NAHL SÛRESİ TEFSİRİ-16.SURE
Süleyman Karagülle
1359 Okunma
NAHL SÛRESİ-1-4.AYETLER

***

 

NAHL SÛRESİ - 1. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1) يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2) خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4)

 

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1)

EaTAy EaMRu elLAvHı FaLAv TaSTaGCiLUvHu SuBXaNaHu Va TaGALAv GanMAv YuŞRiKUvNa

“Allah’ın emri ityan etmiştir. Onu isti’cal etmeyin. O, işrak ettiklerinden taal etmiştir ve sübhandır.”

Kur’an surelerinin

(1+(4*2+4*3+(1+1+1+1)+3+4*7+10+32+16))=1+((65-1)+32+16)=7*19=114-2=112 şeklinde olduğu “seb’an mine’l-mesani”de zikredilmişti.

Ayrıca Kur’an 600 sahifedir. Her sahife 15 satırdır. Her sahifenin sonunda ayetler tamamlanmaktadır. Bir ayet ikinci sahifeye geçmemektedir.

Ayrıca Allah kelimeleri bir sahifede satırların aynı hizalarında yer almaktadır. 10 yaprak bir cüz olmakta olup toplam 30 cüzdür. Senede bir defa veya Ramazan ayında bir cüz okunarak ayda hatmedilmektedir. Bunun için her namazda 4 sahife okunursa, günde bir cüz okunmuş olur. Seneye bölersek, günde bir yaprak okunursa, Kur’an senede tamamlanmış olur.

Bunun dışında Kur’an surelere ayrılır, sureler de ayn harfleriyle öşür denen gruplara ayrılır. Bunlar konulara göre bölünmüş olur.

4*3’lü surelerin ilk altı süresi ELR ile başlar. Dördüncü surenin ELR’sı ELMR şeklinde yapılarak 6 sure iki gruba ayrılmıştır. Ondan sonra üç sure harfle başlamayan surelerdir. Ondan sonra tekrar harfli süreler gelir.

Bu sure harfsiz başlayan sürelerin ilki yani bu grubun 7’inci suresidir.

Süre 14 aynla 15 gruba ayrılmıştır. Ayrıca 7 yarım sahifeye ayrılmıştır. 7*15+7=112 satır etmektedir.

Bu ayette 10 kelime vardır. “Amma”yı bir sayarsak 9 kelime yani 3*3 kelime vardır. Üçü fiildir. Üçü “Allah, Teala ve Sübhanehu” kelimeleri iştikak kuralları dışındadırlar, üçü veya dördü harftir.

Harfleri sayacak olursak,

((2E+1C)+3H+3G+(X+C+Y))+(3U+3M)+(V+F+Av)+(5L+R)+(Ay+2Av)+3A=10*3+3=30+3=33

“Allah, Sübhan, Teala”daki “A”lar harekeden dönüştüğü için harflerden dönüşen “A”lardan farklı olduğu gibi çoğu kez harf sayılmaz.

İşte, Kur’an’ın her ayeti böyle mucizedir, kendisinin ilahi söz olduğunu ispat eder.

Bunların rastlantı olma ihtimalini hesaplamak için Arapçada 29 harf vardır, harekeden dönüşen “A”ları da yarı harf sayacak olursak 30 harf olur. Bir torbada eşit olarak 30 çeşit vardır. Çekiyorsunuz, hep üçer çıkıyor varsayarsanız …

“Allah’ın emri gelmiştir” denmektedir.

Burada “Allah” marife olduğu gibi “emir” de marifedir. Bilinen Allah’ın bilinen emri denmektedir. Emir nekre olsaydı “emrün lillah” olurdu.

O halde bu bilinen emir nedir?

“Emir” iş demektir, bir de buyruk demektir. Allah’ın bu dünyadaki topluluklara olan azabından bahsederken “Allah’ın emri” kelimesi kullanılmaktadır. Bugün bizim için Allah’ın emri “ADİL DÜZEN”in gelmesini engelleyenlerin engellerine son verilmesidir. KUR’AN DÜZENİ gelecektir. Buna karşı çıkanlar da helak olacaklardır. “Allah’ın emri” budur.

Bilhassa çağımızı işaret etmesi hususu bundan sonra gelecek İsra Suresi’nde belirtilmektedir. İsrail oğullarının en güçlü olacağı çağı bildirmektedir. O gün bu gündür. Başka bir yönüyle de Kur’an ancak bugünkü uygarlıkta uygulanabilir. Allah’ın nuru üçüncü binyılda tamamlanmış olacaktır. Dolayısıyla marife olan gün bugündür, çağımızdaki oluştur.

“Allah’ın emri geldi” dendiği halde, “acele etmeyin” deniyor. Demek ki vakit henüz gelmemiş. Burada mazi sigası sadece geçmişi ifade etmesi için kullanılmaz, aynı zamanda olayın kaderde tesbit olduğunu ve geri çevrilemeyeceğini ifade eder. Türkçede de “bu iş bitmiştir, sen öldün” gibi geçmiş sigası gelecek için kullanılır.

“Icl” genç danadır, bir yerde durmaz, durmadan hareket eder. Çocuklar da böyledir. Hemen olsunu istemek isticaldir. İstifal babından gelince başkasından acele edilmesini isteme anlamı taşır. Yani biz Allah’tan emrin acele edilmesini istememeliyiz.

Buradaki en büyük ihtar, sermayenin bir an önce gitmesini istememeliyiz. “ADİL DÜZEN” gelecekse Sermaye gitsin demeyeceğiz. Faizsiz kredileşmeyi getirmeden faizli kuruluşları kaldırmak yanlıştır. Erbakan’ın başarısızlığı buradan gelmektedir; faizsiz kredileşmeyi sağlamadan faize karşı cephe aldı, havuz sistemi bu sebeple çok hatalı idi.

Burada “Subhan” kelimesi “Taala”ya atfedilmiştir. Âli oldu, yüce oldu, üst oldu demektir. “Subhan”ın anlamı, kimseye ihtiyacı yoktur demektir. Allah’ın kendi varlığını sürdürmek ve istediğini yapması için kimseye ihtiyacı yoktur. Nitekim hiçbir şey yokken O vardı ve O kâinatı var etti. Ne melekler vardı, ne ruhlar vardı, ne zaman vardı, ne de mekân vardı; sadece kendisi vardı.

Ne isterse onu yapar. Allah vacibulvücuddur. Sonradan var edilmediği gibi kendisinde bir değişme de olmaz. Allah muriddir, istediğini yapar, kâinatı istediği şekilde kurar.

Biz üçüncü derece denklemleri çözebiliyoruz. Bilgisayarımız da rakamlı denklemlerini çözmekte ama belli bir zaman sürmektedir. Bilgisayarlarımız sınırlı olduğu için çözdüğümüz denklemler de sınırlıdır. Allah sonsuz bilinmeyenli denklemleri hiç zamana ihtiyacı olmadan çözebilmektedir. Nerden biliyoruz? Kâinattaki çözülmüş problemlerden biliyoruz. Yalnız çözmekle kalmaz, aniden uygulamaya geçebilir. Bu sübhandır.

Allah kâinatı insan, cin, melek ve ruhlar için var etti. Onlar onu kullanmaktadırlar. Kullanırken birbirlerine muhtaç olacak şekilde yarattı. Onlar birbirlerinin işlerini görsünler diye değişik kabiliyette yarattı. Yoksa O’nun onlara ihtiyacı yoktur. Bu sebepledir ki hiçbir kişi başkasına hükmedemez, onu emri altına alamaz. Doğa kanunları ve şeriat hükümleri içinde birbirleri ile ilişkileri vardır. Çocuğa süt veren annesi değildir. Allah onu öyle yarattığı, ona o görevi verdiği için süt vermektedir. O halde süt veren Allah’tır.

“İşrak/şirk ettikleri şeyler” deniyor.

