Başım ağrıyor.
Günlerdir boğuştuğum soğuk algınlığı beni bir hırpalıyor.
Eşref Şefik’in benim çocukluğumda meşhur ettiği anlatımla “kuma yatıp da tek gözüyle bakan balık” gibi bakıyorum ekrana.
Bazen her şey saçma gelmiyor mu size?
Buradan sadece iki saat uzaklıkta bir yerde, mesela Roma’da ya da Viyana’da ya da ne bileyim Cenevre’de yaşasaydık bambaşka sorunlarımız, bambaşka dertlerimiz, bambaşka konularımız olacaktı.
Ve bambaşka bir hayatımız elbet.
“İki saat” yüzünden bir ömür tüketilir mi?
Bir keresinde bir arkadaşımla tartışırken bana kızıp “madem o kadar çok demokrasi ve özgürlük istiyorsun, neden demokrasi ve özgürlüğün olduğu bir yere gidip yaşamıyorsun” demişti.
Aslında kabul etmeliyim ki mantıklı bir soruydu bu.
Bu soru ara sıra aklıma takıldı doğrusu.
“Demokrasi ve özgürlük istiyorsam neden demokrasiyle özgürlüğün olduğu bir yere gitmiyorum?”
Her sorunun olduğu gibi bunun da bir cevabı var elbette.
“Ben demokrasiyi ve özgürlüğü burada istiyorum.”
Ama her cevap gibi bu da başka bir soruya kapı açıyor.
“Derdin gerçekten özgürlükse bunun nerede olduğu ne fark eder?”
Neden coğrafya, özgürlüğün kendisinden daha önemli olsun?
Ve, neden özgürlüğü illa “burada” istiyorum?
Burası benim memleketim olduğu için herhalde.
İyi de insanın “memleketi” neresi?
Memleket dediğin şeyin tarifi sık sık değişir.
Bin yıl önce benim “ırkımın” memleketi Orta Asya’ydı.
Yüzyıl önce benim dedelerimin memleketine Yemen de dahildi.
Benim büyük dedemin “memleket” dediği “topak parçasıyla”, bugün benim “memleket” dediğim toprak parçası arasında büyük farklar var.
Memleketim neresi, yaşadığım yer mi?
Yoksa savaşların, anlaşmaların, siyasi pazarlıkların çizdiği sınırlar mı?
İstanbul mu benim memleketim yoksa bütün Türkiye mi?
Hakkâri’ye hiç gitmedim, orası benim memleketim mi?
Yarın bir gün “ayrılıkçı” Türklerle “ayrılıkçı” Kürtler anlaşırlar da ayrılmaya karar verirlerse, artık benim memleketim olmayacak olan Hakkâri’de “özgürlük ve demokrasi” olsun isteyecek miyim?
Yoksa sadece “elimizde” kalan toprak parçasının özgürlüğü mü ilgimi çekecek?
Hakkâri’de “ne olursa olsun” mu diyeceğim?
Eğer öyleyse neden bugün Hakkâri’deki insanların da özgür yaşamasını istiyorum?
İstanbul’da ve Hakkâri’de aynı bayrağın dalgalanmasından mı?
Ben, bayrağa çok aldırmam ki...
Çok ciddiye de almam.
Altı yüz yıl önce, şu anda benim oturduğum yerde Bizans bayrağı vardı.
Nerede şimdi o bayrak?
Herhalde o zamanlar o bayrağı çok önemseyen, o bayrak için hayatını veren insanlar yaşıyordu burada.
Bugün ne onlar var, ne bayrakları.
Altı yüz yıl sonra burada kimin bayrağının dikili olacağını biliyor muyuz?
Ya da altı yüz yıl sonra hâlâ bayraklar olacak mı?
Bayrağı boşverin, belki insanlar bile olmayacak burada, belki bütün insanlar dünyayı bırakıp uzayda başka bir yere taşınacaklar altı yüz yıl sonra.
Sürekli değişen bayrakları, sınırları, memleketleri neden önemseyip de özgürlüğün illa “burada” olmasını istiyorum?
Buranın dilinin benim dilim olmasından belki.
İyi ama Diyarbakır’daki adamın dili benimkiyle aynı değil ama ben orada da özgürlük olsun istiyorum.
Niye?
Bazen kendi samimiyetimden kuşkuya düşüyorum.
Bayrakların, devletlerin, sınırların, orduların, savaşların olmayacağı bir dünya istiyorum, böyle bir dünyanın olacağına da inanıyorum ama gene de “özgürlük” dendi mi illa burada da olsun diyorum.
Biraz çelişkili gözükmüyor mu?
Sanki “özgürlüğü” değil de “burayı” daha çok önemsiyorum, aksi olsa, özgürlüğün olduğu yere giderdim ama ben özgürlük buraya gelsin diye uğraşanlara katılıyorum.
Burası, neden “özgürlüğün” kendisinden daha önemli?
Burasını, özgürlüğün kendisinden daha mı çok seviyorum?
Tam bilmiyorum ama galiba burayı seviyorum, bayrağını, sınırını falan değil, burayı seviyorum, buranın küfürlerini seviyorum, buranın hergeleliğini, buranın yemeklerini seviyorum.
Belki biraz da tembelim, ben özgürlüğe gideceğime özgürlük bana gelsin diye bekliyorum.
Gelecek mi?
O kadar çok istiyorum ki, eğer gelmezse, bir başka ülkeye değil ama bir başka âleme giderken üzgün gideceğim.
Y O R U M :
Bay Altan, Özgürlük, Bayrak ve Toprak kavramları ve bireyin seçimi konularını irdeliyor.
Özetle şunları geçiriyor zihninden:
l) “Birey neyi istiyor: Özgürlüğü/demokrasiyi mi ülkesinde (yönetimde şansına ne çıkarsa!)yaşamayı mı?!
2) Ben Demokratik bir düzende yaşamak istiyorum;böylelikle zenginlik,kolaylık ve mutluluk
Kendiliğinden hüküm sürecek.
3) Ben bu ülkeyi (Türkiye’yi) seviyorum;Bu yüzden bu ülkede Demokratik bir düzen olsun istiyorum.
4) İÇTEN İÇE VE İÇTEN DIŞA SORULAR:
a- Şayet sevdiğim ülke ve demokrasi yan yana gele-miyor ise, o zaman demokrasiyi seçmem gerektiğini biliyorsam da neden demokrasisiz bu ülkede yaşamayı sürdürüyorum?
b- Derdim gerçekten demokrasi (zenginlik, kolaylık, mutluluk)ise bunun nerede olduğu ne fark eder ?!
c- Neden coğrafya(toprak)özgürlüğün kendisinden daha önemli olsun?!
d- Neden özgürlüğün doğduğum topraklarda olmasını istiyorum- Kimim ben egoist bir buyrukçu mu?! -?!
e- İnsanın memleketi neresi; doğduğu topraklar mı?
f- Benim, dedemin ve “ırkımın” doğduğu topraklar farklı ise (Ben İstanbul,Dedem Yemen,ırkım bin yıl önce Asya doğumlu) hangisi benim memleketim; yaşadığım yer, doğduğum yer, uluslar arası anlaşmalarla sınırları çizilmiş yerlerden hangisinde memleket aidiyetim?!
g-Hakkari ve İstanbul her ikisi de benim memleketim. Ayrılıkçılar(Türk ve/ya Kürt) bunları ayırırsa, önceden memleketimin içinde olan sonradan benim için ne olur?Özgürlük taleplerimin kapsamı, olası değişimlerde nerede kalacak; eskisi gibi mi sürecek yoksa Batıda mı kalacak?
h-Bu gün İstanbul ve Hakkari de aynı bayrak dalgalanıyor.Özgürlük talebimin kapsama alanı bayrağın dalgalanma alanıyla mı örtüşmeli?
I-Bayrağa diğer insanlar gibi çok değer verme düşüncelerine sahip değilim;İstanbul’da altıyüzyıl önce Bizanz bayrağı dalgalanıyordu; nerede şimdi o bayrak?!? Bu gün İstanbul’da ne onlar kaldı ne bayrakları.
j- Bundan altıyüz yıl sonra İstanbul’da kimi bayrağının dikili olacağını biliyor muyuz?
k- Altı yüz yıl sonra hala bayraklar olacak mı; Belki insanlar bile olmayacak bu yerlerde; gelecekte insanlık gelişerek başka dünyalara uzaya serpilecekler belki..
l- Kendimi sorgulayıp net yanıtlamıyorum: Sürekli değişen bayrakları, sınırları ,memleketleri, neden önemseyip de özgürlüğün illa “burada” olmasını istiyorum?Bazen kendi samimiyetimden kuşku duyuyorum. Sanki özgürlüğü değil de burayı daha çok seviyorum.Tüm hatalarını bilerek burayı seviyorum;tembellik edip özgürlüğe gitmeyip, buralara da gelmesini bekliyorum;gelmesinin gecikmesine üzülerek yaşıyorum.”
BİR OF ÇEKSEM KARŞIKİ DAĞLAR YIKILIR MI ?!
Değerlerin temellerini insan emeği, kanı ve gözyaşı ile döşedikten sonra artık o değerler gordiyon düğümleri oluyor: nemli ışıksız mağarada, küflü, tiftik olmuş halatların bağlandığı “şey”ler çözücüsünü bekliyor;ne yazık! Böyle bir çözücü bu insan formatında yok!Ancak Yunanlı İskender gibi kesip bırakan olmuş.
Fedakarlıkları, üretilecek değerler için tüketilmiş nesiller, fedakarlıklarını odaklayarak ömürlerinin geri kalanını tamamlarlarken;onları rızalarıyla bu odaklardan çevirebilir miyiz?!
İnsanlar yaşamlarının en önemli değerlerini ne ile değiştirirler??! Reel olarak sadece kendisiyle:yani, yaşam ancak yaşamı korumak için feda edilebilir..Diğer değişimler ise çeşitli ikna yöntemleriyle olagelmektedir.Yaşamsal sorun şu: : Feda edilenlerin hepsi yaşam hakkını korumaya mı yöneliktir; yoksa, bunu kullanan fedakarlık kanı düşkünlerine mi?!?
Demokrasi /Zenginlik, Kolaylık, Bereket, Mutluluk ..salt cennete özgü değerler midir?Bu değerlerin, insan birlikteliğinin gücü ve kudretiyle dünyada elde edilmesi olanaklı mıdır?
İNSAN İNSANIN KURDUDUR.
Kur’an, bastığımız yere arz, kuşatılmışlığımıza gökler diyor.
Yeryüzü iklimlere, adalara,yarım adalara denizlere..bölündüğünden insanlarda bu bölünmeyi taklit ederek sürdürmüş ve sınırlar için yaşamlarını feda etmiş. Fedakarlığın zihinde ve “dışarıda” işaretleri sembolleri vardır; Milletlerin bayrağı en büyük sembollerden biridir.Milletin fertlerini n olası fedakarlığını hazır tutmak için hep dalgalandırılır o bayraklar. O bayraklar oluşmadan önce de fedakarlıklar vardı.Böylece fedakarlıklar zinciri oluşturur milletler; bayraklar o tarihsel zincirlerin son halkasıdır.
Çarp sanatlarını oluşturan hocam Sayın Okay Sağtür Çıplak maymun hikayesi anlatmıştı. Maymunlar ormanda yönlerini bulmak için bir yasak alan oluştururlarmış; bir de bekleyici bırakırlarmış.Orası onların ormanda kaybolmamaları için bir işaretmiş.Gece sucuba dalışı yapanlar denizin ortasında karanlıkta yönlerini hava kabarcıklarını izleyerek bulurlar..Bürokrasi emirperve olduğu işi ile kendi kimliği arasında yönünü masasındaki sumen, arkasındaki pano,kapıdaki puf misali yapılmış renkli kaplama ile sağlarmış.köpeklerde yolda giderlerken geçtiği yolu idrarlarıyla işaretlermiş.
İnsanlığın temel ihtiyacı güven olduğuna göre; işaret ve semboller belirli zamanlarda bulunmuş yaşanmış güven hallerini pekiştirmek üzerine gelecek için oluşturmuşlardır.
Her işaretin ; çıkış nedeni, amacı, zamanı, işlevi,ve ömrü vardır..Bunlar tek tek ele alındığında koskoca kitlelerde ele alınmış olur. İnsanlık, demokrasiyi şimdilik en güvenli yol olarak kabul ederek; cumhuriyet, laiklik, parlamento, nispi temsil, sürekli seçim.. gibi kavramları da elemanlaştırmıştır.Bazı anakronik yaklaşımlarda bu elemanları hala ana unsur yerine konulduğunu gözlemlemekteyiz. Güven ve yön silikliği bunun en önemli etkilerindendir.
Ülke dediğimiz yaşam alanı da güven kaynaklıdır; tıpkı bayrak sembollerinde ki gibi. Çerçevesi oluşturup niteliği belirlenen topraklar, yine oluşturucu etkilerin içlerinde taşıdığı, doğuş nedeni, amacı, zamanı, işlevi ve ömrü ile yaşamını sürdürür.
İnsanlık tarihindeki en önemli tema ülkeler ve toprak için boğazlaşmalardır. Paylaşılamayıp “kan ile sulanan” daha sonra kutsallığına şahadet ettirilen topraklar insanların insanlara reva/hak görmediklerinden,kem gözlerden sakınılması için bayrak ve ordularla korumaya alınmıştır.
Temel düşman insan;temel saldırgan yine insandır. Tıpkı, yaşama kutsallığını tehdit edenlere karşı, yaşamlar feda edilerek yaşamların “kurtarılması” gibi; insan için toprağın kutsallığına, insan ve yeryüzü “kanlarının” feda edilmesi :bitmeyen yamyamlık !!
YETKİN / KAMİL İNSAN..
Parçaları dağılmış pazılın, yeniden çerçeveye doğru olarak yerleştirilmesi, yamyamlıktan çıkış sürecidir.Bütün semboller ve ordular, insanlığın birbirini yeme/yedirmeme güdüsü/çabalarının şiddet doğumlu grafikleridir; ve bizler bu bayraklarla barışmaya çalışan “kader” (gen) mahkumlarıyız.