Bu ülke vatandaşlarının tamamı Türk mü?
1126 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

04 Eylül 2009 Cuma

Konuya girmeden önce merhum babamın yedi sülalesinin Erzurum Oltu'dan ve Türk, merhume annemin de soyunun Ahıska Türkü olduğunu, hicret edip Çorum'a yerleştiklerini, benim Türk soyundan gelmiş olmaktan doğan bir şikayetimin, bir meselemin olmadığını kaydedeyim.

Ama bu günlerde yine tartışılan "millet, ulus, milli kimlik, etnik kimlik…" gibi konular içinde "Türk" kelimesine verilen, verilmek istenen mana ağırlıklı bir yere oturuyor.

Kendilerini Türk olarak görmeyen, hissetmeyen, başka soydan olan, başka bir ana dili bulunan vatandaşlarımızın bir kısmı (bir kısmı olması problemi küçültmez) kendilerine Türk denmesini kabul etmiyorlar; herkese "TC vatandaşı" densin istiyorlar. Tabii istek bu noktada kalmıyor, kültürel ve siyasi alanlara da sıçrıyor, olacak ve olmayacak birçok talep gündeme geliyor..

Bir kısım vatandaşlar da Türk kelimesinin yalnızca bir etnik kimliği ifade etmediğini, bazılarına göre "Müslüman", bazılarına göre de "TC milleti ve vatandaşı" manasına geldiğini, bu yüzden anayasada "bütün vatandaşlara Türk denmesinin sakıncalı değil, gerekli olduğunu" savunuyorlar.

Karşılıklı iddialar yıllardır sürüyor, tartışmalar devam ediyor, ama zorla kabul ettirme dışında bir çözüme ulaşılamadığı da görülüyor...

... tarih okumalarımda, geçmiş zamanlarda kurulan onlarca Türk devletine, devleti kuran ve yönetenler tarafından –ki, bunların kahir ekseriyeti Türk'tür- "Türk devleti" ve halkına da "Türk halkı" dendiğini bilmiyorum. Devlet hanedan adıyla (Selçuklu, Osmanlı…) millet de "teb'a, raiyye, millet, ümmet, ehali" gibi isimlerle anılıyor. Emevîler katı bir Arap milliyetçiliği davası başlatıp sürdürüyorlar, ama Abbâsîler'den itibaren bu dava da gevşiyor, genellikle İslam alimleri "kavmiyet dâvasına" meşru olarak bakmıyorlar.

Belli bir tarihten sonra Batı'da ulus devlet fikri ve uygulaması başlıyor, salgın hastalık gibi yayılıyor ve İslam ümmetinin bünyesine uymadığı halde –biraz da ümmeti parçalamak isteyenlerin iğvası ile- İslam dünyasına da giriyor. Bugün maalesef ümmet (İslam'ı benimsemiş, çeşitli ırklardan ve alt kültürlerden oluşan insan topluluğu) uluslara bölünmüş durumda ve bazıları bazıları ile düşman gibi mücadele ediyor, hatta savaşıyorlar. Her bir ulus içinde de –İslam yerine etnik aidiyete öncelik verildiği için- etnik guruplar arası çekişme, ayrılık gayrılık büyüyerek gelişiyor ve mesele oluyor.

Bu işin içinden çıkmak için, Müslümanların kahir çoğunluk olarak yaşadıkları ülkelerde ya İslam'ın üst kimlik olarak kabul edilmesi veya -ülke laik ise- belli bir etnik kimlik yerine kapsayıcı isimlerin bulunması kaçınılmaz hale gelmiş gözüküyor.

 

Yorum:

 

"Bu ülke vatandaşlarının tamamı Türk mü"? ifadesinin genel anlamı "Bu ülke vatandaşlarının tamamı Türk vatandaşıdır" şeklindedir. Konu üzerinde doğru yoruma varabilmek için insanın iyi tanınması gerekir. İnsan bedensel ve ruhsal /biyolojik ve psikolojik ana yönleri olan varlıktır. Canlılar zincirnin son halkası/meyvesidir. Kişisel özellikleri kadar, kişilerin bir arada yatoplumsal yapı özellikleri de önemlidir. İnsandan insanlığa doğru örgütlenme biçimi, işleyişini insanın yapısına uygun ortaya koymak gerekir. İnsanı yanlış tanıma/tanımlama veya ona uygun sosyal yapıyı kuramama temel sorunlardandır. Diğer varlıklarda bu yapı doğal olarak oluşur. İnsanın akıllı varlık olması, bilimsel özelliği başta olmak üzere diğer varlıklardan farklı özellikleri aynı zamanda sorunlarının da hem kaynağı hem de çözüm merkezi olmasını sağlamaktadır.