Bugün bunlar nelerdir?

İnsanlar yöneticileri, patronları, şeyhleri ve kâşifleri tanrı yapıyorlar. Şirk koşuyorlar. Karşılıksız para şirk olduğu gibi, emek dışı elde edilen değerler de şirktir.

Bir kimsenin 5 kilo patatesi olsa, 2 kilosunu verse, burada kendi malı eksilmiştir. Allah’ın kendisinde olan emaneti iade etmiştir, Allah’tan yani topluluktan alacaklı olmuştur. Buna karşılık bir belge almıştır. Bu belge paradır. Ama bilgi verirken, kendisinde bir şey eksilmemiştir. Dolayısıyla hiçbir alacağı yoktur. Çalışmasına karşılık çalıştığı saatlerin ücretini istihkak eder ama verdiği ilimden dolayı bir fark isteyemez.

DEVLET, güvenliği sağlamak için vardır, halka hükmetmek için değil. Devlet sadece hakem kararlarını uygulayabilir. SERMAYE de mübadele yapmak için vardır, halka hükmetmek için yoktur, halkı sömürmek için var değildir.

أَتَى

EaTAy

“İtyan etti”

“Ciet etmek” çok taraftan gelmektir.

“İtyan” ise tek taraftan tek kanalla gelmektir.

Bir kimse yaşlanıp zamanını doldurduğu zaman eceli gelmiş olur. O beklenmediği bir zamanda, daha doğal ömrünü doldurmadan ölürse, o zaman ityan etmiş olur.

Bugün gerçekleri görmek gerekir. Yöneticiler sömürüyü din ve ilim adamlarından almışlardır. Herkes sömürmüş.

İşte, “ADİL DÜZEN”, KUR’AN DÜZENİ bu sömürüye son veren düzendir. İlmi yok ederek değil, sermayeyi yok ederek değil, yönetimi/siyaseti yok ederek değil, dini yok ederek değil; herkesin görevini, yetkisini, sorumluluğunu ve haklarını tesbit ederek, birlikte uzlaşma ve dayanışma içinde gelişme ve uygarlaşmayı sağlayarak yapacaktır.

Evet, Marks (Marx) da Kur’an düzenini benimsemiş ama bunu yıkarak yapacağı iddiasında olmuştur.

Kur’an ise önce yapmayı önerir, sonra yıkmaya gerek kalmadan kötülüklerin kendiliğinden gideceğini ileri sürer.

İyi bir şeyi Marks istedi diye o kötü olmaz. Marks Kur’an’dan aldıklarını kötüye kullandı, böylece Kur’an’ı kötü etmek istedi ama Allah’ı yenemedi.

أَمْرُ اللَّهِ

EaMRu elLAvHı

“Allah’ın emri”

“Allah’ın emri” demek ALLAH’IN DÜZENİ demektir, Kur’an’ın şeriatı demektir.

Bu şeriatın gelmesini önlemek isteyenlerin yenileceklerini ifade etmektedir; hem de yavaş yavaş değil, birden gidecekler.

Nasıl mı?

Dolar battığı zaman kendileri de batacak ve gideceklerdir.

Sermaye şimdi dolarını batırmak için bankaları ABD’nin Nevada eyaletinde toplamaktadır. Onunla altın alacak. Böylece altın kıymetlenecek, dolar düşecek. Son senelerde halk doları alsın diye altının değerini dolara karşı düşük tutuyor. Sonra altın karşılığı doları çıkarıp selamete ereceğini sanıyor.

Oysa insanlar artık uyanmaktadır. Herkes altın karşılığı para çıkaracaktır. Şart değil, mal karşılığı da para çıkarabilir ve Sermaye’nin doları sıfırlanır ama altını da olsa altın parayı çıkarmaz. Çünkü ülkelerin “toprak paraları” olacak, onun olmayacak. İllerin “demir paraları” olacak, onun olmayacak. Bucakların “buğday paraları” olacak, onun olmayacak.

فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ

FaLAv TaSTaGCiLUvHu

“Onu isti’cal etmeyin.”

Sermayenin sömürüsü ve tahakkümü ne zaman bitecektir?

Bir semt kooperatifi kurulmuş olacak ve önce bu kooperatif ahşap evler üretecek...

1-         a) 4*4 metrekarelik odalar üretecek... 16 metrekarelik odalar... 32 metrekarelik odalar… Ve 96 metrekarelik ahşap evler...

b) Seralar üretecek, böylece besin sorununu çözmek için hazırlık yapacak…

c) İşyeri hangarları yapacak…

d) Mala-mal marketleri inşa edecek…

e) Yüz lojmanlı apartmanların kalıplarını yapacak...

2-         a) Yüz lojmanlı apartmanlar yapılacak ve semtler oraya taşınacak…

b) Yüz villalık dinlenme evleri siteleri kurulacak…

c) Semtler arası taşıma yapacak bir ulaştırma ortaklığı kurulacak ve takas yapan semtler arası taşımacılık yapacak...

d) Tarım ve sanayi semtleri içinde ve semtler arası değişmelerde semt bonolarını işler hâle getirecek...

İşte böyle semtler oluşup yüz evlik semtler içinde “Adil Düzen”e göre çalışmalar başlayınca, Sermaye sömürüsü ve tahakkümü, siyasi sömürü ve tahakkümü sona erecek...

Semtler kendi lojmanlı işyeri apartmanlarında tam özgür olacaklar ve istedikleri rejimi uygulayabileceklerdir.

İşte bu sebepledir ki o düzeni oluşturmadan önce insanlığın Sermaye’ye ihtiyacı vardır. Sovyetler, İran ve Türkiye denemeleri bu sebeple başarılı olamamışlardır.

Hiç unutmayalım ki, biz Sermaye’yi ortadan kaldırmayacak, sermayeyi Yahudilerin elinden almayacağız. Yahudi Sermayesi ticaretle makro ekonomisini yine elinde tutacak, artık değerlerle ilimde ve sanayide başarılı çalışmalar yapmaya devam edecektir. Biz Sermaye’yi yıkmak değil, ömrünü uzatmak istiyoruz. Bu haberler Kur’an’ın haberleridir.

سُبْحَانَهُ

SuBXaNa elLAvHı

“O’nun sübhanına”

Fiili hazfedilmiş mastarı mutlaktır, sebeha, sübhanehu. Sübhanı sebh etti.

“Sübhan”, aynen “Rahman” gibi sıfatı müşebbehe olabildiği gibi masdar da olabilir. Kendisinin kimsenin işine muhtaç olmadığıdır. O yaratıcıdır. Yaratıcılık O’nun tagayyür etmez vasfıdır. Ama neyi yaratması hususu sadece kendi iradesi ile belirlenmiş olmaktadır.

Burada insan aklının zorlandığı bir yer vardır.

Allah’ın yaratıcılık vasfı durmaz. O halde yarattığı varlıklara yaratıcı olma bakımından muhtaçtır demiştik. İşte, bu muhtaç şeklinde değil de, sübhan şeklinde ifade edilmiştir. Yaratırken kimseye muhtaç olmadığı gibi, kimse O’na sen şunu yarat diyemez. Çünkü yaratmada öyle kimse yoktur, istediğini yaratır. Buna işaret etmek için; sonra sizin yerinize başkalarını getirir, onlar sizin gibi olmazlar diyor.

وَتَعَالَى

Va TaGALAv

“Ve taali etmiştir”

“Rıfat” yüksekliktir. Yukarılara çıkma urc etmedir, bir şeyi yukarı çıkarmak arş etmektir. “Uluv” ise üste gelmedir. Her şeyin üstündedir demektir. Yani kimseden emir almaz, o herkese emreder. Hâkim olan odur.

Eğer dün siyaset, bugün sermaye hükmediyorsa, bu da yine Allah’ın takdiri sebebiyledir. Günü gelince de görevleri biter.

Görevlerinin bitmesi için sizin “Adil Düzen”i kurmuş olmanız gerekir. Onlara ihtiyaç kalmamalıdır. Sizin göreviniz sermayenin veya siyasetin kovanlarına çomak sokmak değildir, asri arıcılığı tesis etmektir.

عَمَّا يُشْرِكُونَ (1)

GanMAv YuŞRiKUvNa

“Şirk ettiklerinden”

“Alâ mâ yüşrikûn” demiyor da, “Ammâ yüşrikûn” deniyor.

“Alâ”da ast yine yerinde kalır.

“Ammâ”da ast-üst ilişkisi de ortadan kalkar.

İki yüzbaşıdan biri diğeri ile aynı rütbededir. Biri kurmay olunca diğerinin üstüne çıkar. Ama onun astlığı devam eder. Ama eğer üste çıkıp astın birliği dağıtılacak olursa yani astlığında kalmazsa, o zaman “An” kelimesini kullanırız.

“An”ın özelliği ayrıldığı yerde çukur bırakmadır.

يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2)

YuNazZiLu elMaLAEiKaTa BielRUvXı MinEMRiHİy GaLAy MaN YaŞAvEu MiN GiBADiHi EaN ENZiRuUv EanNAHu LAv EiLAHa EilLAv EaNa FatTaQUvNi

“Melekleri emrinden ruh ile ibadinden meşiet ettiği üzerine, inzar edin benden başka ilah yoktur, bana ittika edin diye tenzil eder.”

Allah tenzil edecektir. Bahsedilen emrin ityan etmesini anlatmaktadır. Yani emir gelmiştir. Siz isti’cal etmeyin demekte, bu arada atıf harfi getirilmeden bu işi nasıl yapacağını bildirmektedir. Melekleri ruh ile tenzil edecektir, burada emri üzere demektedir.

Allah’ın emri gelmiştir. İşte o emirden dolayı inzal etmektedir.

“Emri” kelimesi zamirle tekrar edilmiştir. “Emrihi” deyince yukarıdaki Allah’a işaret etmektedir yani O’nun emri.

Burada emrin tekrarı Arapça kurallardandır. Terkipte eğer muzaf tekrar edilecekse zamir gelmez, kelime iade edilir. Bundan dolayıdır ki buradaki emir yukarıda bahsedilen emirdir. Sermayenin çöküşü emirdir. Biz Arapça kurallarına göre mana vermekteyiz.

Burada ruh “Ve” ile atfedilmemiş, “Bi” ile getirilmiştir. Yani ruhu melek getirmiştir yahut ruh sebebiyle inzal etmiştir. Bu manayı verdiğimizde meleklerle Allah arasında ruhlar aracı olurlar. “Bi”ye musahabe manasını verdiğimizde, melekler ile insan arasında ruh aracı olur. Biz burada ruhu içtihat olarak anlıyoruz, ilham diye anlıyoruz. Melekler gelirler ve insanlara içtihatta yardımcı olmak suretiyle vahyederler.

“Emri ile” denmiyor, “min emrihi” deniyor. “Min” “Bi” manasına gelir. Emrini yani işleri gördürmek amacıyla melekleri inzal etmektedir. İstediği kimseler denmektedir. Burada “Men”in çoğul anlamında olduğu bundan sonraki ifadede “En Enzirû” denmesinden anlıyoruz. Yani bir kişiye değil kişilere inzal etmektedir. Buradan da anlıyoruz ki buradaki emir Kur’an nazil olduğu zamanki bir emir değil, ikinci Kur’an medeniyetinin kurulması sırasındaki emirdir. Peygambersiz bir uygarlığın oluşacağı bir emirdir. Bugün gelmekte olan “Adil Düzen”in, ikinci Kur’an uygarlığının emridir.

İstediğine veya isteyene anlamında olabilir. Peygamberi Allah seçer. Ama âlimleri ve müçtehitleri Allah talip olanlar arasından seçer. Burası çok önemlidir.

Peygamberler ile ilim adamları arasındaki en büyük fark budur. Hazreti Musa için “Ben seni kendim için ürettim” diyor. Yani Hazreti Musa veya Hazreti Muhammed talip olmamışlar, Allah onları O’nun için var etmiştir.

Bugün de elbette yine görevi Allah verir ama talip olanlar içinde en çok başarılı çalışma yapanlara verir. Bunu biz böyle anladığımız için biz Allah ve âhirete inanıp cennet için çalışan her müminin görevli olduğuna inanırız. Birinci Akevler uygulamasında bu görevlileri gözlerimizle gördük. Bugün de birlikte çalışan arkadaşlarımızdan her birinin bir görevi vardır ve görevini yapmaktadır. Bu görevleri biz vermiyoruz, kendileri alıyorlar…

İki Ahmet’e, Ahmet Uzun ve Ahmet Kırtekin’e görev vermek istedim; kabul etmediler. Demek ki benim görev verme yetkim yok!

Adil Düzen Çalışanlarından her biri meleklerin getirdiği ruhun ilhamı ile görev alırlar...

Reşat Erol, 1980 müdahalesi sonrası, ben istemediğim halde Arabistan’a gitti...

Cengiz Demirci de, ben istemediğim halde Türkmenistan’a gitti...

Demek ki meleklerin getirdiği ruh onlara o görevi verdi...

“İbadihi” kelimesini çoğul olarak kullanıyor. Çünkü artık bir peygamber, bir resul yoktur. Halk terk etmeye başlayınca Allah onu aralarından alır.

İlk İzmir’e gittiğim zaman (1960’lı yılların başlangıcı. RNE), 30 Nurcu beni ziyaret etti. Bir yerde Bediüzzaman’dan bahsetmiştim; bir mühendis bahsetmiş diye geldiler. Aralarında Ahmet Feyzi Kul da vardı. Bana Bediüzzaman’ın mehdi olup olmadığını sordu; mehdidir dedim. Mehdidir dedi ve son mehdi olduğunu açıkladı. Ben de reddettim. Şiddetli bir şekilde kızdı. Birkaç ay bana yüz vermedi. Sonra konferanslarımı duyunca yakın dost olduk. Aydın ilindeki bağımsız adaylığımda (1969) Mustafa Bayman, Ahmet Feyzi Kul, Atıf Hoca benim temel dayanaklarım olmuşlardır.

Demek ki birini tek mehdi kabul etmek; Erdoğan demek, Fethullah demek, Erbakan demek, Kotku demek yanlıştır. Bunların görevli olmadığını söylemek de yanlıştır. Allah ibadinden/kullarından istediği kimselere istediği görevi verir.

Adil Düzen Çalışanı her kardeşimize de O görev vermiştir.

Demek ki bizim görevimiz var, ayrı ayrı değil, birlikte inzar etme görevimiz var.

Bu görevimizi nasıl yapacağız?

İşte, Akevler bu görevi yapmak için siyasi parti kurmak istedi, Erbakan ile çalıştı ve Erbakan bunu hakkı ile başardı. Dünyaya tebliği ulaştırdı. Allah ona o görevi vermiştir. Şimdi onun yerini Erdoğan almıştır. Dağ gibi sarayda oturması hep Allah’ın işidir. Şunu herkes bilsin ki Erdoğan’a da başka görev vermiştir. Dünyaya İslâmiyet’i götürmüştür. Bu görevlere karşı çıkmak bu ayetlere muhalefettir. Biz kimse hakkında bir karar vermeyiz. Yargı mahkûm edebilir. Allah onlardan hesaplarını sorar.

Allah’tan başka ilah yoktur. Sermaye ilah değildir. Atom bombası ilah değildir. Teknoloji ilah değildir. Füzeler ilah değildir. Yapmamız gereken sadece O’nun şeriatına girip korunmamızdır.

“İttika” kelimesi “vikaye”den gelen kelimedir. Türkçede vikaye etti, vikayesine girdi denir.  “Vika” oda, kulübe, sandık gibi katı çeperli korunma yerleridir. “Via” ise torba, çuval, elbise gibi yumuşak cidarlı doldurma ve taşıma araçlarıdır.

“İttika” iftial babındandır. Kendi kendini koruma anlamındadır. İnsanlar diğer canlılardan farklı olarak özgür yaşayacak şekilde yaratılmışlardır. Herkesin kişiliği var, kişiler kendilerini korurlar. Ancak anlaşarak topluluk oluştururlar.

“Bana ittika edin” denmektedir.

Allah yeryüzünü yaratmış ve insanlığın emrine vermiştir. Onu kendisine halife kılmıştır. Kendi haklarını ve vecibelerini kısmen insanlığa devretmiştir.

O halde biz Allah’la olan ilişkilerimizi insanlık aracılığı ile yapmaktayız...

İnsanlık devletlerle...

Devletler illerle…

İller bucaklarla…

Ve bucaklar ocaklarla ve kişilerle irtibat kurarlar...

Kişi âlemlerin rabbi olan Allah’la, insanlıkla, devletiyle, iliyle, bucağı ile ve ocağı ile doğrudan irtibat halindedir. Kendisi onlar adına içtihat yapar. O da onların halifesidir. Sonra içtihadına göre amel ederek görevini yerine getirir.

“İttika”nın manası budur.

يُنَزِّلُ

YuNazZiLu

“Tenzil eder”

“Allah’ın emri geldi” diyor. Sonra da “inzal etti” demiyor, “tenzil ediyor” diyor. Hem muzari sigasını kullandı hem de tefil babını kullandı. Yani Kur’an geçmişi değil geleceği anlatmaktadır. Allah Kur’an’dan sonra da melekleri inzal edecektir. Kur’an’dan sonra melekler insana secde ediyorlar yani onların işlerini görüyorlar.

İnsanlığın Hazreti Âdem’den kıyamete kadar çizilmiş uygarlaşma planı vardır. O sürüp gitmektedir. Melekler de görevli olarak insanlığın bu uygarlığında görev almaktadırlar. Meleklerin inzalinden bahsedilmektedir.

Önce Kâinatı iyi kavramış olmak gerekir. Biz üç boyutlu uzayda yaşıyoruz. Beynimiz de üç boyutu algılamaktadır. Dört boyutlu uzayda yol alıyoruz ve üç boyutlu uzayda hareket ortaya çıkıyor. Yani her an uzayımız değişiyor, ama gelecek uzay yeniden var olmuyor, geçmiş de yok olmuyor, sadece biz yerleri değiştiriyoruz. İradeli hareketimiz var. Yani demiryolu üzerinde yürüyen tren gibi değiliz, denizde yol alan gemi gibiyiz. İstediğimiz yolu/güzergâhı seçebiliyoruz. Bu da beş boyutlu uzayı ifade eder. Bunları bizzat yaşıyoruz. Zamanı durduramıyoruz ama değişik zamanı yaşıyoruz. Bir de bizim görmediğimiz bir mekân vardır. Bunu matematikten biliyoruz. Biz buna “batıni uzay” diyoruz. O da beş boyutludur. Batılılar “imajiner uzay” diyorlar. Türk kitaplarında “sanal uzay” olarak geçmektedir. Melekler ve ruhlar sanal uzayda, cinler ve insanlar ise zahir uzayda yaşamaktadırlar. Dalgaları öbür uzaydadır.

“Tenzil etmek” ne demektir? Batın uzaydan zahir uzaya geçmedir. Biz batın uzaya geçemiyoruz ama onlar zahir uzaya geçebiliyor, beynimize girip elektrikî devreleri değiştirebiliyor, biz de o değişikliğe göre hareket ediyoruz.

الْمَلَائِكَةَ

elMaLAEiKaTa

“Melekleri”

Allah meleklere baştan emretmiştir. İnsanların hizmetçileri olacaktır. Onlar bize hizmet etmiyorlar, Allah emrettiği için Allah’ın emrini yerine getiriyorlar ve dereceleri yüceliyor. Şeytanın görevi ise genel dengede muhalefettir, kötülük yapmak isteyenlere yardımcı olmaktır. Böylece insanlığın uygarlaşmasında denge kurulmuştur. 

İlmî araştırmalar bu dengenin varlığını çok açık bir şekilde göstermektedir. Canlılar arasında besin dengesi vardır. Otlar çoğaldığı zaman kuzular güçlenir, kurtlar zayıflar. Otlar azaldığı zaman kuzular zayıflar, kurtlar çoğalır, çünkü kurtlar zayıflamış kuzuları kolay yakalar. Böylece otlaklar ile kurt ve kuzular arasında üçlü denge vardır. Tüm canlılar için bu denge kurulmuştur. Bu sayede canlılık bir canlıdır. İnsanlar da o canlının birer organıdır. Bu dengenin sağlanması için meleklere görev verilmiştir, dengenin bozulmasını önlerler.

بِالرُّوحِ

BieLRUvXı

“Ruh ile”

Buradaki “Ba” harfi iki manada olabilir.

Biri sebep “Ba”sı olur ki, melekler ruhun emrinde, onun görev vermesi ile harekete geçerler demektir. Bu takdirde ruhlar Allah’a meleklerden daha yakın olurlar.

“Ba”nın ikinci manası ise taaddi görevidir. Melekler ruhu getirirler.

İnsanın da ruhu vardır. Maddede olmayan bu ruh beyinle dört şekilde ilişki kurmaktadır. Bilinç başlıca ilişkidir. O da kişinin kendisini, varlığını bilmesidir. Bunu zaman içinde bilmektedir. Rüyasız uykuda veya ölü olduğu zaman, baygın hâlinde bilmektedir. Bazen şok geçiren insanlar bilinçlerini kaybederler. Uyurgezerlerde de durum böyledir.

İşte o zaman insanın bedenini melekler yönetmektedirler. Rüyayı gösteren de meleklerdir. Melekler uykuda bedenin bakımını yaparlar. Sonra da rüyada kontrol amacıyla bir senaryo seyrettirirler.

Fröyd (Freud) bu tahlilleri yaparak melekleri keşfetmiş ama küfürde ısrar etmiştir.

Bu takdirde ruh insanla melekler arasında olur. İnsan beyni doğrudan meleklerle ilişki kuramadığı için ruh insanla melekler arasında tercümanlık yapar. Başka bir ifade ile insan bilgisayarını yalnız insan ruhu kullanmaktadır. Şifresi vardır. İnsan ruhundan başkası bu bilgisayara girememektedir. Ancak uykuda iken meleklerle beraber görevli ruhlar da insan beynini ziyaret etmektedirler. Nasıl ortak kullanımda olan bilgisayarda biri kullanırken diğeri kullanamıyorsa, onun gibi, uyanıkken insan beynini insanın ruhu kullanmakta, uykuda iken ise görevli ruhlar kullanmaktadırlar. Cin çarpması da budur. Şifreyi kırıp insan beynine cin ruhunun girmesidir. Hastanın sayıklaması bu olduğu gibi, yaşlının bunaması da budur.

Yirminci yüzyıla kadar bu mekanizmalar bilinmiyordu.

Bugün bunlar bilgisayar tekniği ile çok kolay bilinmektedir.

Demek ki iyi psikolog olabilmek için iyi bilgisayar programcısı olmak gerekir. Onun için Hazreti İdris Peygamberden kalma tahtada ders anlatma ile bugünkü öğrenme ihtiyacı giderilemez. Birkaç yıllık okulla bugünkü eğitim yetmemektedir. Beşikten mezara günde beş defa ders alarak (namaz vakitleri) ancak yaşama imkânı vardır.

مِنْ أَمْرِهِ

MiN EMRiHİy

“Emrinden”

“El-berdu Mine’ş-şitai” dediğiniz zaman, soğuk kıştan dolayıdır demiş olursunuz. “Bi” derseniz, kış sizi soğutmuş olur. “Min” derseniz, kışla beraber sizi soğutan başka sebep vardır demektir. Yani emri melekler indirmiyor, emir sebebiyle melekler iniyor. Allah’tan gelen emri yerine getirmek için melekler iniyor.

Sermaye’nin ve siyasetin işini bitirmek için, bürokrasinin sömürüsünü kaldırmak için melekler geliyor. “Adil Düzen”in, Kur’an düzeninin gelmesi için melekler geliyor. Ruh ile geliyor. Vahiy ile geliyor.

Bir taraftan Kur’an düzenine çalışanların beyinlerine girerek onların içtihatlarında isabet etmesini sağlayacaklar. Diğer taraftan ikinci Kur’an medeniyetinin gelmesini önlemek isteyenlerin beyinlerini tahrip ederek felç olmalarını sağlayacaklar.

عَلَى مَنْ يَشَاءُ

GaLAy MaN YaŞAvEu

“Meşieti olan kimseler”

Buradaki “yeşau”nun faili Allah olabildiği gibi “Men” de olabilir. Yani Allah kime isterse ona tenzil eder yahut isteyen kimseye tenzil eder.

Biz bu iki manayı telfik ediyor ve şöyle sonuca varıyoruz.

İçtihat yapmak isteyenlerden Allah’ın ehliyetlerine göre görevlendirdiği kimseler yani Adil Düzen Çalışanları derece derecedir.

Önce “Adil Düzen” için çalışmaya karar vermiş olacaklar. Onların içinde ümmiler olacak, sailler olacak, zakirler olacak, fakihler olacak ve rasihler olacaktır.

İşte bu mertebeler kişilerin isteğine bağlı değildir.

Bu mertebeler Allah’ın takdirine bağlıdır. Göreve talip olana ve en çok ehil olana verilir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki bir kimsenin rasih olması ahiretteki makamı bakımından hiçbir şey ifade etmez. Muttaki olan bir kapıcı, allameyi cihandan önce cennete gidebilir. Bu görev dünyadaki görevdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması için en çok Mustafa Kemal’in etkisi olmuştur. Ama bu onun Çanakkale’de şehitten önce cennete gideceği anlamına gelmez. Dünyadaki görev ehliyet ile ahiretteki derece ittika iledir.

مِنْ عِبَادِهِ

MiN GiBADiHIy

“İbadından”

Herkese değil, belli ibadına.

“İbad” burada da marifedir. Herkese vermiyor. İbadından yani Kur’an düzenine iman etmiş olan kimselerden istediği kimselere görevi tebliğ etmek için melekleri ruh ile içtihat ilmi ve melekesi ile gönderir.

Burada çok önemli bir husus açıklanmış oluyor. Ruh demek içtihat yapan melek demektir. Yani Tanrı gibi, cüzi de olsa irade sahibi varlık demektir.

Kur’an ruh değildir; Kur’an’ın beyanı ruhtur, fıkıh ruhtur.

“İbad” burada çoğul gelmiş ve “Min” ile tebiz edilmiştir. Yani kullardan belli kimseleri demektir. Kur’an’dan sonra artık tek bir peygamber gelip tebliğ yapmayacaktır. Her dönemde âlimler gelecek ve o âlimlerden ehil olanlara Allah bu görevi verecektir.

Çoğu müminler Mehdi bekler ve ona peygamberlere verilmeyen mertebeler yüklerler. Oysa artık insanlığı hidayete götürecek bir kişi yoktur. Bir cemaat vardır. Bunu Bediüzzaman çok açık olarak söylemiştir; ‘artık şahsı maneviye dönemidir’ diyor. Yani teşkilat dönemidir.

Biz size bunu öneriyoruz.

Semt kooperatifleri kurunuz. İlmi, ahlâkî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları kurunuz. Evet, partiniz olsun ama iktidara ortak olmak için değil, mescidi dırar olarak değil, kendi kooperatiflerini topluluk içinde iyi bir birim hâline getirmek için. Bir kooperatif büyümeyecek, hücreler gibi çoğalacak. Ayrı ayrı kooperatifler olacak. Paralelleşmeyecek.

أَنْ أَنْذِرُوا

EaN ENZiRuUv

“İnzar ediniz”

“Liyünzirû” denmiyor, “En Enzirû” deniyor.

Melekler ve ruhlar münzir değil mürseldir. Onlar Allah’ın sözlerini getirirler. Onlar kendileri göreve katılmazlar. Yani içtihatta yardımcı olurlar ama içtihat doğrudan insanlara aittir ve tebliğ de insanlara aittir. Görevli olan melekler değildir. Görevli olan biziz. Bize verilen görev sadece bizim uygulamamız değildir, tüm insanlığı uyarmaktır.

Biz Akevler’i kurarken kendi hayatımızı Akevler içinde düzenliyor, başkalarının işlerine karışmak istemiyorduk. Ama tebliğ görevimiz vardı, inzar görevimiz vardı. Bunun için o gün etkin faaliyetlerde bulunan Süleyman Tunahan ve Risale-i Nur cemaatlerini destekledik. Onların desteklemesi ile kooperatifi kurduk, onların desteklemesi ile partiyi kurduk. Bunlardan Millî Görüşçüler siyaseti, Risaleciler dini dünyaya ulaştırdılar ve enzirû emrini yerine getirdiler. Allah onlardan razı olsun.

Biz ilmî çalışmalar yaptık. Bugün www.akevler.org sitesi oluşmuştur. Basılı olan, basılı olmayan kitaplar ortaya çıkmıştır. “Adil Düzen” üzerinde sayılarını bilemeyeceğimiz kadar çok sayıda eserler neşrolunmuştur. Yeni atılım projesi hazırlanmaktadır. Uygulama zamanına çok yaklaşılmıştır.

İnsanlığa yalnız anlatarak değil, örnek üretimler, örnek işletmeler göstererek anlatacak duruma gelmişizdir. Kur’an seminerleri yapılacak. Bizim seminerleri takip etme şartı yoktur. Kur’an seminerleri yapanlar Kur’an düzeni için çalışanlardır. Yeni uygarlığı bunlar kuracaklardır. Her seminer cemaatinin internet siteleri olacaktır. Bunlar birbirlerine link vereceklerdir. Katılan herkes kendi sitesinde diğer cemaatin internet sitesinin linkini verecektir. Biz Kur’an seminerleri yapıyoruz diyenler bu listeye katılacaklardır. Sadece hakemler kararı ile ihraç edilebileceklerdir.

أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا

EnNaHUv LAv EiLAHa EilLAv EaNa

“Benden başka ilah yoktur diye”

Burada “illâAllah” dememiş, “illâ Ene” demiştir.

Yani Allah insanlara melekler aracılığı ile hitap etmiyor, doğrudan kendisi hatiptir. Benden başka aracı kabul etmeyin demektir. Bu sebepledir ki herkes kendi içtihadı ile amel edecektir. Sorumlu olan da kendisidir. Bu dünyada hakemlerden oluşmuş yargıya karşı sorumludur. Asıl hesabı âhirette Allah’a verecektir.

Kişi kendi içtihadıyla amel etmekle sorumludur ve yargıya karşı sorumludur.

Ocakları da kendi icmaları ile sorumludur ve yargıya karşı sorumludur.

Bucaklar da kendi meclislerinin kararlarından sorumludur ve yargıya karşı sorumludur.

İller kendi kararları ile yetkilidir ve yargıya karşı sorumludur.

Ülkeler kendi kararları ile yetkili, görevli ve yargıya karşı sorumludurlar.

“ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nda bu hususlar yer almıştır. Sünnete ve fıkha dayanarak istihsan edilmiştir. Burada da deliller ortaya çıkmıştır.

Bu yorum “ADİL DÜZEN ANAYASASI”nın uygun yerine eklenmelidir.

فَاتَّقُونِ (2)

FatTaQUvNi

“Bana ittika edin.”

Askeri düzende itaat esastır. Kurallar sonra gelir. Sivil düzende ise kurallara uyma esastır. Herkes kendisi içtihat yapar ve ona göre hareket eder. Sorumlu olan da kendisidir. Bu sebepledir ki “ittika edin” veya “ittika et” dendiği yerde insanlara içtihat ve icmalarda istihsan yetkisini veriyor demektir. Karar verme yetkisi kendilerine aittir demektir. Yani insanlar Allah’a ittika edecekler, içtihat ve icmada kararları kendi istihsanları ile vereceklerdir. Başkalarını taklit etmeyeceklerdir. Bu kurallar müçtehitler tarafından konmuştur.

Bizim yaptığımız Sünnete dayalı fıkıhlara göre ortaya konan hükümlere Kur’an’da deliller bulmaktan ibarettir. Biz Ehli Sünnet’in yolundan asla sapmıyoruz. Biz Şiileri de Ehli Sünnet’ten yani icmadan sayıyoruz.

Kuralımızı açık olarak tekrar edelim. Kur’an bir yerde “ittika edin” diyorsa, orada karar verme yetkisini, takdir etme yetkisini onlara vermiş oluyor demektir.

Biz bu kuralı Kur’an’ın bütün yorumlarında kullanıyoruz. Allah burada açıkça “Bana ittika edin” demekle bunu ifade etmiş oluyor. Aracıların hiçbir sorumluluğu ve yetkileri yoktur. Ekonomide asıl olan üretici ile tüketici pazarlık yapmalıdır. Aracılar ise komisyoncu gibi buluşturmakla görevlidirler.

Sosyal olaylar ile ekonomik olaylar nasıl da birbirine benzemektedir.

İlâhi nizam budur.

خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3)

PaLaQa elSaMAvVAvTı Va eLEaRWa Bil XaqQı TaGALAv GamMAv YuŞRıKUvNa

“Semavat ve arzı hak ile halk etti. Onların işrak ettiklerinden taaldır.”

Bundan önce “subhanehu vetealâ ammâ yüşrikûne” geçmişti.

Burada da sadece “tealâ ammâ yüşrikûne” geçmektedir.

Birinci ve üçüncü ayetlerde tekrar edilmiştir. Araf’ta “tealâ ammâ yüşrikûn”, Tevbe’de “sübhanehu ammâ ta’melûn”, Yunus’ta “sübhanehu ammâ ta’melûn” şeklinde geçmektedir. Burada da Yunus’taki gibi geçtikten sonra, şimdi “tealâ ammâ yüşrikûn” olarak geçmekte, Allah’ın işrak ettiklerinden taal olduğu ve sübhan olduğu ifade edilmektedir.

 Tealdır, çünkü işrak ettikleri Allah’ın nezdinde keenlemyekündür. Onlar sadece müşriklerin beyinlerinde uydurdukları, gerçekle alakası olmayan şeylerdir veya kimselerdir.

Sübhandır, çünkü O’nun kimseye herhangi ihtiyacı yoktur. Sadece yarattığı şuurlu varlıklara imkân sağlasın diye onları var etmiştir. Muhatabı insan, melek, cin ve ruhlardır.

Semavat ve arzı hak ile halk etti.

Bir roman yazarı da beyninde kurgular kurar, kahramanları ortaya çıkarır, sayfalar yapar. Ama bunların dışarıda bir karşılığı yoktur. Kişinin beyninde, kitapların satırlarında veya sinemaların perdelerinde veya radyoların hoparlöründe vardır.

Altın ve gümüş paradır, karşılığı insanların emrine verilmiş olan mamul maddelerdir.

Oysa karşılıksız paralar vardır ama onların dışarıda bir karşılığı yoktur. Doğrudan karşılıksız para iş yapmaz. Allah’ın parasının içine girer, ona ortak olur, böylece biz onu da para imiş gibi biz kullanırız!

Bir başkana cemaat itaat eder. Başkan orada semboldür. Hedeftir. Askerlikte ‘dereye doğru marş marş’ denir. Derenin bir kıymeti olduğu için değil, hareket edenlerin birlik sağlaması için hedef dere olmuştur.

Yöneticiler de böyledir. Halk onlara itaat ettiği için birlik sağlanmıştır. Mustafa Kemal Türk milletini var etmedi, Türk milleti Mustafa Kemal’i çıkardı. O halde İstiklâl Savaşı’nı kazanan Mustafa Kemal değil, Türk milletidir. O olmasaydı, başka biri onun yerine o görevi yapacaktı. Bununla beraber görevi Allah ona vermiştir, topluluk ona itaat etmiştir.

Semavat ve arz bizim üç boyutlu uzayımızdadır. Üç boyutlu uzayımız bundan 13,7 milyar yıl önce doğmuştur ve çeşitli evreler geçirerek bugünkü duruma gelmiştir. DNA’ları melekler dizerek canlıyı oluşturdular. Ama DNA’ların yapı taşları ise melekler tarafından değil, meleklerden önce Allah tarafından var edilmiştir.

Yirminci yüzyılda bilgisayarı bulduk. Şimdi ben onunla yazıyorum. Evet, bilgisayarları insan bulmuştur ama aslında mevcut olanı bulmuştur. Bilgisayardan önce bütün hayvanlar hem de çok ileri programları ile kullanıyorlardı. Amerika’yı Kristof Kolomb buldu ama Amerika’yı o var etmedi. O bulmasaydı başkası bulacaktı. Bilgisayar da zaten vardı. İnsanlar onu keşfettiler, icat etmediler.

Demek ki, eğer birbirinize verdiğiniz paraların karşılığı ambarlarda veya zimmetlerde var ise o haktır, karşılığı yoksa o bâtıldır. Bâtılı gerçek gibi göstermek şirktir.

Keresteciye gidiyorsun, bana 5*10’lu kalas ver diyorsun. Sen mukavemet hesaplarını ona göre yapmışsındır. O 9’a 4,5 kereste veriyor, sen de onu kullanıyorsun!

İşte, o keresteyi imal eden, o keresteyi satan, o keresteyi kullanan, hattâ o keresteden yapılmış olan bir villayı alan şirk içindedir. Şimdi Avrupa’dan gelen keresteler de böyledir. Oysa Avrupa’da böyle kereste satılmaz. Biz onlara kâfir diyoruz. Oysa onlar kâfir değil, biz müşrikiz. Rüşvetle bir iş yapmak şirktir. Çünkü başkasının hakkını iktidar kuvveti ile satın alıyorsun. Allah’ın görevlisi olan memur, aldığı rüşvet karşılığı tanrılık yapmaktadır.

Allah melekleri göndererek bu bozuk düzeni yıkacak olan Adil Düzen Çalışanlarına hakkı tebliğ etmiştir. Kur’an üzerinde çalışanlara müjdeler vardır. Siz kendiliğinizden değil, Allah’ın gönderdiği meleklerin getirdiği ruh ile fıkıh ile içtihat yapıyorsunuz. Hata ettik diye korkmayın, mademki siz Allah yolunda cihad ediyorsunuz, O size yolunu gösterecektir.

خَلَقَ

PaLaQa

“Halk etti”

Biz şimdi İzmir’de Emin Özdemir ve Hilmi Altın’la sera projesini yapıyoruz. Ahşap panolardan oluşan bu projeyi yaparken üçümüz de acemi olduğumuz için çoğu zaman parçalarda küçük hatalar yapıyoruz. Binde bir milimetre ile farklı çiziyoruz. Sonra uymuyor. Bir günde yapılacakları ancak bir ayda yapabiliyoruz.

İşte, halk etmek demek, her parçayı eksiksiz tam çizmek, sonra onları eksiksiz tam olarak projeye göre kesmek, sonra monte etmek demektir.

Bazen milyonda bir hata aracı çalıştırmaz.

Allah semavat ve arzın bütün parçalarını eksiksiz planlamıştır ve ona göre parçaları üretmiştir. Bizim yaptığımız o parçaları monte etmekten ibarettir. Monte esnasında bazı gelişmeler vardır. İnsanın projesi baştan yapılmış, DNA’lar üretilmiş, kromozomlar hazır. Ana rahminde birleşen erkek ve dişi hücreler başlıyorlar faaliyete ve ceninken seksen yaşında bu yazıları yapan insan oluyor. Burada bu insanı yetiştirenin hiçbir müdahalesi yoktur. Halk eden Allah eksiksiz proje ve kesimle bunları yapmaktadır.

Al sana bardak, al sana çay ve şeker; koy bardağa da iç diyor, Allah...

İnsan da gaflet ve dalalet içinde ‘ben ne güzel çay yaptım’ diye öğünüyor!

Yaşar Gönül arkadaşımız da, bizi ziyaret etmeye geldiğinde, bu Karadeniz çayı değildir diye bizim yaptığımız çayı içmiyor! Yani senin Karadeniz çayın yoksa, başka çaydan onu bile yapamıyorsun.

Benim bu anlattıklarım ve/ya yazdıklarım da böyledir. Bunları ben yazmıyorum. Hatalar benim, doğrular O’nun. Ben yazdıklarımı okuyup düzeltmem. Arkadaşlarım düzeltirler, hatalarıma ortak olurlar.

السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ

elSaMAvVAvTı Va eLEaRWa

“Semavat ve arz”

Güneş’te hidrojen enerjisi depo edilmiştir. Helyuma dönüşen hidrojen ışık enerjisini salmaktadır. Yeryüzüne gelen ısı denizleri ısıtıp su döngüsünü sağlamaktadır. Hücreler yeryüzünün kanı olan sudan yararlanarak Güneş ışığını kimyasal olarak depolarlar. Biz de onu kullanarak yaşarız. Bunu yapabilmemiz için dışarıdan madde alırız ve madde veririz.

Bunu iki boyutlu uzayda yapamayız. Yediklerimiz bizi parçalar. En az üç boyutlu uzaya gerek vardır. Bizim uzayımız bu sebeple üç boyutludur.

Enerjiyi üretip salan sema vardır. Enerjiyi kullanıp hayat süren arz vardır. Kur’an bunun için bizim kâinatımıza “semavat ve arz” demektedir. Dört boyut içinde bu hareketler sağlanmaktadır. Kur’an buna “kürsi” demektedir. İradeli hareketimizi yapabilmemiz için de beş boyutlu uzaya ihtiyacımız vardır. Buna da “arşı azim” denmektedir.

بِالْحَقِّ

BiL XaqQı 

“Hak ile”

“Hokka” kova demektir, develere yem verirken kullanılır. Her devenin bir hakkı vardır. Kovanın kendisine değil de kova içine konan demektir. Kova değildir. Yani boş olan bir kova hak değildir. Kovayı dolduran haktır. Deve onu yer ve doyar.

İnsan da hak olan şeylerden yararlanarak yaşar. Rüya ile uyanıklık arasındaki fark budur. Rüyada birçok işler yaparsınız ama onlar için bir enerji harcamazsınız. Oysa gerçek hayatta birkaç dakika içinde nefes almazsanız ölürsünüz. Susuz birkaç gün yaşarsınız. Aç birkaç hafta yaşarsınız. Yoksa ölürsünüz.

Demek ki bir şeyin hak olması için ölçülüp tartılması gerekir. İlim hak değildir. Hakkın anlaşılmasıdır.

Yunanistan’dan beri eşyanın hakikati yoktur, şey bilinmez derler. Öyle birkaç gün yeme, sonunda bakalım ne oluyorsun. Rüyada susuz binlerce sene yaşarsın. Havasız gerçek dünyada birkaç saniye yaşayamazsın. Materyalistler Tanrı’yı inkâr ettikleri gibi ruhu da inkâr ediyorlar. Ama onlar da acıkıyor, onlar da bizimle yaşıyorlar. Bunun bilincindedirler. Bilgisayar gibi değildirler. Bilgisayar benimle satranç oynuyor ama oynayan bilgisayar değildir, o programı yapan kimsedir.

تَعَالَى

TaGALAv

“Taaldır”

“Tala” üzerinde oldu demektir. Kur’an’da sübhan ile beraber ve harfi atıfla getirilmektedir. Taal ve sübhan Allah’ın halik olarak vasıflarıdır.

Biri; kâinatı var ederken kimseden yardım almadığıdır. Hattâ kendisinden başka kimsenin olmadığı durumda yer ve gökleri yaratmaya başlamıştır. Ondan sonra melekleri, ruhları, cinleri ve sonunda insanları yaratmıştır.

İkincisi de; yarattığı kâinata projede ne gerekiyorsa konmuştur. Beceremediği, yanlış yaptığı bir şey olmamıştır. Düzenin tümünü eleştirebilirsiniz ama düzenin işlemesine kimse bir şey diyemez. Allah’ın istemediği bir şey olmamıştır, kötü veya yanlış bir şey yoktur.

عَمَّا يُشْرِكُونَ (3)

GamMAv YuŞRıKUvNa

“İşrak ettiklerinden.”

Allah insanı yaratırken, kendisine şerik olma cüretini gösterecek varlık olarak yaratmıştır. Karşılık olarak doğal para altın ve gümüşü ve onları temsil eden altın parayı var etmiştir. Ama karşılıksız doları üretmeye de insanı güçlü kılmıştır.

Kendi parasını altına değil de sömürülelim diye Dolara endeksleyen Türkiye’yi de O var etmiştir. Ona sömürüden kurtulması için “Adil Düzen” denen bir nimeti ihsan etmiş ama onlar ona kulak vermeyip AB’nin kapılarında dilenci olmuştur!

Allah bunlardan taaldır ve nurunu tamamlayacaktır. Karşı gelenler mağlup olacak ve cehennemde haşr olacaklardır. Bunu ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor. Benim sözlerime karşı geldikleri için değil, Allah’ın sözlerine karşı geldiklerinden dolayı böyle olacaktır.

خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4)

PaLaQa eLEiNSAvNa MiN NuTFaTin FaEiÜA HuVa PaÖIyMun MuBIyNun

“İnsanı nutfeden halk etti. Ondan beri mübin bir hasımdır.”

Semavat ve göklerin yaratılmasından bahsettikten sonra “Ve” harfi ile atfedip ve “haleka”yı iade ederek insanın yaratılmasından bahsetmektedir. Meleklerin ruhu getirmesi ve içtihat müessesesini ortaya koymasından sonra bu yaratmayı anlatmaktadır.

Kâinat ve canlılar insanın kendisi için var olmuştur. Kişilik bedenle başlamakla beraber, kişi esas ruhu ile vardır. Çünkü beden çürüdüğü, hattâ her gün değiştiği halde, ruh aynı kalmaktadır.

Topluluğun uygarlaşmasından başladı. Üçüncü binyıl Kur’an uygarlığının geleceğini haber verdi. Bu uygarlığın ilim adamlarının içtihatları ile oluşacağını bildirdi. Sonra harfi atıfsız iki “HALEKA” ile bunu nasıl yaptığını anlatmakta, değişmeyen doğal kanunları koyduğunu bildirmektedir. Ondan sonra bu kanunların uygulamasını sağlayan canlılardan bahsetmektedir. Canlıların en yücesi olan insandan söz etmektedir.

İnsan, türler içinde en son var edilen türdür ve en mükemmeldir. Yani canlı var edilmektedir. Aynı zamanda şuurlu varlıklar içinde ruh, melek ve cinden sonra en sonunda insan yaratılmıştır. İnsan en gelişmiş tür olup gelişmiş şuurlu varlıktır. İnsanın özelliği ehlileşmektir.

