ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XVI
ULAŞIM HİZMETİ
المص(1) كتاب انزل اليك فلا يكن فى صدرك حرج منه لتنذر به و ذكرى للمؤمنين(2)
اتبعوا ما أنزل اِليكم من ربكم و لا تتبعوا من دونه أولياء قليلا ما تذكرون(3) /7/ الاعراف
Elif, Lâm, Mîm, Sâd.(1)
Bir kitaptır. Onunla inzâr edesin ve mü’minlere zikrâ olsun diye sana inzâl olunmuştur.
Ondan dolayı sadrında bir haraç olmasın.(2)
Rabbinizden size inzâl olana tâbi olun. Onun dununda evliyaya tâbi olmayın.
Kalilen tezekkür etmektesiniz.(3)
(A’Raf Sûresi(7); 1-3)
المص E.LMÖ: Elif, Lâm, Mîm, Sâd mübtedadır, kitap da haberidir. Sûrenin adı olabilir. Yahut tüm Kur’an’ın adı olabilir. Bu harfler belli kelimelerin kısaltılmışı olarak kabul edilebilir. Allah, Resul, Mümin , Sadr şeklinde yorumlayabiliriz. Kur’an Allah’tan resule, ondan sonra mü’minlere ve ondan sonra sadra (beyne) ulaşmıştır. Bu özelliğinden dolayı Kur’an’ın adı E.LMÖ olmuştur. Bu şekilde mânâlandırdığımız zaman anlamı sonraki âyetlere de uygun olmaktadır. Kur’an’ın lâfzı Allah’tan resul kurralar aracılığı ile gelmiştir. Ancak o âyetin ortaya çıkardığı mânâ ise mü’minin sadrında kendisini gösterir. Kur’an’ın resmi yorumcusu yoktur. Herkes için Kur’an’ın yorumu yine kendi sadrı, kendi beynidir. Dolayısıyla burada işaret edilen sadece Kur’an, sadece kitap değil, insan beyninde ortaya çıkan mânâsı ile birlikte hepsidir.
كتاب Kitab: Nekiredir. Derilerin deri şeridi ile çift dikişle dikilmiş yerin adıdır. Onun yazılı olduğunu ve hükümler içerdiğini ifade etmektedir. Yanı bu sözler sadece ağızdan ağıza intikal etmiş değil, aynı zamanda kitap hâline getirilmiştir. Kitap, yazılı hükümlerin kaynağıdır. Kur’an onu kabul edenler arasında uzlaşma aracıdır. “Aranızda ihtilâf çıkarsa Allah ve resulüne havâle edin.” demesiyle kitabın hâkimiyeti kabul edilmiş oluyor. Nizâda yorum hakemlere aittir. Yani kendi davranışlar ile ilgili Kur’an yorumu herkesin kendisine aittir. Nizâ hâlinde ise çözüm hakemlerin içtihadı ile olmaktadır.
انزل İnzâl: “Nezele”den gelir. Konak anlamındadır. Yolcular gece kalacakları yerde konaklarlar. Yukarıdan aşağıya inme anlamına geldiği gibi; o yerde yerleşti anlamına da gelir. Allah Kur’an’ı bizim beynimize yerleştirmiştir. Yahut sahifelerimizde yerleştirmiştir. Allah’ın sözleri olan Kur’an seslerden uzaktır. Seslere dönüşünce bize gelmiş oluyor. Burada if’al bâbından getirilmiştir. Yani iniş bir anda olmuştur. Başka yerde “aleyke” demektedir. Başka yerde “inzâl”ı değil de “tenzil”i kullanmaktadır. Burada resul sadece aracıdır, yorumlayıcı değildir. Bu sebeple inzâl fiilini kullanmıştır.
اليك İLaYKa: Varış yerini bildirir. Burada etkileşim yoktur. Burada resul sadece nakledicidir, yorumlayıcı değildir. Her mü’min Kur’an’ı kendine göre anlayacaktır. Bu sebepledir ki peygamber Kur’an’ı uygulamıştır. Ama yorumlamamıştır. Yorumlasaydı, bizim ona muhalefet etme gibi sonuca gidilmiş olurdu. Bu da çelişkili olurdu.
فلا يكن فى صدرك حرج “Sadrına ondan bir harac olmasın.” Senin görevin sadece ulaştırma olup, diğer taraftan sana bir yük ve bir sıkıntı yüklemiyoruz. İki bakımdan senin üzerinde bir yük yoktur. Biri, uyaracağın kimselerin onu kabul etmiş veya etmemiş olmaları bakımdan senin üzerinde bir yük yoktur. Diğeri de, ona inanan kimselerin onu nasıl anlayacakları ve ne yapacakları bakımından bir yük yoktur. Sen elçisin, nâkilsin, ulaştırıcısın. Uygulama sıkıntısını taşımakla yükümlü değilsin.
Burada “İleyke”deki sen, birinci derecede yükümlü olan peygamberdir. Ancak ondan sonra kıyamete kadar gelen her mü’min de onu peygamberin bir halefi olarak bütün insanlara ulaştırmakla yükümlüdür. Yani buradaki sen her mü’mindir. Gücü nisbetinde her mü’mindir. Nitekim, bundan önce yaptığımız âyet tefsirinde; “Onlar Rablerinin risâlâtını tebliğ ederler.” şeklindeki âyeti ele almıştık. Cümlenin arasına bu cümleciğin girmesinin sebebi, bu görevde insanın tebliğ dışında herhangi bir görevinin olmadığını ihtardır.
نذر NaZR: Gelecekten haber vermedir. Uyarmadır. Fırtınayı haber veren rüzgârın adıdır. Burada resul uyarıcı durumda, onun yerini alan âlimler de uyarıcı durumda. İnzâr bâbı kullanılmıştır. Bir hayat içinde cereyan eden olaylar bir defa olmuş kabul ediliyor. “Sen uyaransın.” diyor. “Sadrına harec yok.” diyor.
Mü’minler için ise “zikrâ” kelimesini kullanıyor. Böylece burada icmaa işaret ediyor. Mü’minler kendileri anlayacaklardır. Resul onlara anlatmayacak. Bundan dolayı “Li tüzkira” demiyor. Yani, peygamberin iki görevi vardır. Biri, herkesi uyarmak, gelecek kötülüklerden haber vermek. Diğeri de, mü’minlere Kur’an’ı aynen yorumsuz ulaştırmak. Böylece icma ve içtihat müesseselerinin tesisine imkân vermek. “Sen uyaransın, sadrına harac yok. Sonra onu açıklamak bize aittir.”in buradaki ifadesi olmaktadır.
اتبعوا Tâbi olunuz: Bundan sonra ikinci âyet geliyor. Bu ikinci âyet mü’minler için zikrâ olan Kur’an’ın mü’minler tarafından nasıl uygulanacağını ifade ediyor. Birinci ayette peygamber ve tek tek mü’minlere düşen görev anlatılıyor. O da Kur’an’ın gerek mü’minlere gerekse mü’min olmayanlara ulaştırılmasını anlatıyor. Orada anlatılan Kur’an’ın lâfzıdır, ilmidir. Uygulaması sözkonusu değildir. Oysa bu ikinci âyette “tâbi olunuz” diyor. Teb’, anasının peşine koşan hayvan yavrusudur. Mü’minler de tâbi olmaya çağırılıyor. Tâbi olmayla itaat olma arasında fark vardır. İtaatte o emreder, sen onun sözünü dinlersin. Tâbi olmada ise o yapar, sen uyarsın. Senin uyup uymadığında haberi bile olmayabilir. İşte bize emrolunan itaat değil tâbiyettir. Biz Kur’an’ın getirdiklerine uyarız. Kendimiz kendi isteğimizle uyarız. “Dinde zorlama yoktur.” âyetiyle de burada tam mutabakat vardır. Bu fiil cem’/ çoğul olarak gelmiş. Yani, ayrı ayrı tek başlarımıza Kur’an’ı tatbik etmemiz yerine, hep birlikte beraber Kur’an’a uymamız emrolunmaktadır. Emir sigası da icbar sigası değildir. Emre uyup uymamakta da insanlar serbesttir. Sadece sonuçlarına katlanmaları gerekir. İşte hukuk düzeni de budur. Hukuk düzenini yeryüzüne Tevrat getirmiştir. Kur’an onu geliştirmiştir.
ما Mâ: İnmiş olan şeye işaret ediyor. İniş marifedir. İnen nekiredir. Buradaki “Mâ” ile işaret edilen Kur’an değildir. Çünkü Kur’an olsaydı “ellezî” olurdu. Buradaki inen Kur’an’dan başkası da değildir. Çünkü Kur’an’dan bahseden âyetten sonra gelmiştir. Ve arada “Va” harfi bile konmamıştır. Bunun anlamı, bu cümle yukarıdaki cümlenin izahı demektir. Bu cümle mü’minlere zikrâ olsun diyen cümlenin izâhıdır. Orada “tezkir edesin” dememiş, sadece “zikrâ” demiş; burada ise o zikrânın nasıl olacağını anlatıyor. O halde bu Kur’an’ın kendisi değil, mânâsıdır. Nekire olması, mânânın değişik kimselere değişik şekillerde inzâl olunacağıdır. Kur’an’ı her topluluk kendine göre anlayacak. Ona göre uygulayacak. Kur’an bize toplamayı öğretir; “3+7=10 eder.” der, ama bu 3 ile 7’nin ne olduğunu ise kıyas yoluyla herkes kendisi anlar ve uygular. Bu elma olabilir, gün olabilir, yumurta olabilir. Eskiden gelen kitaplar kendi zamanlarında ve kendi topluluklarına ait olurdu. Kur’an ise genel formülleri ortaya koydu. Her topluluk bu formülleri kendi ihtiyaçlarına göre yorumlayacak ve uygulayacaktır. O sebeple burada “Ellezî” değil, “Mâ” gelmiştir. Bununla beraber Kur’an gerek lâfız gerek mânâsıyla değişmeyecek ve özelliğini koruyacaktır. Bu sebepledir ki, “münzeletün ileyküm” denmemiştir. Öyle olsaydı dört delile dayanmadan içtihat ve icma serbest olurdu. Oysa burada içtihat ve icmanın kuralları ve usulleri bellidir, sadece elde edilen sonuçlar değişiktir. Yere ve asra göre farklı şekilde uygulama sözkonusudur.
