01.12.2009
SİZ bakmayın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye giriş sınavlarında uygulanan katsayının, genel lise mezunlarına uygulanandan düşük olması konusuyla ilgisi yokmuş gibi görünmesine... Gazeteciler Danıştay 8'inci Dairesi'nin konuyla ilgili kararını sorunca ağzındaki baklayı çıkarmış.
Yorum:
Düello
‘’ SİZ bakmayın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye giriş sınavlarında uygulanan katsayının, genel lise mezunlarına uygulanandan düşük olması konusuyla ilgisi yokmuş gibi görünmesine...’’ diyor Oktay Ekşi. Eee? Diyelim ki öyle. Bir haksızlığa karşı durmak neden suç oluyor Sayın Oktay Ekşi. Neden bu ülkede ‘’adalet’’ kavramı sizleri bu kadar geriyor. Yetmedi mi harcadıktan sonra göklere çıkardıklarınız. Nazım Hikmet’ler, Menderes’ler, Ahmet Kaya’lar. Daha ne kadar harcayacaksınız? Bırakın artık ülke kendine gelsin. Ülkeye ‘’adalet’’ getirmek isteyenlerin düşün yakasından.
Kesin biliyorsunuzdur ama size kısaca Türkiye tarihini anımsatmak istiyorum. İşinize gelmeyeceğini biliyorum. Yine de tek bir kelimesi bile beyninize yerleşirse ne ala. Ola ki bu konuda İman edersiniz…
Azap Çekenler İçin Kısa Türkiye Tarihi
‘’Demokratik açılım’’ Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşmesinin de kapısını araladı. Şimdiye kadar dillendirilmeyen pek çok hak ihlali ve ‘’zulüm’’ bizzat ülkenin Başbakanı tarafından meclis kürsüsünden söze döküldü. Dersim katliamı, cumhuriyet tarihinin ayıplı geçmişinin en önemli köşe taşlarından biriydi ve takdir-i ilahi bu acılı tarih CHP’li Onur Öymen’in ağzından gündeme geldi. Rejim bir anlamda kendi kendini deşifre etti. Güneydoğu’da JİTEM’in yaptığı baskı ve zorbalık Başbakan’ın ‘’Sizin hiç evladınız öldü mü? Sizin hiç köyünüz yakıldı mı?’’ cümleleriyle açık edildi. ‘’Açılım’’ konusunda en ufak bir tereddüt yaşayanlar bile bu ifadelerle kendilerine dair acılı bir tarihin devletin en üst kademelerinde makes bulduğunu görerek ilk kez bir şeylerin gerçekten yoluna gireceğini düşünerek umutlandılar.
Ama ne yazık ki sadece Dersim’den ibaret değil yakın tarihte azap çektirilenler. Kemalist ideoloji tek dil, tek devlet, tek millet mantığıyla kendi kabulleri dışında kalan bütün kesimleri dışlayıcı ve ötekileştirici bir politika izledi. Bunu kimi zaman devrimler, kimi zaman darbeler, kimi zaman toplumsal çatışma ve kaos ortamına zemin hazırlayarak yaptı.Geçmişten bugüne bir bilanço çıkarmaya çalıştığımızda ortaya çıkan tablo hem ürkütücü hem de bütününü bir dosyaya sığdırmak mümkün değil. Biz sadece birer satırbaşı koyuyoruz o kadar…
Susturulan Muhalefet: Ali Şükrü Bey
Muhalefete tahammülsüzlük daha cumhuriyetin ilk yıllarında kendini gösteren bir araz olmuş. Ali Şükrü Bey cinayeti bunun en somut örneği. Dini hassasiyeti ve karşı çıktığı konularda sözünü sakınmamasıyla dikkati çeken Ali Şükrü Bey, bu özellikleri dolayısıyla Mustafa Kemal’e kuşku ile bakan milletvekillerinin çevresinde kümelendiği kişi olmakta gecikmedi. Ali Şükrü Bey, Atatürk’ün muhafızlarından Osman Ağa’nın gözünde muhalefetin direği idi. Musul’un Türkiye’de kalmasının zora girmiş olmasına o da üzülüyor ama Mustafa Kemal’in bu konuda verdiği bilgiye itimat edilmemesini içine sindiremiyordu. Mecliste son derece sert müzakerelerin yaşandığı bir günün ertesinde Ali Şükrü Bey’e adamlarını yolladı. ‘’Osman Ağa seninle görüşmek istiyor, buyur gidelim’’ diyenlerin tavrı, ‘gelmezsen senin için kötü olur’u da ima ediyordu. Mustafa Kemal, Osman Ağa’ya Ankara’da Papazın Bağı olarak bilinen yere yakın bir ev tahsis ettirse de, o, vaktinin çoğunu Samanpazarı’nda çete efradının kaldığı evde geçiriyordu. Ali Şükrü Bey, Laz muhafızlarla beraber Samanpazarı’na gitti ama girdiği yerden sağ çıkamadı…
İstiklal Mahkemeleri
115 milletvekilinin katılımıyla en yaşlı üye Sinop milletvekili Şerif Bey’in başkanlığında 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk işlerinden biri ülkenin pek çok yerinde çıkan ayaklanmaları ve asker kaçaklarını engellemek için 29 Nisan’da Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkarmak olmuştu. Kanunun çıkarılmasından sonraki dört aylık dönemde, düzenin sağlanamaması üzerine 1793’te, Fransa’da kurulan olağanüstü yetkilere sahip mahkemeden esinlenilerek ‘’İstiklal Mahkemeleri’’ kuruldu.
İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’le doğrudan temas halinde çalışan bu mahkemelerde esas olarak 1925’te Şapka Kanunu’na karşı çıkanlar, 1926’da Atatürk’e suikast teşebbüsünde bulunanlar ve ittihatçılık davası güdenler, Saltanat ve Hilafet’i geri getirmeye çalışanlar, komünist örgütlenmelere katılanlar, yolsuzlu, casusluk, hükümete muhalefet suçalrına katılanlar vb. olmak üzere yaklaşık 7500 kişi yargılandı. Özellikle laik rejimi ve devrimlerini dayatma adına yapılan yargılamalarla dindarlar üzerinde büyük bir baskı oluşturan İstiklal Mahkemeleri, o dönemde İskilipli Atıf Hoca gibi sembol isimlerin yanı sıra çok sayıda alim, şeyh, derviş ve inançlı aydının idam edilmesine, hapislerde eziyet çekmesine yol açtı.
Dindarlar Tamam, Sıra Azınlıklarda
İkinci Dünya Savaşı yılları gayrimüslim azınlıklar açısından çok sıkıntılı geçmişti. Önce 1941 yılının Mayıs ayında İstanbul ve Trakya’daki 25 – 45 yaşları arasındaki gayrimüslim erkeklerin tümü askere alındı. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde oluşturulan iş merkezlerine yollanan bu insanlara silah verilmediği ve daha çok havaalanı inşaatı ve yol bakımı işlerinde çalıştırıldılar. Daha sonra 1942 yılının sonbahar aylarında meşhur Varlık Vergisi Kanunu çıktı. Bu kanun büyük kentlerde ticaret sektöründe etkin olan gayrimüslim tüccarın piyasadan tasfiye edilmesi amacını taşıyordu. Varlık Vergisi’ni kimin ne kadar ödeyeceğini gösteren listeler vergi dairelerinin kapılarına asıldığı zaman, bu kanunun azınlık karşıtı niteliği gözler önüne serilmiş oldu. Rum, Ermeni ve Musevi kökenli tüccara salınan vergi miktarı bazen aynı durumdaki Müslüman tüccarın ödemesi gereken verginin 5 – 10 misline yakındı. Ödeme süresi en fazla bir ayla sınırlanmıştı ve bu süre içinde vergisini ödemeyen mükellefler Aşkale’deki çalışma kampına yöneliyordu. Varlık Vergisi uygulamasında İstanbul’a özel bir önem verilmişti, çünkü yapılan vergi tahsilatının %70’ini İstanbullu mükellefler ödemişti.
Gayrimüslim azınlıklar vergiyi ödeyebilmek için evlerini, iş yerlerini satmak zorunda kaldılar ve çoğunun iş hayatı sona erdi. Varlık Vergisi’nden sonra rejimle bütünleşmeleri sekteye uğradı. Sonraki yıllarda bu insanların çoğu Türkiye’den göç etti. Örneğin, 1948 – 50 yılları arasında yaklaşık 30000 Türk Yahudi’si İsrail’e gitmişti. Varlık Vergisi basit bir vergi kanunu değildi. Temelleri İttihat ve Terakki iktidarında (1912 – 1918) atılmış ve giderek bir devlet politikası halinde uygulanmış olan ‘’Türkleştirme’’ politikaları zincirinin önemli bir halkasıydı.
