Güçlü ordu mu, güçlü Türkiye mi?
1349 Okunma, 0 Yorum
Mümtazer Türköne - Zaman
Arif Ersoy

01 Eylül 2009, Salı

 

"Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye" sloganı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yürüttüğü kapsamlı bir halkla ilişkiler programı için kullanılıyor.

Tartışılan, eleştirilen ve son zamanlarda itibarı sarsılan Ordu, psikolojik gücünü takviye ediyor. Peki "Güçlü ordu, Güçlü Türkiye" sloganı maksat için uygun mu? Bütün sloganlar için olduğu gibi bu söz için de en basit ve sade muhakemeyi yürütürsek karşımıza şu anlam çıkıyor: Güçlü bir ordunun mevcudiyeti Türkiye'yi güçlendirir. Kime karşı? Herhalde öncelikli olarak dışarıya karşı. Kastedilen başka bir şey olmasa gerek. Ordu Türkiye'nin ordusu, sağa sola gücünüzü ordunuzla göstereceksiniz. Gücünüzü göstermek için güçlü bir orduya ihtiyacınız var. Eğer ordunuz güçlü olursa Türkiye de güçlü olur. Öyle değil mi?

Bu muhakeme ve varılan hüküm doğru mu?

Bugünün dünyası hakkında fikir sahibi olanlar ve içinde yaşadığımız uluslararası ortamı biraz da olsa tanıyanlar için doğru değil. Matematiksel bir kesinlikte bir ülkenin gücünü tayin eden birincil ana unsur ekonomi. Uluslararası sistemde ülkelerin gücü ve itibarı ekonomileri ile mukayese ediliyor. "Hem güçlü ekonomi, hem de güçlü ordu" diyorsanız bu durum askerî teknolojide dışa bağımlı olan Türkiye için mümkün değil. Ekonomik güç kıt kaynaklar üzerinde yaptığınız tercihlerle oluşuyor. Ekonomik gücünüzü verimsiz ve ölü yatırım niteliğindeki savunma alanına aktarırsanız askerî gücünüz artar ama ekonominiz zayıflar. Türkiye ekonomisi üzerinde en büyük yükü hâlâ askerî harcamaların oluşturması gibi. Bu durumda Kuzey Kore gibi zayıf bir ekonomi ve güçlü bir orduya sahip olabilirsiniz.

Uluslararası sistemde bir ülkeyi güçlü kılan ikinci unsur o ülkenin siyasî-hukukî düzeni. Demokrasi ile yönetilmeyen bir ülke, dünya üzerinde yalıtılmış biçimde yaşıyor. Yaygın insan hakları ihlalleri bugünün dünya düzeninde bir ülkenin iç meselesi kabul edilmiyor. İnsan haklarını ihlal eden, demokrasiyi gerçekleştiremeyen bir ülkeyi güçlü bir ordu ile savunamazsınız. Daha sonra uluslararası işbirliği yeteneğiniz, diplomatik avantajlarınız sizi ordunuzdan daha güçlü kılıyor. Sağlam bir mantığa ve sebep-sonuç ilişkisine oturtacak isek, güçlü Türkiye'nin güç merkezleri sırasıyla: Sağlam, rekabet gücü olan bir ekonomi; demokrasi, insan hakları ve hukuk sacayağından güç alan bir siyasal düzen; diplomatik yetenekleriniz ve en son sırada güçlü ordunuz. Bu sıralamadan çıkartılacak en önemli sonuç: Ordunuz hakkında karar verirken öncelik sıralamasına dikkat edeceksiniz.

Bu sıralama içinde "güçlü ordu nedir?" sorusuna da doğru cevap vermek gerekir. "Güçlü ordu, kalabalık ve çok fazla silahı olan ordu mudur?" Hayır. Meydan muharebelerine veya cephe savaşlarına göre tasarlanan konvansiyonel orduların modası geçti. Uluslararası ortak operasyonlara yatkın, bürokrasisi azaltılmış esnek yapılı, önleyici ve caydırıcı nitelikli ve barışı sürdürmeye odaklı ve nihayet profesyonel ordular bugünün güçlü ordularını temsil ediyor. Ülkenizdeki yabancı askerî ataşelerin önünde hava atmak için yapılan askerî tatbikatların ve askerî törenlerin etkisi, Soğuk Savaş yıllarına özgü idi. Hipodrom alanlarında bizim 30 Ağustos törenlerimizin benzerini yapan ordular artık pek kalmadı.