Hayvanlar ya birbirine düşmandırlar ve dost olmazlar, ya da dostturlar ve düşman olmazlar. İnsanlar ise hem birbirlerinin dostudurlar, hem de konulara veya zamana göre birbirlerinin hasmıdırlar.

“İnsan” kelimesi “ünsiyet”ten gelen bir kelimedir. Yabani ama ehlileştirilmiş kimseler demektir. O halde ehlileştirme melekesi yalnız insanlarda vardır. Birbirlerinin ehli olurlar, bazı hayvanları da ehlileştirirler. İlk ehlileştirdikleri hayvanlar insanlara en çok düşman olan köpekler olmuştur. Bugün balıklar, fok balıkları bile ehlileşmektedirler. 

Canlılar iki kısımdırlar, ya tek hücreli varlıklardır, her biri tek başına yaşamaktadır, bunlar “nutfe” ile temsil olunurlar. Yahut birbirlerine bitişiktirler ve birlikte tek canlı olmaktadırlar. Bunlar da “alaka” ile adlandırılırlar.

Kadında dişi yumurtalar oluşur. Baştan 46 kromozomlu, sonraları 23 kromozomlu olurlar ve anne rahminde döllenme yerine inerler. Bunlar kadın menisidir. Meni kelimesi “mena”dan gelir. İlk insanlar çardaklarını kurdukları zaman yüzlerini ortak alana doğru yaparlar, böylece emniyetli yer oluştururlardı. Sonra önemli işlerin güven içine alındığı ve güven içinde saklandığı yere “mena” dendi. Saklanılan, muhafaza edilen, bazen da imal edilen yere “mena”, imal edilene de “meni” denmektedir. Kadınların yumurtaları da menidir. Erkeklerin spermleri de menidir. Hem kadınlarda hem erkeklerde bunlar özel yerlerde üretilmektedir. Sonra kadınınki kadının rahmine iner. Erkekten gelen meni de oraya akıtılır. Orada bir yarış başlar, döllenme yarışı. Başaranlar döllerler. Sonra da bölünme başlar. Bunlar tek hücrelerdir. Gerek anneden gelen 23 kromozomlu yumurta, gerek babadan gelen sperm birer nutfedir. Çünkü tek hücre halindedir. Bundan sonra çoğalmaya başlar, 200 civarında çeşitli hücreler olmaktadır. Bunlar birkaç gün sonra birleşerek bir torba şekline geçerler ve anne rahmine yapışırlar, alaka olurlar. Demek ki tek hücreler nutfe, organize olmaya başlaması ile alaka olmuş olur.

İnsanın nutfesi yarış içine girer. Ana yumurtası bölünür, dört hücre olur, en sağlamı hayatta kalır, diğerleri elenirler. Erkekten gelen milyonlarca sperm yarışa girer ve dişi hücreye en erken ulaşan ve en erken hücre duvarını delen biri ve yalnız biri o hücreye girer. Hücre derhal hücre duvarını sertleştirir ve artık diğer milyon hücre dışarıda kalır.

Yarış bitmemiştir. İnsanın 200’den fazla deri veya kan hücreleri gibi hücre çeşitleri vardır. Bunlar oluşurlar. Bunlardan uyumlu olanlar birleşerek takım oluştururlar ve anne rahmine yalnız o yapışır, diğerleri elenirler. Yahut başaramayanlardan hiçbirisi yapılmaz, anne rahmini ilerdeki ayın alakına boş bırakırlar.

“Hasım” kelimesi ile “aduv” kelimesi arasında bu fark vardır. Hasımlar yarışırlar, aduvlar çatışırlar. Hasımlar yerlerini başarılı olanlara bırakırlar, aduvlar karşı tarafı imha etmek için çalışırlar.

Hukukta ve siyasette hasımlık vardır, meşrudur.

Savaşta ise düşmanlık da meşrudur. Yine burada görülüyor ki insanlardaki düzen canlıda da yeni canlı oluşurken de vardır.

Buş (Bush) Obama ile yarışmış, ondan sonra da saraya davet etmişti, çünkü hasımlıkta hak teslim edilir, kim hak sahibi ise ona verilir. Hasım devreden çekilir.

Sermaye particiliği düşmanca desteklemekte, partileri birbirlerine düşman etmektedir. Bu sebepledir ki bu Batı modeli particilik meşru değildir. İslâm modeli dayanışma olmalıdır.

خَلَقَ الْإِنْسَانَ

PaLaQa eLEiNSAvNa

“İnsanı halk etti”

İnsan demek, topluluk içinde özgür yaşamak demektir.

İnsanın 24 saati vardır.

Bunun 12 saatini ailesi ile evinde özgürce istediği gibi yaşar. Dolayısıyla Kur’an’da dokunulmaz mesken masuniyeti vardır. Mahkeme kararı ile de olsa kişinin evine izni olmadan girilemez. Asker de giremez. Hakem de giremez.

İnsan 12 saatini da topluluk içinde geçirir. Ama diğer canlılardan farklı olarak topluluğunu kendisi seçer. İstediği toplulukta yaşar. Buna “hicret demokrasisi” diyoruz.

İnsan en mükemmel varlıktır. Çünkü kendi iradesiyle iyi veya kötü olabilen varlıktır. Kendisinin tanrısı gibidir. Tanrı ona o özgürlüğü vermiş. Ben bu adamı öldüreceğim diyor ama cehenneme gitmeyi de kabul ediyorsa; peki, özgürsün, ne istiyorsan onu yap denir.

مِنْ نُطْفَةٍ

MiN NuTFaTin

“Nutfeden”

“Nutfe” yağmur yağdığı zaman camlardan aşağıya doğru inen kuyruklu damlalardır. Erkek nutfesi hareket etmesi için böyle kuyruğa sahiptir. Ona benzediği için nutfe denmiştir.

Anlam genişlemesi ile kadın yumurtaları da nutfedir, hattâ döllenmiş veya döllenmemiş yumurtaların da özgür hareketleri vardır.

Dolayısıyla herkesin kısa da olsa kamçıları vardır. Hareket edebilen hücrelerdir.

Burada tek hücreli canlılar nutfe değildir. Çok hücreli canlıların tek hücreli zamanları nutfedir. Onun adı da terîb olabilir.

فَإِذَا هُوَ

FaEiÜA HuVa

“Onun üzerine”

“Fa” takibi ifade eder. “İza” müfacae içindir, hemen demektir. Yarışın başladığı andan itibaren hasım olmuş olur.

خَصِيمٌ مُبِينٌ (4)

PaÖIyMun MuBIyNun

Mübin hasım olmuştur.”

Buradaki zamir müzekkerdir, insana gitmektedir. Çünkü o bu yarışa ömrünün sonuna kadar devam edecektir.

Dişi arı ve anaç arı döllenmiş yumurtadan oluşur. Petek büyük yapılırsa anaç arı olur, küçük olursa işçi arı olur. Anaç arı ilk başlarda döllenmeden yumurtlar, bu da erkek arı olur. Yarışma bunlar arasında gerçekleşir.

“Mübin” demek ayırıcı demektir. Yani kuvvetlileri zayıflardan ayırmak, beceriksizleri becerikli olanlardan ayırmak bunun içindir.

İnsan da bu ekonomideki başarı ile benimsenir. Kadın, kim daha çok mihir verirse onunla evlenir. Bununla beraber ilimde de başarılı olanlar, askerlikte de başarılı olanlar kadınların tercihi olur. Evlilik dışı ilişkiler bunun için gayrimeşrudur; bu yarış devam etsin diye. Çok eşli evlilik de bunun içindir.

Malezya devlet başkanı eşiyle gelmiştir; çok evli imiş kocası. Gazeteciler sordular; rahatsız olmuyor musunuz? Cevap vermiş; tam tersine, demek ki kocam güçlü erkektir ki birkaç kadını idare ediyor. Benim böyle kocam olduğu için mutluyum, çünkü benim çocuklarım ondan olmaktadır demiş.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 



© 2024 - Akevler