أنزل Unzile kelimesi burada tekrar edilmiştir. Çünkü birinci inzâlden farklıdır. Buradaki inzâl, mü’minlere icma ve içtihat yoluyla gelen mânâlardır. Daha önceki inzâlde ise Kur’an’ın kıraati ve kitabeti olarak gelen inzâldir. Burada da tenzil kelimesi getirilmemiş, inzâl getirilmiştir. Çünkü her topluluğa ve her asra inzâl olunan farklıdır, ancak topluluklar sadece kendilerine inzâl olunana uymakla yükümlüdürler. Daha öncekilere inzâl olunanlara veya daha sonra inzâl olunacaklara değil. Onun için icmada hayatta olanların icmaı sözkonusudur. Yine buna dayanarak icmanın icma ile, içtihadın içtihat ile değiştirileceğini ifade eder. Yani, bugün bir içtihat yaparsınız, onunla amel etmekle yükümlüsünüz. Yarın içtihadınız değişirse yükümlülüğünüz de değişir. Bu icmalar için de böyledir. O halde buradan çıkacak mânâ şudur. Nübüvvet bitmiştir. Artık bir peygamber gelip bize mucize göstererek Allah’ın emirlerini ulaştırmayacaktır. Ama vahiy bitmemiştir. Vahiy kişilere ilham şeklinde inmeye devam edecektir. İçtihat vahiyle sabit olacaktır. Hata ihtimali vardır. Ama içtihat yapan kişi hatadan affedilmiştir. Ayrıca icma da topluluğa gelen ilhamdır. Bu da vahyin kendisidir. Çünkü bunda hata yoktur.
اِليكم İLeYKüM: İleyküm kelimesi de tekrar edilmiştir. Sadece birinci âyette “ilayke” idi, burada “ileyküm” gelmiştir. Yani, kişiye vahiy yerine topluluğa vahiy demek olur. Buradaki muhatap kimdir? Beş vakit cemaatidir. Cuma cemaatidir. Bu bize icmanın kademeliğini ifade eder. Aşirette bütün bâliğ olan kimselerin icmaı sözkonusudur. Bucakta da yine bütün bâliğ olan kimselerin icmaı demektir. Oysa şa’bda fakihlerin icmaı, kavmde râsihlerin icmaı demektir. Çünkü buralarda Cuma cemaati bunlardır. Nâsda hac cemaati sözkonusudur. Mekke’de yerleşmiş ilim adamlarının icmaı, diğer ilim adamlarının sükutu demektir.
من ربكم Min Rabbiküm: Birinci âyette sadece “inzâl olunan” dediği halde, bu ikinci âyette “Rabbinizden” sözü ile tekit etti. Çünkü birinci âyette bunun Rabden gelen Kur’an olduğu açık olduğu için kimden geldiğini belirtmeye gerek olmadığı halde, burada “Rabbinizden” sözünü kullanarak, doğrudan ilhamın ve vahyin aracısız bize geldiğini bildirmiştir. Bunun anlamı, icmada hayatta olan müçtehitlerin ittifakı gerekmektedir. Bu Sünni mezheplerinde de böyledir. Ayrıca tâbi olunacak müçtehidin de hayatta olması gerekir. Bu “Min Rabbiküm” kelimesi bunu ifade eder. Şiilerde de böyledir. Oysa biz bin sene önceki müçtehitleri taklide kalkışıyoruz. Bu âyete aykırıdır. Bu hatamızdan dolayıdır ki bugün Batı dünyasının mevzuatta esiri olmuşuzdur. Mustafa Kemal Balıkesir nutkunda; “İslâmiyet en ileri dindir, çünkü içtihat müessesesi vardır.” demişti. O günün İslâm âlimleri bu cümleyi değerlendiremediler. Ahkâm-ı şer’iyye lâğvedildi. Biz otuz sene önce insanları içtihada çağırdığımızda herkes ayağa kalktı. Ama şimdi artık sade Müslümanlar içtihada inanıyorlar.
Burada şunu belirtmek istiyorum ki, bizim içtihada ihtiyacımız, şeriattadır, yani kanunlardadır. Yoksa bizim ibadette ve inanışlarda içtihada ihtiyacımız yoktur. İnanışta zaten içtihat olmaz, icma olur. Tarikat ehli olanlar bizi anlamadan bize muhalefet ediyorlar. Onlar sanıyorlar ki, biz zikirlerinde, namazlarında içtihat yapacağız. Şeriatçı olarak, herkes istediği gibi ibadet etsin, diyoruz. Tarikatlar bunun için bizi desteklemek zorundalar. Yani, lâik olduğumuz için bizi desteklemek zorundalar. Tarikatlar bizim arka bahçemiz değil, demokrasinin arka bahçesi olmaları gerekir. Bizim içtihada dâvetimizi de can-ı gönülden desteklemelidirler. Çünkü Osmanlı uygulamaları artık geçerli değildir, onun için tercüme kanunlarla yönetiliyoruz.
و لا تتبعوا من دونه أولياء “Onun dışında velilere uymayın.” Siz size inzâl olunana uyun dendikten sonra, ondan sonra mefhum-u muhalefet yeterli görülmemiş, sarahaten “Onun dışında velilere uymayın.” denmiştir. Müsbet cümleden sonra menfi cümle gelmiştir. Müsbet cümlede devamlılık yoktur. Menfi cümlede devamlılık vardır. Yani başka kimselere uyma nehy edilmiştir. Hiçbir hal ve şartta başka kimselerin taklidi sözkonusu olmayacaktır. Burada yasaklanan topluluğun başka bir kişinin peşine takılması, kişinin cemaatten üstün tutulmasıdır. Yoksa burada yasaklanan kişinin seçtiği müçtehide veya şeyhe tâbi olması değildir. O kişi bilmediğini ona sormaktadır. O müstakîm sıratta rahat gitmediği için bir arabanın arkasına takılmaktadır. Acemi şoförler böyle yapmazlar mı?
Buradaki zamir ise icma ile sabit olan hükümlerdir. Bize inzâl olunandır. İcmaa muhalefet bu âyetle men edilmiş olmaktadır. Kişiler topluluklara hükmedemezler. İçtihatlar icmaları bozamaz. Görülüyor ki, Müslüman alimlerin geçmişte icma ettikleri hususları şimdi biz Kur’an’da okuyor ve açıkça buluyoruz. Allah mü’minlere doğru şeyler ilhâm etmiş ve doğru şeyler vahy etmiştir.
Yine burada işaret edeceğimiz çok açık bir husus daha vardır. Tarikat ehli sadece dinde iman ve ibadette şeyhlerine uyabilme durumundadırlar. Şeriatta yani dünya işlerinde de şeyhlerine uymaya kalkışırlarsa bu âyete muhalefet etmiş olurlar. Biz şeriat ehli de buradaki cem’ sigasını unutup da tarikatların iman ve ibadetlerine müdahale etmemeliyiz.
Kur’an burada kişi ve hanedan yönetimlerini ortadan kaldırdığını açıkça ifade etmiştir. Bir yarım bin yıl sonra insanlar bu sisteme gelmektedirler. Evliyanın çoğul olması ile kişi ve zümre yönetiminin kaldırıldığı ifade edilmiştir. O ne diyorsa o değil, Kur’an ne diyorsa, cemaat ne anlıyorsa o demeliyiz.
قليلا ما تذكرون “Ne kadar az anlıyorsunuz.” İfadesiyle, bu açık ifadelerin asırlardır zor anlaşıldığına işaret ederek, saltanatı ve hilafeti İslâm adına savunmalarının gülünçlüğünü belirtmektedir. İslâmiyet başlangıçta cumhuriyet ile yönetilmiştir ve tüm Kuran hükümleri cumhuriyete göredir. Bu cumhuriyet temsilcilerin ekseriyeti değil, âlimlerin ittifakı çeklindeki cumhuriyettir. Yerinden yönetimli çoğulcu cumhuriyettir.
Bu âyet bize cemaat olmamızı emrediyor. İşte bu sebepledir ki biz kooperatif kuruyor, çalışmalarımızı ve yaşamamızı birleştiriyoruz. Çoğulcu yerinden yönetimi savunuyoruz. Gözümüz iktidarda olup başkalarını düzeltmede değil, gözümüz kendimizde olmalıdır. Belki bizi rahat bırakmayacak ve bize saldıracaklardır. Bizi sömürmek isteyenler bizim birleşmemizi ve ekonomik bağımsızlığımızı istemeyeceklerdir. İhbar ve şikâyetlerle devletimizi üstümüze yürüteceklerdir. Ancak biz suçlu olmazsak Allah bizi korur. Allah’a inanmak da zaten budur. Cezalanmaktan değil, suçlu olmaktan kokmalıyız. Biz kişilerden değil; şeriattan, mevzuattan, yani kanunlardan korkmalıyız. Onları çiğnememeliyiz. Biz görevlilerin, hakimlerin gönlünü değil, hukukun gönlünü yapmalıyız. Sonrasında Allah vardır ve bizim yanımızdadır. Firavun’a cemaatinin dediğini diyebilmeliyiz; “Siz sadece dünyada hükmedersiniz. Asabilirsiniz. Ama biz nasılsa öleceğiz. Bizi cennete göndermiş olursunuz.” diyebilmeliyiz. Mü’min bunu diyebilendir.