Soruyu somut sorunlarımızdan yola çıkarak soralım. Türkiye'nin güvenliği açısından da en önemli sorununu çözebilmek için nasıl bir orduya ihtiyacı var? Demokratik karar mekanizmalarına ve hukuka bütünüyle bağlı, insan haklarına saygılı, şeffaf ve hesap verebilen bir ordu, savaşma yeteneğinden de önce Türkiye'nin güvenliğine daha fazla hizmet etmez mi? Türkiye'nin acilen bir dış güvenlik reformuna ihtiyacı var. Ordumuzu her şeyiyle yeniden gözden geçirmeliyiz. Üstelik bu reforma "Güçlü Türkiye" adına ihtiyacımız var. "Güçlü Ordu"dan "Güçlü Türkiye" çıkmıyor. Bu mantıktaki hatayı kavramak için dünyaya şöyle bir bakmamız yeterli.

 

 

YORUM

 

Geçen haftalarda yüksek askeri yöneticiler tarafından sesle dillendiren “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganı duymaya alışık olduğumuz, hatta çoğumuzun da kulağına hoş gelen bir slogandır. Belki bu coğrafyada yaşayan geçmiş toplumların da benzer sloganları vardı. Dünyanın merkezi konumunda olan ülkemizi dış saldırılara karşı koruyacak güçlü bir orduya sahip olması ve halkımızın da güçlü ordusuyla övünmesi doğal ve anlaşılabilir bir istedir. Hangimiz milli bayramlarda askeri geçit sırasında heyecanlanmıyoruz? Kahraman askerlerimizi duya doya alkışlamıyor muyuz?

 

Saygı değer Mümtaz’er Hocamız, 1 Eylül 2009 Salı günkü Zaman Gazetesi’ndeki köşe yazısında “Güçlü Ordu mu, Güçlü Türkiye mi?” başlığı altıda gündemdeki bu konuyu etraflıca tahlil etti. Hocamızın bu makalesini aşağıdaki açıklamalarımla yorumlamak istiyorum. Yorumum, başta Hocamız olmak üzere herkes tarafında yapılacak yorum ve eleştirilere açıktır. 

 

Güçlü ordu, Güçlü Türkiye” sloganı ile herhalde hemen herkes güçlü olan Türkiye’ye güçlü ordu gerekir anlayışıyla dile getirmektedir. Sanırım hiç kimse “ önce ordumuz güçlü olsun, sonra Türkiye güçlü ülke olur” anlayışıyla bu sloganı kullanmamaktadır. Çünkü bu anlayış yanlıştır. Ülkesi güçlü olmayan bir ordunun güçlü olması mümkün değildir. Manen ve maddeten zayıflamış bir devletin ordusu güçlü olmayacağı gibi, böyle bir ülkenin farzı muhal ordusu güçlü olsa da bir şey yapamaz. Manevi değerleri tahrip edilen, halkı yoksullaştırılan ve ekonomisi dışa bağımlı olan milletleri ne güçlü bürokrasi, ne de şatafatlı giysiler içinde merasim geçişlerini selamlayan generaller ayakta tutabilir. Dünya tarihi ve coğrafyamızın tarihi bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koymuştur.

 

Ülkemiz Tanzimat’tan beri kavram kargaşası yaşamaktadır. Son iki yüzyılda, İstiklal Savaşı yılları hariç, tartışılan konuları alt alta koysak, önyargı ve yanlış bilgilerden arınmış ilmi bir mantıkla ülkemizin gündeminde tartışılan konuları tahlil etsek, dehşete düşeriz. Yakın geçmişte bu ülkenin enerjisini tüketen bazı konuların ne kadar basit ve hatta gülünç olduğunu bugün yad edip üzülmüyor muyuz? Üstün değerlere ve üstün (süperior) bir medeniyete sahip olan bir toplum kendi tarihi, değer ölçüleri ve dünya görüşünden zorla veya hile ile uzaklaştırılır ise, hafızasını kaybetmiş, değer ölçülerini yitirmiş ve benliğinden uzaklaştırılmış bir kişi ölçülerini kaybeder. Kendine benimsetilmeye çalışan daha geri (inferior) medeniyetin değerlerini benimseyemez. Benimser gibi görülür. Üstün medeniyet, (süperior) insan hak ve özgürlüklerine önem veren ve adaleti merkez alan bir medeniyettir. Tahakkümcü ve sömürgeci bir uygarlık teknik olarak ileri olabilir. Fakat, beşeri değerler bakımından geri bir medeniyet sayılır. Afganistan’da kendi üretip desteklediği bir örgütü takip ediyor edasıyla yoksul sivillerin üzerine ateş yağdıran bir medeniyeti hangi beşeri değerlerle, hangi insaf sahibi insan ileri bir medeniyet kabul eder. Daha geçen yüzyılın başında Afganistan’da sahnelen vahşeti biz millet olarak yaşamadık mı?