 

Canlıların doğuştan getirdikleri genetik özellikleri vardır. Bu genetik özellikler, genel olarak o canlının değişmez temel özellikleri olarak bilinir. İnsanın oluşturduğu toplumsal yapıların da kuruluş özellikleri vardır. İnsanda olduğu gibi toplumlarda da bu özellikleri o canlının oluşumu ve yaşaması için çok önemlidir. Canlılarda olduğu gibi toplumlarda da sağlıklı hücreler yanında sağlıksız hücreler de vardır. Ayrıca genetik bazı bozukluklar da vardır. Bunlara müdahale hem zordur. Hem de daha büyük sıkıntılara yol açabilir. Bunun yanında başarılı çalışmalar bazı başarılı müdahaleleri ve sağlıklı yapılanmaları gerçekleştirebilir.

 

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda/doğumunda bazı genetik özelliklere sahiptir. Kuruluşunda değişmez olarak belirlenen ve  gelişimine doğru bakılıdğında zamanla bazı özelliklerinin asla değişmeyen özellikleri olduğunu belirlemek mümkündür. Bu yönden bakıldığında bazı özelliklerinin değişmeyeceğini ifade etmek önem kazanmaktadır. Bu kalıtımsal özelliklerinin tamamının bilim süzgecinden geçirilerek ve en doğru özellikler olarak konduğunu bügün söyleyemeyebiliriz. O gününün şartları içinde konuya bakıldığında böyle bir belirleme/doğum gerekli görülmüştür. Günümüzde konuyla ilgili iki farklı seçenek üzerinde durulabilir. Biri, kavramların tanımlarını ve yapılaşmayı kalıtımsal özelliklerin genel yapısına göre şekillendirmek. İkincisi, kalıtımsal özellikler içerisinde eğer sağlıksız yapılanma varsa bunu bilim süzgecinden geçirerek, bağımsız yargı, bağımsız yasama gibi temel kurumları sağlıklı hale getirerek (yani müdahale edecek birimleri) yapıyı sağlıklı hale getirerek konuyla ilgili çözüm aramaktır. Burada devletin kuruluş felsefesi üzerinde oynamanın sağlıklı olmayacağı, bunun yanında bu kuruluş felsefesi (ana genetik yapı) üzerinde şekillenen yapılar üzerinde sağlıklı yapılanma adına çalışma yapılabileceğini belirtirim.

 