Burada bir hususa daha işaret ederek sözlerimizi sona erdirelim. Gericiler var, tutucular var. Bir de ilericiler var. Allah ilericileri daima galip getirmiştir ve getirecektir. Tutucular ve gericiler her zaman yenilmişlerdir. Gerici demek, eski düzeni yeniden istemek demektir. Mesela, tekrar saltanatı istemek, gericiliktir. Tutucu demek, hâli muhafaza etmek demektir. Bugünkü mevzuatı ve sistemi değiştirmeyi istememek demektir. İlericilik ise iyi olan eskileri muhafaza edip kötü olan eskileri atmak ve onun yerine iyi olan yenileri getirmek demektir. Biz ne tutucularla, ne de gericilerle mücadele etmeyiz. Onu bin yıl mücadele etme heveslileri var, onlar yapsın. Biz ilericilik için cihat yaparız. Hak gelince bâtıl gider. Cihatla cidal arasındaki fark da budur. Cidal, karşıdakileri yıkmaktır. Cihat, yenilikler getirmektir. Cidal, iyi veya kötüyü ayırmaktır. Cihat, iyileri koruyup kötülerin yerine iyileri getirmek, daha iyileri getirmektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XVI
ULAŞİM HİZMETİ
Bedenimizde bir kalp vardır. Bu toplardamarlardan kanları toplar, sonra atardamarlardan pompalar. Bu kan dolaşımının görevi kanı bütün vücutta dolaştırmaktan ibarettir. Böylece ne sağlanır? Ne gerçekleşir? Bunu tam olarak anlayabilmemiz için de hücrelere dönelim. Hücrelerin her biri ayrı ayrı canlıdır. Her birinin kendisine has özel dünyası vardır. Her hücre bir şey üretir ve onu bedene verir. Bunları üretebilmesi için de bedenden birşeyler alır. Biz de böyle değil miyiz? Birşeyler yaparız, onu satarız, ihtiyaçlarımızı da alırız. Kimden? Bunu ülkemizden alırız ve ülkemize veririz. Her birimizin ürettikleri ayrıdır, her birimizin tükettikleri ayrıdır. Ama hepimiz ürettiklerimizi topluluğa verir, ihtiyacımızı da topluluktan alırız. İşte kan hücrelerin artıklarını, ürettiklerini kana verir, kendisine ihtiyacı olanı da kandan alır.
Acaba hücre bu alışverişi nasıl yapar? Kanın ortak bir bileşeni vardır. Yani içindeki maddeler belli bir seviyeyi korur. Kandaki bu seviyeleri koruması için vücutta gelişmiş mekanizmalar vardır. Normal olarak kandaki maddeler vücuttaki maddelerin benzeridir. Eğer hücre o malı üretiyorsa hücreden kana akış olacaktır. Eğer hücre o malı tüketiyorsa bu sefer kandan o hücreye akış olacaktır. Böylece hücreler ihtiyaçlarına göre maddeleri alıp verecektir. Peki, kalbin görevi nedir? Kalbin görevi kanı karıştırmaktan ibarettir. Yani bütün vücuttaki kanın aynı özelliği taşımasıdır. Bu hayat için çok önemlidir. Çünkü kalp durduğu zaman insan ölüyor. Yeryüzünde de hava akıntıları dursa kirlilikten dolayı hayat durur. Denizlerdeki hayat da denizdeki su akıntıları sayesinde varolmaktadır. Karadeniz’in derinliklerinde su akıntıları olmadığı için orada hayat da yoktur.
İlkel canlılarda bu alışveriş komşuluk ilişkisi içinde ikili olarak yapılır. Komşu fazla olan madde komşusuna verir, onda fazla ise onu alır. Gelişmiş canlılarda ise ortak borular vardır. Hücreler maddeleri onlara akıtır. Az olan maddeleri oradan alırlar. Damarlı bitkilerle solucanlarda durum böyledir. Oysa gelişmiş canlılarda, omurgalılarda kalp vardır. Kalp kanı damarlar içinde dolaştırır. Hücreler de kanla alışveriş yaparlar.
İnsan omurgalı hayvandır. En ileri yapıdaki memeliler cinsinden hayvandır. Bunların dört gözlü kalpleri vardır. Vücuttan kanı alır akciğere pompalarlar, akciğerden alıp vücuda pompalarlar.
Şimdi insan topluluklarına gelelim. İnsanlardan önce evrim canlı türlerinde oluyordu. İlk önce tek hücre olarak bir canlı yaratıldı. Bunun hem bitki gibi yeşilliği vardı ve güneş enerjisini uzvî enerjiye çeviriyordu, hem de suyun içinde kamçılarla yürüyebiliyordu. Zamanla bu hücre farklılaşarak evrimleşti. Önce bitki ve hayvanlar ayrıldı, sonra da değişe değişe milyarlara varan canlı türleri, hücre türleri oluştu. En son insan ortaya çıktı. Canlılardaki evrim durdu. Artık yeni tür meydana gelmiyor, aksine türler inkıraz ediyor. Oysa insanda sosyal evrim vardır.
İlk insan ayrı ayrı yaşayan bir canlı durumunda iken gittikçe evrimleşerek daha yüksek canlılar seviyesine ulaştı. Bugün topluluklar birer canlı durumundadır. Ne var ki, daha evrimini tamamlamış değildir. Evrim insan vücudu ile topluluk yapısı tam birbirine benzediği zaman tamamlanmış olacaktır. Önceleri devlet hiç yoktur. Onbin yıl önce yerleşik hayat başladıktan sonra devletler oluşmaya başladı. 20. yüzyılda ise artık yeryüzünde devletin olmadığı bir yer kalmamıştır. Ama henüz devletler tam merkezi canlı olma özelliğini iktisap etmemişlerdir. Ama gelecekte hep topluluklar birer canlı olacak şekilde birleşeceklerdir.
İnsan toplulukları ile canlının beden yapısı arasında bazı farklar olacaktır. O farkları gözümüzün önüne alarak nereye doğru gittiğimizi bilmemiz ve küreğimizi ona göre çekmemiz gerekir.
Zaman Kâinat içinde akan su gibidir. Biz bu denizin akıntısına doğru gitmekteyiz. Elimizde küreğimiz yok. Yani akıntıya karşı gelmemiz mümkün değildir. Ama elimizde dümenimiz var. Suyun içinde dilediğimiz tarafa geçer ve o istikamette ilerleriz. Ne ile karşılaşacağımızı biliriz. Ona göre tedbir alabiliriz.
İnsanlık nereye gidiyor? Evrim kanunları içinde ortak kan dolaşımı olan, ortak beyni olan bir varlığa doğru gidiyor. Burada önemli olan husus, diğer canlılardan farklı olarak iç içe canlıların oluşmasıdır. Nasıl insanın içinde hücre var, ama hücrelerin birliğinden büyük canlı oluşuyor. Birleşik beden ayrı canlıdır. Ama canlılardan oluşan bir canlıdır. Toplulukta da ocak, bucak, il, ülke ve insanlık iç içe böyle canlılardan oluşur. Bunların hepsinin merkez ocakları vardır. Ayrı birer canlıdırlar. Ama tüm insanlık da bir tek canlı olma yolundadır. Çağımızda henüz belirginleşmemiş olmakla beraber, zamanla oluşan müesseselerle buna doğru gidilmektedir. Bizim işletmemiz insanlığın ideal olarak varacağı düzeni ifade ediyor.
Biz bir işletmeyi ele alıyoruz. İşletmeyi bir insan bedeni gibi organize etmeye çalışıyoruz. Ama bu işletme yarın ocak sitesinin işletmesi de olacak, bucak sitesi oluşturulacak. İnsanlık gelecekte ideal bir yapıya kavuşacaktır. İnsanlar aile içinde yaşayacak, işletmelerde çalışacaklardır. Aileler ocaklar içinde olacak. İşletmeler ise bucakların semtlerinde olacaktır. Biz bu ocak ve bucak sitelerini kurduğumuz zaman, kalan kendiliğinden zamanla dünyayı saracaktır. İslâmiyet’in doğuşunda Arabistan’da devlet yoktu. Hz. Peygamber Medine Devleti’ni kurdu. Sonra genişledi. Bugün devletsiz toprak yoktur. Demek ki, bugünkü konumuz topluluklardaki kan dolaşımıdır. Ulaşım bu demektir. Batılılar bunu sermaye sorunu yapmaktadırlar. Biz ise ulaşım hizmet sorunudur, diyoruz. Çünkü ulaşımı firmalar ayrı ayrı yapamazlar. Sonra ülke toprakları topluluğundur. Onların tekeline verilerek sömürtülemez. Yollar kamunun olacak, herkes yararlanacaktır. Bizim bedenimizde de öyle değil mi? Kan dolaşımını kalp ve damarlar sağlamakta, hücreler kanla alışveriş yaparak yaşmaktadır.
ULAŞIM AĞI
İnsanlık tek bir canlı olacaktır. Ulaşım ağları ile yeryüzü birbirine bağlanacaktır. Bir kimse bir yerden kalkıp başka bir yere giderken hiçbir yol ücreti ödemeyecek, ayrıca yoldaki bütün ihtiyaçlar da bedelsiz karşılanacaktır. Bu insanların dolaşmaları için sağlanan sistemin benzeri İslâm dünyasında gerçekleştirilmişti. Yol boyunca kervansaraylar yapılıyordu. Bunlar askeri amaçla yapılıyordu. Savaş zamanında ordunun bir yerden diğer yere nakli için yapılıyordu. Devlet kervansaraylar ve yollar yapıyordu. Kervansarayı işletmeye veriyordu. Civardaki zirai gelirleri kervansarayı işletene veriyor, o da meselâ 100 develik kervanı barındırabiliyordu. Buraya gelen develer ve insanlar barınıyor, yiyip içiyor, temizleniyor, kendilerinin ve develerinin sağlığı korunuyor, arabaları tamir ediliyor. Bunun için kendilerinden ücret alınmıyordu. Böylece kervansaraylar savaş zamanında 100 atlık süvari birliklerini, barındırabiliyordu. Bu yaklaşık 30 kilometrede bir zincir şeklinde oluşuyor. Kervanlar konaklaya konaklaya gidebiliyordu.
Bu sistem insanlığa son derece yararlı işler sağlıyordu. İnsanlığı birbiriyle kaynaştırıyordu. Büyük dinler dinlerini yayabilmeleri için de bu kervansaray zincirlerine ihtiyaç görüyorlardı. Gelecekte de bütün yeryüzü böyle yol ağıyla örülecektir. Önce insanlık içinde bu ağ yolu kurulacaktır. Dünya üzerinde seçilecek kıta merkezleri olacaktır.
Kıtalar:
a) Güney Amerika,
b) Kuzey Amerika,
c) Orta Avrasya,
d) Çin,
e) Hint,
f) Adalar,
g) Avrupa,
h) Afrika.