      

Bir toplumun uğrayabileceği en büyük felaket kavram kargaşasıdır. Temel kavramları tahrif edilmiş bir milletin zihni bulanır, aydınları yeni bir şey üretemez, yöneticileri kendinden olmayanları ötekileştirirler, ülkeyi yalan ve boş söz ve kavgalarla yönetmeye kalkışlar. Bu ülkeyi tahrip etmek isteyenler kavram kargaşasını daha da artırırlar. Çünkü böyle bir hastalığa yakalan millet iflah olmaz.  Ülkemizde yaşanan kavram kargaşasına açıklık getirmek üzere aşağıda bazı hususları açıklamak istiyorum.

 

-          Bir devlet askeri güçle kurulur. Adaletle payidar olur. Hukukun üstünlüğünü sağlayarak gelişir.  

-          Devleti bürokratlar korumaz. Halk korur. Bürokratları halkın sorunlarını çözer ve Devleti adaletle yönetirler ise, halk sorun çözen ve adil olan Devletini korur. Sorun üreten, temel hak ve özgürlüklerini korumayan ve hatta ihlal eden ve adil olmayan devleti halk niçin korusun ki?

-          Tarih boyunca zalim devletleri hiçbir ordu ayakta tutamamıştır. Öyle olsaydı Hitler’in ve Mussolini’nin iktidarları, Sovyetler Birliği ve Saddam yönetimi kartondan aslanlar gibi yerle yeksan olur muydu?

-          Askeri mantık ile sivil mantık farklıdır. Askeri mantıkla sivil hayat idare edilemez. Edilirse ülke yönetimi diktatörleşir. Sivil mantık ile de askeriye yönetilemez. Siviller ülke savunması ile ilgili karar alırlar. Askerler, alınan kararları askeri mantıkla yerine getirirler. Bir ülkede asker sivil hayata karışıyor ise, o ülkede demokrasi şeklen vardır ve kandırma rejimine dönüşür.

-          Halkı zengin olan devlet zengin ve güçlü devlettir. Devleti zengin, halkı yoksul olan devlet güçlü devlet olamaz. Bürokratlar devletten önce halkı zenginleştirmelidirler. Zengin olan halk devletini güçlü kılar. Askeri vesayet altında olan ülke demokratikleşemez. “Demokraturlaşır”. “Demokraturluk”, demokrasi olmadığı halde demokratmış gibi görünen rejimin adıdır. 

-          Halkı zengin olan ülkenin devleti güçlü olur.  Devleti güçlü olan ordu da doğal olarak güçlü ordu olur.

-          Bir ordu güçlendiren silah ve kişi sayısı değildir. Manevi açıdan gelişmiş ve iyi eğitilmiş erdemli insanların oluşturduğu ordu güçlü olur. Eğer milletimizin fertleri ve onlardan oluşan ordusunun sahip olduğu inancı ve manevi değerleri zayıf olsaydı, dünyanın en güçlü orduları karşısında ne Çanakkale’yi savunur, nede yedi düvele karşı İstiklâl savaşını kazanırdık.

-          Güçlü ordu milletin değerleri ve tarihi ile barışık olmalıdır. Milletin bir bölümünü potansiyel tehlike gören ve milletin değerleri ve tarihi ile kavgalı olan bürokratlar milletle asla bütünleşemezler. Başka ulusların kültür ve değerlerini halkına zorla benimsetmeye çalışan seçkinlerle halk nasıl barışık olabilir? Sömürgecilerin menfaatlerini koruyan ve değerlerini kendi halkına kabul ettirmeye çalışan üçüncü dünya aydınları geçen yüzyılda tasfiye edilmediler mi?

