NAHL SÛRESİ TEFSİRİ-16.SURE
Süleyman Karagülle
1156 Okunma
NAHL SÛRESİ-19-25.AYETLER

 

***

 

NAHL SÛRESİ - 5. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1) يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2) خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4) وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6) وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9) هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ (10) يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (11) وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (12) وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ (13) وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (14) وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (15) وَعَلَامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ (16) أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (17) وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ اللَّهَ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (18)

 

***

 

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ (19) وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20) أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21) إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (22) لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ (23) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24) لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (25)

 

***

 

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ (19)

Va elLAvHu YaGLaMu MAv TuSırRUvna Va MAv TuGLıNUvNa

“Allah israr ettiğinizi de i’lan ettiğinizi de ilmetmektedir.”

Allah’ın insanlara nimetlerini saydıktan ve saymakla bitiremeyeceğini anlattıktan sonra, Allah sizin israr ettiğinizi de i’lan ettiğinizi de bilmektedir diyor.

Hitap yine insanlara geçmiş bulunmaktadır; “onların” demiyor, “sizin” diyor. Hitap tüm insanlaradır. Bugün Müslümanların yaptıkları ile karşı tarafın yaptığı hep aynıdır. Yani kurallarla oynamaktadırlar. Aynen onların tipinde devlet düzeni oluşturulmuş; ekseriyet demokrasisi! Aynı basın şantajı düzeni; yalan üzerine oturan her şey!

Bütün bunları Allah bilmektedir, bugünkü insanlığın perişan halini bilmektedir. O böyle olmasına izin vermiştir. Bunun üzerinde siz durup endişeye kapılmayın. Biz gerekeni yaparız. Siz sadece size verdiğimiz görevi yerine getirin.

İnsanlık tarih boyunca Kur’an düzeninin hasretini çekmiştir. Ne var ki o günkü teknoloji yetmediği için hiçbir zaman Kur’an düzenini yaşayamadı. Birinci Kur’an Medeniyeti dünyayı değiştirdi. İnsanlık birden 60 bin senede aldığı mesafenin daha fazlasını binyıl içinde aldı ve bugün Kur’an düzenini yaşayacak seviyeye geldi. Olanların hepsi Allah’ın bilgisi dâhilinde olmuştur, O’nun izniyle oluşmuştur. Bugünkü Sermaye veya siyasilerin sömürüsüne de izin vermektedir. Kur’an düzeni ve medeniyeti gerçek anlamda üçüncü binyıl içinde uygulanmaya başlanacaktır.  

Bugünkü bilgisayar teknolojisini kullanarak üçüncü binyıl uygarlığı her şeyin kayıt altına alındığı bir uygarlık olacaktır. Artık mahkemeler miras taksimi yaparken yıllar süren belgelendirmeleri bekletmeyecekler. Bilgisayarın tuşuna basacaklar ve birkaç saniye sonra vârisleri ve kimlere akraba olduklarını hep göreceklerdir.

Burada “israr” ve “i'lan”dan bahsetmektedir. “A’ren” mahallenin orta yeri, evler arası avlu demektir. “Ra” “Le”ye dönüşmüş ve “i’lan etmek” ortaya çıkarmak ve herkese duyurmak demektir.

Kur’an’da zahir ve batın, gayb ve şehadet, cehr ve hafi ile aleni ve sır kelimeleri kullanılmaktadır. Zahir ve batın bizim beş duyu ile algıladığımız varlıklardır.

Zaman ve mekân, madde ve enerji, hayvan ve nebat çiftleri vardır. Bunlar zahirdir. Bunların da batınları vardır.

Kur’an necvayı yasaklamıştır.

Çağımız ise bir gizlilik dünyasıdır. Dernekler kurarlar, cemiyetler kurarlar, bakanlar kurulu toplanır; hep kapalı kapılar arkasında.

İslâmiyet’te topluluğa ait işlerde hiçbir gizlilik caiz değildir. Her türlü dernek, vakıf, parti, okul, ne ad altında olursa olsun, örgütlenme sonuna kadar serbesttir. Ticari işletmeler de serbesttir. Kâr haddi yoktur. Ancak bunların tamamı açık olmak zorundadır. Köyümde bir söz vardır, “Müslümanın işi aşikâredir”. Kur’an’da bu nedenle Hazreti Peygamber’e eşleri ile olan sırları bile açıklanmıştır.

Burada yasaklama getirilmemiş, “Allah bilmektedir” denmektedir. Bunun sosyal hükmü, devlet haberdar edilmelidir demektir. Yaptıkların muhasebeye geçmelidir. Sır olarak saklanacaklar bile muhasebe kayıtlarında bulunmalıdır. Hassaten Allah’ın nimetleri yazılmalıdır. “Adil Düzen Anayasası”nda herkesin kayıt muhasebesi vardır. Açık olanlar da kapalı olanlar da orada kaydedilir ve kendisine her zaman açıktır. İstediği zaman da bu kayıtları hakemlere ibraz ederek aklanmasını isteyebilir.

İsrar ettiklerinizi de bilir demekle, demek ki israr ettiklerimiz de vardır.

وَاللَّهُ يَعْلَمُ

Va elLAvHu YaGLaMu

“Ve Allah ilmetmektedir”

1- Allah’ın emri gelmiştir.

2- Sebilin kasdı Allah’ın üzerindedir. Onlardan cair olanlar vardır.

3- Allah’ın nimetlerini sayarsanız bitiremezsiniz.

4- Allah gafurdur, rahimdir.

5- Allah israr ettiğinizi de i’lan ettiğiniz de bilir.

6- Allah’ın dununda dua ettikleriniz yaratmazlar.

7- Allah israr ettiklerini de i’lan ettiklerini de bilir denmektedir.

Bu surede şimdiye kadar Allah kelimesi 7 defa geçmiştir: 1) Bunlardan Allah’ın emri gelmiştir. 3) Allah’ın nimetlerini sayarsanız bitiremezsiniz, 5) Allah’ın dununda dua ettikleriniz ayetlerindeki “Allah” lafzı Kâinatın rabbini ifade etmektedir.

Diğer dördü: “2) Kasdın sebili Allah’ın üzerinedir. 5) Allah israr etiğinizi de i’lan ettiğinizi de bilir. Allah israr ettiklerinizi de i’lan ettiklerinizi de bilir” dir. Allah’ın halifesi olan topluluklar bilir, anlamındadır. “Kasdın sebili Allah’adır”da, Allah’ın halifesi olan topluluklar da bilirler şeklinde olmaktadır. Bu şekilde anlamamızda bir engel yoktur.

Burada bizim bu kuralımıza uymayan gafurdur rahimdir ayetini de topluluğun bilmesi gerekir yerinde gelmiş olması ama Allah israr ettiğinizi ayetinden önce gelmesidir.

Oysa bizim kuralımız atlamalı gelmektedir.

Bunu nasıl izah edeceğiz?

Kuralımızın yanlışlığına kani olursak birçok ayetleri çözememiş oluruz. Bu kuralı terk edebilmemiz için bunun dışında bir kural bulmamız gerekecektir. Kâinatın yaratılışında bu kuralı bulmuştur. Allah’ın arşa istiva etmesinden önceki ismi de Allah’tır, arşa istiva ettikten sonraki ismi de Allah’tır. Ne var ki arşa istiva ettikten sonra bir nezaretçidir. Oysa daha önce mutlak halik idi şeklinde yorumladık. Burada topluluğu ikiye ayırma durumundayız. Biri halktır ve onların vekilleri olan meclislerdir. Biri de devlettir, onun görevlileri de müminlerdir, yöneticilerdir. Gafur ve rahim olması meclise aittir. Bunlar kararla yapılacaktır. Hükümetlerin suçluları affetme yetkileri yoktur. Onlara farklı muamele yapıp müellefe faslından vermek de yani bütçe yapmak da yine meclise aittir. Oysa sırların bilinmesi ise yönetime aittir. Bu sebeple Allah lafzı iade edilmiştir.