Güney Amerika’dan başlayıp Kuzey Amerika’dan geçecek, Avrupa’dan dolaşarak Cebeli Tarık’tan Afrika’ya, oradan Mekke’ye gelinecek. Avustralya'dan başlayıp Çin, Hint, Mekke hattı çekilecek. Bu dış halkayı oluşturacaktır. Avrupa hattı İstanbul Boğazı’ndan, Türkiye’den geçip Mekke’ye birleşecektir. Hindistan’dan gelen hat da İran’dan Türkiye ile birleşecektir. Ayrıca Orta Asya hattı Hindistan hattına birleşecektir.
Bu kıta merkezlerini birleştiren yollar birer şerit olacaktır. Bu şeritler üzerinde bütün insanlar kendilerine vize, pasaport sorulmadan yerleşebilecekler ve iş yapabileceklerdir. Bunlar üzerinde kurulacak yollarla insanlar bedava seyahat etme imkânını bulacaklardır. Bu şerit üzerinde kurulmuş olan işyerlerinin gelirlerinden bu yol vakfı çalışacaktır. Yani, insanlar bedava dolaşıyorlar, ama buralardaki işyerlerinden de alışveriş yaptıkları için burası zengin oluyor. O halde burada para kazanan kimseler vergi verecektir. Bu vergi ile de bu yollar işletilecektir.
Üst işletmelerin gelirleri insanlığa ait olacaktır. Bu gelirlerle insanlığın 25 hizmeti yapılacaktır. Bu 25 hizmetten biri de ulaştırmadır. Bunun dışında insanlık pazarına sunulan her mal için bir İnsanlık Nakliye Payı alınır. O sayede bu Nakliye Vakfı işlettirilir. Burada yapılacak taşımacılığın enerjisi yine tüm enerji üretim yerlerinden alınır. Bazı mallar İnsanlık Malları olacaktır. Yani o üretimden mutlaka insanlık için genel hizmet payı sözkonusu olacaktır. Enerji kaynağı bunlardandır. Enerji kaynağının başında elektrik enerjisi gelir. Ondan alınan beşte bir vergiden İnsanlığın Payı olacaktır. Sonra hayatın enerji kaynakları vardır. Bunlar odun ve sıvı yakıtlardır. Bunların da taşıma işleri bedelsiz yapılır ve yeryüzünde her yerde fiyatları aynı olur. Bunların yanında fosil yakıtlar vardır. Bunlar kömür ve petroldür. Gazdır. Bunların rezervleri bitmek üzeredir. Bunlar da canlı enerji kaynaklarındandır.
Ülke bir tek yolla, şeritle bu kıta merkez yoluna bağlanacaktır. Bu bağlantı yolu ülke yollarından olacaktır. Demek ki, İnsanlığı Hac Yolları ile birbirine bağlıyoruz. Her ülke bir hücre oluyor, bu damarlardan emiyor. Taşımacılık bedava olduğu için dünyadaki bütün ülkeler bu ana damarlarla birbirine bağlanmakta, adeta tek beden olmaktadır. Yani insanlığın tek ülke hâline gelebilmesi için bir ulaştırma vakfının tesisi gerekir. Bugün hiçbir şey olan kooperatifimiz yarın büyük bir şirket olacaktır. Yeryüzündeki Hac Yolu planlamasını yapacak ve halkın ortaklığı ile bu yolları tesis edecektir. Hac Yolu Vakfı’nı kurabiliriz. Hıristiyanlar hacca kolay gelip gitmek için bize katılabilirler. Müslümanlar da bu yola katılabilirler. Hatta Hindularla Budistlerin hac merkezlerinden uğrayacağından onlar da yer alırlar. İnsanlığa medeniyetleri her zaman bâtıl da olsa dinler getirmiştir. Bundan sonra da dinler getirecektir. Dinler insanları inandırarak, ikna ederek iş yaptırmakta, bu da büyük başarılara sebep olmaktadır. İslâm dininde en büyük mâli ibadet olarak, biri yoksulu doyurmak, diğeri de ulaşım kabul edilmiştir. Özel okul kuran firmalara parklar peşkeş çekilirken, ülkemizde böyle bir teşebbüsümüz olsa ne halk ne de devlet karşı çıkmaz.
Ülke içinde de bölgeler vardır. Bu bölgeleri birleştiren yol şeritleri vardır. O ülke halkı bu bölge merkezlerine ve ülke yol şeritlerine serbestçe gelip yerleşebilir, ev edinir, işyeri edinebilir. Bu onun bir il sâkini olmasına mâni teşkil etmez. Kâinatta denge kanunu vardır. Her şey azami verimde dengelenir. Halkın bir kısmı bu kıta merkezlerine ve ülke yollarına kayar, kendi illerindeki özel yaşayış tarzlarını terk ederler, bir kısmı ise kendi özel yaşayışını sürdürmek için kendi illerinde kalırlar.
Bu ülke yolları da her şeyi ile vakıftır. Buralarda vatandaşlar veya vatandaşların dâvetlisi olan kimseler bedava seyahat edebilirler. Başka bir ülkeye girebilmek için o ülke vatandaşlarından birinin sizi konuk olarak dâvet etmesi gerekir. Bu dâvet zımnen olabileceği gibi, aynı dayanışma ortaklığında olan kimseler aksi bildirilmemiş ise dâvetli sayılırlar.
Ülke içi kervansaraylarda da konukların her türlü ihtiyaçları giderilmiş olur. Bunların gelirleri de devlet bütçesindeki genel hizmet vakıf fonlarından karşılanacaktır. Üreticiler ürettikleri mallarını dünya pazarlarında pazarlanmasını isterlerse ona göre fazla ulaşım payını verirler, ülke içinde yeterli görürlerse ona göre az ulaşım payını öderler.
Büyük işletmeler bölgelerde kurulur, o işletmelerin gelirleri ülkeye aittir. Bunun dışında bazı mallar ülke malları kabul edilir ve onlardan mutlaka devlet bütçesine gelir sağlanır. Enerji kaynakları insanlığın olduğu gibi, madenler de ülkeye aittir. Sınırlı olup istihsalle tükenen mallardan üretim yapan işletmelerin gelirleri devlete aittir. Bunların dayanıklı olması şarttır. Enerji gibi, üretilmesinin sınırlı oluşundan ziyade tüketildiği zaman arkası gelmiyorsa bu tür mallarda vergi insanlığa aittir.
İllerde ilçe merkezleri var ve bu ilçe yol şeritleri ile birbirine bağlanmışlardır. İlçe yollarının kenarları da meskun şeritlerle desteklenmiştir. Buraya il halkından isteyen kimseden izin almadan gelip yerleşebilir, üretim yapabilir. Orta işletmeler buralarda kurulur, orta işletmelerin gelirleri bunlara aittir. Maden tipi olmayan kum, çakıl, taş, çimento, tuğla gibi malzemeler buralarda işlenir.
Her bucakta semtler vardır. Bunlar da bucak yolları ile birbirine bağlanmıştır. Dolaşmak tamamen serbesttir. Mallar da bedava taşınır. Bunların gelirleri de bucak genel hizmetinden karşılanır. Burada üretim yapanlar ulaşım payı ile veya ülkeye veya insanlığa verebilirler.
Bütün bu yollar işletmeler arası yollardır. İşletmenin içinde de taşıma sözkonusudur. Bu tamamen işletme senetleri ile karşılanır. Bantlarla, raylı arabalarla, başka hatlarla eşya bir taraftan diğer tarafa akar. Sonunda ambarlara gelir ve girer. Hammadde ambarına bucak taşımacılığı getirir. Mamul madde ambarlarından alıp götürürler.
Taşımacılık işletmeciliği gelip gittiği gibi her ocağın bir deposu olacaktır. Tüm siparişler bu depolara bedava gelecek ve ocak içi taşımacılığı ile evlere gidecektir. Yani bucak taşımacılığı yalnız işletme ambarlarına uğramaz. Ocak ambarlarında uğrar. Taşıma ve gidip gelme bedava olduğu için gerek malların tanıtımı gerekse taşınması ek yük taşımadığı için hareket en yüksek dozajda devam edecektir.
Böylece tüm insanlık ana kanalla, sonra ülke, sonra il, sonra bucak damarlarla bağlanmış olacaktır. İşletme ve ocaklar kendi iç taşımacılığını yapacaklardır. Halk bu ulaşım ağından nasıl yararlanacaktır? Buraya hizmet verenler bu hizmeti nasıl yerine getireceklerdir? Elbette bu konularda çok önemli hususlardır. İşte ulaştırma hizmeti bunları düzenleyen bir proje geliştirmek zorundadır. Biz bu projeyi geliştiriyoruz. Gelecekte insanlar buraya gitmek zorundadır. Ne var ki, kim önce davranırsa gelecek dünyaya hizmet etme gücünü o bulmuş olacaktır.
Bizim kuracağımız işletmelerde ve sitelerde taşıma sorunu çözülmüş olmalıdır. Bugün değişik firmalar vardır. Her firmanın servisi vardır. Büyük israftır. Tabii ki bu yolcuların sırtından karşılanmaktadır. Maksatları, böyle servisi kuramayan firmaların devre dışı olmalarıdır. Oysa biz bir servis şebekesini oluşturacağız. Bu biletlere yüklenecektir. Ondan sonra onbeş dakikada her tarafa servisler kalkacaktır. Masraflar ortak fondan karşılanacaktır. İsterse bugün bunu her belediye uygulatabilir. Ne var ki, belediye yöneticileri kapitalist zihniyetindeki kimseler olduğu için her bakımdan rahat ve ekonomik olan bu sistemi uygulamıyorlar.
Her firma yazıhane açmış ve bir sürü insan çalıştırıyor. Oysa yeteri kadar yazıhane konur. Müşteriye alternatif sunulur, nereden almak isterse o firmadan alır. Fiyatlar serbest olup herkes ayrı fiyatı uygular. Araba yolda arıza yaparsa hemen her kasabada bekleyen imdat arabası gelir, yolcuları hemen alıp yerlerine götürür. Bugün cereyan eden olaylar gösteriyor ki, taşımacılıkta rekabet olmuyor. Yerine tekele gidiliyor. Yollardan para almak demek, insanların ancak paralı olanların iş yapması, gezmesi; diğerlerinin ise kaldıkları yerlerden sallanmamalı, mallarını satmamalı demektir. Bu hizmetleri yapan devlet elbette kendisine vergi alma hakkını tanır. Yoksa da bu hizmetleri paralı yaparsa o zaman ayrıca vergi alma ne için.
