bu inkılapları yapanlar bunu islam için değil aksine kendilerine Rab sıfatını uygun gördükleri için yapmışlardır. Bunu dil ile söylemeselerde fiiliyatları bunun göstergesidir.

Birileri kalkıp deseki Devletin bekası için Akevler sitesinin kapatılması gereklidir diye bunu kabul edebilir miyiz ben şahsen edemem bu zulümdür ve çok saçmadır. Birileri kendi zihniyetlerine , ideolojilerine uygun görmediği herşeyi keyiflerine göre yok etmeye çalışmışlardır. istiklal mahkemelerinde asılanlarında bu durumdan hiç bir farkı yok tamamen keyfi bir uygulama olup hiçbir isyankar davranışı olmayan birçok masum alim katledilmiştir. Allah rahmet eylesin.Allah bize zulüm karşısında kıyam edebilme cesaretini versin.

Süleyman Karagülle
12.12.2009
21:26

Vahap Beye

İnsanlar içtihat yaparlar, kendilerine göre doğru olanı bulurlar. Sonra da içtihatlarına göre amel ederler. Bunlarla cennete giderler. Kimi de ya içtihat yapmaz, ya da içtihadına göre yanlış da olsa kendi çıkarı ve ihtirası için aksine hareket eder. Bunlar da Allah af etmez ise cehenneme giderler. Ne var ki kimin kötü niyetle kimin iyi niyetle hareket ettiğini bilemeyiz. Sıffinda sahabeler birbirini öldürdüler. Ehli Sünnete göre bunlar birbirlerini Hak için öldürdükleri için iki taraf da şehittir.

Geçmişte olan olmuştur. Allah’ın izni olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Dersimde ölenler suçludur diyemeyiz. Ne niyetle öldüklerini bilmiyoruz. Öldürenleri de suçlayamayız. Çünkü onlar ülkemizi anarşiden kurtardılar. Kimsenin şahsi kini yoktu. Biz öyle biliyoruz. Hesaplarını ahirette Allah’a vereceklerdir. Biz kimsenin kalbine giremediğimiz için kimseyi mahkûm edemeyiz. Hakem olursak zahire göre hükmederiz.

Hamza Beye

“İslam düşmanlığı yapıldı” diyorsunuz. Lozan’da verilen gizli sözden dolayı Cumhuriyet’in ilk yıllarında dine baskı yapıldı. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Lozan’da masaya oturulduğu zaman Türk ve Avrupalı olarak oturmadık. Müslüman ve gayri Müslim devletler oturduk: Mübadeleye karar verdiğimizde Türk ve gayri Türk mübadelesini yapmadık. Müslim ve gayri Müslim mübadelesini yaptık. Ülkemize iltica edenlere sen Türk müsün, Türk değil misin sormadık. Sen Müslüman mısın değil misin diye sorduk. Bu gün 80 milyonluk Müslüman Türkiye böyle oluştu. Camiler kapatılmadı. Diyanet teşkilatına en samimi din adamları getirildi. Muhammed Hamdi Yazır gibi büyük âlimlere Kuran’ın tefsiri yaptırıldı. Halkın İslamiyet’ten koparılmaması için dini eserler en samimi Müslüman âlimlere tercüme edildi. Mustafa Kemal’in üç en yakın arkadaşı iktidarda iken (İnönü, Çakmak ve Karabekir) Türkiye demokrasiye geçti. Askeri ihtilalları onlar bastırdılar. Bugün Türkiye en ileri İslami halka sahiptir.

Irk ayrımcılığı yapıldı iddiasına katılmak mümkün değildir. İsyan eden daha çok Şii Kürtler yenildi. Onun dışında İnönü Kürt idi. Özal Kürt idi. Ecevit Kürt idi. Ferit Melen Kürt idi. Ben gürcüyüm. En yakın arkadaşlarım Kürttür. Kürt Türk ayrını yapılmadı. İnkılâplar sırasında Tüm Türkiye halklarına zulmedildi. Siz Allaha inanıyorsanız insaflı olmanız gerekir.