Burada şu kuralı öğrenmiş oluyoruz. Yorum yaparken kuralımız tıkanırsa yeni kural koyarak onu aşarız ve sonunda bir fıkıh doğar. Eğer o fıkıh sistem olarak çalışıyorsa, bütün yazdıklarımız doğrudur demektir. Çalışmıyorsa, sistemi kuramadık demektir. Arabayı yapar bitirirsiniz, kontağı çevirdiğinizde motor çalışıyorsa başardınız demektir, araba yaptınız. Arabanız daha iyi olabilir veya olmayabilir ama arabayı yaptınız demektir. Fıkıh da böyledir.

“Adil Düzen Anayasamız” bir bucakta uygulandığı zaman, bucak varlığını sürdürüyorsa, başarılı olduk demektir.

Kurduğumuz Akevler Kooperatifi varlığını yarım asırdır sürdürüyor; başardık demektir. Bediüzzaman’ın ekolü, Süleyman Tunahan’ın ekolü devam ediyor; başarılı oldular demektir. Hıristiyanlar, Budistler ve Hindular varlıklarını kaç bin yıldır sürdürüyorlar; başardılar demektir.

Sosyalistlerin ömrü bir yüz yıl bile sürmedi; başaramadılar demektir.

Çokluk önemli değildir ama süreklilik önemlidir. Mikropların ömrü uzun olmaz, canlıyı bitirirler ama kendileri de yok olurlar.

Sebilin kastı Allah’tır.

Cair olanlar hedefe ulaşamayan kasdı olmayanlar demektir.

Demek ki burada kamu sırları bilecek ama halk değil yönetim bilecek demektir. Devletin bilmesi bürokratların bilmesi değildir. Başkan bile bilmeyebilir. Herkesin kaydı tutulan, gelen ve giden belgelerin saklandığı bir Genel Hizmet vardır; evrak genel hizmeti. Bu kişinin kendisine aittir. Ne var ki kamunun arşivinde vardır. Tarih tarih kaydedilir, olaydan sonraki tarihlerde eski tarihi ile kayıt girilemez. Ama bucağın arşivinde vardır. Kendisi her zaman görebilir, istediğine ibraz edebilir. Başkanın görmesine izin vermezse başkan onu bucağından sürebilir. Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş durumlarında başkan ve komutanların yahut hakemlerin kararları ile bu dosya açılabilir, hakemler veya başkanlar görebilir.

مَا تُسِرُّونَ

MAv TuSırRUvNa

“İsrar ettiklerinizi”

Kişilerin özel dosyalarında kayıtlı bulunan bilgilerin bir kısmı gizlidir, yalnız ve yalnız dosya sahibi görebilir. Yahut onun izin verdiği kimseler görebilir. Hakem kararları ile yalnız hakemler görebilir. Yahut başkana gösterebilir.

Buradaki “Mâ” bunlardan bahsetmektedir. “Mâ”nın getirilmesi nedeniyle bunları tesbit etmek dosya sahibine aittir. Bu sırlar sahifelerine konsun der, onlar sır olur.

وَمَا تُعْلِنُونَ (19)

Va MAv TuGLıNUvNa

“Ve ne i’lan ederseniz.”

“Ve” harfi ile atfetmesi ve “Mâ” lafzının iadesi ile anlıyoruz ki sır olanlar ayrı kaydedilecek ve kendilerinden başkası bilmeyecek, aleni olanlar ayrı kaydedilecek, bunlar ise herkese açıktır, isteyen istediği zaman görebilir. “Sonra sizin i’lan ettikleriniz” dendiğine göre birinci kişi bunlar aleni olsun diyebildiği gibi, o bucağın icmaları ile bazı hususların aleni olması istenebilir. Bu gizlensin denemez. Örnek olarak ticari mallar israr edilemez. Ticari mallar topluluğa aittir. Her zaman herkes tarafından ne var ne yok bilinmesi gerekir.

Ayeti yorumlamaya başladığımızda çıkmazda idik.

Ama şimdi çok sevinçliyiz.

Neden?

Daha önce istihsanla elde ettiğimiz ve Genel Hizmetler kitabımızda uzun uzun anlattığımız kurallara kesin deliller bulmuş oluyoruz. Bundan dolayı Allah’a hamd ediyoruz.

Kur’an’la meşgul olan herkes böyle çıkmazları adım adım aşar ve mesut olur.

وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20)

Va elLaÜIyNa YaDGUvNa MiN DUvNı elLaHı LAvYapLuQUvNa ŞaYEan Va Hum YuPLAQUvNa

“Ve Allah’tan başkasına dua ettikleri kimseler bir şey halk edemezler, onlar halk olunmuşlardır.”

Ayetlerde bir onlar bir de siz olarak söz etmektedir. Onlar necmlerle ihtida ederler demişti. Burada onların dua ettiği kimseler diyerek onlardan bahsetmektedir.

Evet, biz varız, bir de onlar vardır.

Biz kimiz, onlar kimlerdir?

Bugün yeryüzü ikiye ayrılmıştır.

Birincisi tanrısız dünyayı savunan kimselerdir. Kapitalistlerin, sosyalistlerin ve karmacıların oluşturduğu, dinsizlerin ve ahlaksızların ittifak ettiği kimselerdir.

İkincisi ise bunlarla cihad yapan inanmış kimselerdir.

Sömürenler ve sömürülenler.

Sömürenler kişiler değil topluluklardır. Sermaye sahipleri ile silah taşıyanlar bir olmuş, yanlarına da korkutarak veya menfaat temin ederek aldıkları kimselerle, diğer tüm insanları sömürmektedirler. “Vellezine”deki “vav” sömürenleri, “Yed’û(v)ne”deki “vav” ise sömürülenleri ifade etmektedir. İkisi de onlar. Muhatap olanlar ise sömürülmeyip Allah’a dua eden kimselerdir.

Bugün doların üreticileri vardır. Yani karşılıksız para üreticileri vardır. “Ellezîne” onlardır. Sonra dolara tanrıdan fazla iman edip onu kazanmak için koşanlar vardır. Onlar da dua edenlerdir. Onlar bir şeyi halk etmemişlerdir. Hattâ onlar halk olunmuşlardır.

Bugün insanlık doların peşinde koşmaktadır, karşılıksız paranın esiri olmaktadır.

Ne yapılmalı da karşılıksız paranın peşinde koşulmamalı?

Kooperatifler kurulmalı. Müminler ve müslimler kooperatifler kurmalı. Bunlar ürettiklerini para ile satmamalı, bunlar ürettiklerini tüccarlara mal ile satmalıdırlar. Tüccarlar mala karşı aldıkları malları piyasaya o ülkenin parası ile satıp pazardan hemen o gün kooperatiflere satacakları malları satmalıdırlar.

Böylece bugünkü karşılıksız paranın iki yanı vardır. Bir gerçek değeri vardır; bu Allah’a aittir, günlük değeri budur. Ama saklarsanız, o zaman onların karşılıksız payları faiz olarak devreye girer ve Allah’a şerik olmuş olurlar. Eğer mala mal alırsanız, Allah’ın halk ettiklerini alırsınız. Mala karşılık karşılıksız para alırsanız, işte onların paralarını almış olursunuz, Allah’tan başkasına dua etmiş olursunuz. Sosyalistlere ve kapitalistlere dua etmiş olursunuz. Çünkü karşılıksız para sosyalist ve kapitalistlerin ittifakı ile çıkmaktadır.

Bir hususta dikkatli olmalıyız. Karşılıksız para sermayenin ve devletlerin saf paraları değildir. İçinde Allah’ın nimetlerini temsil eden kısım vardır. Günlük işlerde o geçerlidir. O halde yapılması gereken doları veya TL’yi yok etmek değil günlük işlerde onu kullanma, ama her türlü borçlanma ve alacaklı olmayı tanzim edilen bono senetleri ile iş yapma olmalıdır.

وَالَّذِينَ

Va elLaÜIyNa

“Ve onlar”

Buradaki “Ve” harfi ihsa edemeyeceğimiz (sayamayacağımız) nimetlerinin sahibi Allah’a izafe edilmektedir. Allah bizlere o kadar çok nimetler vermiştir. O nimetleri içinde Allah’a dua edip O’nun için çalışıp yaşayacağımıza, bugün büyük kısmımız karşılıksız paranın mucidi ve sermayeyi tanrı kabul edip onların peşinde koşmaktadır.