Genel hizmetin içine ulaştırmanın yer alması, ordunun da bu hizmetlerden yararlanması ve dolayısıyla ordunun da ayrıca bütçeye yük olmaması demektir. Ülke yollarını ordu işletecektir. İl yollarını jandarma işletecektir. Köy yollarını koruma işletecektir. Böylece onlar da hem koruma hizmetini yapar, hem de önemli hizmeti yaparak üretime katılmış olurlar.
ULAŞIM ÇEŞİTLERİ
İnsan vücudunu saran hemen her hücreye kadar ulaşan kan damarları ağı yanında, kan sistemi ağı vardır. Bu ağ maddî varlıkları taşımaktadır. Bunun yanında sinir ağı vardır. Bunlar da haberleri taşımaktadır. Elektrik sinyallerini taşımaktadır. Misal olarak ciğerden O2’yi yani oksijeni alıp hücrelere götüren kandır. Yahut bezden bir hormonu alıp tüm bedene yayan kandır. Buna karşılık ısının sıcaklık etkisini alıp beyne ulaştıran sinirdir. Beyinden kolun hareketini kaslara emreden sinir sistemidir. İkisi arasındaki fark, biri fizik ve kimya kanunlarına göre kandaki cisimcikleri taşımak içindir, diğeri de özel olarak kodlanmış 01 sayısal işaretlerini taşıyarak haber ulaştırmadır.
Topluluklarda da kan dolaşım sistemine yollar ve taşıma araçları tekabül etmektedir. Buna karşı sinir sistemine ise haberleşme tekabül etmektedir. Eskiden haberler de ancak ulaşım mekanizmalarıyla ve postalarla ulaşmaktadır. Bugün ise haberleşme araçları son derece ucuzlamıştır. İleride daha ucuzlayacak, maliyetleri azalacaktır. Kapitalizmin sömürü düzeni halkımıza ağır faturalar ödetmektedir. Ancak gerçekten maliyeti çok ucuzdur. Buna karşılık ulaşım maddenin taşınmasıdır. Daima büyük enerji harcayarak sağlanacaktır. Ucuz enerji kaynakları azalmaktadır. İnsanlar çoğalmaktadır. Taşıma ihtiyaçları artmaktadır. Dolayısıyla enerji taşıma maliyetlerinde zorluğa doğru gidilmektedir. Özel taşımacılığın yararları korunacak, ama toplu taşımacılık da gittikçe artacaktır. Yerleşme şekilleri öyle sağlanacaktır ki taşıma asgariye insin. Bu da insanların işyerlerine yakın oturması ile olacaktır. Oysa haberleşmede yakınlık sorun olmayacaktır.
Taşıma dediğimiz zaman katı, sıvı, gaz ve enerji olmak üzere birbirinden ayrılmaktadır. Katı deyince de insan taşımacılığı, eşya taşımacılığı, çöp taşımacılığı olarak bir bölünme sözkonusudur. Sıvı taşımacılığının başında içme, kullanma, sulama ve atık suların taşınması sözkonusudur. Petrol da sıvıdır. Gaz daha çok yakıt olarak taşınmaktadır. Havalandırma da gaz taşımacılığı içindedir. Enerji taşıma deyince biz elektriği kastetmiş oluyoruz. Sıcak suda sıvı taşımacılık içinde mütalaa edilmektedir.
Bu taşımacılıklar insan vücudunda damarlar aracılığı ile olmaktadır. Dünyada ise yollar ile gerçekleşmektedir. Çeşitli yol ağı oluşmuştur. Deniz, hava, kara ve demir yolları bugün yaygındır. Bu yol çeşitleri ileride de devam edecektir. En ucuz taşıma aracı deniz taşımacılığıdır. Süratli taşımada zorlanmaktadır. Ondan sonra demiryolları taşıma araçlarıdır. Buna halk kara boru demektedir. Deniz yollarında araba vapurları geliştirilmiştir. Demir yollarında henüz araba trenleri oluşmamıştır. Gelecekte bu tür araçlar oluşacaktır. Böylece karayollarının yükü azalacaktır.
Ondan sonra karayolları gelir. Karayollarının özelliği en çok kullanılabilir olması ve hava taşımacılığından ucuz olmasıdır. Petrol rezervleri sebebiyle ucuz taşıma imkânları sözkonusudur. Ancak bu rezervler bitmek üzeredir. Bir-iki asır sonra petrol ya hepten bitmiş olacaktır veya çok zor istihsal edecektir. Gemiler odun gibi katı yakıtı kullanabileceklerdir. Ama karada daha çok elektrikli taşıma araçları ucuz olacaktır.
En önemli taşıma araçları hava taşıma araçlarıdır. Henüz ekonomi tekellerin elinde olduğu için hava taşımacılık lüks durumdadır. İleride ise yolların yapılmasından ziyade hava taşımacılığı geliştirilecektir. Helikopterler yakın mesafelerde taksilerin yerlerini alacaktır. Bunun tekniği henüz tam gelişmiş değildir.
Bu taşıma biçimi alyuvarların taşıma şeklidir. Alyuvarlar damarlar içindedir, ama aynı zamanda kendileri de özel yükler yüklenerek taşımaktadırlar. Gelecekte deniz ve demir yolları otomobil ve helikopterleri taşıyacaktır. Çünkü bunların uzun zaman ayrı yol almaları israftır. Ama yakın yerlerde de bunlarla ulaşım sağlanacağı için, gelecekte eşyalar kamyonlara yüklenecek ama Ankara’ya kamyon trenle gidecek, İngiltere’ye gemiyle gidecektir. Bu araçlarda büyük hız ve güven sağlanacaktır.
Bunun dışında yeryüzü kirlenmektedir. Bu kirliliği mutlaka durdurmamız gerekmektedir. Bunun için yer yer arıtma tesislerinin kurulması, çöp ve pis suların toplanması, temiz olarak taşıma yollarına aktarılması gerekmektedir. Bu sistem insandaki lenf sistemine benzer bir ağ olacaktır. Canlılar nasıl kirlettiklerini temizliyorlarsa insanlar da arıtma merkezleri ve ağlarını kurmalıyız. Lenf damarları ve düğümleri bize örnek olacaktır.
Bugün Sibirya’dan buraya kadar gaz boruları döşenmektedir. İleride petrolün yerini gaz alacaktır. Çünkü gaz güneş enerjisinden elde edilebildiği gibi gaz bitki artıklarından da elde edilebilmektedir. Yer yüzünü bir gaz şebekesi saracaktır. Gaz üreticileri şebekeye gaz basacaklar ve tüketiciler de şebekeden gazlarını çekeceklerdir. Özel borular yerine bir boru ağı oluşacaktır. İnsanlık henüz bu sorununu çözmeye bile başlamamıştır.
Nihayet elektrik enerjisi bakır ve alüminyum hatlarla iletilmektedir. İnsan vücudunda haberleşmeyi sağlamak için sinir sistemi vardır. Ancak elektrik enerjisini taşıma mekanizması yoktur. Bazı balıklarda 110 voltluk elektrikle aydınlatma yapılmaktadır. Bugün intrerkonnekte şebekelerle yeryüzünde elektrik ağı kurulmaktadır. Bunlarda şu sistem gelişecektir. Enerjiyi üretenler elektriği şebekeye basacaklar, tüketenler oralardan çekecektir. Bütün bunlar Genel Hizmeti gerektiren bir sistemdir. Kur’an’da deniyor ki; Allah insanın bir karnında iki kap var etmedi. O halde bütün ortak toplama ve dağıtma sistemi daima tek merkezden ve tek ağ şebekesinden beslenecektir. Herkes üretecek ve tüketecek, ama bunların mübadelesi ise ortak bir yerde, pazarda olacaktır. Şebeke üretime ve tüketime karışmayacak sadece üreticilerle tüketicileri bir araya getirecektir. Buluşturacak ve mallarını taşıma imkânlarını bulacaktır.
TRAFİK SORUNU
Bugün yeryüzünün her yerinde trafik sorunu vardır. Bilhassa kara taşımacılığında trafik sorunu olmayan ülke yoktur. Arabaların park sorunu da trafik sorunu içindedir ve trafik sorunu kadar önemlidir. İnsanlığın bu sorunu çözmesi için çözüm yollarını üretmesi gerekir. Bugünün kapitalist düzeni bu sorunları çözme yerine üretme tarafıdır. Çünkü arabasını satacaktır, petrolünü satacaktır. Tekelleşen taşımacılık gittikçe sorun olmaktadır. Özel yollar tekelleşmeye götürdüğü gibi, arabalar da tekelleşmektedir. Hat sorunu çözülememektedir. Adil Düzen her sorunun çözümünü insanlığa öğretmektedir. Ne var ki, kulak veren var mı?
Trafik sorununun çözülmesi yollarına kısaca işaret edelim:
a) Haberleşme bedava hâle getirilmeli, görüntülü hâle dönüşmeli ve insanlar gidip gelme yerine haberleşme ile bu sağlanmalıdır. İnsanlar en az seyahat yapma durumuna gelmelidirler.
b) Mal senetleri çıkarılmalı, insanlar malları dolaştıracaklarına senetleri dolaştırmalıdırlar. Malların üreticiden tüketiciye ulaşması için en az yol izlemelidir. İndir - bindir, götür - getirler bitmelidir.
c) Toplu taşımacılığa yönelinmeli, ancak araba vapuru ve araba trenleri sistemi geliştirilmelidir. Hem az yakıt yakılacak, hem sür’at kazanılacaktır.
d) Planlamada işyerleri ile buralarda çalışan insanların meskenleri bir arada düşünülmeli, ruhsat verirken planlama buna göre yapılmalı. Açılış izni çalışanların mesken sorunları çözülmesi varsa verilmelidir.
e) Merkezî yönetim yerine yerinden yönetim getirilmelidir. İnsanlar kendi işlerini yerinde çözmelidirler. Genel Hizmetler insanların ayağına götürülmelidir. Köylerden kasabalara yüzlerce hasta dolaşacağına, bir doktor bütün kasabanın bütün köylerini dolaşır.
Bakınız, burada yollar yapılıp trafik sorunu çözülsün demiyoruz. Yollar yapılsın, ama yolları yapmak trafik sorununu çözmez. Tam tersine yollar yapılıyor, araçlar veya serbest rekabet sebebiyle ucuzluyor. O zaman kişiler işyerleri yakınında oturmaktansa, uzakta köyden gelen komşusu ile oturmayı tercih ediyor ve bu sebeple yapılan yollar trafik sorununu azaltmıyor, aksine trafik sorununu çoğaltıyor.
R. Tayyip Erdoğan İstanbul’un su ve çöp sorununu çözdü. İstanbul halkının fiilî ve aklî duaları ile yağan yağmurlarla yapılan göllere doldu ve belki de İstanbul’un su sorunu asırlar için çözüldü. Çöp yerleri ise park yerlerine dönüştü. İstanbul’a yeşillik kattı. Ne var ki, gecekondu ve trafik sorununu çözemedi. Ecevit Hükümeti’nin krizi sebebiyle yollarda yürüyoruz. Yoksa İstanbul mefluç şehir durumundadır. Biz bu sorunu daha önce İstanbul Belediyesine takdim edilmek üzere bir rapor hâlinde hazırlamıştık. Çevremdeki insanlar, belediye deyince mideleri bulanıyor, onlarla temas bile etmek istemiyorlar. Onun için ilgililere verilmedi, verilemedi. Arkadaşlar intenette yayınlasalar iyi olur.
İstanbul’un trafiğini çözmek için kısaca aşağıdaki tedbirler alınacaktır:
a) İstanbul’da Boğaz’ın iki yakasında ana damarlar tesis edilmelidir. Gemi ve raylı taşımacılık bu iki ana arterde akmalıdır. İki ana damar da Marmara ve Karadeniz boğazlarında tesis edilmelidir. Şehre giren arabalar deniz veya demir toplu taşımacılığı bir uçtan diğer uca kadar gidebilmelidir. Bu taşımacılık bedava olmalıdır. İstanbul’un rantı bunun birkaç mislini finanse eder. Boğazlardan geçiş kılavuz gemilerle olacak ama bunlar da parasız olacaktır. Bu ana arterleri finanse eden vakıf kurulmalıdır. Bu vakfa diğer ülke devletler de tabii imkanlarla katılmalıdırlar.
b) İstanbul 300 000’den az ve 1 000 000’dan fazla olmamak üzere vilâyetlere ayrılmalıdır. Her il de nüfusları 30 bin ile 100 bin arasında ilçelere ayrılmalıdır. İstanbul’da 15 civarında il olacaktır. 150 civarında da ilçe olacaktır. İller arası otobüsler çalışmalıdır. Otobüsler otobüs vakıf şirketlerine ait olmalı, bakım otobüs bakım şirketleri tarafından yapılmalıdır. Şoförler ise serbest şoförlerden oluşmalıdır. Şoför ve muavinlere taşıdıkları yolcu adedince bir pay verilmelidir. Hatlar mevcut olmalıdır. Ancak hatları belediye alıp satmalıdır. Kârsız alıp satmalıdır. Bedelini ise sıra numarasıyla tesbit etmelidir. Hattın şoförleri çoğaldıkça fiyatlar artırılmalı, azaldıkça çoğaltılmalıdır. Bütün biletler akbil ile çalışmalıdır.
c) İl merkezlerinden ilçe merkezlerine minibüs hatları konmalıdır. Burada minibüsler çalışmalıdır. Minibüsler de vakıf şirketlerin olmalı, bakım vakıflarca yapılmalıdır. Sadece işletme hattı alınıp satılmalıdır. Şoförlerin sayısına ve hâsılaya bakarak hat bedelleri ayarlanmalıdır.
d) Trafiği hafifletecek en önemli husus, çalışanların işyerlerine yakın yerlerde oturmalarıdır. Bunu sağlamak için de planlamada fabrikada çalışacakların işyerlerini belirlemekle mümkün olacaktır. Bu yerler o fabrikalarda çalışanlara kıdem tazminatı olarak temlik edilmelidir. İşyerini değiştirenlerin hakları da yeni işyerlerine intikal etmelidir. Oturma şartı getirilerek kirada ucuzluk sağlanmalıdır.
e) Belediye dairesini satmak üzere değeri ile satın almalı ve aldığı fiyatla satmalıdır. Satana para değil başka yerde daire alma hakkı tanınmalıdır. Böylece herkes işyerine yakın daire edinmeye çalışır. Yapıların takdirini komisyonculara yaptırabilir. Bu komisyoncuları siyasi partiler seçer.
f) Evi kiralamak isteyenler resmi komisyonculara kiralarla ve onlar halka kiralar. Komisyoncular topladıkları kiraları yalnız dairesi kiraya verilenlere değil de boş olan kimseler de bölüşürler. Kiralayanlar arasında bir yardımlaşma doğar. Bu da kişilerin işyerlerine yakın semtlerde oturmalarına imkan verir. Adil Düzen Partisi bu sorunları böyle çözmüş olacaktır.
KOOPERATİFTE ULAŞIM
Taşımacılık 25 hizmetten biridir. Yönetim kurulu üyelerinden biri taşıma sorumlusu olacaktır. Bu ulaşım hizmet sorumlusu on kadar ortak bulacaktır. Bunlar taşıma aracı firmasını oluşturacaklardır. Bu firmanın İstanbul’un bir yerinde merkezi olacaktır. Bu merkezde bilgisayar ve faks bulunacaktır. Burada taşıma ortaklarının kurucuları buraya haftada bir gün gelip nöbet tutacaklardır. Burası 24 saat açık olacaktır. Şöyle ki, burada bir yatacak yer bulunacak, kapı veya telefon zili çaldığı zaman uyanmış olacaktır.
Taşıma ortaklığı, gerek yolcu taşıyan gerekse yük taşıyan firmalarla temas kurarak onların araçlarının hareket saatlerini ve nakliye ücretlerini öğrenecektir. Kendileriyle anlaşma yapıp biletlerini sattığı veya yük bulduğu takdirde bir komisyon bedelini alacaklardır. Bu komisyon yolcunun daha fazla para vermesine sebep olmalıdır.
Taşıma ortaklığının göreceği hizmet, değişik firmaların durumlarını bilgisayarda işlemek ve durumlarına göre her zaman müşteriye en uygun taşıma veya ulaşım imkanlarını anlatma. Doğru bilgi verme. Hangi arabaların hangi saatlere kalktığını ve hangi arabaların nerelerden geçtiğini, arabaların modelleri hakkında bilgi sahibi olmadır. Müşteriye doğru bilgi vererek seçme imkânlarını sağlamaktır.
Arabaların yüklü olmadığı saatleri istatistiklerle tesbit ederek o saatte yolculuk yapacaklara tenzilat sağlama yolları araştırılmalıdır.
Garajdan kalkacak özel servisler arasında dayanışma sağlayabiliriz. Firmalarla anlaşma yapar, satılan bilet başına servis masrafını kooperatif alır. Yani kooperatif servis hizmetini değişik firmalara taahhüt eder. Bu satılan bilet üzerinden olacaktır. Bundan sonra servis arabalarla anlaşır. Onlara hatlar tahsis eder. Onlar taşıdığı yolcu başına değil gittiği kilometre başına ücret verir. Böylece her saatte her tarafa servis konmuş olur. Bu hem trafik sıkıntısını ortadan kaldırır, hem arabaların yıpranmasını, şoförlerin boş oturmalarını önler. Yani buradaki hedefimiz servis hizmetini azaltmak değil, servis hizmetini verimli hâle getirmektir. Daha sık saatlerde servis imkânı olsun, daha çok yerlere servis olsun. Ama masraflar artmasın. Çünkü araba dolu gidip gelsin.
Kooperatifimizin bu işi yapabilmesi için yolcu taşıyan firmalarla oturup tartışıp anlaşması gerekir. Gerçi birbirine rakip olan büyük firmalar bunu kabul etmeyeceklerdir. Ama küçük firmalar bu konuda birleşeceklerdir. Sonra büyük firmalar da aynı yola koyulacaklardır. Servisler üzerinde araştırma yapılması ve bu araştırma sonucu daha isabetli kararların alınması mümkün olur.
Kooperatifimiz hat alış ve satış komisyonculuğu da yapmalıdır. Hat şoförlerine hatlarını satıp satmayacaklarını sormalıdır, satış fiyatlarını öğrenmelidir. Tabii ki, bir hatta en ucuz hat satanın hattı satılacaktır. Bununla beraber değişik hatları satanların hatlarının karşılaştırılmasını hat alan şoföre yaptırmalıdır. Hat satın almak isteyenlerin adları yazılır. Satın alanın verebileceği azami fiyat belirlenir. Satın alıcı bir satın alma müddetini verir. O hattın şoförlerine duyurulur. Asgari bedelden satın almaya başlanır. Belli günlerden sonra fiyatlar yükseltilip azami sınıra çıkarılır. O arada satan çıkarsa o araba alınır. Aradaki kazancın beşte biri taşıma ortaklığının olur. Farksız satılırsa tamamı satanın olur. Komisyon alınmaz.
Araba satan için de aynı işlem yapılır. Satıcıya asgari fiyat alınır. Acelelik durumu değerlendirilir. Yüksek fiyatla satışa çıkarılır. İlan edilir. Yavaş yavaş azaltılır. Müşterinin çıktığı fiyatla satılır. Aradaki farkın beşte biri kooperatifin olur. Burada görülüyor ki ilân parasına ihtiyacımız vardır. Bu parayı da bir yayın organı ile anlaşarak sağlayabiliriz . Kooperatifimize gelen gelirin bir yüzdesini o gazete veya televizyon sahibine veririz.