İstiklal mahkemeleri kurulmasaydı yani İstiklal savaşını yapmasaydık, şimdi Türkiye’de hepimizin köle kesilmiş idik. Mustafa Kemal İslam âlimlerine imkânlar verdi. Ama onlar Adil Düzeni sunamadılar. Bugün ki askerleri suçlayabilirsiniz. Neden Adil Düzeni öğrenmiyorsunuz diye. Ama o gün ki askerleri suçlayamazsınız. Mustafa Kemal, İnönü’yü Başbakan yapmadan önce İslamiyet’i benimseyen gruba hükümeti kurun demiş, onlar da toplanmış bakanları tayin etmeye başlamışlar Mehmet Akif’e Milli Eğitim bakanlığı teklif etmişlerdir. Ben çocuklarımı yönetemiyorum, yapamam demiş ve biz kuramıyoruz diye cevap vermişlerdir. Geçmişteki insanları uçurup cennetlere göndermek de yanlıştır, tekfir edip de cehenneme göndermek, o da yanlıştır. İnsanları Adil Düzene çalıştırmaya memuruz. Ama zalim düzende iyi yönetim olmaz. Bunu müspet ilim de söylüyor, Kur’an da söylüyor. Menfi ile müspetin çarpımı menfidir. Menfi ile menfinin çarpımı müspettir. Zulüm düzeni ancak zulümle yaşar.

Eğer Türkiye Devleti yıkılacaksa, bugün %98 i Müslüman halkından oluşmaktadır.

Aksine %98 İslam ve Türk düşmanları ile oluşacaksa bir değil milyon Akevler’in kapanmasına seve seve taraftar olurum. Cumhuriyet yönetimi bana da zülüm yaptı. Hala da yapmaya devam ediyor. Ben zulüm edenlerin iyi niyetli olduklarını sandığım için onları seviyorum. Yoksa en yakın cihat arkadaşlarım da zülüm yaptılar. Eğer ben onları cehenneme gönderirsem cennette tek başıma dolaşmam gerekir ki bunun manasızlığını anlamanızda zorluk yoktur. Erbakan’a müridi mürtet diyen Şeyhin şahsi ihtirasları sebebiyle dediğini hiç zannetmiyorum. Allah rızası için dediğinden dolayı elbette o da cennette olacaktır.

İnkılâplardan Türkiye için kötü olan yoktur. Babadan oğula intikal eden hilafet İslami değildir. Saltanat ise hiç İslami değildir. Takvim ve ölçüler zaten İslami’dir. Hazreti İsa’nın doğumu mucizedir ve Kur’an, tarih olarak O’nun doğumunun başlangıç alınacağını bildirmiştir. Kanunların tercümesi ilk bakıldığında hatalı olduğu görülür. Ama bin sen önceki içtihatlar bugün artık sorunları çözmüyor. O sayede kapalı olan içtihat kapısı açıldı. Yoksa Adil Düzenden bahsedemezdik. En anlamsız inkılâp yazı inkılâbıdır. İslamiyet’i unutturmak için yaptırılmıştır. Ama o sayede Batıyı öğrendik. Dini eserleri de Türkçeye çevirmek zorunda kaldığımız için de İslamiyet’i de öğrendik. İnkılâpların içinde geri dönülecek bir iki husus vardır.

a) Tatil Pazar ve cumartesi olmamalıdır. Serbest olmalıdır. İşletmeler istedikleri günde tatil yapmalıdırlar. Bu geri dönüş değildir. İleri adımdır.

b) Ayasofya tekrar kilise yapılabilir. Sultan Ahmet’in yanında ikinci camiye gerek yoktur. Buna mukabil Taksim’de de büyük bir Cumhuriyet devrinin camisi yapılmalıdır.

c) Batıdan tercüme edilmiş tüm kanunların yerine edille-i erbaadan istidlal edilmiş yeni içtihatlara dayalı hukuk getirilmelidir. Bu hususta artık direnme yoktur.

d) Medreseler açılmalıdır. Diplomayı milli eğitim bakanlığı vermelidir. Tarikatlar tamamen serbest bırakılmalıdır.