-          Milletimizi yoksullaştıran ve ülke kaynaklarımızın talan edilmesine ortam hazırlayan, ABD hariciyesince hazırlanan 28 Şubat Kararlarını sahibi millet olan Devletin gücünü kullanarak milli iradenin desteğine mazhar olan bir yönetimi baskı ve hile ile iktidardan uzaklaştıran 28 Şubat Darbeci zihniyet ne ülkemizi, ne de ordumuzu güçlü kılar. Bu müstemleke zihniyeti ancak ülkemizin talan edilmesine ortam hazırlar. 28 Şubat ürünü olan iktidarlar ülkemizi talan etmedi mi? Ekonomimizi dışa bağımlı hale getirmedi mi? İnsanlarımızı işsiz ve halkımızı yoksul bırakmadılar mı?

-          Hukukun üstünlüğünü sağlayan ve paylaşımda adaleti tesis eden Devleti gelişir ve güçlenir. Halk adil olan Devletini korumak için seve seve ordusuna asker olur ve canı bahasına Devletini ve ülkesini korur. Milletin hak ve hukukunu değil, bir avuç rantiyecinin devlet imkânlarını talan etmesine seyirci kalan bürokratları halk asla desteklemez. Milletin haklarını haramilere yediren bürokratlar aslında temeli adalet olan devleti yıkmada teröristlerden daha fazla tahribat yapmaktadırlar.

Coğrafyamızda ekonomisi dışa bağımlı, kendi değerlerinden uzaklaştırılmış ve bölge dışı güçlerin rotasında yürüyen hiçbir devlet varlığını sürdürememiştir. Bu bölgenin yedi bin yıllık tarihi bunu gösteriyor. Öyleyse ne yapmalıyız? Ülkemizi merkez kabul etmeliyiz. Milletimizin değerleri, tarihi ile bütünleşerek ülkemizin maddi ve manevi kalkınmasını sağlayacak projeler üretmeliyiz. Türkiye’yi “Yeniden Büyük Türkiye” haline hep beraber getirmeye çalışmalıyız. Büyük Türkiye’nin ordusu da büyük olacak; temel hak ve özgürlükleri kâmilen korunmuş ve nimet- külfet paylaşımındaki payını adalet ölçülerine göre almış milletimiz de mutlu olacaktır. Bunun için siviller ne yapmalıdır? Hukukun üstünlüğünü sağlayarak adaleti tesis etmelidirler. Askerler ne yapmalı? Sivil işleri sivillere bırakarak kışlalarına çekilmeli ve askerlik görevlerini yapmalıdırlar. Herkes vazifesini ve işini yapar ise Devletimiz de, ordumuz da güçlü olur.

 

Arif Ersoy






Sayı: 13 | Tarih: 6.09.2009
Ahmet Hakan
Zorunlu umre arası
1381 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Toplum sözleşmesi
1372 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mümtazer Türköne
Güçlü ordu mu, güçlü Türkiye mi?
1349 Okunma
Arif Ersoy
Yılmaz Özdil
Cem Garipoğlu
1238 Okunma
Leyla Okta
Nazlı Ilıcak
Söz ola kese savaşı
1199 Okunma
Fatma Karuç
Ahmet Altan
Tuhaf Tuhaf Sorular
1180 Okunma
Özer Ataç
Can Ataklı
O ne Ramazan programları öyle?
1170 Okunma
2 Yorum
Mesut Karaaytu
Ruşen Çakır
Kürtler ayrılmak istiyor mu?
1160 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Taşgetiren
PKK'nın katlettiği Kürtler ne olacak?
1136 Okunma
Zübeyir Erol
Hayrettin Karaman
Bu ülke vatandaşlarının tamamı Türk mü?
1128 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
Fasulyeden güvenlik...
1096 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mehmet Şevket Eygi
Bu Yazıyı Fakirlerin Adına Yazdım
1086 Okunma
Emine Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Enerji meselesi ve bor madeni 2
1078 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Mahir Kaynak
Açı­lım ve Açık­la­ma
1076 Okunma
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
Eşeği sırtına almak
1074 Okunma
Ali Bülent Dilek
Fikret Bila
İşin özüne girince
1068 Okunma
Harun Özdemir
Oktay Ekşi
Bile bile lades
1045 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Fehmi Koru
Piramitlerin gölgesinde...
1030 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler