Toplum sözleşmesi
1446 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

05.09.2009

Çoğu zaman fark edilmez ama insanlar ancak bir toplum içinde yaşarlarsa varlıklarını sürdürebilirler.

Günümüzden binlerce yıl önce; "insan toplumsal bir hayvandır" diyen düşünür; aslında bu gerçeği dile getirmektedir.

Bu "toplumsallık" insanın yaradılışının bir sonucudur. Gerçekten; doğada gördüğümüz canlıların her birinin "güçlü" bir tarafı vardır. Kiminin pençesi güçlüdür; düşmanı ya da avıyla öyle baş eder.

Kiminin gözü güçlüdür; kiminin burnu güçlüdür. Avını ya da düşmanını; uzaktan görebilir, kokusunu alabilir. Kiminin bacakları güçlüdür; hızla kaçar ya da kovalayabilir.

İnsanın böyle bir "fizik gücü" yoktur. Ne burnu hassastır; ne pençe ya da dişleri güçlüdür; ne gözü hassastır; ne kasları güçlüdür; ne kulakları. Fakat insanın güçlü bir tarafı vardır ki; o da aklıdır. İşte insan bu aklı sayesinde bu dünyada var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için "topluluk halinde" yaşaması gerektiğini ve bu yaşamın gerektirdiği; "iş bölümü" ve "işbirliği" sayesinde ayakta kalabileceğini anlamıştır.

Tabiatta insandan başka toplu yaşam süren canlı türleri elbette vardır. Örneğin; arılar, örneğin karıncalar. Fakat bunların toplu yaşam sürmeleri; "yaradılışlarının" bir sonucudur. Örneğin arının yaptığı bal peteği bir "tasarım" sonucu değil içgüdüseldir. Ve bu nedenle; arılar binlerce yıldır aynı peteği yaparlar ve dünyanın her yerinde yaptıkları petek aynıdır.

Buna karşılık; insan toplu yaşamı kendi zekâsının bir sonucu olarak ve bilinçli bir biçimde bulmuştur. Ve bu nedenle değişik coğrafyalarda farklı toplu yaşam türleri ortaya çıkmış ve gene bu nedenle insanın toplu yaşamı sürekli bir gelişim göstermiştir.

X x x

Evet, topluluk halinde yaşamak insanın kaçınılmaz kaderi ve dünya üzerinde var olabilmesinin tek koşuludur. Tek başına yaşamak; ancak Robinson Cruzeo gibi fantastik hayallerde olabilir. Kaldı ki; o bile "Cuma"yı masalına sokarak yalnızlığını bir ölçüde hafifletmeye çalışmıştır.

Topluluk halinde yaşamak bir "kaderdir" ama bunun bir de "maliyeti" vardır. Bu maliyeti kimileri memnuniyetle karşılar; kimileri bunu "rasyonalize" eder. Kimileriyse bu maliyetten müthiş rahatsızlık duyarlar.

Topluluk halinde yaşamanın maliyeti; insanın birtakım özgürlüklerinden vazgeçmesidir. Gerçekten; toplu yaşam içinde canımızın istediği her şeyi yapamayız. İstediğimiz gibi giyinemeyiz, istediğimiz gibi yaşayamayız. Uymamız gereken kimi kurallar vardır ki; bunlara "toplumsal kurallar" adı verilir. (Bu yaşamın getirdiği bir de siyasal kurallar vardır ki; bunları bu yazı çerçevesinde ele almamız mümkün değil.)

X x x

Siyasal teorinin en geniş alanlarından biri; "Toplum sözleşmesi" ya da "toplumsal sözleşme" adı verilen alanıdır. Bu sözleşmenin ana mantığını şöyle özetleyebiliriz: "İnsanlar bazı özgürlüklerinden vazgeçerler ve buna karşılık toplum içinde yaşamanın menfaatlerinden yararlanırlar." Evet bu kadar basit...

Gerçekten; gündelik yaşamımızı düşündüğümüz zaman; kendi başımıza sağlamamız asla mümkün olamayacak sayısız "mal ve hizmetten" yararlandığımızı ve bu süreç olmasa; yaşamımızın mümkün olmayacağını anlarız. Yararlandığımız her mal ve hizmette; sayısız insanın "katkısını" görürüz. En basitinden yediğimiz ekmeğe bakalım. Ne o ekmeğin buğdayını üreteni biliriz; ne o buğday tarlasına atılan gübreyi üretenleri. O gübre fabrikasının planlarını yapanı da bilemeyiz; o fabrikada tüketilen enerjiyi üretenleri de bilmeyiz. Elbette buğdayı una dönüştüreni de tanımayız; unu ekmeğe dönüştüren fırıncıyı da.