Türkiye Cumhuriyetinin genetik özelliklerini ve açılımlarını şu şekilde yorumlamak, anlamak ve temel yasalara uygun olduğu sürece şekillendirmek mümkündür. Devletin dili Türkçe’dir ve değişdirilemez. Burada devletin dili denmektedir. Mahallenin, köyün vb. denmemiştir. Dolayısı ile söz konusu olan konu devletin dilinin ne olacağıdır. Bir ulusun ortak dile ihtiyacı var mıdır yok mudur, bu tartışılmalıdır. Ulus, bir beden gibidir. Ortak dili olması gerekir.   Aynı ülkede yaşayan insanların haberleşmeleri, sözleşmeleri, çalışmaları, yaşamaları v.s ortak dille oluşur. Burada bugün yapılan önemli bir hataya da değinmek gerekir. Türkiye'de yaklaşık bucak düzeyinde 200 kadar, ilçe düzeyinde 20 kadar ve hatta il düzeyinde 10 kadar dil vardır. Bunlardan biri olan Kürtçe için içeride dışarıda, bütün dünya ayağa kalkmış ve özel bir çaba sarfedilmektedir. Bu yanlıştır. Ülkenin dil, kültür vb. sorunu varsa( sorun vardır), onu genel olarak çözersiniz. Onlarca yıldır hatta bana göre yüzlerce yıldır tekelcilik anlayışı nedeniyle Devletin dili konusu ile yöre dilleri konusu karıştırılmıştır. Ancak burada ülkenin tümünü düşünerek halkı birbirine düşürmeden çözmek gerekir. Yoksa mevcut yanlış yapılanmadan kaynaklanan hatayı/hataları kullanarak sadece biri (veya bana göre birilerin yönlendirmesi ile birileri) bağırdı, kan döktü, öldürdü, terör yaptı, analar ağladı, sorunları çözemedik şeklindeki çözümsüzlüğü gerekçe göstererek sadece şiddet kullanan birilerini aracı göstererek kürt halkımızın haklı dil sorununu özel konu yapmak yanlıştır. Bu sadece diğer diller düşünülmediği için değil, ulus/ülke dili anlayışına zarar verdiği için ve kürtçeyi konuşan halkın haklı kürtçe dil taleplerini haklı yöntemlerle isteklerine zarar vereceği için yanlıştır. Birileri kürt halkının haklı taleplerini şiddet kullanma yolunu kullandırmaya çalışarak çözdürmeye çalışmaktadır. Bu anyalış şiddeti, kaba kuvveti, ayrımcılık anlayışlarını körükler ve haklı yöntemlerle haklı talepleri yokeder. Buna ek olarak bölge ölçeğinde ayrı dil anlayışı da yanlıştır. Bölge halkının yöre, il ve ilçe, bucak seviyesindeki farklı yöre dillerine zarar verir. Ayrıca bölge ayrı bir sosyal birim değildir. Ayrı sosyal birim olmayan bir alana ayrıcalıklı bir dil anlayışı sunmak bölge üzerindeki kötü oyunlara alet olur. Her bucağın ilköğretim seviyesine kadar kendi yöre dilini, her ilin ortaöğretim seviyesine kadar kendi ilindeki dillerini ve her devletin de üniversiteler seviyesine kadar ulus dilini öğretme özelliğinde olması gerekir. Devlet ayrıca kendi halklarının dillerini üniversitelerin dil bölümlerinde öğretir. Farklı  bitkilerin biyolojik yapıdaki önemi kadar kadar farklı dillerin de insanlığın sosyal hayatı için önemi vardır. Bu durum ülkenin resmi dilinin tek olması gerçeğini ve gerekliliğin ortadan kaldırmaya yönelik olmamalıdır.  Ülkedeki, dünyadaki dillerin herhangi birinin zedelenmesi hele yokolması bitki türerinden birinin yokolması kadar tehlikelidir. Türkiye bu konuda özel üniversite kurmalıdır. Bu kısa sürede mümkün değilse diller bölümlerinin ülkedeki dillerden başlayarak bütün insanlığın dillerini içererecek şekilde eğitim öğretimi gerçekleştirecek yapılandırılması gerekir.

 

Devletin merkezi Ankara’dır ve değiştirilemez. Burada devletin bir merkezi olması gerektiği konusu işlenmiştir. Hangi şekilde yapılanırsa yapılansın bir ülke veya devletten bahsedeceksek merkezinin olması kaçınılmazdır. Bu bölge merkezleri, il merkezleri, ilçe merkezleri, bucak merkezleri olmayacağı anlamına gelmez.

 

Devletin bayrağı al zemin üzerinde beyaz ayyıldızdır; bu da değişitirilemez. Devletlerin ortak tanıtım bayrakları vardır. O ülkebayrağıdır, etiketidir. Ülke bayraklarının yanında il, firma bayraklarının nasıl olacağı konusu üzerinde çalışmak gerekir. Bir ürün üretilidiğinde ve başka ülkelere o pazarlandığında ilgili ülkenin kodu, dili belirtilir.

 

Devletin marşı İstiklal Marşı’dır, değiştirilemez. Develtlerin marşları o devletin ruhsal ve şekilsel yapılanmalarını temsil eder. Bir açıdan bakıldığında ulusun bellek sayımıdır. Belirli törenlerde, belirli aralıklarla bunların tekrar edilmesi devletin kuruluşunun, istiklalinin ana unsurlarını tekrar etmektir.

 

Devlet ulusuyla ve ülkesiyle bölünmez bir bütündür; ulus olarak bölünemez, ülke olarak bölünemez. Bu idari yapısının farklı şekillerde olabileceğini içerir.

