ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XVIII
UYARI HİZMETİ
İnsanlar doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. İnsan anne rahminde cenin olmaya başladıktan sonra yetiştirilmektedir. Annenin beslenmesi, sağlık durumu, davranışları, sesler, hatta seyrettiği manzaralar, hep çocuğa etki etmektedir. Çünkü insan, mesela zihninde bir olay düşünürken, mesela bir roman yazarken yahut okurken beyninde birtakım elektrikî devreler oluşur, o devreler sinir sistemleri vasıtasıyla tüm hücrelere iletilir. Hücreler aldıkları etkilere karşı cevap verirler. Birtakım maddeler salarlar. Bu sayede tüm bedende değişiklik olur. Yani beden bir bütündür. Ağıza alınan bir lokma veya teneffüs edilen bir hava, duyulan sesler, ışık, gözde görünmese de hep insana etki etmektedir. O etkiler vücudun her tarafında değişiklik yapmaktadır.
Çocuk anne karnında iken annenin kanı ile beslenmektedir. Çocuğun hücrelerine anneden gelen sinirler de annenin sinirleri ile irtibat kurmaktadır. Dolayısıyla çocuk annenin davranışları ve yaşayışları ile eğitilmektedir. Ona göre bedeni oluşmaktadır. İnsan bedeni öyle yaratılmıştır ki çevreye intibak etsin. Ne kadar erken yaşta etkilere maruz kalırsa o kadar ona karşı davranışlarını ayarlayabilmektedir. Çocukta anne karnında aldığı tesirler doğduktan sonra da devam etmektedir. Hatta ondan doğan çocuklara da intikal etmektedir. Bu bakımdan çocuk üzerinde annenin etkisi babadan daha çok olmaktadır. Çünkü çocuk baba karnında büyümemektedir.
Baba da anne gibi çocuk üzerinde etkili olmaktadır. Genetik etki bakımından baba ile anne eşit durumdadırlar. Çünkü insandaki 46 genin yarısı anneden, yarısı babadan gelmektedir. Y kromozomu X kromozomundan küçüktür. Dolayısıyla daha az etkili olmaktadır. Ancak Y kromozomu yalnız babadan alındığı için nesep yalnız baba tarafından belirlenmektedir. On nesil önce ataların sayısı 1024 kadardır. Ancak bunların içinde benim atalarım sadece 48’dir. Diğerlerinin genleri bana ulaşmamıştır. 1000 atadan benim atalarımın kim olduğunu bilmek de mümkün değildir. Oysa Y kromozomu sadece baba ve onların babalarından geleceği için nesep kesin olarak tesbit edilebilmektedir. Bunun dışında cinsi ilişki kurulurken sadece erkek hücre anne karnına girmemektedir. Aynı zamanda menideki hormonlar da anne karnına iletilmektedir. Böylece kocanın da çocuk üzerinde etkisi devam etmektedir. Hamile kadın üzerinde evlilik bunun için meşru görülmemiştir.
Evlilik dışı ilişkiler bu sebeple kötü sonuçlar doğurmaktadır. Erkek hücrelerdeki genlere uygun hormonlar salınmakta, bununla anne bedeni şekillendirilmektedir. Oysa değişik erkeklerle temas eden kadının bedeninde uyumsuz maddeler ortaya çıkabilmekte ve bozuk nesil ortaya çıkmaktadır. Bunun başka zararı kimlikleri belli olmayan kişiler kardeş olabilir, hatta ana-oğul veya baba-kız olabilir. Bu sebepledir ki gizli cinsi ilişkiler İslâmiyet’te yasaklanmıştır. Sorun hep çocuğun sağlığı ve oluşumudur. İslâmiyet’te evlenme ve boşanma çok rahattır. Basit bir akitle evlilik tamamlanmış olur. Boşanma da öyledir. Ancak serbest cinsi ilişkiler yasaktır ve yasak olmayan cinsi ilişki bir akittir.
Batıda evlilik, serbest olan cinsi ilişkileri yasaklamaktadır. Yani eşler başkaları ile cinsi ilişki kurmayacaklarını taahhüt ederler. İslâmiyet’te ise yasak olan serbest cinsi ilişkileri yükümlü kılan bir anlaşmadır. Haramı helal yapan anlaşmadır. Kadın kendi bedenini çocuk yetiştirmede erkeğe ortak etmekte, erkek de ona hizmet vermektedir. Erkek kadından hormonlar almadığı halde, kadın erkekten hormonlar alarak bedeni değişmekte ve kocasına benzemektedir. Hele hamile kaldıktan sonra çocuk da babadan gelen genlerle hayati faaliyet göstermekte ve böylece kadın adeta kısmen erkek genleri yaşamaya başlamaktadır. Kadının bedeni iki ayrı erkek suyuyla ihtilat ederse, canlılardaki seçicilik özelliğinden beden harabeye dönmektedir. Bu yalnız insanlarla ilgili bir olay değildir. Tüm canlılarda döllenmede tek erkeğe doğru inhisar vardır. Erkek balık önce bir başka erkek balığın spermlerinin olup olmadığına bakar, çevreyi bekler. Başka balıkları sokmaz. Yeter zaman geçtikten sonra, artık başka balıkların spermleri helak olduğu zaman oraya bir dişiyi çeker ve orada yumurtlatır. Sonra kendisi de spermleri akıtır. Balıklar böyle döllenir.
Canlıların temel kuralı, birbirine benzeme ve aynı zamanda farklılaşmadır. Bakınız, birbirimize ne kadar benziyoruz, ama birbirimizden ne kadar da farklıyız. Çocuk dünyaya geldikten sonra çevreye benzeme ve çevre içinde farklılaşma dengesi hayatın sonuna kadar devam eder. İnsan çevrenin etkisindedir ve çevreye de her zaman etki etmektedir. Gaz veya su içinde moleküller devamlı hareket ederler. Çarpışırlar, birbirine etki ederler. Bunun gibi insanlar da devamlı etkileşme içindedirler. Bu etkileşme döllendiği tarihten başlar, ölünceye kadar devam eder. İnsan topluluğu sosyal yapıya sahiptir. Sorunlarını teşkilatlanma ile çözecektir. Bunun için bu etkileşmeyi sistemli hâle getiren bir müesseseye ihtiyaç vardır. Bu bir tür eğitim müessesesidir. Bunun için geliştirilmiş müesseselere biz “Genel Hizmet” diyoruz. Genel Hizmet ile kamu hizmeti arasındaki fark şudur. Genel hizmette sadece hizmet vardır. Zorlama yoktur. Kamu hizmetinde ise zorlama sözkonusudur. Genel Hizmette yalnız hukuk düzeni vardır. Kamu hizmetinde gerektiğinde askeri düzen de geçerlidir. Adil Düzende Genel Hizmetlileri ile kamu hizmetlileri birleştirilmiştir. İkisini aynı kimseler yapar. Usuller farklıdır.
UYARI TEŞKİLATI VE DİN
Dinde temel kural, dinde zorlama yoktur. İnsandaki sevgi melekesi ile din oluşmuştur. Halk kendilerini var eden bir varlığa inanır. Onu temsil eden kimseyi kendisine dini dayanışma sorumlusu olarak seçer. O da onlara hizmet eder. Hizmeti onları düşünmek, onları dayanışma içine sokmak, aralarında yardımlaşmayı sağlamaktır. Dini sorumlu cemaatını tanır, cemaat da onu tanır. İnanmış insanlar bir araya gelerek inançlarını yaşatmaya çalışırlar.
Siyasette de birbirlerine dayanışma vardır. Ancak siyasette bir araya gelip caydırıcı güç oluşturma ve dış saldırılara karşı savunmayı sağlamaktır. Siyasetin esası zordur. Dışa karşı zordur. İçte de uymayan olursa ona karşı da zor kullanmadır. İşte Adil Düzen ile diğer düzenler arasındaki fark, içteki kimseyi topluluk dışına atmadıkça zor kullanılmaz. Önce hakem kararı ve başkan kararı ile kişi topluluk dışına çıkarılır, yahut kendisi çıkar, ondan sonra zor kullanılır. Batı düzeninde ise vatandaşa karşı da dışlanmadan zor kullanılır. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te hapishane yoktur. Kuvvet düzeninde vardır.
Dinde zorlama yoktur, uyarı vardır. Yani yanlış yapan, hata eden ve unutan kimselere zorlamdan hatırlatma vardır. Bu hatırlatmalar sayesinde kişi eğitilmektedir. Yani ona çevre şartları öğretilmektedir. Ona yol gösterilmektedir. Diğer taraftan da böylece kişileri zorlamadan topluluğa uyulmasında hizmet sağlanmaktadır. Ne var ki, bu hizmet her zaman bir baskıya ve zora dönebilir. O halde, bu hizmet kırıcı olabilir. Bu hizmetin başkanlar veya dini sorumlular tarafından yapılması, dini sorumlular ile başkanların saygınlığını yitirmelerine sebep olabilir. Buna meydan vermemek için dini dayanışma sorumlularının denetiminde bir uyarı teşkilatı kurulur. Bunlar semtlerde, ilçelerde, bölgelerde ve kıta merkezlerinde ikamet ederler. Orada uyarılar yaparlar.
20. asırda insanlık sanayi dönemine geçip gelişince sorunları çözmediler. Dünyada gizli haber alma teşkilatı kuruldu. Bunlar haber topluyor, gelecek tehlikelere karşı tedbir alıyor. Haber alabilmek için topluluklar içine ajanlar sokuluyor. Kişiler onlardan gözüküyor ve haber topluyor. Böylece gizli istihbarat ağı kuruluyor. Bunlar sadece haber almıyor, aynı zamanda girdikleri topluluğu yönlendiriyor. Onlara haberler götürüyor. Maddi destek sağlayarak onlara hâkim oluyor. Hatta sivrilerek liderliğe kadar yükseliyor. Kurtarıcı dahi olabiliyor.
Demek ki, bugün halk için kanser kadar, AIDS kadar tehlikeli hastalık hâline dönüşmüş gizli istihbarat örgütleri sadece insanların kötülüğünden dolayı oluşmuş bir teşkilat değildir. İnsanlığın sbayı dönemine geçişi ile ortaya çıkan sorunları çözmek için kuvvet medeniyetinde düşünülen bir örgüttür. Yeraltı faaliyettir. Bu sefer yeraltı faaliyetini denetlemek için karşı örgütün kurulması gerekir. Bu da mafya teşkilâtıdır. CIA ve MAFYA aynı kaynaktan beslenen, birbirini denetim altına alan kuruluşlardır. Bunların ikisi de yeraltı kuruluşları olduğu için yeraltında anlaşır, bu sefer kendileri asıl güçlere hâkim olur. Bugün Amerika böyle bir durumdadır. Amerika’da CIA ile MAFYA yeraltında anlaşmış ve devlete hâkim hâle gelmiştir. Sermaye ipin ucunu kaybetmektedir. Bunun için gerek CIA gerekse MAFYA tasfiye tehdidi ile karşı karşıya getirilmiştir. Bunu dış ülkeler de deniyor ve gözdağı veriyorlar. Uslu durun, yoksa İtalya’da ve Türkiye’de olanlar sizin de başınıza gelir, deniyor.
Burada şunu bilelim ki, artık Hak Medeniyeti doğmaktadır. Gelecekte insanlığı ne gizli devlet örgütleri ne de ona karşı oluşmuş illegal mafya teşkilâtı yönetecektir. İnsanlığı Adil Düzendeki hizmetler yönetecektir. Gizli haber alma siyasi gücün emrindedir. Askerlikte, savaşlarda düşmanlara karşı bu tür teşkilat her zaman var olacaktır. Ama insanlar hep savaş düzeninde değil, genel olarak barış düzeninde yaşayacaklardır. Savaş istisnai olacaktır, barış için olacaktır. İslâmiyet’te en büyük ibadet barış için savaştır. Buna “cihat” denir. Uyarı teşkilatı dinin emrindedir. Uyarı hem teşkilat olarak hem de görev olarak açıktır. Zorlama yapılmadan uyarılacaktır. Uyarıcılar görev yaparken herhangi bir baskı sözkonusu olursa, onu uyarma da dini sorumlulara aittir. Dini sorumlular bucak, il, ülke ve insanlık (Mekke) merkezlerinde oturur. Uyarıcılar ise bunlara bağlı ve bunların denetiminde semt, ilçe, bölge ve kıta merkezlerinde bulunur. Bunlar halkı uyarırlar.
Hizmetlerden bir kısmı dayanışma sorumluları tarafından sıralama usûlü ile seçilir. Yani hangi hizmetlinin hangi dayanışma tarafından atandığı sözkonusu olmaz. Uyarıcılar ise doğrudan dini sorumluların ayrı ayrı denetiminde ve yönetimindedirler. Devamlı olarak ikili ilişkilerdedirler. Halkı rahatsız eden davranışlar içinde olurlarsa halk bunları bağlı bulunduğu dini sorumlularına şikâyet eder. O da uyarıcıları uyarır. Gerekeli görürse görevden alır. Uyarıcılar uyarı formasını giyerek dolaşırlar. Hangi dini sorumlusunun uyarıcısı olduğu da bu forma ile bilinmiş olur. Uyarıda değişik dinler arasında dayanışma ve yarışma da sağlanmış olur. Yani birbirlerine tanıklık ederler.
UYARI KAYITLARI
Gelişmiş topluluklarda her şey yazıya, kayda dayanır. Gerek kamu gerekse genel hizmetlerde kayda geçmeyen ve yazılmayan bir şey hizmet sayılmaz. Kamu ile ilgili her hareket, her davranış mutlaka kaydedilmelidir. Neyin nerede nasıl kaydedildiği de bilinmelidir. Bunun için oluşturduğumuz evrak, zimmet, envanter ve demirbaş kayıtları sözkonusudur. Bunlar kaydedilmektedir. Diğer hizmetler kayıt işlerini tutmazlar. Sadece tanzim ettikleri belgeleri buralara gönderirler. Hangi dosyalara gireceğini da yine bunlar belirlerler. Yahut halk kendisi belgeleri tanzim eder. Nerelere girmesini isterse, kimin dosyasına girmesini isterse o dosyalar oraya gider. Kayıt hizmetlerinden yararlanarak bilgi edinir.
Uyarıcılar da uyarılarını yaparken belge tanzim ederler ve bu belgeyi bilhassa evrak kaydına gönderirler. Kişilerin dosyasına bu kayıtlar girer. Eğer kişiler hitap etmeden bir yerdeki halka hitaben bir uyarı yapılmışsa o yerin envanterine veya ortaklığının dosyasına girer. Bu suretle oluşmuş uyarılar aynı zamanda halkın davranışlarının da istatistiğini verir. Topluluğun nereye gittiğini ve nasıl bir hal aldığını da bilmemize imkan sağlar. Bu kayıtların icmalleri ileride o dönemi tanıtmış olur. Arkasından gelenler de sosyal kanunların ortaya çıkmasını sağlar.
Uyarılan kimse kişi olabilir. Doğrudan kişilere hitap edilmiş olur. Bu da tebliğ mahiyetindedir. Kişinin dosyasına girer. Artık kişi; ben bunu bilmiyordum, unuttum, haberim yoktu, diyemez. Çünkü dosyasına girmiştir. Ne var ki, kişi kendi dosyasını da her zaman alıp bakamaz. Dosyasını takip edip kendisine gelen uyarıların hatırlatılması gerekir. Bunu da uyarı hizmetlileri yaparlar. Kişi kendisine ilçe merkezinde bir uyarı hizmetlisini seçer. Bu uyarı hizmetlisi kendisini uyarı hizmetlisi seçenlerin dosyalarını muntazaman kontrol eder. Daha doğrusu bilgisayara yükler. Günü gelince bilgisayar onu sıralar ve kimlerin ne hususlarda uyarılacaklarını bildirir.
Bugün büyük kişilerin ve firmaların böyle uyarıcıları vardır. Onlar maaşla tuttukları kimselere bu hizmetleri gördürmektedirler. Oysa halk ve küçük müteşebbislerin bunları yaptıracak imkanlara sahip değildirler. Kapitalist ve sosyalistler de zaten bunu istiyorlar. Kendi kendine yaşayamayacak durumda olan insan onlara esir olsun, onlar onu karın tokluğuna çalıştırsınlar. Onlara göre bu kötü bir şey değildir. Evet, karın tokluğuna çalışacaklar, ama karınlarını bol bol doyuracaklar, refah içinde olacaklardır. Çünkü üretilen nereye gitsin? Oysa serbest olanların karnı doymayacak veya karınları birbirine geçecektir. Köle olup refah içinde yaşamak mı? Yoksa hür olup açlık çekmek mi? Hangisi iyi?
İlkokulda bize kurtla köpek hikâyesini anlatmışlardır. Köpeğin refahından ise kurdun hürriyetini seçen yazar bize hürriyeti tavsiye ediyordu. Şimdi Adil Düzen ne diyor? Adil Düzen diyor ki; öyle düzen getirelim ki, orada hem refah olsun hem de hürriyet olsun. Bu mümkün değildir, diyorlar. Bunun mümkün olduğunu insanlık görecektir. Adil Düzeni kabul etmeyen topluluklar yalnız hürriyeti kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda refahı da kaybedeceklerdir. Oysa Adil Düzeni kabul eden topluluklar hürriyetin yanında refahı da sağlayacaklardır. Hatta diğer topluluklarda hürriyetin adı var, refahın da hayali var. Oysa Adil Düzende hem refah hem de hürriyetin gerçeği vardır.
Peki, hem refahı hem de hürriyeti nasıl sağlayacağız? İşte bunu sağlayan genel hizmetlerdir. Genel Hizmet demek, vücudun hizmetini sağlayan organizasyondur demektir. Böylece ortak hizmetler görülünce herkes hür hâle gelir. Hürriyetini kullanma imkanına sahip olur. Anayasamızda hep hak ve hürriyetler, hak ve hürriyetler diye bir arada zikrediliyor. Yani hak ile hürriyet birlikte olmalıdır. Seyahat hürriyeti yetmez, seyahat hakkı da olmalıdır. İşte tüm bu hizmetlerin sağlanması için önce kayıtların gerçekleşmesi gerekmektedir. Kayıtların muhafazası için evrak, zimmet, envanter ve demirbaş kayıtları tutan kayıt hizmetleri vardır. Ancak bu kayıtlara girecek şeyler ise hizmetlilerin hizmetleri olacaktır. Onlar hizmetlerini yaparken kaydedecekler ve kayıtlar da kayıt hizmetlileri tarafından muhafaza edilecektir.
Kişi bir uyarıda bulunuyorsa uyarı hizmetlisine uyarı mektubunu verecek, o da muhatabın uyarıcısına verecek ve bu uyaranın ve uyarılanın dosyasına girecektir. Bu mekanizmanın özelliği, bunların hepsinin resmi belge oluşu başka bir kayda gerek kalmayacaktır. Mesela, bir kimse mahkemeye bu mekanizma ile çağrılacak, günü gelmiş alacak bu mekanizma ile istenecek, evlilik teklifleri resmen bu mekanizmalarla istenecek. Davalar bu mekanizmalarla açılacaktır. İkametgah veya adres yerine uyarıcısına ulaşma yeterli olacaktır. Kişi nerede ise uyarıcısını haberdar etmiş olacaktır. Uyarıcı her zaman kişiye ulaşabilecektir. Bugün gelişmiş olan cep telefonları gelecekte Adil Düzende parasız olacak ve herkesin cebinde veya ceketinin yakasında dikilmiş olacaktır. Cep telefonunun uyarısı her zaman açık olacaktır. Onu kişi kapatamayacaktır. Görülüyor ki, İslâmiyet asıl bundan sonra uygulanabilecek bir müessese olacaktır. Adrese değil uyarıcıya tebliğ.
HERKESİ UYARMA
Her dini kuruluşun hayat anlayışı vardır. Bunların bu anlayışlarını halka ulaştırma ve dinlerine çağırma sorumlulukları ve yetkileri bulunmaktadır. Yeni hayatın kaynağı budur. İlerlemenin kaynağı budur. Bu birçok zamanlarda insanlara çok acayip gelebilir. Ancak evrim böyle gerçekleşir. Dün statiktir, değişme olmaz, gelişme olmaz. Onun için dünya işleri ile din işleri birbirinden ayrılmalıdır gibi sözler saçmalıktan ibarettir. Hiçbir yerinde durmaz. Her şey doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. Tüm din ve mezhepler için bu böyledir. Ne var ki, nasıl bir erik ağacı büyür, yaşlanır ve ölürse; sosyal kuruluşlar da böyledir. Doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Ancak erik ağaçları nasıl köklerinden yeni fideler bitirirse, topluluklar da böyledir. Osmanlı İmparatorluğu dağıldı. Bugün perişan halde küçük büyük devletler oluştu. Ancak bunlardan toparlananlar olabilir. Osmanlı coğrafyasında güçlü millî devletler oluşabilir.
Romanya, Macaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk, Bulgaristan ve Yunanistan, Kafkasya, Arabistan, Mısır, Libya ile Cezayir, Tunus, Fas ayrı ayrı millî devletler olabilir. Türkiye ile birlikte bunlar on devlet olacaktır. Bunların yapısı değişmekle beraber Osmanlı özelliğini taşıyacaktır. Dinler de böyledir. Bu sebepledir ki dinler büyüdükçe bölünür ve mezhepler oluşur. Göçebe döneminin gereği olan kabile dinleri yerlerini tarım döneminin büyük dinlerine terk etmiştir. İmparatorluklar gibi dinler de tüm insanlık içinde yayılmışlardır. Artık sanayi dönemi dinlerine geçilecektir. Sanayi dinleri ister istemez değişeceklerdir. Değişemeyen, çağa ayak uyduramayanlar silinip gideceklerdir. Yeni dinler şu özellikleri taşıyacaklardır.
a) Dinler başta ilmîleşeceklerdir. İnanışlarını ve ibadetlerini müsbet ilmin ışığı altında değiştireceklerdir veya geliştireceklerdir. Müsbet ilme aykırı inanışları ve davranışları tasfiye etmeyen dinler mü’minlerini kaybedecek, nüfusları azalacak, zamanla hayattan çekileceklerdir. Bugün Müslümanlar müsbet ilmin verilerine uymadıkları için ibadetleri yapan cemaatlerini azaltmışlardır. Bunlar basit gibi görünürlerse de toplulukları geri bırakmışlardır. Bunları şöyle sayabiliriz.
1) Kadınları cemaatten uzak tutmuşlardır. Bunu daha çok savaş toplumu olan Türkler yapmıştır. Kadınlar mescide gelmeyince çocuklar da gelmedi. Sonra çocuklar büyüdüklerinde onları namaza alıştırmak son derece zor oldu. Böylece cemaatla namaz terk edildi. Daha sonra da ayrı ayrı kılmaktan da vazgeçildi. Kurtuluş, kadınlı ve çocuklu ibadete dönmekle olacaktır.
2) Sünnetler, zikirler, dualar ilave edildi. Namaz kılmak zorlaştı. Bu sebeple namazlar terk edildi. Böylece İslâmiyet öğrenilemediği için diğer ibadetlerin ve muamelenin de İslâmiyet’ten çıkmasına sebep oldu. Çare, toplu ibadetler kısa olmalı ve yalnız farzlar yerine getirilmelidir.
3) Ücretli imamlar, vaizler icat edildi. Bunların başka işleri olmadığı için ayinleri çoğalttılar, halktan koptular, halk da dinden koptu. Dinî dayanışma sorumlularının başka sosyal fonksiyonları olmalıdır. İbadetleri uzatmakta vakitleri ve yararları olmamalıdır.
4) Namazlarda cem olayını kaldırdılar. Namaz vakitleri mesai saatlerini tanzim içindir. Oysa, şimdi namazlar mesai saatleri ile çelişir hal almıştır. Halk namazları bırakmıştır. Zekât kamu gelirleridir. Şimdi ise zekât zenginlerin fakirlere bir lutfu gibi gelmeye başlamıştır. Vergi zekattan sayılmaz olmuştur. Bu da Müslümanların ekonomilerini sarsmıştır.
5) Çorap üzerine mesh gibi kolaylık varken bu kaldırılmış, yerine beş defa ayakkabı çıkarılıp mesh zorluğu getirilmiştir. Bununla da ibadetlerin terkine sebep olunmuştur.
6) Duaların ve uyarıların her topluluk için kendi dilleri ile olması gerektiği halde, halk anlamadığı dua ve kıraatleri yapmıştır. Din ilimden uzaklaşmıştır. Duygulara da hitap edemez olmuştur.
7) Mescitler görüşme ve danışma yerleri iken, artık oraları kutsallaştırılmıştır! İnsanlar oralara sadece giriyor ve çıkıyorlar. Ne için girdiklerini ve ne için çıktıklarını bilmiyorlar. Mescit sohbet yeri olmayınca, kahveler kumar yeri olmuştur. Bunu baskılı saltanat rejimleri buraya götürmüşlerdir.
8) Avrupa’da papalık, İslâmiyet’te ise şeyhülislâmlık gibi uydurulmuş merkezî teşkilat halk ile din adamlarının arasını açmıştır. Halk din adamlarından nefrete başlamış, dolayısıyla dinden de nefret eder olmuşlardır.
9) Tarım döneminin zarureti içinde bir toplulukta bir din adamı bulunur ve halk dinini seçtikten sonra din adamını seçemez olmuştur. Böylece tek din adamına bağlılık, üstelik dünya işerine de karışmayan bir din adamına bağlılık insanları dinden uzaklaştırmıştır.
10) Nihayet yeni ihtiyaçlar yeni çözümler gerektirir. İçtihat ve icma müesseseleri bu yenilikleri yapar. İçtihat kapısı kapatılınca İslâmiyet yeni hayata uyamaz olmuştur. Bu sebeple bugün din son plana çekilmiş bulunmaktadır.
Görülüyor ki, son ve mükemmel din olan İslâmiyet bile tahrif edilmiş ve çığırından çıkmıştır. Diğer dinlerde ise bu olaylar bin yıl önce oluşmuştur. Bugün insanlık fetret devrindedir. Yeni arayış içindedir. Dünyanın her yerinde yeniden yapılaşma feryatları yükseliyor. Ama o yapılacak yenilik nedir? Onu söyleyen yok. İşte gelecekte dinler ilmileşecektir. İslâmiyet de yeniden kendisini toparlayacaktır. İslâmiyet’in diğerlerinden farkı vardır. İslâmiyet için asla dönmek yeterlidir.
b) Dinler tarihi açısından meseleye bakıldığında, dinler mezhep kavgalarını bırakıp birbirleri ile diyalog içine gireceklerdir. Eski dinlerin devamı ama yeni mezhepler oluşacaktır. Yani Sünnilik, Şiilik, Hanefilik, Şafiilik ortadan kalkacak; Katolik, Protestan, Ortodoks kavgaları bitecektir. Yerine yeniden yine bu adları kullanarak mezhepler oluşacaktır. Bunlar dinî dayanışma ortaklıkları olacaktır. Bunları yaşayan kişiler kuracaktır. Meselâ, Hanefi Gülen mezhebi, Şii Humeyni mezhebi gibi mezhepler oluşacaktır. Bu mezhepler arasında üst seviyede diyalog olacak, cemaatler ise kendi dayanışmaları içinde faaliyet göstereceklerdir.
c) Dinler devlet yönetiminde etkili olacaklardır. Yani lâiklik, dinde zorlama yoktur, devlet yönetiminde müsbet ilim hâkimdir. Dinler müntesipleri nisbetinde devlet yönetiminde kendi sahalarında etkili olacaklardır. Bir din veya mezhep diğer din ve mezheplere hâkim olmayacaktır. Tüm dinler birleşip de ilme, idareye, ekonomiye hâkim olamayacaklardır. Yani her sahada olduğu gibi dinde de tekel olmayacaktır.
d) Eskiden her topluluğun kendi dini vardı. Şimdi ise bir topluluk içinde birçok dinler yaşayacak, bir din de değişik topluluklar içinde bulunacaktır.
İşte dinlerde meydana gelecek bu yeniliklerle dinler kendi inanç ve düşüncelerini halka götürmek zorundadırlar. Bu götürme ikili ilişkiler içinde olacaktır. Ziyaretler yapılacak ve halk cemaatlerine çağrılacaktır. Bu şu sonucu doğurmaktadır. Uyarıcılar halkı uyarmalıdırlar. Kendilerinin hizmet vermediği kimseleri uyarmalıdırlar. Onlarla ikili ilişkiler kurmalıdırlar. Bu konuda topluluklar son derece hassastırlar. Bir milletvekili diğer bir milletvekili ile görüşemez. Karşı tarafla ilişki kuramaz. Bir tarikat mensubu başka tarikat mensupları ile ilişki kuramazlar. Çünkü o zaman cemaatlerinden dışlanırlar. Toplulukta bunun için denge kurulmalıdır.
İşte bunun için yeni bir müessese geliştirmek zorundayız. Değişik uyarıcılar kendi cemaati dışında görüşme imkanını bulmalıdırlar. Bunun mekanizması da birlikte uyarma mekanizmasıdır. Değişik uyarılar bir araya gelir ve cemaatlerini de bir araya getirirler. Uyarıcılar konularını tartışırlar. Müntesipleri de seyreder. Bunları dinler, böylece halk değişik mezhepleri de öğrenmiş olur. Uyarıcıların başka bir görevi de reklamcılık olacaktır.
Bunun dışında, kişinin yanlış hareket ettiğini gören bir uyarıcı kim olursa olsun onu uyarır. Kaydeder ve dosyasına girer. Yani uyarıcı oraya girmeyen kişiyi uyarır. Trafik hatasını yapan kişiyi uyarır. Belge tanzim ederek uyarılan kimsenin dosyasına gönderir. Bu kişiye tebliğ edilir. Kişi cevap verir. Bu da dosyada kalır. Bunlara ceza verilmez. Ancak bu uyarılar meslekî dayanışma sorumlusuna da ulaştırılır. Gerekirse meslekî dayanışma güvencesini keser. Karar meslekî dayanışma sorumlusuna ait olacaktır.
Bu uyarılar halktan da gelebilir. Halkta herhangi bir şekilde usulsüzlük ve yanlışlık gören kimse hemen belgeyi doldurur ve kendi uyarıcısına ulaştırılır. Mesela, gemide sigara içtiğini gören kimseyi tanıyorsa içeni uyarmaz, gemi personelini uyarmaz, ama onlar hakkında tanzim ettiği belgeyi kendi uyarıcısına verir. Uyarıcı uygun görürse gemi kaptanını uyarır, sigara içeni uyarır. Bu yolla tüm halk tüm halkın denetleyicisi durumuna girer. Bu uyarıların cezası yoktur. Bu uyarılardan dayanışma sorumluları haberdar olur. Bu uyarılardan ocak ve bucak başkanları haberdar edilir.
Bucak ve ocak başkanlarının yetkileri, hiç sebep de olmazsa sakinlerini ocak ve bucak dışına çıkarma yetkisidir, yani sürme yetkisidir. Ocak ve bucak başkanları kişilere hiçbir zorlama yapamazlar. Ancak kurallara uymayanları bucak veya ocaklarından sürebilirler. İşte bu uyarıcıların uyarıları başkanlara yardımcı olur. Kişi o topluluktan sürülür. Uyarıcı görevlileri ilçelerde otururlar. Semtlerdeki temsilciler aracılığı ile elde ettikleri bilgileri uyarı aracı yaparlar. Kötü davranan kişiyi sürmeyen bucak başkanlarını da uyarırlar.
İl merkez bucağı başkanı, il merkezi ve ilçe merkezi bucaklarından sürme yetkisi vardır. İlçe yöneticileri il başkanlarından yetki alarak sürebilirler. Bunlar ilin diğer bucaklarına gidebilirler, bunlar ilin dışına çıkabilirler. Bunlar bu seyahatlerini transit yapabilirler. Seyahat halinde askeri düzen uygulanır. Geminin içinde de askeri düzen vardır. Ancak seyahat bittikten sonra orada işlenen fiillerden dolayı hukuki sorumluluk vardır. Savaş hâli ile olağanüstü hal arasında bu fark vardır. Savaş hallerinde işlenmiş fiillerden dolayı hukuk düzeni sorgulaması yapılamaz. Galip gelen komutan ne derse hüküm odur. Yanlışlık düzeltilebilir. Ama suçlama yapılamaz. Olağanüstü hallerde ise askerlikte olduğu gibi emirlere aynen uyulur. Ancak olağanüstü haller kalktığında o davranışlar muhakeme edilir ve eğer olağanüstü hallerinde bir yetki aşması olmuşsa cezalandırılabilir. Toplu yönetimlerde başkanların yetkileri olağanüstü hâle benzer. Olağanüstü halde genişletme yapılır. Bir toplantıda başkan bir şey söylediğinde başkan isterse toplantıyı terk etmelidir. Kavga olursa, başkan yaralanırsa veya ölürse, karşı tarafa kısas uygulanır. Başkana ise yalnız diyet ödetilir. Onu da akilesi öder. Başkan cemaatinin uyarıcısıdır.
ORTAKLIKTA UYARI
Kur’an’da; “Asra yemin olsun.” deniyor. Bu asır marifedir. Özel bir asır olmalıdır. Tarihte iki defa özel asır yaşanmıştır. Birincisi, Nuh Peygamber zamanının asrıdır. İnsanlar göçebe döneminden yerleşik dönemine geçmişlerdir. İkincisi ise asrımızdır. Asrımızda tarım döneminden sanayi dönemine geçilmiştir. Kur’an bu sûre ile asrımıza bakmaktadır. Bundan sonra belki de böyle birçok zaman gelecektir. İnsanlar denizlerde yaşamaya başlayınca bu sanayi dönemi düzeni de değişecektir. İnsanlar göklere açılınca yine denizler dönemi de oralarda uygulanmayacaktır. Orada güneş enerjisinden dayanışarak yararlanacaklar. Savaş yerine dayanışma olacaktır. Güneş çevresini de terk edip uzaya açılınca hidrojen enerjisinden yararlanarak yaşayacaklar. Oradaki düzeni tasarlayamıyoruz bile. Çünkü nasıl bir üretim çeşidi olacaktır, bilemiyoruz.
Bu sûrenin bize öğrettiği hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. Hakkın ve sabrın tavsiyesi birbirinin uyarılmasından ibarettir. Kâinatı yok etmeye götüren sosyal tufandan daha önceleri bahsetmiştik.
Tekrar edelim:
a) Hava, su, toprak ve hayat kirlenmesini doğurmaktadır.
b) Doğum kontrolü, serbest cinsi ilişki, sosyal güvenlik ve tedavi tababeti ile kitle imha savaşları nesli dejenere etmektedir
c) Kimyasal, biyolojik, atom şua ve tahrip edici silahlar yeryüzünü uçuruma götürmektedir.
d) Rüşvet, iş, bürokrasi ve silah mafyaları insanlığı anarşiye götürmektedir.
Faiz enflasyonu, enflasyon işsizliği, işsizlik açılığı, açlık borcu, borç yolsuzluğu, yolsuzluk rüşveti, rüşvet baskıyı, baskı isyanı çağırır ve dünya kan gölüne doğru yol alıyor.
İşte Kur’an; İnsanlık sanayi dönemine geçiş zamanında hüsran içindedir, diye yemin ediyor. Yemin ne kadar doğru. Bundan kurtuluş için dört ilaç getiriyor. İman etmek, amel-i sâlih işlemek, hakkı tavsiye etmek ve sabrı tavsiye etmek. İşte uyarı hizmetleri bu sabrı tavsiye etmek ve hakkı tavsiye etmektir. Şimdi Kur’an’ın bu haberlerini değerlendirelim:
a) Biz Akevler Kooperatiflerini kurmakla îman ettik. Çünkü dayanışma içine girdik. Birbirimize dayanmaya söz verdik.
b) Biz haftalık toplantılara katılıyor, bütçemizin elverdiği nisbette maddî katkıda bulunuyor ve ahşap evler yapılmasında faaliyete devam ediyoruz. Market çalışmalarımız vardır.
c) Şimdi ise sıra hakkı tavsiyeleşmeye gelmiş bulunmaktadır. Birbirimize hakkı tavsiye edeceğiz. Bir uyarı teşkilatını kuracağız.
d) Sabrı tavsiyeye daha sıra gelmedi. Sabrı tavsiye edeceğimiz arkadaşlarımız var. Bunlar kimlerdir? Bize katıldıkları halde, mâlen ve bedenen katkıda bulundukları halde, bizim başarımızdan ümitlerini keserek ayrılan arkadaşlarımız vardır. Toplantılara katılmıyorlar ya da maddî destekte bulunmuyorlar veya hiçbirisini yapmıyorlar. Bunlara gidip “sabırlı olun” diyebilmemiz için bizim sabırlı olmamız gerekmektedir. Biz sabretmeliyiz. Bir işi başa çıkarmalıyız. Ondan sonra; “Bakınız, biz sabrettik, başardık. Siz de sabredin, birlikte daha büyük başarılara ulaşırız.” diyeceğiz. İşte o arkadaşlarımız, şimdi bizden uzak duran arkadaşlarımız yarın bize tamamen katılacaklar, katkılarını yenileyecekler veya buradaki hesaplarını kesmek isteyeceklerdir. Hazırlıklı olmalıyız. Onların haklarını vermeliyiz.
Ben şahsen bu kardeşlerimizin haklarını âhirete götürmemek için son derece titiz davranıyorum. Taksiye binmiyorum, lokantada yemek yemiyorum, otelde yatmıyorum. Asgari imkanlarla geçiniyorum. Mescitteki saillere hiç tasaddukta bulunmuyorum. Sizlere bazı tavsiyelerim olacaktır. İçinizde en çok sıkıntı çekecek ben olmalıyım. Ama ondan sonra da bu yolda kim daha yakınsa onlar da sıkıntıları göze almalıdır. Yarın benim terimi alacak kimse de benim gibi sıkıntı içinde olmalıdır. Ama arkadaşlarımız da başkanlarını yalnız bırakmamalıdırlar.
Buraya devamlı gelemeyen, ortaklık katkısını sürdüremeyen ama bizim başarılarımız için destekte bulunan kardeşlerimiz vardır. Bunların desteğiyle biz başarılı olacağız. Bunların desteğinin devamı için biz fedakârlıklarda bulunma durumunda olmalıyız. Bizim bu işe inandığımızı, gerekirse canımızı bile bu uğurda vereceğimizi görmeleri gerekir. Bu uğurda gemileri yakanlar olmadıkça başarı sözkonusu değildir. Yaşım gereği benim gemileri yakmamı yeterli görmüyorum. Her biriniz hazırlıklar içine girmeye çalışınız. Sonra da artık bu yolda kendinizi veriniz. Biz büyük bir yolculuğa çıktık. Karınca misali yaya gidiyoruz. Kabe’ye nasıl varacağız? Unutmayın ki, karıncalar da kanatlanır ve uçarlar. Belki bu bizim hayatımızda olmayacaktır. Ama biz başlatacağız, başkaları tamamlayacak. İnsanlar para ve mal için çalışıyorlar, iktidar ve şöhret için çalışıyorlar da; biz neden cennet için, âhiret için, bizi yaratan Rabb’imizin rızası için çalışmayalım. Onlar bu dünyanın çilesini aldatıcı bu dünya için çekiyorlar da, biz neden âhiretin çilesini bu dünyada çekmekten kaçınalım? Uyarı teşkilâtımızı kurmalıyız.
Biz kooperatifin üyeleri olarak birbirine hakkı tavsiye eden kimseler olmalıyız. Bunun için ne yapmalıyız? İşte arkadaşların bu hususta kendilerini hazırlamaları gerekir. İnsan her şeyden önce kendisini denetim altına almalı ve hakkı tavsiye etmelidir. Ondan sonra da arkadaşlarına hakkı tavsiye etmelidir. Bunun için geliştireceğimiz metotlar vardır:
a) İnsan önce bir şey araştırmalı ve onun ilmini yapmalı. İçtihat yapmalı. Sonra onu kendisi uygulamalıdır. Sonra da arkadaşlarını yaptığı şeyin doğru olduğuna inandırmalıdır. Ondan sonra hakkı tavsiyeye sıra gelir. İnsan bilmediğini yapmamalı, yapmadığını söylememeli, ikna edemediği kimseyi dâvet etmemelidir.
b) Bu uyarılar toplantılarda yapılmalıdır. Çünkü Kur’an’da; “Tavsiyeleşirler.” diyor. Bunun için ilerleme olmuyorsa, sebeplerini araştırmalılar, düşünmeliler, kendilerine göre tahliller ve çözümler getirmelidirler. Herkes hafta sonunda birer sahifelik notla gelmelidir. On kişi isek, on sahifelik bir uyarı dergisi oluşacak demektir. Biliyorum, işiniz çok, meşguliyetiniz çok. Ama bir deneyin, göreceksiniz ki, siz bu yola giderseniz işleriniz kolaylaşacaktır. Allah size yardım edecektir. İşleriniz bozulmayacak, düzelecektir. Bu ayırdığınız vakit Allah için ayırdığınız vakittir. Kimse namaz kıldığı için fakir olmamıştır. Tam tersine, namaz kılanlar zenginleşmişlerdir. Buraya gelip o kâğıdı ister okursunuz, ister anlatırsınız. Ama burada konuşacaklarınızı yazılı hâle getiriniz. Bir sahifelik metin olsun. Ben on sahife yazmalıyım, sizler birer sahife yamalısınız. Her türlü özel veya genel uyarılar buralarda yer almalıdır.
c) Her birinizin mutlaka bilgisayarı ve disketleri olmalıdır. Biz bu sahifeleri birleştirip birbirimize vermeliyiz. Burada söylenmeyenleri orada okuyabilmeliyiz. Bize karşı tevcih edilen tavsiyelere reflekslerle cevap vermemeliyiz, bir hafta düşünüp ertesi haftada yer vermeliyiz. İşte böylece birbirimizi uyarmış oluruz.
d) Genel görüş ve düşüncelerin dışında biz birbirimizi şahsen de uyarmalıyız. Mesela, ben bir şeyi yanlış yapıyorsam uyarmalısınız. Böylece olaylar yazılı hâle gelir. Ben de kendi görüşümü yazarım. Bunlar dosyada kalır. Gelecek günlerde bunları okur, yararlanırız. Bunun için sanıldığı gibi böyle uzun masraflara gerek yoktur. Yazılı hâle getireceksiniz. Disketlere geçirerek birbirimizin disketine aktarmalıyız.
Çağ gelişiyor, yeni ihtiyaçlar zaruret hâlini alıyor. Eskiden evlerin içinde tuvalet zorunluğu yoktu. Kırlara açılıp tuvalet yapılırdı. Yahut bahçede tuvalet olurdu. Bugün ise buna imkan yoktur. Her evde tuvalet olmalıdır. Su olmalı, elektrik olmalı. Bunlar olmazsa hayat olmaz. Buzdolabı ve televizyon artık evlerin zaruri ihtiyaçları hâline gelmiştir. Bilgisayar da böyledir. Yüz veya iki yüz dolarlık bilgisayarı mutlaka edinmeniz gerekir. En iptidai bilgisayar bizim işimizi görür. Gelecekte böyle olacaktır. Bugün olduğu gibi komple bilgisayarlar yerine sadece kayıt edici ve okuyucu, yazıcı bilgisayarımız olacaktır. İşlemci bilgisayarlar ise merkezlerde olacaktır.
Bu araya gelmeye devam eden arkadaşların evlerinde mutlaka bilgisayarları olmalıdır. Kullanmayı bilmeyenlere Koba’ya geldiklerinde kendilerine Cumartesi günleri öğleden sonra gösterilebilir. Bilgisayara girme, yazma ve çıkma basittir. Kalanlar zamanla öğrenilir. Herkes kendisini haftada bir sahife yazı yazmaya alıştırsın. Her gün üç-dört satır da yazılabilir. Aklınıza gelenleri sıralayın. Sonra herkes on sahifeyi okumaya kendisini alıştırsın. Bu yazılarım okunuyor mu, okunmuyor mu? Bilemiyorum. Gelmeyen arkadaşlar mutlaka okusun, diyoruz. Okuyan var mı, yok mu? Bilemiyorum. Okunmalıdır.
Daha önce haberleşme hizmetinde izah ettiğimiz gibi; uyarı hizmetinde de bilgisayara ve diskete ihtiyacımız vardır. Artık bugün olduğu gibi uzun uzun gazeteler basılmayacaktır. İsteyen istediği gazeteyi alacak ve disketine çekecek. Sonra onu okuyacaktır. Hatlar da uzun uzun meşgul edilmeyecektir. Şifreli girmelerin yerini şifresiz girmeler alacaktır. Ancak onun tehlikeli olduğunu sizlere daha önce belirtmiştim. Uyarı teşkilatımız bu -hususta da yardımcı olacaktır.
Uyarıların bir kısmı gizli olabilir. Yani yalnız ilgili arkadaşın disketine aktarılır. Bunun için yeni teknik geliştirilebilir. Kişinin adını yazarsın. Onun gizli dosyasına aktarırsın. Gizli dosyayı artık o açabilir. Onu artık sen de açamazsın. Bu işlem diskette de yapılabilir. Bu sayede özel uyarılar gelir, ben onu okurum. Bu hakkı tavsiye işi daha da kapsamlı hâle gelir. Bana gelen gizli dosyayı açabilirim. Ben açabilirim. Yahut benim şifre verdiğim kimse açabilir. Şifre her zaman değiştirilebilir. Tekrar gizlenebilir.
Birbirimizi uyarmanın şart olduğu Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Bunların yazılı hâle getirilmesi uyarının sürekliliğini ifade edecektir. Karşılıklı uyarılar vardır. Ben seni, sen beni uyarırsın. Zaman kimin haklı olduğunu ortaya çıkarır. Böylece haklı olanın dediğine gelinir. Sistem böyle düzelir. İçimizde bir uyarı sorumlusu olacaktır. O da kooperatifin işlerini takip edecek, yapılmayanlar hususunda uyarılarda bulunacaktır. Bunun için bir uyarı defteri tutulacaktır. Bunlar sıkıntılı işlerdir, ama bizi bin yıllık medeniyete bu sıkıntılar, bu çileler, bu çalışmalar hazırlayacaktır. Kooperatifin işleri eksik kalmamalıdır. Uyarı gerekmektedir.
KOOPERATİFTE UYARI GÖREVLİSİ
Diğer 24 hizmette olduğu gibi kooperatifin uyarı hizmetini yüklenen bir kurucumuz olacaktır. Bu kurucumuz on kadar uyarı hizmeti yapan ortak bulacaktır. Haftada bir gün kendi aralarında toplanıp uyarı hizmetleri üzerinde çalışacaklardır. Hizmet sorumlusu ise bir gün onların toplantısında başkanlık yapacak, bir gün de buraya gelip bu toplantılara katılacaktır. Böylece kooperatifimizin merkezi bunlar kurulduğunda kuruluşunu tamamlamış olacaktır. Şimdi haftada bir gün bir genel hizmeti anlatıyorum. Bu bittikten sonra ise haftada bir gün bir genel hizmeti kurmuş olacağız. Bunun için bir işe başlamalıyız. Bir market açmalıyız. Marketimizde gençleri çalıştırmaya başlamalıyız. Marketlerden gelen genel hizmet gelirleri ile imtihan edip öğrencileri almalıyız. Yani onlar bir taraftan okuyacak, diğer taraftan markette çalışacaktır. Yani genel hizmeti yapacaktır. O halde 250 öğrenciye burs bulduğumuz taktirde bu işi tamamlamış oluruz. Peki, bursu nasıl bulacağız? Mesela, uyarı hizmetini alan kurucumuz İstanbul’u dolaşacak, bir öğrenciye yıl boyu burs vermeyi kabul edecektir. Mesela, biz bu yazın bu yönde bir faaliyet gösterebiliriz. Böylece temin ettiğimiz 250 burs için bir yurt temin edebiliriz. Birçok boş binalar vardır. Onlardan ucuz bir şekilde kiralarız.
İşte bu yolla 25 hizmetin eğitimine başlarız. 250 elemanımızın hizmetine geçebiliriz. Bunu yapabilmemiz için etkili kimseleri ziyaret etmemiz ve onları ikna etmemiz gerekir. Önce burada bunlara inanmış 25 kişi olacaktır. Sonra o 25 kişi yola çıkıp İstanbul’da onar kişiye burs veren zenginleri ayarlayacaktır. Biz imtihan açacağız. İmtihanı kazanan öğrencilerden biri bunlardan birini seçecektir. Bursu karz-ı hasen olarak altın değeri üzerinden verecektir. Bursiyer kazanırsa ona ödeyecektir. Yani burslu okuyan bir kişiyi burslu okutmuş olacaktır. Biz marketimizi kurar, markette bunlara genel hizmet verirsek ve bu genel hizmet yeteri kadar gelir getirirse, bu burs başka öğrenciye intikal ettirilir. Böylece okuma sorununu da çözmüş oluruz.
Uyarı hizmetlileri ne yapacaklardır?
Önce bu hizmetlerini bedava yapmaya başlayacaklardır. Bugün kişiler özel kalem veya sekreter bulunduruyorlar. Onlar günlük işleri takip ediyor. Randevuları o veriyor. İşleri o ayarlıyor. Sonunda özel kalemler orayı yönetmiş oluyor. Oysa küçük müteşebbislerin veya halkın böyle takipçileri yoktur. Onun için hiçbiri iş yapamıyor, korku içinde sinmiş bulunuyorlar. Oysa, bir mahalleye gidip; sizin takip etmek istediğiniz işleri biz takip edelim, diyeceğiz. Bazı kanuni takip işleri vardır. Önce elektrik, su, gaz, telefon ve benzeri ödentiler vardır. Bize vekâlet verin, bunları biz öğrenelim ve biz takip edelim, diyelim. Banka ile bir ilişkiniz varsa bunları biz takip edelim. Ödemeler kayıtlara geçsin. İleride gerektiğinde biz tanıklık yapalım. Ayrıca davetiyeleri biz kaydedelim. Hâsılı, sizin işlerinizle ilgilenelim. Siz kaydettirin, biz takip edelim, diyelim.
Böylece müessesemiz karşılıksız olarak bu hizmetleri vermeye başlar, halk yavaş yavaş bu hizmetlere alışır, biz de bu hizmetleri öğreniriz. Halkımıza bunları bedava yaparız. Şimdilik burslu öğrencilere bunları yaptırırız. Hizmet verdiklerimizden bir şey istemeyiz. Bakınız, kooperatifimizin kongresi yapılacak, yapan yok, yapmalıyız. Ben takip etmemeliyim. Ben yapmamalıyım. Siz beni haberdar etmeden yapmalısınız. Sonra bu hizmetleri işletmelere götürmeliyiz. İşte o hizmetlerden kişi yararlanıyorsa belli zaman sonra kendilerinden cirodan bir yüzde isteriz. Normal olarak Genel Hizmet cironun % 2.5 yani zekât kadar kabul etsek, her hizmete binde bir düşecektir. Cironun binde biriyle bu hizmetleri vermiş olabiliriz. Bu onun birçok masraflarının tasarrufuna sebep olur.
Genel Hizmeti veren ortaklarımız hizmetlerini yazarlar. Eskilerle yeniler arasında fark oluşsun amacı ile bu hizmetler ayda yüzde yarım artırılır. Yanı eski hizmet verenler geç almakla daha fazla almış olurlar. Bu bir faiz değildir. Çünkü burada artan para değil, hizmetin değeridir. Yani eski hizmetliler yeni hizmetlilere bu değeri ile satıyorlar. Mallarda böyle artırma faizdir. Ama yapılarda yıpranma sözkonusu olduğu için kira meşrudur. Eski çalışanlar karşılığını şimdi almayarak gideceklere katkıda bulunmaktadırlar. Bunun dengelenmesi için de bu eskilerin artan payları katkılarının iki mislinden fazla olmamalıdır. Yani eski emeklerin daha çok sayılması %100’ünü geçmemelidir. Bunun hesabı da aylık artış payının düşürülmesi ile sağlanır. Yani eğer o gün çalışanların payları ile artan paylar eşit hâle gelmişse artık eski çalışanlara bir üstünlük tanınmaz. Yani bekletmeye gerek görülmez. Başka bir ifade ile eskilerin çalışması verimsiz geçmiş demektir. Daha fazla değerlendirmeye gerek yoktur. Eski hesap dondurulur. Bundan sonra katkıda bulunanlar değerlenmeye alınırlar. Eskiler ayrılmaya teşvik olunur.
Biz bir kooperatif kurduk, 25 hizmeti de aynı kooperatif içinde düşünüyoruz. Ama bu hizmetlerden her biri için ayrı kooperatif kurulabilir. Kooperatifimiz bu kooperatiflerin kooperatifi olabilir. Sabırla çalışmaya devam ettiğiniz takdirde mutlaka başarıya ulaşılacaktır. Hedefimiz büyüktür. Ama biz küçük olarak uygulamaya koyulduk. Bizdeki hulus, bizdeki samimiyet sonunda bizi başarıya götürecektir. Bizim nesil inanarak işe koyuldu. Bugün başarıları gören nesildir. Dinde, siyasette, ilimde ve işte bizim neslin inananları hep başarıya ulaşmış, tepede olmuşlardır.
ÖĞRENCİ BAŞINA YURT ÜCRETİ
İstanbul on milyon insanın yaşadığı bir yerdir. İstanbul’da her türlü imkanlar vardır. Dolaşıp uygun yerler aranabilir. Boş olan yerlerden bize Adil Düzene göre kiraya verenler olabilir. Biz bu ortaklığa dâvet ederken insanlara Adil Düzeni de anlatmış, uyarı hizmetimizi de yapmış oluruz. Allah’ın bize emrettiği uyarı hizmetimizi de yerine getirmiş oluruz. Biz ne kadar çok menfi cevap alırsak o kadar çok uyarı hizmetinde bulunmuş ve tebliğimizi yapmış oluruz. O halde menfi cevaplar bizi sıkmamalıdır. Tam tersine, sabrımızın ölçüsünü gösterdiğimiz için sevinmeliyiz.
Uyarı görevimiz başlamıştır. Kur’an’ın yorumunda bunları açıkça ifade etmiş bulunuyoruz. Mülk sahipleri mülklerini sabit kira ile vermemelidirler. Bu faizdir. Faiz demek, birinin zarar etmesi ihtimali varken, diğerinin mutlaka kâr etmesidir. Bir işyeri kiralanamaz, çünkü zarar etme ihtimali vardır. Bir üretici işçi çalıştırılamaz, çünkü orada zarar vardır. Ama bir oturma evi kiralanabilir. Çünkü orada zarar sözkonusu değildir. Bir berber icarlanabilir, çünkü orada zarar sözkonusu değildir. Bunu iyice öğrenmeniz gerekir. Ondan sonra da kendinize bir iş edinip devamlı olarak dolaşıp o işe ortak aramalısınız. Ortak bulamadık diye üzülmemelisiniz. Biz hizmetimizi ifa ediyoruz diye yolumuza devam etmeliyiz.
Bu bir uyarı hizmetidir. Bu arada insanlar düşünürler, birbirleriyle görüşürler, konuşurlar, tartışırlar ve zamanla başlarına musibetler gelince o söylediklerinizi hatırlarlar. Bu sözler sizi onlardan soğutabilir, bir daha sizinle görüşmek istemeyebilirler. Bugün bizim için durum budur. İnsanlar görüşmekten hoşlanmıyor. Çünkü suçlu olduklarını biliyorlar. Doktoru dinlemekle iyileşeceklerini sanıyorlar Oysa doktor hasta etmiyor, doktor hastalığı haber veriyor. Reçete yazıyor. Onlar dilsiz, sağır ve kördürler, diyor. Parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, diyor. Oysa, yine işitiyorlar.
Nasıl namaz kılmak farzsa, zekât vermek farzsa, oruç tutmak farzsa, hacca gitmek farzsa; cihat da farzdır. İslâm’ın şartı beş değil mi? Bu bir cihattır. Cihadın ilk adımı şehadet kelimesidir. Bilirim, bildiririm demektir. Ondan sonra İslâmiyet’i anlatmaktır. Siz İslâmiyet’i nasıl anlatacaksınız? Ancak bir iş kurarsınız, o işte sorunlar çıkar, o sorunlar vesilesiyle görüşmeler yaparsınız. İslâmiyet böyle öğrenilir. Biz İzmir’de Akevler’i kurmasaydık Adil Düzen ortaya çıkar mıydı? Biz İstanbul’da bir işyeri kurmasaydık, her hafta buraya gelip gider miydim? Sizler her hafta buraya toplanır mıydınız? Sonra İstanbul’u dolaşır, bunları anlatabilir miydik?
Evet, biz Ahşap Ev Ortaklığı’nı kurmalıydık, kurduk. Başarısı için sonuna kadar çalışmalıyız. En küçük ihmal göstermemeliyiz. Market için son gayretimizi sarf etmeliyiz. Ama unutmayalım ki sonuç bizim elimizde değildir. Günü gelmemişse başarıya ulaşamayız. Hatalarımızı düzeltemezsek başarıya ulaşamayız. Ama başarıya ulaşmasak bile biz yine sevabımızı alırız, ücretimizi alırız. Görüşmeler yapıyoruz. Sonuç yok. Bunlar bizi usandırmaktadır. Usandırmamalıdır. Bize karşı alınmış cephe vardır. Her görüşme dalga dalga birbirine ulaşıyor. Bunların hesabını onlar vereceklerdir.
Demek ki, uyarının yolu iş yapmaktır. İş yaparken sorunlarla karşılaşırsınız. Tebliğ imkanı size doğar. Biz İzmir’de bir kredi ve yardımlaşma kooperatifini kurduk. Ortaklarımızdan ortağı bulundukları bir şirketi bugünkü deyimle hortumlayanlar bizi de çarpmak istediler. Biz bunlarla hukuk savaşına giriştik. Onlar her yolu denediler. Bizi Devlet Güvenlik Mahkemesine bile şikayet ettiler. Biz şeriata göre kooperatifi idare ediyoruz diye şikâyet ettiler! İlk soruşturma yapan savcı takipsizlik kararını verdi. Akşamleyin baskı yaptılar. Ertesi gün beni aradı ve yeniden İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri kitabından dolayı soruşturma yaptı. Sonunda tutuklamak üzere mahkemeye sevk etti. Bir hakim albay sorgulama yaptı. Ben dışarıdan duyulacak şekilde mahkemeye saldırdım. Siz eşkıyalarla bir olmuş bizimle uğraşıyorsunuz, dedim. Hakim beni serbest bıraktı. Dışarıya çıktığımda arkadaşlarım, o kadar ne bağırıyordun, dediler. Kitap yargılandı. Ama o da 163’üncü maddenin kalkması ile serbest bırakıldı. Askeri yargıç serbest bıraktı. Sivil yargıçlar mahkum ettiler. Allah ise kitabı da beraat ettirdi.
İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri adlı kitabımı okuyunuz, ne utanç verici karar verilmek istendiğini görünüz. Gelecek dünyada Allah’a inanmayanlarda adalet olamayacağını bu belgelerle tarih yazacaktır. Ateizm insanlığa zulüm getirmiştir. İnsanlar Allah yerine yöneticilerden korkmaya başlamışlardır. Hiçbir güç ve dayanakları kalmamıştır. Oysa Allah’a inanan kimse Allah’a hesap vereceğini bilir. Onun için adil karar verir. Çünkü öldüğünde şehit olur. Savaş şehidinden çok üstün durumdadır. Çünkü savaş şehidi, ya ölmek ya öldürmek zorundadır. Oysa yargı şehidi güce itaat edip uysa saadetler içinde yaşar. Ama adil karar verirse ölebilir. Bunu kim niçin yapacaktır? Ancak Allah’a inanan yapar. Başkaları da yapar mı, diyorlar. Yapsınlar da görelim. Hiç ben yapıyorum diyen var mı?