Belki ekmeği aldığımız bakkalı tanırız ama ekmeği bakkala getiren kişileri de tanımayız. Aynen o kişinin kullandığı aracı yapan binlerce farklı emek ve sermayeyi tanımadığımız gibi.

En basit bir örnek olarak elimizdeki ekmek diliminden söz ettim. Kahvaltı sofrasındaki peynirden zeytine; tereyağından reçele kadar her şey için aynı şey söz konusudur. Ve yaşamımızda tükettiğimiz sayısız "mal ve hizmetlerin" tümü için aynı şey söz konusudur. Örneğin; elinizde tutuğunuz şu gazetenin elinize ulaşana kadar kaç bin insanın katkısıyla ortaya çıktığını bir düşünün. Kâğıdından mürekkebine; bilgisayarından muhabirine; dağıtımcısından telefoncusuna kadar kaç bin insanın emeği vardır acaba...

X x x

Toplum sözleşmesi kuramının ilk işaretlerini (belki de biraz zorlayarak); İslam düşünürü Farabi'de buluyoruz. Fakat daha sonra ilk kez bilimsel bir anlamda; ünlü İngiliz düşünürü Thomas Hobbes'da buluyoruz. Thomas Hobbes "Leviathan" adlı eserinde toplum sözleşmesinin bilimsel esaslarını ortaya koyar. Buna göre; toplum sözleşmesi "herkesin herkesle yaptığı bir sözleşme"dir. Yani taraflar "herkestir."

Daha sonraki yüzyıllarda; gene İngiliz düşünürü John Loce ve Fransız düşünürü Jean Jacgues Rousseau (Jan Jack Ruso) aynı kuramı geliştirmiş ve günümüze kadar gelen çizginin esaslarını ortaya koymuşlardır.

Bu yazı çerçevesinde niyetim; elbette siyasal teorinin bu zorlu bölümünün esaslarını bir gazete yazısına taşımak değil. Fakat burada da elbette bir amacım var. Bu amaç; toplu yaşamı hor gören ve kendini toplumsal kurallarla bağlı saymak istemeyen insanların; bu konuda hiçbir haklarının olmaması.

Tabii anlayana...

 

Yorum:

Toplum sözleşmesi veya organik toplum

Dünden bugüne insanlar, daha iyi bir toplum, daha mutlu bir toplum ve daha kolay bir hayatın yollarını hep arayıp durmuşlardır. Eflatun’un Cumhuriyet adlı kitabından, Farabi’nin el-Medinet-ül Fadila’sına kadar ve hatta Sir Thomas More’a ve onu Utopia adlı eserine kadar filozoflar, din ve bilim adamları hep iyi toplumu aramaya çalışmışlardır.

Rönesans, reform ve aydınlanma dönemlerini yaşayan batı dünyası birey ve toplum hakkında fikir üretme ve düşünce üretme adına birçok eserler de ortaya koymuşlardır. Aslında bu toplum sözleşmesi ifadesi de Jean Jacques Rousseau'nun yazdığı ve 1762’de Amsterdam'da yayınladığı kitabının ismi olan  “Le Contrat Social” in bir tercümesinden ibarettir. Thomas Hobbes da Tevratta geçen[1] ve canavar anlamına gelen "Leviathan" kelimesini bu konuda yazdığı eserine isim yapmıştır. Bu filozoflar toplumu araştırmışlar ama toplumun sahip olduğu doğal kanun ve kurallarını ortaya koyamamışlardır. Onların fikirlerinden bazıları şöyledir.

 Toplum sözleşmesi yapanlar o toplumda yaşayan insanlardır. Yani iktidarın kaynağı halktır. Rousseau'ya göre herkesin özgürlüğü devlet tarafından güvence altına alınmalıdır. Bunun için de bireylerin tüm haklarını devlete devretmesi gerekmektedir. Yani bireyler üstün irade olan devleti kabullenmelidirler. İşte Rousseau'nun çelişkisi buradadır. Hem Locke gibi devletin özgürlükleri korumak için var olduğunu söylemekte hem de görüşüyle çelişecek şekilde kişilerin hak ve özgürlüklerinden devlet lehine vazgeçmeleri gerektiğini söylemektedir. Hobbes ise zaten devleti bir deniz canavarına benzetmektedir.

Her nedense bu batı insanı ve filozofları çatışmadan yana olup bireyle toplumu fert ile devleti bir menfaat çatışması ve alan çekişmesi içersinde görüp göstermektedirler. Hâlbuki bizim anlayışımızda toplum bir vücut gibi organik bir yapıya sahip olduğundan birey ile toplum fert ile devlet birbirini tamamlayan unsurlardır. Şu halde toplum toplumsal sözleşme ile değil, doğal bir uzviyettir. Zaten büyük ilim adamı Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da bu Jean Jacques Rousseau'ların bu insan sosyal bir varlıktır ve toplumsal sözleşme hakkında şunları söyler: İnsan doğuştan, yaratılıştan medenidir, diyenler, bunu bir anlamda eksik olarak ifade ve itiraf etmiş oluyorlar. Hâlbuki bu sosyal sözleşme ve sosyal ruh teorileri bu ayetten (Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet dediler. A’raf 7/ 172) alınmıştır, diyor ve şunları yazıyor: İnsan, Rabbi ile kendisi arasında böyle bir icap ve kabulün neticesi olan fıtri bir akid altına girmiş ve kendi özünde Rabbine şahitlik ve kulluğu taahhüt etmiştir ki, bu mukavele ve fıtri sözleşme, insanoğlu için dini, hukuki, medeni ve içtimai hayatın başlangıcı ve kaynağıdır.[2] 

Bize göre birey ile toplum, fert ile devlet bisikletin ön ve arka tekerleklerine benzer. Birey ve fert farz-ı ayın ise toplum ve devlet farz-ı kifayedir. Bunlar farklı şeylerdir. Aynı bisikletin ön ve arka tekerleklerinde olduğu gibi. Bu konuda başka bir örnek vermek istersek tuğla ile örülmüş bir duvarı gösterebiliriz. Tuğla ve tuğlalar başka ve duvar başkadır. Bireyin işleri ile toplumun işleri, ferdin işleri ile devletin işleri bellidir. Farz-ı ayın farz-ı kifaye olmadığı gibi farz-ı kifaye de farz-ı ayın olmaz.

Bizim anlayışımızda toplum, sözleşme ile meydana gelmez; o sözleşmelerle yönetilir. Aynı ailede olduğu gibi toplum veya devlet, doğal bir uzviyettir. Aileyi büyüt, büyüt, büyüt devlet olur; devleti de küçült, küçült aile olur. Evet, biz organik toplum ve doğal uzviyet diyoruz.

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 13 | Tarih: 6.09.2009
Ahmet Hakan
Zorunlu umre arası
1455 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Toplum sözleşmesi
1446 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mümtazer Türköne
Güçlü ordu mu, güçlü Türkiye mi?
1421 Okunma
Arif Ersoy
Yılmaz Özdil
Cem Garipoğlu
1306 Okunma
Leyla Okta
Nazlı Ilıcak
Söz ola kese savaşı
1270 Okunma
Fatma Karuç
Ruşen Çakır
Kürtler ayrılmak istiyor mu?
1248 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Altan
Tuhaf Tuhaf Sorular
1247 Okunma
Özer Ataç
Can Ataklı
O ne Ramazan programları öyle?
1239 Okunma
2 Yorum
Mesut Karaaytu
Ahmet Taşgetiren
PKK'nın katlettiği Kürtler ne olacak?
1211 Okunma
Zübeyir Erol
Hayrettin Karaman
Bu ülke vatandaşlarının tamamı Türk mü?
1200 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
Fasulyeden güvenlik...
1165 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mehmet Şevket Eygi
Bu Yazıyı Fakirlerin Adına Yazdım
1160 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Açı­lım ve Açık­la­ma
1147 Okunma
Süleyman Karagülle
Reşat Nuri Erol
Enerji meselesi ve bor madeni 2
1147 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Eşeği sırtına almak
1141 Okunma
Ali Bülent Dilek
Fikret Bila
İşin özüne girince
1136 Okunma
Harun Özdemir
Oktay Ekşi
Bile bile lades
1114 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Fehmi Koru
Piramitlerin gölgesinde...
1099 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler