Laik olan bir ülkede; seçimle başa gelmiş muhafazakâr bir hükümetin içkiyi yasaklaması, açık seçik giyinenlere para cezası vermesi gibi bazı İslâmî kuralları uygulatması toplumda bir huzursuzluğa, kin ve nefrete sebep olacaksa bu İslâmî kuralları hayata geçirmesi caiz olur mu? İslâmî hükümleri uygulamada nasıl bir yöntem izlenmelidir. Allah razı olsun.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Öncelikle şu mevzuda anlaşmamız gerekmektedir. Gerek içki tüketiminin, gerekse de açık seçik giyinmenin bazı müeyyidelere bağlanması insanlık kurallarındandır. Zira hayvanlar kendi tabii giysileri olan kürkleriyle yaratılmışlarken, insanlar ise giyinmeye muhtaç bir halde yaratılmışlardır. Tarih boyunca en ilkel kabul edilen insan topluluklarında bile insanlar bir şekilde bir şeyleri giysi olarak kullanmışlardır. Hatta denilebilir ki; insan, giyindiği ölçüde insandır. Zira insanlar giyinir, hayvanlar giyinmez. Bugün bile belgesellerde izlediğimiz bazı çıplak-yarı çıplak kabilelerde yaşayan insanların şehirlerde yaşayan insanlardan daha az gelişmiş ve geride olduğu herkes tarafından kabul edilegelen bir hakikattir. Eğer çıplak olmak daha modern ve daha medeni olmanın ölçüsü olsaydı, o zaman bu kabilelerin daha medeni olduğunu söylemek mümkün olabilirdi. Ama hiç kimse bunu iddia edebilecek durumda değildir. Demek ki, giyinmek ve giyinik olmak bizzat insanlık ve medeniyetin en bariz göstergesi olmaktadır.
İçki tüketimi ise, insana zarar veren şeylerdendir. İnsanı insan olmaktan çıkaran, aklını başından alan, insanı rezil-rüsvay duruma düşüren şeytan işi bir pisliktir. İçki ile sarhoş olan kimseler ne yaptıklarını bilmemekte, sarhoşluk içinde kavgalar etmekte, cinayetler işlemekte, direksiyon başına geçerek kazalar yapıp ölümlere sebep vermektedirler. Nasıl ki yine insanın aklını başından alan esrar ve eroin tüketimi yasak ise, içki de aynı şekilde yasak olmalıdır. Hollanda gibi bazı ülkelerde bunların hepsinin serbest olması bu hakikati değiştirmez. Her devirde her konuda yoldan çıkmış kavimler mutlaka var olmuştur. Sahih akıl ve makul bilim ölçülerine göre hareket edilmesi esastır. Bu iki ölçüye göre hususlar değerlendirilmeli ve ona göre kurallar konulmalıdır. Bu hususta doğru olan budur.
Bu izahatlardan sonra, şimdi gelelim İslâmî hükümlerin uygulanması mevzusuna:
Öncelikle, İslâm hem dindir, hem de düzendir. Bir din olan İslâm’ın emir ve hükümleri mü’min olanlar için bağlayıcı ve geçerlidir. Mesela, namaz kılmak, oruç tutmak her mü’mine farz iken, mü’min olmayanlar bunlarla sorumlu değildir. Bir düzen olan İslâm’ın emir ve hükümleri ise herkes için bağlayıcı ve geçerlidir. Mesela, içki içmek, esrar-eroin kullanmak, zina yapmak, hırsızlık yapmak gibi toplumsal düzene tekabül eden meselelerde İslâm’ın koyduğu emir ve yasaklar İslâm toplumunda yaşayan herkesi bağlamaktadır. Mesela Kur’ân’da hadd cezaları vardır, işte bunlar İslâm’ın toplumsal kurallarındandır. Yine bu kurallara kıyasla bazı toplumsal kurallar İslâm devleti tarafından konulabilir, uyulmaması halinde bazı cezalar öngörülebilir. Zira toplumsal düzenin tesisi ve korunması için kurallar şarttır.
Yusuf Sûresi 76. Âyette geçen “fî dînil meliki-hükümdarın dini” ifadesi, hükümdarın düzeni anlamındadır. Hükümdarın düzeni, hükümdarın toplumsal kanun ve nizam düzenidir. Bu âyetteki bu ifadeden din kavramının aynı zamanda düzen anlamına da gelmekte olduğunu anlamaktayız. İşte İslâm da hem din, hem de düzen olmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz mesele budur.
Eğer bir ülkede her manasıyla her alanda İslâm’ın emir ve yasakları uygulanabiliyorsa o ülke tam manasıyla bir İslâm Devleti’dir. Bu devlete karşı gelmek bağydir, cezası çok ağırdır. Böyle bir İslâm Devleti’nin hâkimiyeti altında yaşayan herkesin devletin kurallarına uyma vazifesi ve mecburiyeti vardır. İslâm düzenine uyarak yaşayan herkesin canı, malı, dini ve ırzı devletin koruması altındadır. Böyle bir düzenin korunması mü’minler üzerine farzdır. Bunlar temel prensiplerdendir. İslâm Devleti’nin kurulduğu coğrafyanın ve halkların şahıslarına münhasır olabilecek bazı farklı özellikler ve bunlara bağlı farklı uygulamalar konumuz dışındadır.
Laik olan bir ülkedeki uygulamalarda ise; içkinin yasaklanmasının İslâmî endişelerden dolayı değil, bizzat ilmî veriler ve insanî kaygılarla gerçekleştirildiğinin kabul edilmesi gerekir. Zira buradaki yasaklama, insanın kendi evinde ve kendi halinde içki içmesine değil, içki içilmesi suretiyle toplumsal huzur düzeninin bozulmasına yönelik olmaktadır. Zaten İslâm Düzeni’nde de böyledir. İnsanın kendi evinde ve kendi halinde ne yaptığı kimseyi ilgilendirmemektedir, zira tecessüs yasaktır. Yasak olan içkili bir halde topluma karışmaktır. Aklı başında olmayan kimselerin topluma karışarak toplum düzenini bozmalarına yönelik alınan tedbirlerdendir. Nitekim tarih boyunca dünyada içkiyi yasaklamış veya tüketimini kurallara bağlamış pek çok hukuk düzenleri bulunmaktadır. Meselenin bu yönüyle düşünülmesi gerekmektedir.
Giyinmenin bazı kurallara ve asgari ölçülere bağlanması meselesinde ise; giyinmek insani bir eylemdir demiştik. Dünyanın hiçbir ülkesinde insanlar sokakta çıplak olarak dolaşmamaktadırlar. Her toplumun kendisine has bile olsa bir giyinme kıstası vardır. Bu kıstaslara uymayanlar hakkında birtakım yaptırımlar ve cezalar devletler tarafından koyulabilmekte ve bu husus yadırganmamaktadır. Nihayetinde her toplum birbirinden farklıdır. Meseleyi bu yönüyle değerlendirdiğimizde, bir toplumda giyinik sayılmanın asgari ölçülere bağlanmasının ve bunlara uyulmaması halinde bazı yaptırımlar ve cezalar uygulanmasının akıl, mantık ve ilim ölçülerine uymakta olduğunu anlarız. Yine bunun da insani endişelerle olduğu gerçeğinin altını çizmek isteriz.
Eğer bir ülkede bazı kuralların uygulanması toplumda huzursuzluğa, kin ve nefrete sebep olacaksa, zaten o toplum bunun için hazır değildir demektir. Öncelikle toplumun bu işlere hazırlanması gerekmektedir. Bunun yolu belki eğitim, öğretimdir. Ama bazen toplumun hazır olup olmamasına bakılmaksızın bazı kuralların uygulanması tedbirleri de gerekmektedir. Zira toplumlar bu şekilde şekillendirilebilmektedir. Buradaki temel husus, konulacak kuralların toplumun genelinin kabullerine aykırı olmaması gereğidir. Zaten bir toplumun hukuku da, o toplumun genelinin çoğunlukla kabul edegeldiği kabuller manzumesidir. Hukuk düzeninin topluma çok ters düşmemesi gerekmektedir. Aksi taktirde kamu vicdanı tatmin olmaz, bugünkü gibi kan ağlar, yaralar bağlar. Hukuk, toplum vicdanının aynası olmak zorundadır.
İslâmî hükümleri uygulamada tedrici bir yöntem izlenmelidir. Zira günümüzde hiçbir toplum tam manasıyla İslâmî değildir. Toplumların sahih İslâm’a aykırı pek çok yönleri-kabulleri bulunmaktadır. Eğer meselemiz üzüm yemek yani toplumları sahih İslâm yolunda dönüştürmek ise, işe eğitimden başlamalıyız. Toplum eğitim ve öğretim yoluyla sahih İslâm anlayışına getirilmeye çalışılmalı, bunun yanı sıra toplumsal hukuk düzeni açısından, kanunlarla emir ve yasaklar konulurken de yine tedrici davranılmalıdır. Özellikle de getirilen kuralların akıl, mantık ve ilim ölçülerine göre konulduğunun insanlara izahının yapılması gerekmektedir. İslâm’da sahih akıl, doğru mantık ve makul bilim ölçüsüne uymayan hiçbir kural bulunmamaktadır. Zira hepsinin yaratıcısı Allah’tır. “Rahmân'ın yarattığında hiçbir düzensizlik bulamazsın” (Mülk, 3)