Mübadele
1964’te yine Kıbrıs’taki çatışmalar bahane edilerek ülkemizde yerleşik olarak yaşayan ve T.C vatandaşı olan Rumlar’la evlilik ilişkisi içinde olan Yunan vatandaşlarının oturma ve çalışma izinlerinin iptali gündeme geldi. İsmet İnönü’nün Başbakanlığı sırasında misilleme olarak gerçekleştirilen b u uygulama ile birkaç ay içinde 30000 Türk Vatandaşı İstanbullu Rum ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Nüfus sayımlarına göre –çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere- Türkiye’de 1955 yılında 80000 ‘’Rumca konuşan kişi’’ yaşarken, bu sayı 1960’ta 65000’e ve 1965’te ise 48000’e düştü. Günümüzde ise İstanbul Rum Cemaati’nin toplamı 2000 civarı. 6-7 Eylül 1955 saldırıları ve 1964 yılında İstanbul Rumlarının sınırdışı edilmeleri Türkiye’de sermaye kesiminin ‘’Türkleştirilmesi’’ sürecine dolaylı olarak katkı yaptı. Ünlü Yassıada Mahkemeleri’nde, 6-7 Eylül olaylarının devlet kökenli bir provokasyon olduğu resmi kayıtlara geçerken, 1991 yılında gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, General Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olaylarının’’Özel Harp Dairesi’’nin ‘’Muhteşem bir örgütlenmesi’’ olduğunu söyledi.
Başbakanlar da Zulümden Muaf Değil!
27 Mayıs ihtilali, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri müdahale. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin ülkeyi git gide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesiyle TSK içerisinde bir grup subay 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu. 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM’ni feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partili’yi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun da tutuklananlar arasındaydı. Ve darbeciler, devlet yönetimindeki üç ismi Adnan Menderes, Fatim Rüştüzorlu, Hasan Polatkan’ı idama götürdüler.
Maraş Olayları
1978 yılında Maraş’ta ‘’sağcı’’ bir filmin oynatıldığı sinemaya bomba atıldı. Ve ardından ‘’komünistler sinemaya bomba attı’’ denilerek zaten ‘’gergin’’ olan siyasi atmosfer belirli bir mecraya kanalize edildi. Aynı günlerde iki öğretmen öldürüldü. Cenazele vesilesiyle miting düzenlenirken, olayların kim tarafından nereye yönlendirildiğinden habersiz sol örgütler halkı ‘’faşizme karşı’’ uyarmaya çalışıyorlardı. Bu arada ga-le-ya-na getirilen insanlar ‘’komünistlerle’’aynı kefeye konulan Alevi mahallelerine saldırmaya başladı. Saldırganların başında silahlı çeteler vardı. Güvenlik güçleri ‘’yetersiz’’ kalmış, tam bir katliam yaşanmıştır… Olayın ardından Alevi mahallelerine Avrupa’ya gerçek manada bir ‘’kitlesel göç’’ yaşandı. Bu katliamların devlet bünyesinde yuvalanmış kontrgerilla çeteleriyle bağlantılı eylemler olduğu uzun yıllar sonra ortaya çıktı.
Diyarbakır Cezaevi
Dünyanın en kötü 10 cezaevinden biri olan Diyarbakır Cezaevi de yakın tarihin sistemli işkencelerinin yapıldığı yerlerden biriydi. 12 Eylül darbesi sonrası özellikle Kürt kökenli siyasi suçluların konulduğu Diyarbakır Cezaevi’nde akıl almaz işkencelere maruz kalan mahkumlardan 34’ü hayatını kaybetti. Bunlar arasında 16 Mayıs 1982 tarihinde Ferhat Kurtay, Nemci Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık kendilerini yakarak hayatlarına son verirken, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Bedii Tan, Necmettin Büyükkaya, Remzi Aytürk gibi isimler ya kendini astı, ya açlık grevinde öldü ya da tekme ve yumruklarla öldürüldü. Cezaevi komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın işkencelerinden kurtulan kişilerin bir kısmı daha sonra soluğu yurt dışında aldı ve PKK’nın ana gövdesini oluşturdu. Bugün bile PKK sorununu besleyen en önemli etkenin o dönem Kürt vatandaşlara yapılan işkenceler olduğu herkesçe bilinen bir gerçek.
Ve Diğerleri…
Maraş, Sivas ve Çorum olayları, 12 Eylül’de yaşanan idamlar, faili meçhul cinayetler, Başbağlar, 28 Şubat ve 2009’a gelindiğinde 14 yaşında, bir mermiye kurban giden Ceylan Önkol… Sistemin mağdurları saymakla bitecek gibi değil. Nihayetinde İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif’i canından bezdirip Mısır’a uğurlayan, 10. Yıl Marşı’nın yazarlarından Faruk Nafiz Çamlıbel’i Yassıada’ya gönderen bir sistemden bahsediyoruz. Karnını açlık durumuna göre kiminle doyuracaksa tırnaklarını onun ya da onların boynuna geçiren bir sistem. Ve unutmamalıyız ki adalet istemek ülkemizde bir düşmanlık değil, ona sevgiyle bağlılığımızın işareti.*
*Gerçek Hayat 27 Kasım 2009