 

Türk ifadesi ile Türkiye devleti ifadesi arasında da şu şekilde ilişki kurulabilir. Devlet Türklerin /Türk halklarının Türkiye’de kurduğu bir devlettir. Devletin toprağı Türkiye’dir. Burada "Türklerin" ifadesi "Türk halklarının" şeklinde anlamlandırılmalıdır. Devletin halkı Türktür ifadesi ırkı Türktür anlamında değildir, bu  şekilde yorumlanmamalıdır. Bu şekilde yorumlanmaması devletin merkezi yönetim yerel yönetim dengesini sağlayarak hem ülkenin bölünmezliğini koruma hem de halkların yerel seviyede ülke çatısı altında özgürlükerini yaşamaları ile mümkündür. Kişiler, mahalleler, köyler, semtler, adalar, siteler, Bucaklar, ilçeler, iller, bölgeler seviyesinde oluşan alt kültürlerin ülke seviyesinde dili, sanatı, tekniği ve örfü olmalıdır. Bu ortak anlayış devletin içindeki tüm halkların bileşkesinden oluşan bir anlayıştır. Her köyün kendine has ifade tarzı, her bucağın kendine özel yöre dili, her ilçenin kendine özel dili, her ilin kendine özel dil grupları, sanat, teknik, örf oluşumunu sağlayan özellikleri vardır. Türk ifadesini ırk anlamında yorumlamak tabi ki bir yorumdur. Ancak bu yorum Türkiye Cumhuriyetinde zamanla yapılan uygulamalarla oluşan bir yorumdur. Konu tarihsel açıdan

değerlendirildiğinde hangi boy ifadesi de gündeme gelir. Oysa Türk ifadesi yöre halklarının zamanla kenetlendiği ortak bir devlet halkı olarak da değerlendirilebilir. Bu açıdan bakıldığında "Türk halkları" ifadesi bana göre mevcut şartlar içerisinde bulunmuş uygun ifadedir. Burada Osmanlı ifadesi gibi daha dar ifadeler üzerinde durmanın sakıncalı ve yanlış olduğunu da belirtmek isterim. Türk halkları ifadesi devletin kuruluş/genetik yapısına uygundur. "Halklar" ifadesi ülkedeki bütün halkları ifade ettiği için ülkedeki halklarımızın tamamını kapsaması bakımından uygundur. Burada ülke halklarınıın tümünü içine alan daha kapsayıcı bir kavram bulunabilirdi, daha kapsayıcı kavram bulmak gerekir gibi devletin kuruluş dönemlerini eleştirmenin mümkün olduğunu ama ulusun tümünün ortaklaşa/icma ederek yeni bir ad üzerinde karar kılma çalışmalarının da teori seviyesinde getiri-götürüsü ile düşünülmesi gerekir. Farklı bir anlatımla, ifadeler kadar ifadelerin içeriğinin önemli olduğunu bilmek gerekir. ayrıca ve daha önemlisi de, devletlerin kuruluş ve işleyiş yapılanmalarının çok önemli olduğudur. Ülke halklarının tamamını kapsayıcı kişiden devlete hatta insanlığa doğru her kademenin gerekli ve belli özelliklere sahip bilimsel bir yapılanmayı sağlamak önemlidir. Bu açıdan konuya bakıldığında insanlığında ortak dilinin olması gerekir.

 

Türkiye cumhuriyetinin sağlıklı yapılanması için temel değişmez maddelere ek bazı yasal düzenlemeler gerekmektedir. Bu düzenlemeler temel değişmez maddelerin sağlıklı anlaşılmasını sağlar. Adil Düzen bilimsel teorik çalışmalarında bu konularda çokça döküman vardır. Bu çalışmalardan ilgili bazı bölmlerinden yararlanarak konuyla ilgili bazı yorumlarımı belirtmeye çalışacağım.

Türkiye’deki Türk Devleti’nin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yönetim şekli Cumhuriyet’tir. Adı ve yönetim şekli değiştirilemez.

Devlet, insanlık içindedir. İnsan haklarına, uluslararası sözleşmelere ve anlaşmalara saygılıdır. Bu değiştirilemez.

Devlet yerinden yönetime saygılıdır. Yani uluslararası sözleşme ve anlaşmalara uyar, giriş ve çıkışları serbest bırakır, ancak kendisi bağımsızdır, ülkenin iç işlerine kimseyi karıştırmaz. Kendisi de illerin iç işlerine karışmaz. 

Devlet demokratiktir, değiştirilemez.

Devlet laiktir, değiştirilemez.