Yolcu biletleri üzerinde yapacağımız hizmetlerin dışında taşımacılıkta da hizmetimiz olabilir. Taşımacılıkta arabaların bilhassa geri dönüşleri genellikle boş geçmektedir. Dönüş yükü bulunmadığı için tek taraflı boş gitmektedir. Aksi yönde akış sağlayacak tedbirler alınır. Dönüşler çok ucuz fiyatlara indirilir. Bu takdirde hangi malların o tarafa akacağı belirlenir. Böylece millî ekonomide denge oluşur. Hangi mevsimlerde ne tarafa boş arabaların gittiği bilgisayarda işlenir, o mevsimlerde aksi istikametlerde akışlar temin edilir.
Yurt içi taşımacılığın yanında yurt dışı taşımacılık da kooperatifçe organize edilmelidir. Bunun için bilgi, güven, kontrol sistemleri geliştirilmelidir. Yine bir misal olarak şunu söyleyebiliriz. Gümrük kapılarından geçerken çok sıkıntı çekilmektedir. Şoförler gümrük kapılarında günlerce beklemektedirler. Oysa bunların çoğu evrak üzerinde beklemedir. Gümrük kapılarında ortaklar bulunur. Onlara evrak fotokopileri daha önce ulaştırılır. Tüm işlemler daha önce hazırlanır. Araba geldiği zaman asıl evraklar üzerinde aktarma yapılır. Fiziki muayeneler de sağlanarak işler kolaylaştırılır. Rüşvet sistemi yerine, geçişten gümrüklerin yanında orada çalışanları ortak etme yoluna gidilir. Böylece yolsuzluk ortadan kalkar. Ama oralarda çalışanların da gelirlerinde darbe yapılmış olmaz. İktidar olursanız gümrüklerdeki rüşveti ortadan kaldıramazsınız. Kooperatif rüşveti kaldıramaz ama zararsız hâle getirir. Yolsuzlukları önler. Mevzileştirir. Gümrük şebekesine karşı şebeke kurar. Mağdur olanları korur.
TURİZM
Kooperatifin ulaştırmada yapabileceği pek çok şey arasında turizmi geliştirmedir. Bu geliştirmede en önemlisi “konuklaşma sistemi”ni getirmedir. Türklerde herkesin bir misafirhanesi vardır. Para ile kimse kimseyi konuk etmez. Ama misafir olarak hemen herkes konuk eder. Gazetede yine ilân edeceğiz. Kim dışarıya gidip gezmek istiyorsa bize adını yazdırsın. Kaç gün kendisi dışarıda konuk olursa, o kadar gün de kendisi dışarıdan geleni konuk edecektir.
Kendileri nasıl bir konuk olacaklarını bildireceklerdir. Karı koca, karı koca ve erkek çocuk, karı koca ve kız çocuk, erkek, kız, kadın gibi özellikleri olarak bildireceklerdir. Benzer şekilde nasıl bir konuk istediklerini de bildireceklerdir. Biz değişik ülkelerin yayın organları ile anlaşma yaparak veya teşkilat kurarak bu işleri yapabiliriz. Bu hususta Avrupa Millî Görüş Teşkilâtı ile işbirliği yapabiliriz. F. Gülen’in kolejleri ile işbirliği yapabiliriz Ahıskalılar Derneği ile işbirliği yapabiliriz. Böylece dünyadaki insanları Türkiye’ye getirir, Türkiye’deki insanları dünyaya göndeririz.
Böyle bir seyahatin birçok yararları olacaktır. İnsanlar ailece tanışacaklar, birbirlerinin kültür ve bilgilerinden yararlanacaklardır. Birbirlerine hediyeler verecek, böylece ekonomi bakımından malların tanınmasına yardımcı olacaklardır. Seyahat en ucuz bir şekilde gerçekleşmiş olacaktır.
Bu hususta turizm yolculukları yapabiliriz. Mesela, Türkiye’de misafir kabul eden 50 yolcumuz Kafkasya’ya gitmek isterse, Kafkasya’da da aynı derecede misafir bulduksa, otobüsle anlaşır ve 15 günlük bir seyahat düzenleyebiliriz. Bu seyahat zincirini daha da uzatmalıyız.
Daha ziyade Hac Yolu diye tanımladığımız güzergahları seçmeliyiz. Bu yollar üzerinde bizim ahşap evlerden misafirhaneler koymalıyız. Bu misafirhanelerde yatak dörder metrekarelik olmalıdır. 2*2’lik hücreler olmalıdır. Kadınlar için ayrı tuvalet ve banyo, erkekler için ayrı tuvalet ve banyo olmalıdır. Herkesin kendi yemeğini pişireceği ocaklar bulunmalıdır. Bu yerlerin mesafeleri 250 kilometre kadar olmalıdır. Her 250 kilometrede bir kervansaray olmalıdır. Buralarda aileleri ile şoförler oturmalıdır. Şoförler gelen arabayı götürüp diğer istasyonda bırakacak, oradan araba alıp dönecektir. Her gün bunu yapacaktır. Günde sekiz dokuz saat çalışmış olacaktır. Ama hep ailesinin yanında kalacaktır.
Bu sistemde araba asla durmayacak, değişik şoförlerle en süratli bir şekilde Londra’dan kalkıp Tokyo’ya ulaşacaktır. Aynı araba devam edip gidecektir. Yükler veya yolcular kentlerde inecek, bineceklerdir. Arabalara sandıklar içinde yüklenmiş eşyalar konacaktır. Gerek yolcu gerekse eşya insanlık içinde hareket etmiş olacaktır.
Güney Amerika’dan kalkan araba Bering Boğazı’ndan geçerek Avrupa’ya ulaşacaktır. Başka bir koldan Afrika’ya gidecektir. Hindistan, Çin, Okyanusya. Ücretler indi-bindi sistemi ile çalıştırılarak yakın yolcular uzak yolcuları finanse etmiş olurlar.
Bu şirketin oluşması önce bu güzergâhları ziyaret ederek oralarda ortak bulma ile olacaktır. Yani bunun için şimdilik uygun yerde arazi verilecek. Elektrik, su gibi tesisler oraya belediyece sağlanacak. Sonra orada basit proje yapılarak yatırıma başlanacak. Bunları oranın halkı yapacaktır. Sonra otobüs firmaları ile belediyeler anlaşarak buraya araba konması sağlanacak, daha sonra burada çalışacak şoförler bulunacaktır. Bütün bunlar için sermayeye gerek yoktur. İnsanların inanması gerekir. Bizimle bir gazetenin veya televizyonun ortak olması gerekir.
Böyle bir gazete, böyle bir televizyon ortak bulunur mu? Zordur, ancak imkânsız değildir. Bugün Türkiye’de başlangıçta beraber olduğumuz yeter sayıda televizyon ve gazetemiz var. Yeter sayıdan biraz fazla belediyelerimiz var. Bunlar kapitalizme karşıdırlar. Ama kapitalin esiridirler. Bizim sırtımıza ayak basarak oralara çıktılar, sonra bizleri unuttular. Allah da şimdi onları unutuyor. Yarın ben aranızda olmayabilirim. Sizler de bugün bunların sahip olduğu imkânlardan daha çoğuna sahip olacaksınız. Korkarım ki siz de bugün bunların Allah’ı unuttukları gibi siz de Allah’ı unutacaksınız. İyi bilin ki, Allah’ın size ihtiyacı yoktur. Onun vereceği cezaları savacak olan da yoktur.
Biz ne yapıyoruz?
Kur’an’ı okuyoruz. Oradan anladıklarımızı uygulamak istiyoruz. Sonra sevdiklerimizle bu Allah yolculuğumuzu paylaşmak istiyoruz. Karşılığında onlardan bir şey istemiyoruz. Bir de bakmışsınız ki çoğu, pek çoğu bize hasım kesilmiş, saldırıyor. Sebebini anlamakta güçlük çekiyoruz.
Ama Kur’an bize her zaman aydınlatıcı lambalar yakıyor:
“Siz onları seversiniz, onlar sizi sevmezler.” (Âl-i İmrân, 119)
Unutmamız gerekir ki, biz yukarıda söylediğimiz işleri yapmaya muktediriz. Çünkü Allah bizimle beraberdir. Biz vazifemizi yapamıyoruz. Kendimden biliyorum, yeter derecede kendimi bu hizmete veremiyorum. Hizmette ısrar edemiyorum. Allah’a tam inanıp putlardan uzaklaşamıyorum. O halde, biz önce kendimizi düzeltmeliyiz. Kendimiz cemaat olmalıyız. Her şeyimizi veren bir topluluk olmalıyız. Göreceksiniz, ondan sonra bütün sorunlar çözülecektir. İç ve dış sorunlar çözülecektir. Nasr Sûresi’nin sabrı ve istiğfarı içinde olmalıyız.
İstanbul’da bir yer bulup yerleşemedik. Bu işleri yapmaya da başlayamadık. Ama Allah bize daha iyi imkânlar hazırlamıştır. Onu aramamız için gerçekleşmiyor. Durmayıp her tarafa koşmalıyız. Allah’ın bize hazırladığı imkânı bulmalıyız. Olmuyorsa, olmamasının bir hikmeti vardır. Ya yeri yanlıştır, yahut zamanı yanlıştır.
SİGORTA
Gelişmiş dünyada en çok ihtiyaç duyulmuş olan müessese sigorta müessesesi olmuştur. Ortaya çıkmakta olan kazalar, tabii veya beşeri âfetler o kadar büyük zararlara sebebiyet vermektedir ki, buna maruz kalan kimse bunu taşıyamamaktadır. Yalnız kendisi ezilip gitmemekte, lastiği patlayan araba gibi tüm araba durmakta ve hayat aksamaktadır. Üretimin kollektif olması sebebiyle iş bulamayan veya yakınları olamayanlar aç kalmakta ve herkes hayatta endişe içinde bulunmaktadır. Bu husus bilhassa taşıt kazalarında daha çok ortaya çıkmaktadır. Kaza sebebiyle ortaya çıkan zararların telafisi, hastaların tedavisi, ölenlerin yakınları, arabanın tamiri, karşı arabanın hasarı o kadar ağır yük getirmektedir ki, sigortasız yola çıkma yasaklanmış bulunmaktadır.