Allah’ı anlattıktan sonra şimdi de bize onları anlatmaktadır.

Onlara ne yapacağımız değil de, Allah’a nasıl dua edeceğimiz anlatılmaktadır.

“Ellezîne” ismi mevsuldür. Bunun bir sıla cümlesi ve bir de buna raci zamiri olması gerekir. Zamir, ondan sonra gelen meful olursa hazf edilir. “Ellezî caeni raculün”, bana gelen bir adamdır dediğimiz zaman, “Ellezî cae hüve raculün” şeklinde ifade olur. “Hüve” hazfedilmiştir. “Ellezî ekremtuhu racülün”de de “Hu” zamiri “Ekrem”in mefulü olduğu için hazfedilebilir, “Ellezî ekremtu raculün” olabilir.

Burada “Yed’ûne”ye her iki zamir takdir edilebilir. “Vellezîne hum yed’ûne”de dua eden kimseler anlamında olabilir yahut “Vellezîne yed’ûnehum” dua ettikleri kimseler olabilir. Yani ister sömüren siyaset ve sermaye olsun, ister sömürülen halk olsun, ikisi de kastedilmiş olabilir; Allah’ın dununda ibadet edenler yahut Allah’ın dununda ibadet edilenler.

يَدْعُونَ

YaDGUvNa

“Dua ederler”

Dua edenler yahut dua edilenler; hattâ “yüd’avne” kıraati de vardır.

“Dua emek” sözle talep etme anlamına geldiği gibi fiilen talep de duadır.

Buğday ektiğiniz zaman dua etmiş olursunuz.

Karşılıksız para için çalışanlar onlara dua etmiş olurlar.

Para için değil de, malları kazanmak, yapılara sahip olmak için çalışanlar ise Allah’a dua etmiş olurlar.

Burada siyasete veya Sermaye’ye inanıp onların gerçek olmayan değerlerinin peşinde koşanlar ifade edilmektedir.

Biz ne için çalışacağız?

Yöneticiler için değil, devlet için çalışacağız. Yöneticilere devletin işlerini yaptıkları için uyacağız. Devletimiz gerçektir. Dolayısıyla yöneticilere itaat etme devlete itaat etmedir.

Ama çalışarak devlete zekât vereceğimize çalışmadan devletten yardım istemek Allah’tan başkasına duadır.

Devletin varlığı halkındır. Yöneticilere yaptıkları hizmet karşılığı vergi verilir.

Bugünkü Batı düzeninde ise devletin varlığı ya yöneticilerinindir ya da Sermaye’nindir. Halkı çalıştırırlar, ücret verirler.

İşte, İslâm devlet anlayışı ile bugünkü devlet anlayışı arasındaki fark budur.

Bu ayet onları kastetmektedir.

Biz çalışacağız; devletimize vergi ve tüccarlara kâr vereceğiz. Bunlar, onların hizmetlerine karşılık verilen paylardır. Ama yeryüzü bizimdir. Bunun içindir ki biz ürettiklerimizi para ile değil, mal mukabili satacağız. Onların karşılıksız parasını değil, Allah’ın gerçek mallarını kullanacağız.

مِنْ دُونِ اللَّهِ

MiN DUvNı elLaHı

“Allah’ın dununda”

İnsanlığın dununda, ülkelerin dununda, illerin dununda, bucakların dununda kimselerden bir şeyler istemek, Allah’ın dununda dua edilen kimselerdir. Bunlar ne Sermaye’nindir, ne de yöneticilerindir; topluluğundur. Topluluğun temsilcisi de halktır. Halk kendisi topluluk adına içtihat yapar ve topluluğun ferdi olarak kendisine düşen görevleri yapar. Nizaları ise hakemler çözerler.

İşte Allah’ın düzeni budur. Gerçek demokrasi budur.

Oysa bugün silah gücü olanlara veya parası olanlara tapılmaktadır.

لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا

LAvYaPLuQUvNa ŞaYEan

“Onlar bir şey halk etmezler”

Evet, onlar bir şey üretmezler.

Ne atom bombası üretim yapar, ne de anonim şirketler üretim yapar.

Üretimi kimler yapar?

Allah’ın yeryüzündeki halifesi insanlar her sefer ayrı ayrı yapar. Birlikte olmanın sonunda üretim olur. Siyaset güvenliği sağlar, üretimde görevi var. Diğer çalışanlar gibi onlar da çalışır ve görevlerini yaparlar. Diğerleri ile eşit yetkilere sahiptirler.

Herkes hakemler karşısında eşittir.

وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20)

Va HumYuPLaQUvNa

“Ve onlar halk olunurlar.”

Aksine, onlar doğrudan üretici olmadıkları için onlar için üretilir. Onlar üretenlerden pay alma durumundadırlar. Üretici halk olmazsa onlar yaşayamazlar ama üretici halk onlar olmasa da yaşarlar. O halde bürokratlar ve tüccarlar hâkim değil mahkûm olmalıdırlar. Masa başında oturan bir bürokrat emretmez. Hizmet hükmetmez, tam tersine emir alır ve hizmet eder. Çünkü halk onlara maaş vermekte, onlar halka maaş vermemektedir.

Marks bu gerçekleri dile getirmiş, ne var ki çözümü ortaya koymamış, Yahudi hükümranlığına zemin bulmaya çalışmıştır. Ben bunu daha önce de söylüyor ve yazıyordum. Şimdi okudum ki Marks’ın Rothschild ailesi ile çok yakınlığı varmış, hattâ mensubu imiş.

أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21)

“Hay olmayan meyyittirler. Ne zaman ba’s olunacaklarının da şuurunda değildirler.”

Burada bahsedilen taş ve ağaçtan oluşan putlar değildir.  Aksi halde ne zaman ba’s olunacaklarından şuursuzdurlar denmezdi. Demek ki ba’s olunacaklar insanlardır. Bunların topluluğudur. Zaten “ellezîne” eşyaya gitmez.

Bundan sonra onların dünya hayatlarından bahsetmektedir. O halde buradaki ölüm ve diriliş biyolojik ölüm veya dirilme değildir. Kendileri bunları yaparken de bilerek şuur altında yapmaktadırlar. Herkes öyle yaptığı için öyle yapmaktadır. Herkes dolara taptığı için yapmaktadırlar. Hiçbir gücü ve değeri olmayan kâğıt paraların esiri olarak hareket ediyorlar.

Hayatta olmayan mevt ne demektir?

Gerçek mevt değil de hayatta olmayan mevt. Baygın olan kimse hayatta olmayan mevttir. Hayattan ayrılma var, bir de meyyit olan var. Bugün tıpta nebati hayat diyorlar. Yani bedeni canlılığını korumakta ama zihni melekeleri ölü durumundadır. Kur’an buna hayatta olmayan meyyit diyor.

Evet, bugünkü insanlık uyuşturulmuş, zavallı bir durumda, neyin peşinde koştuğundan habersizdir. İnsanlar zengin olma veya iktidar olma peşindedirler.

Arkadaşlarımız bakan olmadılar mı? Başbakan olmadılar mı? Devlet başkanı olmadılar mı? Neleri değişti?

Yoksullar milyarlara hükmetmeye başlamadı mı? Neleri değişti? Ömürleri mi arttı? Takvaları mı arttı? Çocuklarının geleceğine mi daha emin bakıyorlar?

Geceleyin yataklarına girip kendi başlarına kaldıkları zaman; iyi bir dünya bırakıyoruz diyebiliyorlar mı?

Bugün Ak Parti memleketi geliştirdiğini ve geliştireceğini ilan ediyor.

Evet, ülke zenginleşiyor, imar ediliyor ama faizli sistemle sonunda bu zenginlikler sömürünün oluyor. Vatandaş uğraşıyor, yarım milyona bir ev alıyor, ömrünü bunun için harcıyor; yalan söylüyor, rüşvet veriyor, hile yapıyor, ev sahibi olup çocuklarına bırakıyor. Sonra torunları borçlanıyor, o ev icra ile bedavaya satılıyor ve Sermaye’nin oluyor.

Demek ki bu muttaki baba kendi torununa değil, Rothschild ailesinin torunlarına ev yapıyor. Ak Parti de Sermaye yarın insanlığı güvenli bir şekilde sömürsün diye çalışıyor.

أَمْوَاتٌ

EaMVATün

“Meyyittirler”

Onlar yani Allah’tan başkasına dua edenler veya edilenler, diri olmayan ölüdürler.

Dirilikten çıkmışlar ama tam ölü hale de gelmemişlerdir. Nebati hayat yaşıyorlar. Yoğun bakıma alınmaları gerekmektedir.

Bugünkü insanlık gerçekten şaşkındır.

İnsanları aç bırakıyor ve hasta ediyorlar, sonra da hastaneler kurup sömürüyor ve öğünüyorlar; bakın, biz şu kadar hastane yaptık diyorlar!

İnsanlara suç işletiyorlar, hırsızlık yaptırıyorlar, sonra mahkemeler kuruyor ve kırk sene bitmeyen davalarla ülkenin imkânlarını heder ediyorlar! Adliye sarayları yaptık diyorlar!

Borçlanarak okullar açıyorlar. Parasız kitaplar dağıtıyorlar. Yaptıkları iş gençleri işsiz, güçsüz, haylaz etmekten ibarettir. Okuttukları şeyler de Sermaye’nin veya beş büyüklerin bizi nasıl sömüreceklerini, onların sömürüsüne nasıl katkıda bulunulacağını öğretiyorlar.

Bunlar gerçekte ölü değildirler ama ölü gibidirler. Çünkü kendileri karar alıp bir iş yapmıyorlar. Geçmişten gelen sömürü düzeni sürüp gitmektedir...

غَيْرُ أَحْيَاءٍ

ĞaYRu EaXYAvEin

“Hay olmayan”

Hay olmayan emvatın özelliğidir. Yani gerçek ölü değil de hay olmayan bir ölü demektir. Siyah olmayan beyaz demektir. Eğer siyahın dışındaki renkleri kastedeceksen siyah olmayan beyaz dersin, o zaman sarı da siyah olmayanların içine girer. Yani gerçek beyaz değil de siyah olma bakımından beyaz. Gerçek ölü değil de hayatta olmama bakımından ölü denmiş olur. Nebati hayatta olan demektir.

وَمَا يَشْعُرُونَ

Va MAv YAŞGuRUvNa

“Ve şuurunda değildirler”

Bundan ne zaman kurtulacakları hususunda da bir ümitleri yoktur. Bunun böyle devam edeceğini sanıyorlar. Kur’an düzeninin geleceği, “Adil Düzen”in geleceği ve artık yoğun bakımdan çıkacakları hususunda bir beklentileri yoktur.

Siz bu seminerleri takip edenler; çevrenizdeki insanları böyle görmüyor musunuz? Çok sevdiğiniz oğlunuz, çok sevdiğiniz torununuz ve diğer sevdikleriniz, ümitsiz bir şekilde Allah’tan başkasına dua etmeye devam etmekteler.

Bu seminerleri okuyacaksınız, Kur’an üzerinde düşüneceksiniz, ondan sonra da Kur’an’ı çevrenizdekilere anlatacaksınız.

İnsanlar maçları seyrederken aldıkları zevki Kur’an’ı yorumlarken almaya başladıkları zaman da ba’s olmuş olurlar.

Biz bir taraftan Ensar gibi müminlere yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapacağız. Diğer taraftan Muhacirler gibi sonra o apartmanda çalışıp yaşayanların yetişmelerini sağlayacağız. Bizim çalışmalarımız bu istikamettedir. Allah’tan başka hiçbir yere dayanmadan hareket ediyoruz. Allah da bizi yetiştirmek için ilerlemeleri yavaş yavaş yapmaktadır. Derslerimizi tamamladığımız zaman diplomamızı verecektir.

أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21)

EayYAvNa YuBGaÇUvNa

“Ne zaman ba’s olunacaklar?”

Demek ki ba’s olunacaklar ama onların haberi yoktur.

On milyar insan bir gün uyanacak ve artık doların peşine koşmayacak, silahtan korkmayacaktır. Çünkü karşılıklı senetler devreye girecek, silahlar da devletin kendi halkına değil de düşmana çevrilme aracı olacaktır. Silahları birbirimizi öldürmek için değil de, birbirimizi yaşatmak için kullanacağız.

PKK sorununu da yüz lojmanlı işyeri apartmanları çözecektir.

Evet, onların haberleri yoktur ama bu ba’s gerçekleşecektir.

إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (22)

EiLAHuKuM EiLAHun VaXıDun Fa elLaZIyNa LAv YuEMıNUvNa Bi eLEAPıRaTı QuLUvBuHuM MuNKiRaTun Va HuM MüSTaKBiRUvNa

“İlâhınız bir olan ilâhtır. Âhirete iman etmeyenler kalbleri münkiredir ve onlar müstekbirdirler.

Surede “biz” ve “onlar” ayrılmıştır. Bizi anlatırken “siz” diye hitap etmekte, karşımızdakileri anlatırken de “onlar” diye söz etmektedir. Bazen onlarla bizi bir arada muhatap alıp “siz” demektedir. Anlatılırken sanki Allah sadece bir ilahımız gibi gelmektedir. Burada bu yanılgıyı düzeltmek için “ilahınız vahid ilahtır”; Obama’nın, Putin’in ilahı da sizin ilahınızdır, Rockefeller, Rothschild’lerin ilahı da sizin ilahınızdır. Her iki takım da aynı Allah tarafından hazırlanmıştır. Oyun iki takım arasında yapılmaktadır. Ama oyunu düzenleyenler ve seyirciler aynı kimselerdir. Allah bir olduğu gibi biz insanlar da biriz. Hangi takımda yer alırsak alalım, o stadyumdayız ve aynı oyunu oynuyoruz. Kâinat tek stadyumdur, iki takımı vardır ve tek tip seyircileri vardır.

Ondan sonra “Fa” harfi getirilmektedir. O stadyumdaki insanlar ikiye ayrılmaktadır. Birileri Allah’ın onları da ben yarattım dediği topluluktur ama ben onları değil bunları tutuyorum demektedir. Benim gayem bu takımı galip getirmektir. Ama galip getirmek için karşı takıma ihtiyaç vardır. Onun için onlar vardırlar. Buradaki “Fa” harfi tafsil fasıdır.

Biz ikiye ayrılıyoruz; inananlar ve inanmayanlar.

Neye inananlar?

Ahirete inananlar ve ahirete inanmayanlar.

Ahirete inanmayanların kalpleri münkirdir. İnanmamayı inkâr etme şeklinde tanımlarız. Kur’an ise inanmamayı küfretme şeklinde tanımlar. Burada ahirete inanmayanların kalpleri münkirdir denmektedir.

İman etmek demek güven altına almak demektir. “Bi” ile gelirse, onunla güven altına almak demek olur. Allah’la melekler, resuller ve kitaplar ile kendini güven altına alırsanız, onlar ile amel etmiş olursunuz. Meclisler Allah’ın halifesidir. Bürokratlar var, askerler var; bunlar meleklerdir. Kitaplar ise yasalardır. Resuller ise başkanlardır. Hükümettir.

Bir de ahiret ile kendini güvene alma vardır. Burada onlardan bahsetmektedir. İnsan öldükten sonra dirileceğine inanırsa bütün amellerini ona göre ayarlar. Artık o mutmaindir. Kur’an’ın dediklerini yapmakta, sonuçları Allah’a bırakmakta, kendisi de ahirete hazırlıklı gitmektedir. Böyle olmayanların beyinleri ise karmakarışıktır. Ne yapacaklarını bilmemektedirler. Belirsizlik içindedirler. Bir de kendilerini tanrı kabul eder, topluluk içinde uyumda olmazlar. Başkalarını korkutmak ve ezmek isterler.

Ahirete iman edenler bilirler ki imam sadece birliği sağlamaktadır. Bir üstünlüğü yoktur. Biz ona uymuyoruz, cemaate uyuyoruz. Ancak cemaatte birliği sağlayan o olmaktadır. “Allahuekber” deyince secde ederiz. Secdeyi imam emrettiği için etmeyiz. Secdeyi Allah emrettiği için ederiz. Allah, imam “Allahuekber” deyince secde etmemizi emretmiş olduğu için secde ederiz. Nitekim vakitleri ezan okunduğu için kılmıyoruz, vakit geldiği için namaz kılıyoruz. Ezan sadece bize vaktin geldiğini bildirir.

“Beyinleri münkirdir.”

“Nukr” belirsiz demektir.

“Örf” de belirlilik demektir.

Bir topluluğun kuralları varsa, halk o kurallarla hareket ediyorsa, o kurallar “örf” olmuş oluyor. Kuralları yok, herkes istediği gibi değişik yerlerde ve zamanlarda değişik şekillerde hareket ediyorsa, buna da “nukr” denir. Kurallar var ama beyinler o kuralları benimsemiyorsa, o kurallara uymuyorsa, o beyinler de münkirdir.

Ahirete inanmayan, ahiret korkusu olmayan, davranışlarını ahiret için ayarlayamayan kimselerin beyinlerinde kurallara uyma diye bir endişe yoktur. Peygamberler insanları ahiret azabına inandırarak yola getirdiler. Diktatörler ise sopa ile halkı yola getirmektedirler, yöneticiler halkı sopa ile yola getirmektedirler ama yöneticileri sopa ile yola getirecek kimse olmadığı için onların kalpleri münkiredir.

Toplulukta kurallar vardır. Güya o kurallara herkes uymak zorunda hisseder. Ama kurallara uymama kuralları gelişir. Kuralların nasıl delineceği üzerinde çalışılır.

KDV kuralı konmuştur. Bu kural Türk ekonomisine uygun olmadığı için tüm ulus onu delmiştir. Fatura istediğiniz zaman KDV’si şu kadar der. Müşteri de satıcı da memnuniyetle KDV’den vazgeçerler. Devlet memurlarına da bakanlık emri vardır; şikâyet olmadıkça KDV kontrolü yapmayın diye! Böylece topluluk kurallara karşı münkiredir.

İnsanlık devlet aşaması öncesi günleri yaşamıyor, insanlık aşaması öncesi örfsüz ve hukuksuz bir düzen içinde yaşıyor.

“Onlar müstekbirdirler.”

Herkes başkasının üstünde olmak için çalışır. Herkes bol dolar elde etmek istiyor. Böylece ondan büyük olacak ve onu ezecek.

Ahirete inananlar; bana kimsenin hakkı geçmesin, ahirete gittiğimde kimse bana davacı olmasın diye çırpınır, gece gündüz bana kimsenin hakkı geçmesin diye düşünür.

Ahirete inanmayanlar ise; benim hakkım kimseye geçmesin diye düşünür, buna çırpınır.

Müslüman ile kâfir arasında kesin ve keskin çizgi vardır. Dinin ne olursa olsun, sen benim hakkıma kimse sahip çıkmasın diye mi düşünüyorsun, yoksa kimsenin hakkı bende kalmasın diye mi düşünüyorsun?

Müminlerin kalbi mutmaindir. Herkesin hakkını teslim ettiği gibi birbirinden ayrılırken de ‘hakkını helal et’ diye talepte bulunurlar. Herkesin vermeye çalıştığı bir düzen ile herkesin köpekler gibi kapıştığı bir düzen.

إِلَهُكُمْ

EiLAHuKuM

“İlahınız”

Buradaki “siz” tüm insanlıktır.

İnsanların kimi sağda kimi solda oynamaktadır ama her iki taraf da Allah’ın yarattıklarıdır. Allah insanlara cüzi irade vermiştir, ister sağ takımda ister sol takımda oynarsınız. Sağ takım devamlıdır, çocukları babalarının takımını yaşatmak isterler, mirasa sahip çıkarlar. Sol takımlar yıkıcı oldukları için çocuklarına bırakacak bir şeyleri olmaz, sonunda helâk olup giderler.

İlahımız tektir. Bu sebepledir ki biz karşımızda olanların yok olmasını değil, bizim takıma geçmelerini isteriz. Siz iktidardan inin de biz geçelim demeyiz. Biz iktidar olmak için uğraşmayız. Biz para kazanmak için çalışmayız. Biz helal lokma yemek için çalışırız. Biz herkesin iyiliğini isteriz. Biz onların kötülük yapmalarına mani olmaya çalışırız, yoksa kötüleri yok etmek diye bir emelimiz yoktur.

إِلَهٌ وَاحِدٌ

EiLAHun VaXıDun

“Tek ilahtır”

Başka bir ilah yoktur. Bizim ilahımız tektir de, başkalarının başka ilahları mı var?

Hayır.

İlahımız tek olduğu gibi biz de tür olarak tekiz, insan seviyesinde başka bir varlık yoktur. Melekler hiç günah işlemeyen çok iyi kimselerdir ama onların iyilikleri genetikten gelmedir. İnsandır ki günah işleyebilir, kötülük yapabilir.

“Adil Düzen Anayasası” düzenlenirken, inanan inanmayan herkese eşit haklar verilmektedir. Yerinden yönetim budur. Bucakların bağımsızlığı budur.

Biz kötülerin kötülük yapmalarına mani olmayız, bize kötülük yapmasınlar deriz, bizim iyilik yapmamızı da engellemesinler deriz.

فَالَّذِينَ

Fa elLaZIyNa

“Bununla beraber, kimseler”

İman etmeyen kimseler burada marife gelmiştir.

Çağımızda inkâr modası alıp yürümüştü. Bundan elli sene evvel bir adam zengin ise o artık namaz kılmazdı, eşi başını örtmezdi. Yoksa işi bozulurdu. Bir devlet görevlisi içki içmek zorunda idi, eşi de başını açmak ve dans etmek zorunda idi.

Sermaye insanların aklını o kadar çok bozmuştu ki, Kenan Evren bile kamu alanında başın örtülemeyeceğine inandırılmıştı.

O günlerden sonra elli seneye yakın zaman geçti. Halen yaşayanlar vardır. Bunların anlattıkları ile filmler yapılmalıdır. Yarım asır içinde nerden nereye geldiğimiz bilinmelidir.

لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ

LAv YuEMıNUvNa Bi eLEAPıRaTı

“Ahiret ile kendilerini emniyete almazlar”

İnsanlar ölmektedir. Kâinat da ölmektedir. Genel olarak insanlar öldükten sonra hayatta kalamayacaklarını, yok olacaklarını sanmaktadırlar.

Oysa:  

1- “Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz” kuralı vardır. Bütün fizik ve kimya bu kanuna dayanmaktadır. Biz ölünce bedenimiz yok olmaz, sadece dağılır, başka canlılara hayat verir. Ruhumuz bizim en büyük parçamızdır. Atomlar yok olmadıkları gibi ruh atomu da yok olmayacaktır. Yoksa var olan yok olmaz ilkesi yanlış olur.

2- Ölüm hayat içindir. Yaşlılar ölür ki gençlere yer açılsın. O halde bizim ölümümüz daha yüksek hayatı yaşamamız için olmalıdır. Sonbaharda ağaçlar yapraklarını dökerler ki ilkbaharda yeni yapraklara yer açılsın. O halde biz ölüyorsak, daha ileri hayat için ölüyoruz.

3- Canlılara verilen duygular gerçek duygulardır. İnsan gerçekten acıktığı için açlık duyar. Kandırmaca duygular yoktur. Tüm insanlar yaşamak istemektedir. Ölüp yok olmayı kimse istememektedir. Bu da dirilmenin hak olduğuna delildir.

4- Asıl delil yirminci yüzyılda bulunmuştur. Dört ve beş boyutlu uzayda geçmiş de gelecek de zaten vardır. Hiçbir şey kaybolmamakta, yeniden var olmamakta, sadece gözden kaybolmakta veya görünmektedir. Öyleyse ölüm demek sadece bir durakta trenden inmek demektir. Ruh bedenden ayrılır. Şoförün kontak kapatmasına benzer. Araba durur. Şoför sonra gelir ve arabayı bıraktığı kilometrede çalıştırmaya başlar. Ruhumuz da öldüğümüzde kontak kapatılacak, bedene sonra dönecek, bıraktığı yerden yaşamaya devam edecektir.

Bunlar “akli deliller”dir.

Bir de “nakli deliller” vardır ki, bütün peygamberler ruhun ölümsüzlüğünü kabul etmişlerdir. Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna dair kesin ilmi deliller mevcuttur.   Kur’an da bunları haber verdiğine göre müsbet ilim ilkeleri içinde ahiret kanıtlanmış bulunmaktadır. Buna rağmen insanlar inanmamakta, bunun için kâfir olmaktadırlar.

قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ

QuLUvBuHuM MuNKiRaTun

“Kalbleri münkiredir”

İnsanda iki kalb vardır. Biri göğüsteki kalbdir. Biri de baştaki kalbdir. Burada baştaki kalbden bahsetmekte yani beyinden bahsetmektedir. Çünkü inkâr eden beyindeki kalbdir.

“Münkiredir” demek, bildiği halde karışıklık içindedir demektir.

Gayesi yaşamaktır. Çocuklarım olsun demektedir ama ne için olduğunu bilmemektedir. Param olsun der ama ne için olduğunu bilmemektedir. İktidarda olayım der ama ne için olduğunu bilmemektedir.

Hayatında yaşamak için varsayımları yoktur. Gayesizdir.

وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (22)

Va HuM MüSTaKBiRUvNa

“Onlar müstekbirdirler.”

“Kibir etmeyi istemek” demek, büyük olmayı istemek demektir.

İnsanlarda dört meleke vardır; fikir, his, irade ve ünsiyet.

Bunlardan doğan dört müessese vardır; ilim, din/ahlak, amel/ekonomi ve siyaset.

İşte tam burada müstekbirler isterler ki, bizim/bizde başkalarından fazlası olsun da onlar bize muhtaç olsunlar, onları emrimize alıp hükmedelim.

Müminler ise bunları edinmek isterler ve bunlarla elde ettiklerini halkın hizmetine sunarlar, karşılığında da ahirette cenneti isterler.

İkisi arasındaki fark budur.

Müminler parayı kazanmazlar, iş yaparlar, işin karşılığında onlara ücret verilir, kira verilir, kâr verilir, zekâttan pay verilir. Katkıları nisbetinde pay alırlar.

Bir de ihtiyaçları nisbetinde insan olmaları hasebiyle insanlar çalışmasalar da pay sahibidirler. Yani herkesin yaşama hakkı fiilen sağlanmıştır. Başkalarına hükmetmek için ne ilme, ne dine, ne servete, ne de makama ihtiyaçları vardır.

لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ (23)

LAv CaRaMa EnNa elLAHa YaGLaMu MAv YuÖırRUvNa Ve MAvYuGlıNUvNa EinNaHUv LAv YuXıbBu elMuSTaKBiRIyNa

“Ceremesiz. Allah onların israr ettiklerini de i’lan ettiklerini de bilmektedir; O müstekbirleri sevmez.”

Bundan iki üç ayet önce Allah sizin i’lan ettiklerinizi de israr ettiklerinizi de bilmektedir demişti. Şimdi başa “La Cerame” kelimesini ekledi. Sizin değil de onların i’lan ve israr ettiklerini bilmektedir deniyor. Ek yapmaktadır.

Allah müstekbirleri sevmez. Bundan önceki ayette ahirete iman etmeyenlerin müstekbir olduğunu söyledi, burada da “O müstekbirleri sevmez” demektedir.

Cürame” hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken işe yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir.

“Darb” insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidir.

“Cürüm” ise insanı parçalayan veya öldüren müessir fiildir.

Biz buna cürüm yoktur yani bir yanlış iş yapılmaz anlamındadır diyoruz. Buradaki bilme Allah’ın halifesi olan topluluğun bilmesidir. Onların israr ve i’lan ettiklerini bilmede bir yanlış yoktur, doğrudur. Burada uluslararası istihbarattan söz edilmektedir.

Genel hizmeti kabul etmeyip İslâm düzenine katılmayan kimselerin bizde özel dosyaları olmayacaktır. Herkes ilişki kurduğu kimselerle olan ilişkilerini muhasebeye bildirmektedir. Dolayısıyla olaylar iki tarafın beyanına göre yazıya dönüşmektedir. İslâm bucaklarında yer almadığı için dosyası tutulmayan kimseler hakkında dosya tutulur. Kendisinin bundan haberi bile olmaz. Dosya savaşta ve yargılamada kullanılır. Yani bizim nüfus idaresinde yalnız Türklerin kayıtları yoktur, Türklerle ilişki kuran herkesin adı vardır. Bunların kayıtları insanlığa bildirilir ve insanlıkta kayıtları tutulur. Müslimlerin kayıtları kendi bucaklarında tutulur. Gerektiğinde tüm insanlık yararlanabilir.

İnsanlıkta iki çeşit topluluk vardır. Biri, İslâmî semtler kurup “Adil Düzen” hizmetini yapan semtlerdir. Bunlar barışçı bir topluluktur. Tüm barışçılar bir milleti temsil ederler. Barışçı olmayanlar da kendi yönetimlerini kendileri kurarlar. Bize dokunmadıkları zaman biz de onlara dokunmayız. Müslimlerin dosyaları bucaklarında tutulur. Müslim olmayanların dosyaları ise insanlıkça tutulur.

Allah ve ahirete inanmayanların kalbleri münkiredir, ayrıca onlar müstekbirdirler.

Bu ayette Allah’ın müstekbirleri sevmediği beyan edilmektedir.

لَا جَرَمَ

LAv CaRaMa

“Cürüm yoktur”

“Cürüm” suç demektir. Kur’an’da suç işleme manasında “cürüm” kelimesi geçmektedir. “Cirmi” kelimesi vardır, büyüklüğü anlamındadır.

Burada “CERAME” kelimesi geçmektedir.

Kur’an’da geçen kelimeleri yorumlayanlar yakıştırdıkları manayı vermişlerdir. Lügatler buna çok dikkat etmiş, kelimenin Arap şairlerinin kullanışına veya o zamanki Kureyşlilerin konuşmalarına göre manalar vermişlerdir. Biz kelimeleri lügat manası varsa benimseriz. Ancak Kur’an’da aynı manada başka kelime geçiyorsa, o zaman ona farklı mana ararız. “İnne, Le” gibi tahkik ve te’kid kelimeleri geçmektedir.

“Cerame”nin özel manası olmalıdır. Bilinmesinde bir zarar, bir sakınca yoktur demektir. Klasik yorumcular “Lâ Cunaha”ya bu manayı vermektedir. Yani “La Cunaha”yı “La Cerame” anlamında kullanmaktadırlar. “La Cuhane”de yapılması istenir. Yani bırakılamaz, arkaya atılamaz demektir. “La Cerame”de ise yapılmasında bir sakınca yoktur.

Aslında birilerinin başkasının gizli dosyasını tutması gayrimeşrudur. Muhbir biri hakkında bir haber getirince, önce haber ihbar edilene ulaştırılır. Dosyasına konur. O da savunmasını dosyasına koyar. Muhbirin dosyasına da bir nüsha konur. İslâm bucaklarında bunu yapmak meşrudur ve zulüm yoktur. İslâm bucaklarında olmayanlar hakkında söylenenler tebliğ edilemeyeceği için onun hakkında istihbarat aslında gayri meşrudur ama zaruretten dolayı istisna edilmiştir.

أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ

EnNa elLAHa YaGLaMu

“Allah ilmetmemesi”

Buradaki “Allah” insanlıktır.

İnsanlık İslâm bucaklarında yaşayan insanların da nüfus kayıtlarını tutar, hakkında verilen bilgileri de dosyalar. Onun bilinmesinde yarar vardır. Müslimlere karşı suç işlemişse, suç o belgelere dayanılarak ispatlanır.

Burada genel hizmet payı alınmadan, ona genel hizmet yapılıyor gibi geliyorsa da, onun hakkındaki bilgileri müslimlerden alıyoruz.

مَا يُسِرُّونَ

MAv YuÖırRUvNa

“İsrar ettiklerini”

İsrar ettiklerini de i’lan ettiklerini de bilir. Yani onlar gizlese de insanlık/insanlar onu istihbar edecekler. Onların da israr ve i’lanları var demektir.

Müslim devletler hakemlerin kararlarını kabul eden devletlerdir.

Hakem kararlarını kabul etmeyen topluluklar ve kişilerle de ilişkilerimiz olacaktır.

Burada bu ilişkilerden birisi zikredilmektedir.

Türkiye, Türkiye’de faaliyet gösteren bütün PKK mensuplarının adlarını tesbit etmelidir. Mümkünse saç parçaları ile DNA’larını tesbit etmelidir. Her biri hakkında dosya tutulmalıdır. Ondan sonra bunları radyo, televizyon ve basın yoluyla karakollara çağırmalıdır. Gelmeyenler hakkında gıyabi kararla öldürme kararı çıkarılmalıdır. İsteyen öldürür ve malını yağma edebilir. Kimse bunu başaramıyorsa, başını getirene ödül konur, kim getirirse ona ödül verilir. Yurt dışında ülkemiz aleyhinde faaliyet gösterenler hakkında da böyle dosyalar tutulur, onların da başı istenebilir.

وَمَا يُعْلِنُونَ

Ve MAvYuGLıNUvNa

“Ve i’lan ettiklerini de”

Alenen faaliyet gösteren PKK’lıların yaptıklarını dosyalamalı ve haklarında bilgi sahibi olmalıyız. Bunlardan gelip teslim olanlar asla hapse atılmamalıdır. Muhakeme edilip mahkûm olduktan sonra cezası verilmelidir. Yurt dışına gider/kaçar diye bir gerekçe kabul edilemez. Suç tasni’i diye bir gerekçe kabul edilemez. Kimseye suç işleyecek diye ceza verilemez, bir yaptırıma tabi tutulamaz.

إِنَّهُ لَا يُحِبُّ

EinNaHu LAv YuXıbBu

“O muhabbet etmez”

“Muhabbet etmemek” demek, ilgilenmemek demektir.

Allah ilgilenmiyor demek, yok oluyorsun demektir.

Burada “Allah” kelimesi izhar edilmemiş, izmar edilmiştir.

Devlet istihbaratı hassaten istikbar üzerinde yoğunlaşır. Her yerde kabadayılar çıkar ve halkı ezerler. Hattâ bunlar örgütlenerek tüm insanlığı yönetmeye başlarlar. Bunları istihbar etmesi ve devletin bu kabadayılardan mahalleyi kurtarması gerekir. Bunun tek yaptırımı tehcirdir. Oranın mazlum halkı isterse bunları tehcir edebilir. Halkın isteyip istemediği hususu soruşturmacılar tarafından tesbit edilir veya oranın yöneticisi ilgilenir.

الْمُسْتَكْبِرِينَ (23)

elMuSTaKBiRIyNa

“Müstekbirler.”

“Müstekbirleri sevmez” denmiş, harfi tarif ile getirilmiştir. Zamir gönderilmektedir. Ahirete inanmayan müstekbirler ile buradaki müstekbirler ayrı topluluklardır. Bunun için izhar edilmiştir.

İstikbar topluluğun mafyasıdır. Değişik güçleri kullanarak halka zulüm yaparlar.

Demek ki Kur’an’da mafya teşkilatına “müstekbirler” denmektedir. Yani değişik güçleri kullanarak halkı emrine almaya çalışan gruptur.

Bunlara karşı kullanılacak en iyi silah istihbarattır.

Hukuk yönetiminde gizli istihbarat yoktur, askeri istihbarat vardır diyordum. Mütereddit idim, delilsiz söylüyordum. Burada ise bu istihsan tansıs edildi yani delillendirildi.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24)

VaEiÜAv QıYLa LaHuM MavÜAv EaNÜaLa RabBuKuM QAvLUv ESAvOıYRu elEavVaLIyNa

“Ve onlara ‘Rabbinizin bu inzal ettiği nedir’ dendiği zaman, ‘evvelkilerin ustureleridir’ derler.”

Sermaye ve onunla beraber hareket eden siyaset, yirminci yüzyılda tüm dinleri yok etmek için savaşa girişti. Zafer elde edeceğini sandı. Ama dünyanın her yerinde derin direnişlerle karşılaştı.

Hıristiyanlık, Budizm ve Hindu dinleri direnmediler, Sermaye’nin kandırmacasına bir çözüm üretmediler.

Kur’an ehli ise direnmekle kalmadı, asrın sorunlarını Kur’an’a göre çözmeye başladı. “Adil Düzen” bu amaçla ortaya çıktı. Millî Görüşçüler siyasi, Nur cemaati dini, Anadolu holdingleri ekonomik çalışmalar yaptı, Akevler de “Adil Düzen”i ortaya koydu.

İnsanlığa pratik ve teorik Kur’an’î çözümler sunulmaktadır. Gorbaçov’un inkılâbından sonra ateizm sona erdi ve bugün bütün dinler yeniden canlanmaktadırlar. İslâmiyet “Adil Düzen”i ile dünyada yeniden faaliyettedir. Papalık büyük hamleler içindedir. Budizm ve Hinduizm de yeni yeni uyanma durumundadır.

Sermaye’ye ve siyasilere, ‘işte size Kur’an’ın günümüz sorunlarını çözümü’ dendiğinde, ‘bunlar eskilerin masallarıdır’ derler. Kur’an için hâlâ 1400 sene önce ortaya konmuş kitap diyorlar. Aslı kaybolmuş diyorlar.

Yeryüzünde Kur’an’ın dayandığı belgeler kadar sağlam belgelere sahip başka bir kitap olmadığı gibi, yeryüzünde Hazreti Muhammed kadar hayatı bilinen bir kişi de mevcut değildir. Önce Kur’an’ın kendisi Dünyada milyarları bulan nüshaları ile ortada bulunmaktadır ve aralarında bir ayrılık yoktur.

- Yazısı ile korunmuştur.

- Kıraati ile korunmuştur.

- Dili ile korunmuştur.

- Yorum kuralları ile korunmuştur.

Bunlar için ilimler oluşturulmuş, cilt cilt kitaplar yazılmış, medreseler kurulmuş, ilmî araştırmalar yapılmış ve hâlen de yapılmaktadır.

Sermaye, doların aşkı ile Kur’an’ı da diğer kitaplar seviyesine indirmek için birtakım saldırılarda bulunmaktadır. Kur’an ilim kitabı değildir. Kur’an tarihte zamanla oluşmuştur. Kur’an burada onların bunları söyleyeceklerini haber vermiştir. Söylemeseler, Kur’an yanlış söylemiş olurdu.

Bugün yeryüzünde müsbet ilim gelişmiştir. Bu ilimlerin doğru ilim olduğu sanayide elde ettiği sonuçlar ile bellidir. Bu metodu Batılılar Kur’an’dan öğrendiler.

Hazreti İbrahim tarafından tedvin edilen ve Yunanistan’daki Aristo mantığı yerine Kur’an’ın öğretileriyle; Ebu Hanife tarafından uygulanan ve Şafii tarafından ilmi yapılan kıyas ilmi ve ictihad müessesesi ile insanlık Ay’a gidebilmekte çok uzaklarda olanlarla onlar yanında imiş gibi konuşabilmektedir.

Kur’an’ın ortaya koyduğu ve tüm dünyanın benimsediği müsbet ilim metodu ile onların söylemesi onlara kalmaktadır. Onlar “esatıru’l-evvelîn” deseler de, insanlık Kur’an’a kulak vermeye başlamıştır; yakında tüm insanlık onun nurundan yararlanacaktır.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ

Va EiÜAv QIyLa LaHuM

“Onlara denildiğinde”

Evet, bugünkü insanlığa, Kur’an adına, onun mütercimi olarak diyoruz ki:

Sizi bugünkü uygarlığa ulaştıran Tanrı, Kur’an’da soruyor. Bakınız, “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” ortaya konmuştur, çağımızın sorunlarınızı çözmektedir.

Nedir bunlar?

-Kanun sistemi yerine içtihat sistemi,

-Hâkimlik sistemi yerine hakemlik sistemi,

-Faizli sistem yerine faizsiz kredileşme sistemi,

-Tahakküm yerine hizmet sistemi.

Bunlar çok açık ve net olarak çağımızın sorunlarını çözmüştür.

Onlar ise İslâmiyet’i uydurma hadis safsatalarına, hikâyelerine çevirmektedirler. İslâmiyet’i ‘sübhanellah, sübhanellah’ kelimelerini tekrardan ibaret olarak ortaya koyuyorlar. İnançlardan biri diyorlar, batıl olanlar ile Hak olanları eşit hale getiriyorlar.

Bizim görevimiz, Kur’an’ın çağımız sorunlarını nasıl çözdüğünü ortaya koymak ve bunları insanlığa ulaştırmaktır. Bu da Bin Dil Üniversitesi ile mümkün olacaktır.

مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ

MavÜAv EuNÜiLa RabBuKuM

“Rabbinizin bu inzal ettiği nedir?”

“Adil Düzen” nedir?

Kastedilen inzal Kur’an’ın metni değil, onun manasıdır.

Allah üçüncü binyılın başında Kur’an’ın yeni manalarını inzal etmiştir.

Türkiye’de Bediüzzaman, Mısır’da Seyyid Kutup, Pakistan’da Mevdudi yetişmiş ve insanları uyarmıştır. Sonunda Akevler kurulmuş, Millî Görüş oluşmuş, Nur cemaati oluşmuş, dünyaya Kur’an düzenini ulaştırmışlardır. Şimdi de “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” ortaya konmuştur. Akevler’de bunun küçük çapta uygulanması hazırlığı yapılmaktadır.

قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24)

QAvLUv ESAvOıyRu elEavVaLIyNa

“Esatıyru’l-evveliyne diye kavl ettiler.”

“Satır” eti parçalamak için kullandığımız küçük baltamsı araçtır.

Başlangıçta insanlar bunu taşlardan ürettiler. Yazı icat edildiğinde, sahifelerdeki satırlara da satır demişlerdir. Çünkü ilk gelişmiş yazı tuğla üzerinde yani üretilmiş taş üzerinde yazılmıştır.

Kur’an’da olanlar Tevrat’ta vardır.

Tevrat’ta olanlar Mezopotamya tabletlerinde vardır.

Eskiden inkâr ediyorlardı.

Şimdi inkâr edemiyorlar ama ‘onların uydurdukları şeyler’ diyorlar.

Evet, Kuran kökü mazide olan bir kitaptır.

لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (25)

Li YaXMiLUv EaVZaRaHuM KAvMiLaTan YaVMa elQıYAvMaTi Va MiN EaVZARı elLaZIyNa YuWılLUvNaHuM Bi ĞaYRi GıLMin ELAv SAvEA MAv YaZıRUvNa

“Kıyamet gününde kendi vizrlerini kamilen ilim dışı idlal ettiklerinin vizrlerini de haml etsinler diye böyle dediler. Vizr etikleri ne kötüdür.”

Sure bu dünyada olanları anlattıktan sonra, bunun ahiret tarafına da yönelmekte ve orasını da beyan etmektedir.

Bugünkü Türkiye’de eğitime ordudan daha fazla tahsisat ayrılmaktadır.

Ne okutulmaktadır?

Kur’an’ın esatiru’l-evvelîn olduğu okutulmaktadır! Laiklik dinsizlik kabul edilmektedir! Kur’an da bir kitap değil mi? Tevrat da bir kitap değil mi? Bunlar neden okullarda tedris edilmez?

Üniversitelerin temel kitapları ilahi kitaplar olmalıdır. İnsanlık bunlara inanmakta, bunlar sayesinde bu uygarlıklar oluşmuş bulunmaktadır.

Evet, bunlar bu dünyada mağlup olacaklar ama ahirette de cehennem nârında haşr olacaklardır.

لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ

Li YaXMiLUv EaVZaRaHuM

“Kendi vizrlerini hamletsinler diye”

“Vizr” yük demektir.

Ahirete gelindiği zaman herkes dünyada yaptıklarını sırtına yüklenmiş olarak gelecektir. Teker teker her adımın hesabını verecektir. Kimse kimsenin yükünü taşıyamayacak, kimse kimseye şefaat edemeyecektir.

كَامِلَةً

KAvMiLaTan

“Kâmileten / tamamen”

Yani bunların yaptıklarının cezasını bunlar çekeceklerdir.

Bizim uyarılarımız olmazsa; bilmiyorduk, dolayısıyla öyle yaptık demelerinde mazeretleri olacaktır. Ama biz onlara Kur’an’ı ulaştırdıktan sonra ve ilmen Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ispat ettikten sonra, yine de devam ederlerse, mazeretleri kalmaz.

Bunun için Allah bize “Bin Dil Üniversitesi”ni kurmamızı emretmektedir.

يَوْمَ الْقِيَامَةِ

YaVMa elQıYAvMaTi

“Kıyamet yevminde”

Kıyamet kalkma demektir.

Kâinatın hidrojen yakıtı azalmaktadır. Bir gün gelecek yeryüzü artık işe yaramaz hale dönüşecek, insanlar da yaşayamaz hal alacaklardır. O gün gelmeden evvel yıldızlar kara delikte birleşmiş olacaklardır.

Sıkışan kitle yeniden patlayacak, yeni bir dünya başlayacak ve insanlar yeniden dirileceklerdir. Dördüncü boyutta gerisin geriye dönülecek, o gün tüm insanlar birlikte ayağa kalkacaklar, merkadlardan çıkıp yürümeye başlayacaklardır.

Buna “Kıyamet Günü” denmektedir. Bunun oluşu bugün ilmen çok kolay izah edilmekte, Kur’an da haber vermektedir.

وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ

Va MiN EaVZAaRı elLaZIyNa YuWılLUvNaHuM

“Ve idlal ettiklerinin evzarından da”

Evet, herkes kendi yaptıklarından sorumlu olacak ama gelecek nesillere kötü örnek oldukları için de sorumlu olacaklardır. İdlal ettikleri kimselerin günahlarından da sorumlu olacaklardır. Kendi yaptıklarının tamamından ama idlal ettiklerinin bir kısmından sorumlu olacaklardır. Onun için burada “Min” gelmiştir.

Burada “Men Yudillûnehum” denmemiş, “Ellezîne Yudillûnehum” denmiştir.

Bugünkü Sermaye’nin gelecekte de kötülüğü devam edecektir. Kur’an nuru yeryüzünü aydınlatacaktır. Ama Sermaye’nin ve siyasetin direnişi bitmeyecektir. Üçüncü binyıl uygarlığı onlarla cihad etmekle geçecektir.

بِغَيْرِ عِلْمٍ

Bi ĞaYRi GıLMın

“İlimsiz”

Bilerek yaptıkları gelecek neslin kendisine aittir ama bilmeden yaptıklarından ataları sorumlu olacaklardır. Çünkü onlar kötü örnek oldular.

Demek ki biz gelecekten sorumluyuz.

Bugünkü bozulan ahlaka karşı gereğini yapmazsak biz sorumluyuz.

Bir an evvel projelendirdiklerimizi yaparak oraya hicret edenlerle “Kur’an Düzeni” hayatını yaşamaya başlamalıyız. Yoksa sorumlu olacağız.

أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (25)

ELAv SAvEA MAv YaZıRUVNa

“Vezrettikleri saet etmiştir.”

Başta haml etmeden bahsetmiş;

Burada ise vezr emekten söz etmektedir. Nekre olarak gelmektedir.

Kur’an’a esatiru’l-evvelîn deyip zamanı geçmiş hikâye kitabı olarak görenler, elbette bunun cezasını çekeceklerdir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 



© 2024 - Akevler