Devlet liberaldir, değiştirilemez. (Devletin sosyal devlet olma özelliğinin istismar edilmemesi için bu maddenin eklenmesi gerekir)

Devlet sosyaldir, değiştirilemez.

 

Devlet hakemlerden oluşan bağımsız ve tarafsız bir yargı güvencesindedir. Bu değiştirilemez. Yargı bağımsızlığının istismar edilmemesi için hakemlik maddesnin "Yargı hakem kararlarına dayanır, değiştirilemez.  Yargı bağımsızdır, hakemler atandıktan sonra değiştirilemezler. Yargı tarafsızdır. Hatalı kararlardan dolayı yargıya karşı kendileri sorumludur, değiştirilemez. Devlet hukuk devletidir. Tüm diğer özellikler, hukuk düzeninin gereğidir. Devlette hukuk düzeni esastır. Askeri düzen hukuk düzeninin korunması içindir. Askeri düzen ile hukuk düzeni arasındaki ilişkiler hukuk düzeni ile düzenlenir.

 

Devlet hukuk devletidir. Yani bağımsızdır, hakimiyet ulusundur. Bağımlı hale getirilemez. " şeklinde konunun eklenmesi gerekir.

Devletin temel yapısı ve özellikleri vardır. Bunlar temel hükümler ve değiştirilmemelidir. Her sistemin çok az sayıda temel hükümleri vardır. Bu temel hükümler sistemin müracaat eksenidirler. Nasıl yeryüzünde bir yerin nerede olduğunu tesbit etmek için arz ve tul daireleri varsa, onları ölçmek suretiyle bulunduğumuz yeri belirlersek, aynı şeklide her sistemin de temel maddesi olacaktır. Bulunduğumuz yeri oralara göre belirleyeceğiz. Bir kanunu yaptığımız zaman kanunun bir yeri yaparken diğer bir yeri bozmaması için devamlı olarak o temel hükümlerle karşılaştırmamız

 

Türkiye için İstiklal Savaşı’na başladığımızda Dünya halkları ve Türkiye’deki halk ikiye ayrılmıştı. Bir taraftan Türkiye’yi yıkmak isteyenler vardı. Bunlar kendileri ortaya çıkıp doğrudan Türk  halkları ile mücadele etmemişlerdir. Bunun için bazı projeler yapmışlardır. Bunların başlıcaları şunlardır. Biri, Türkiye üzerinde gözleri olan ülkeleri ve onların halklarından bazılarını kullanarak bu amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. İkincisi, Türkiye'deki halkları bazı konularda heveslendirerek onlardan kandırabildiklerini kullanarak bu emellerini gerçekleştirmek istemişlerdir. Üçüncüsü, Devletin kuruluşunda bazı konularda temel sorunları oluşturmak ve onları sürekli besleyerek halkın ve devletin sürekli huzursuz olmasını sağlamak.  Dördüncüsü de, ülke hakları içinde olup, ülkenin kurulması, kurtulması için çalışan insanları yanlış yönlendirerek içte yanlış programlar, yasalar, anlayışlar üretme ve bu hastalıklı anlayışların gelişmesine destek vermedir. Buna karşı Türkiye’yi bağımsız hale getirmek için çalışan başını müslümanların çektiği halklar vardı. İstiklal savaşı dönemin islam anlayışı projesi üzerinde şekillenmiştir.  Müslümanların ırkı veya mezhebi sorulmamıştı. Yani Müslümanlar Türküyle, Kürdüyle, Sünnisiyle, Alevisiyle bir olmuştu. Türk milletinin bu irsi özelliği sonra da devam etmiş, Türkiye’deki gayri müslimler de iki grup olmuşlardır. Önemli bir kısmı kendilerine yorum yaparak tekrar yanlışlara alet olmamak adına yurt dışına çıkmıştır. Az bir kısmı da  kendilerine yorum yaparak tekrar kullanılmamak adına Türk halklarından olmayı kabul etmiştir. Dışarıda bulunan Müslümanlar, ırklarına, dillerine ve mezheplerine bakılmaksızın eşit haklara sahip vatandaş olarak kabul edilmişlerdir. Mübadele, tehcir gibi savaş dönemi yöntemleriyle Türk halkları oluşmuştur.

 

Türklerin ulus anlayışı, Türkiye’de yaşayan  Müslüman halklar anlayışı temelinde gelişien bütün halkları barındıran bir özellekliktedir. Türk ulusu içinde Kürtleri ayırıp ayrı ulus kabul eden bir oluşum Türkiye Devleti’nin irsi özellikleri içinde yer almaz. Batılılar, ülkemizi parçalamak için sahte “insan hakları” adı altında bazı ülkelerdeki halklarda olduğu gibi Kürtleri ayrı ulus gibi görmek istemektedirler. Bugünkü yapay "kürt meselesi" de bu çalışmaların devamıdır. Kürtlerin haklarını savunma adına kullanılan bu güçler, devletler Lozan’da neredeydiler? Eğer Kürtler azınlık ididyse vs. orada niçin Kürtlerin haklarını savunmadılar?  Bundan dolayıdır ki, ulus, ülke dilinin zedelemeden (resmi dil özelliğini tam koruyarak), yöre dillerini ek halk dilleri konuşma, okuma, yazma v.d (Bucak, İl dilleri) şeklinde ve Türkiye halklarının hatta insanlığın tümünün bu haklardan yararlanması biçiminde konuyu çözmek gerekmektedir.

 

Devlet dediğimiz zaman askeri düzenle sivil düzeni bir arada dengede tutan ve normal hallerde hukuk düzenini çalıştıran bir müessesedir. Hücrelerin ortak bedenleri gibidir. Hücreler beden için, beden de hücreler içindir. Fert devlet için, devlet de fert içindir. Ortak çıkarlar vardır. Birlik varlıkların şartıdır. Katı birlik bireysel, yerel özgürlükleri yokder. Aşırı serbestlik (birliği içermeyen bireysellik) dağılır, yem olur. Birbrini ezmeden, yoketmden birlik ve birliği dağıtmadan yerellik gereklidir. Bu tür ifadeler ne olması gerektiğini çözmekle bereber nasıl olması gerektiğini içözmek gerekir. Bugün "Kürt açılımı" konusunda yapılan hataların başında nasılın çözülmeyişidir. Açılımın adı "Resmi dilimiz ve diller açılımı" şekilnde olmalıydı. Konuyu düşüncesi olan her kesime belli bir usul dahilinde danışma yerine bağıran çağıran kesimlere, rant kesimlerine danışma şekline dönmüştür. Sesi çıkartılana değil bilgisi olana danışılmalıdır. Hatta oluşturulacak yöntemle herkese danışılmalıdır. Yoksa kamyonun üstüne çıkıp kamyonla yiyecek dağıtan, dağıttıran cahiller gibi halkı birbirne ezdirir, kavga çıkartır ve yine güçlülere yedirmiş olursunuz.

 

Hilmi Altın






Sayı: 13 | Tarih: 6.09.2009
Ahmet Hakan
Zorunlu umre arası
1377 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Toplum sözleşmesi
1370 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mümtazer Türköne
Güçlü ordu mu, güçlü Türkiye mi?
1345 Okunma
Arif Ersoy
Yılmaz Özdil
Cem Garipoğlu
1235 Okunma
Leyla Okta
Nazlı Ilıcak
Söz ola kese savaşı
1196 Okunma
Fatma Karuç
Ahmet Altan
Tuhaf Tuhaf Sorular
1178 Okunma
Özer Ataç
Can Ataklı
O ne Ramazan programları öyle?
1167 Okunma
2 Yorum
Mesut Karaaytu
Ruşen Çakır
Kürtler ayrılmak istiyor mu?
1157 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Taşgetiren
PKK'nın katlettiği Kürtler ne olacak?
1133 Okunma
Zübeyir Erol
Hayrettin Karaman
Bu ülke vatandaşlarının tamamı Türk mü?
1126 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
Fasulyeden güvenlik...
1094 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mehmet Şevket Eygi
Bu Yazıyı Fakirlerin Adına Yazdım
1084 Okunma
Emine Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Enerji meselesi ve bor madeni 2
1075 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Mahir Kaynak
Açı­lım ve Açık­la­ma
1073 Okunma
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
Eşeği sırtına almak
1071 Okunma
Ali Bülent Dilek
Fikret Bila
İşin özüne girince
1066 Okunma
Harun Özdemir
Oktay Ekşi
Bile bile lades
1042 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Fehmi Koru
Piramitlerin gölgesinde...
1027 Okunma
Ahmet Kirtekin