Oturup da geçmişte yapılanları kötülemekle bir yere varamayız. Geleceğimizi planlamalıyız. Hamza Bey, inanmış bir insan olduğunuz anlaşılıyor. Düşünün, bir daha düşünün, söylenenleri Allah için değerlendirin. Devletimizi yıkmakla elimize sadece bizim de yok olmamız geçer. Allah vardır. Ahirette herkes zerre kadar yaptığı kötülüğün de iyiliğin de karşılığını görecektir. Hesabını verecektir. Allah ölüleri yargılama yetkisini bize vermedi. Kıyamdan bahsediyorsun. PKK’lıların haklı olduğuna işaret ediyorsun. Yani bize savaş ilan ediyorsun. Silaha sarılmadıkça suçlu değilsin ama çok büyük günah işliyorsun. Gelin Türkiye İslam ülkesi yani barış ülkesi yapalım. Ve bize meydan okumayın. Devletimiz Adil Düzene kavuşuncaya kadar haksızlıklar olmaya devam edecektir. İşte AK Parti iktidarda neden hala aynı olaylar sürüp gidiyor. Çünkü zulüm düzeninde adalet olmaz. AK Parti kulaklarını tıkamış. Dinlemiyor. Siz kendi arkadaşlarınıza gerçekleri anlatamıyorsanız sizi tanımayan bilmeyen kimselere nasıl Adil Düzeni duyuracaksınız.

ali hamza
13.12.2009
03:25

Sayın Süleyman Karagülle Hocam’ a

İstiklal Savaşının mutlaka yapılması gerekiyordu ve Allahın izni ile galip geldik zaten bu savaşta sadece Türkler savaşmadı Bütün islam vatandaşları vatan ve özgürlük için mücadele ettiler. Fakat istiklal mahkemelerinde sadece isyan edenler asılmamıştır kendi kafalarınca isyan etme potansiyeline sahip olduğunu düşündükleri kişileri de asmışlar ve hatta sırf bir takım inkılapları yapılmadan önce olsa bile eleştirenleri de asmışlardır. Bu yüzden istiklal mahkemeleri gereksizdir ve islam düşmanlığının göstergesidir.

O günkü mübadelede müslim-gayri müslim değişimi yapıldığı doğrudur ve yapılan tek doğru şey belki de budur ki bu da islama fayadası olsun diye düşünülerek ve biliçli olarak yapılmamıştır.Hep tekrar ediyorum Rabbim hayra çevirmiştir.

Ben doğuluyum ama kürt değilim ve eşim de Bursalı , 20 yıldır Bursadayız. Çok geriye gitmeye gerek yok 30 sene öncesinde bile doğuda kürtlere yapılan aşağılama ve itme kakma babam,annem ve nenelerim tarafından anlatılır. Ki kendi yaptıklarını anlatırlar başkasına bile gerek yok. Cumhuriyetin ilk zamanlarında irtica bahanesiyle kürtlerin katledildiği bilinen gerçekler ve bunu kabul etmek gerek ben kürt olmadığım halde haksız yere hiçbir suçu olmayan bu insanların katledilmesini kabul edemiyorum ve etmiyorum bunun herhangi bir halkla da ilgisi yok ve kimse hangi ırkdansa o şekilde kendi kimliğini ortaya koyabilmeli kimseyi zorla Türk yapmaya çalışmaya gerek yok. Türkiye halkının tümünün zulüm gördüğü doğrudur sadece Kürtler değil ama zaten ya dini için insanlar zulüm gördü ya da Kürt olduğu için başka seçenek yok ki bu da bütün Türkiye halkını doğal olarak içine almaktadır dolayısıyla bende bundan bahsediyorum. İsmini saydığınız kimseler kürt olabilir fakat bunların hiçbiri kürt kimlikleriyle öne çıkmış kimseler değildirler ve hepsi zaten düzenin istediği şekilde bu konuya bakmışlardır o yüzden belirli yerlere gelmelerinde sakınca olmamıştır.

Geçmişe takılmamıza gerek yok doğru fakat o zaman yapılan hataları yapmamak için de gerekli değerlendirmeleri yapmalıyız. PKK lıların haklı olduğunu söylemiyorum zalim düzeni kuranların yüzünden PKK nın ortaya çıktığını söylüyorum ve barış ortamının bir türlü oluşmamasını bu düzeni kuranlara bağlıyorum yoksa bu düzeni kuranları ne kadar zalim olarak görüyorsam PKK yı da aynı derece de zalim ve yanlış buluyorum. Ayrıca anladığım kadarıyla devletin ayakta kalabilmesi için zalim düzende ortaya çıkan/çıkarılan ergenekon gibi örgütlerinde meşru olduğunu düşünüyorsunuz çünkü sistem bunu gerektiriyor. Bende diyorum ki bunlar devletin bekası için yapılan şeyler değil zalim bir düzenin bekası için , kendini bu ülkenin sahibi gören ve saltanatlarının yıkılmasını istemeyenlerin bekası için ortaya çıkarılmıştır. PKK ne ise ergenekon da aynıdır. İkisi de zalim ikisi de bu düzeni kuranlar tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bunların yaptığı zulümden düzen sorumludur bu düzeni de ben kurmadım ve kim kurduysa kim hatalıysa söyleyelim sonra yine önümüze bakarız bu zor değil. Devletin yıkılmasını hiçbirimiz istemeyiz çünkü en kötü devlet devletsizlikten iyidir. Benim de bahsettiğim düzendir. Zalim düzenin yerine adil düzeni ikame etmemiz gerektiğinden bahsediyorum. Zalim düzende iyi yönetim olmayacağına göre bu düzeni kuranları sevmemem ve karşı olmam da normaldir

İslam alimlerine fırsatlar verildiğine de katılmıyorum nasıl bir hükümet kurun dendiği malumunuz karşı oldukları inkılapları ayakta tutacak bir hükümet istendiği için kabul edilmemiştir. Ayrıca Elmalılı hamdi Yazır a tefsir yazdırıldığı da o gün dine karşı olunmadığının propagandasının yapılması için uydurulmuş bir hikayedir. Size katıldığım nokta islam alimlerinin pasif kalıp adil düzen için mücadele etmeyip köşelerine çekilmeleridir.

Sanki yapılan inkılaplar islam için yapılmış gibi bir intiba uyanmış yazınızda ki kesinlikle hayır diyorum buna. Ama Rabbim bunları hayra tebdil etmiştir. Kimin cennete veya cehenneme gideceğine Allah karar verir. Ben islami açıdan yapılanların doğru ya da yanlış olduğunu değerlendiriyorum kendimce. Yoksa kimin ne olacağı beni ilgilendirmez.

Ayrıca cumhuriyet kurulmadan önceki sistemin islami olmadığını biliyorum ve zaten onu da savunmuyorum. Sizin de söylediğiniz gibi alfabe değişikliği batıyı öğrenmemize sebep olmuş ve faydalı olmuştur doğru ben bunu genelleştiriyorum bütün inkılaplar islama darbe vurmak için yapılmış ama Rabbim hayra tebdil etmiştir. Yoksa birileri İslam için bişey yapmamıştır.

Ayasofyanın kilise olması , takvimin islami olması , hafta tatilinin herhangi bir gün olması noktasında , bunlar sizin görüşleriniz ve içtihatlarınızdır birşey diyemem ama katılmıyorum.

Kendi arkadaşlarımıza adil düzeni anlatamıyorsak sorun biraz da bizde değil midir?





Sayı: 26 | Tarih: 6.12.2009
Toktamış Ateş
Hukukilik ve yasallık
7430 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ahmet Hakan
Bu şiir İsviçre'ye gitsin
1590 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Can Ataklı
Irkçılık iki tarafı keskin bıçaktır
1499 Okunma
Mesut Karaaytu
Mehmet Şevket Eygi
Minare ve Ezan
1468 Okunma
Emine Hocaoğlu
Yılmaz Özdil
Bak sen şu İsviçreliye...
1459 Okunma
Leyla Okta
Mehmet Altan
Borsa neden yükseliyor?
1377 Okunma
2 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Reşat Nuri Erol
Değişen dünya düzeni ve Türkiye
1368 Okunma
Ilker Ardic
Ebubekir Sifil
Minare Krizi
1353 Okunma
Zafer Kafkas
Oktay Ekşi
Tarzan'ın işi zor
1297 Okunma
8 Yorum
Vahap Alma
Fikret Bila
Gül'den sanatçılara vefa
1296 Okunma
Harun Özdemir
Zülfü Livaneli
Aşk olmasa
1283 Okunma
2 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ali Bayramoğlu
Paşalar ve Milat
1271 Okunma
Özgül Ertuğrul
Ruşen Çakır
Obama’nın Afganistan hayalleri ve biz
1268 Okunma
Tayibet Erzen
Nazlı Ilıcak
Muhalefetin şüpheciliği
1249 Okunma
Fatma Karuç
Mahir Kaynak
Tersi doğru
1247 Okunma
Süleyman Karagülle
Hayrettin Karaman
Minarenin Kılıfı
1225 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Niyazi
Hukuk devletinin düğümü
1188 Okunma
Abdurrahman Erol


© 2024 - Akevler