Bununla beraber, arabaların sigortalanması çok ağır maddî yük getirmekte, bunları kimse taşıyamaz hal almaktadır. Türkiye gibi yoksul ülkelerde arabanın sigortalanması sembolik değerlere varmıştır. Sigortanın maddî külfetinden çok, kaza sonrasında bürokratik işlem, takdirlerdeki yolsuzluk ve rüşvet de bu sigorta müessesesini işlemez hâle getirmiştir. Bu sebepledir ki, rüşvet ve yolsuzluklarla uğraşmak istemeyen namuslu vatandaşlar, kanuni zorunluluk dışında bir sigortayı istememektedirler. Bu da onların iş hayatında başarısızlığa sebep olmaktadır.
Sigortada aidat sistemi başka zorluklar ortaya çıkarmıştır. Toplanan paranın değerlendirilmesi istismar konusu olmakta, onlar belli kimselerin servetlerini artırmalarına sebep olmaktadır. Sosyal sigortaların fonları iyi işletilebilse hiçbir zaman zarar etmez. Ama daima istismar konusu olmuştur. Adil Düzende hiçbir yolsuzluğun ceza ile önleneceğine inanılmamaktadır. Her ceza sadece yolsuzluğu artırır. Bülent Ulusu’nun bize söylediği bir sözü vardır: “Biz kaçakçılık cezasını artırdık. Bu sadece rüşvetin değerini yükseltti. Kaçakçılık arttı.” İşte bu sebepledir ki İslâmiyet’te bu tür sigortaya müsaade edilmez.
Yine batı sigortacılığının temelinde kapitalizm vardır. Zenginin korunması, yoksulun ezilmesi sistemi vardır. Aidatı veren sigortalanmakta, diğeri ise trafikten dahi yasaklanmaktadır. Tarım döneminde bu tekel oluşturma iyi sonuçlar vermemiştir. Çünkü halkın çoğu tarlada çalışıyor, az kısmı onları sömürerek geçiniyor, refaha gark oluyor, sermaye birikimi ile de sanayi gelişiyordu. Ne var ki, günümüzde artık kendi tarlasında çalışanların sayısı beşte, onda birlere kadar indi. Artık sömürülecek kesim onda birdir. Bu da yetmiyor. Başka bir sömürü imkânı da işçilik sistemidir. Herkes işçi olup sigortalandı. Patronlar onları sömürmeye başladı. Bu sefer üretim fazlalığı ve dengesizliği krizler yaratmaya başladı. Zaman zaman ülkelerde hattat dünyada büyük krizler oluşmaya başladı. Bu şartlar altında sigorta müesseseleri çökmeye başladı. Devlete yük edilmek istendi. Hâsılı, sitem çıkmazdadır. Bunu herkes biliyor.
Oysa İslâmiyet baştan beri getirdiği sistemlerde sigorta sistemini dayanışmaya dayatmıştır. Yani önce aidat verip sonra sigortadan yararlanma değil. Dayanışma ortaklığına katılanlar ortaya çıkan kazaları bölüşerek taksitle ödemektedirler. Bu sonradan ödeme şeklinde ortaya çıktığı için sermayenin istismarı sözkonusu olmamaktadır. Ortaklar herkesi kollamakta, kazaya sebebiyet vermemek için herkes ellerinden geleni yapmaktadır. Acaba kooperatifimiz bu sigorta sistemini nasıl uygulama imkânını bulacaktır?
Önce binek arabalarının sigortası araba satın alırken bir defaya mahsus alınmakta, sonra artık sigorta istenmemektedir. Bu suretle mesela arabalardan toplanan biner dolarla benzin istasyonları ve bunların yanında tamirhaneler kurulmakta, yedek parça satış yerleri hazırlanmaktadır. Binek arabalarının kaza yapmaları hâlinde bu sermayenin getirisi ile karşılanmaktadır. Bu bakım ve parça satış yerlerinde biriken sermaye nakit olarak stok edilmektedir. Bu stok arttıkça arabalardan alınacak ilk sigorta payı azaltılıp çoğaltılmaktadır. Bu sigorta vakıf şeklinde çalıştığı için araba satışlarıyla parça satışlarından gelen gelirlerin dışında vakıflara gelirlik sağlayarak herkesin ucuz bir şekilde sigortalanması sağlanmaktadır.
Gelir getiren arabalara ise yaptıkları işlerden bir aidat alınmaktadır. Yani bilet başına bir sigorta konmaktadır. İstanbul’daki halk otobüsleri ve minibüsçüler bu şekilde organize edilebilir. Nakliyeciler de yaptıkları nakliye veya kilometre başına bir aidat öderler. Böylece bunlardan gelen gelirlerle yine benzin istasyonu, bakım yerleri, parça satış yerleri, hatta parça imalâthaneleri kurulur. İleride araba imalat yerleri de kurulduğu zaman arabanın satış fiyatına onun sigortalanması da sağlanmış olur. Genel olarak parçalar satılır. İşçilik bedava yapılır. Kazalar da parçalar da satılmaz.
Bugün otobüslerin bazılarında yolcular sigortalanmaktadır. Bu tabii ki kapitalist sistemin gereğidir. Yani sigorta yapamayan firmalar elensin diye bu sistem getirilmiştir. Bu sınırlama hat satışlarındaki fiyatlarla yapılmaktadır. Bu suretle biriken bir sermaye oluşacaktır. Bu sermaye ile de benzin istasyonları, parça satış yerleri, araba imal yerleri ve bakım yerleri oluşturulacaktır.
Kişilerin meslekî dayanışma ortaklıklarında ise şoför kursları teminatlı ehliyet vermekte, diploma verdikleri şoförler aralarında dayanışma oluşturarak yapılmaktadır. Bu aidatları nakden veremeyenler taşımada çalıştırılarak ödettirilmektedir. Kooperatifimiz bu hususlarda çalışma yapmalı ve bu tür dayanışmalı sigortacılığı geliştirmelidir. Mesela, İstanbul Belediyesi bunları çok rahatlıkla organize edebilir. Ne var ki, iktidarda olanlar kendi yerlerini nasıl sağlama alacakları üzerinde duruyor, ama Allah da onların ellerinden bunları alıyor. Ortaklarımız başkanlıklara bağımsız olarak hazırlanmalıdırlar. Belediyeleri aldıktan ve buralarda uygulama yaptıktan sonra iktidara talip olunmalıdır. Deneyimsiz partilerin akıbeti ve ne gibi durumlara düştükleri açıkça görülmektedir.
TAŞIMADA KREDİLEŞME
Benzinin pahalılaşması zamanında komşular sıra ile arabalarla gitmeye başladılar. Üç-dört araba birleşti, o araba ile işyerine gittiler ve böylece birçok konudan yararlandılar. Önce masrafları azaldı. Trafik stresi yaşamaları yarıya indi. Şehir trafiği rahatladı. Arabalardan biri arıza yapınca o sonra nöbete girerek arabasız kalma sorunu çözüldü. İşte insanlar zora girince sorunlar çözülür olmaya başladı. Ne var ki, bu birkaç yakın kimse arasında ve hafızaya dayanan bir kredileşme olmuştur. Kooperatif bu tür arabaların listelerini alacak ve sefer yerlerini tertip edecektir. Sıraya koyacak, birbirini tanımayan ve bilmeyen kişiler de bu kredileşmeden yararlanacaktır. Bu yalnız trafik sorununu değil park sorununu da çözecektir.
Gelir vergisi sisteminde vergi, devletin parasını kullanmamızdan doğan bir sistemdir. Siz eğer nakit yerine trampa, takas sistemini getirirseniz vergi ortadan kalkar. O halde bu kredileşmede bugünkü mevzuat bunları yapanlara herhangi bir vergi yükümlülüğü getirmektedir. Mesela, ben sana 1000 dolar verir, bir sene sonra 1200 dolar alırsam, 100 dolarını devlete vergi vermek durumunda olurum. Çünkü bir o kadar kazandı. Oysa faizi ödeyen zarar etmiştir. Zarar eden devlete ayrıca vergi ödemiştir. Yani devlet çalışanı cezalandırmıştır. Bu uygulama işsizliği doğurmaktadır. Oysa kârdan vergi ödense kişi çalışır ve kazanırsa vergisini öder, kazanmazsa bir şey ödemez. Arabaların kiralanması da aynı sıkıntıyı doğurmaktadır. Oysa kredileşme yoluyla arabaların kullandırılması nakit artığı olmadığı için taraflar vergiyi ödememektedirler. Gerçi KDV mevzuatı taraflara vergi ödetir. Ama bu takas ücretlerinin ucuz tutulması ile bu da halledilir. 0 değerle takas sisteminin de kabul edilmesi gerekir. Çünkü ülke için çok büyük yararı vardır.
Kredileşme sistemi şehir otobüsçülüğünde de geçerli olmalıdır. Yolcusu az olan araba diğer arabaya yolcusunu katabilmelidir. Sonra onun yolcusunu da diğeri götürür. Fazla yolcusunu oraya verir. Bunun için arabalar arasında bir haberleşme olmalıdır. Otobüs biletleri satılan garajlarda kooperatifin böyle bir yeri ve bilgisayarı olmalıdır. Hangi arabaya hangilerinin ne bilet sattıkları bilgisayarda geçmelidir. Fazla yolcusu olan eksik yolcusu olana katabilmelidir. Ayrıca az yolcusu olan seferden çıkarılmalıdır. Bilet paraları aynen yolculuk yapılmış gibi satan firmaya ait olmalıdır. Yakıt parası ile amortisman kazanıldığı için ondan kooperatif pay almalıdır.
Şehirlerarası taşımacılıkta karşılaşılan başka bir sıkıntı da aktarmalarda beklemedir. Bir il merkezine varıp indiğiniz zaman orada vasıta bulamazsınız, beklersiniz. Sizin yabancı olduğunuzu bilince de sizi soymaya kalkışırlar. Dolayısıyla şehir taşımacılığı ile şehir merkezlerinden minibüs veya otobüslerle köylere taşımacılık hususunda bir koordineye ihtiyaç vardır. Bu da Türkiye’nin nerelerinde hangi saatte hangi arabalar kalkar? Bunun envanteri yapılmalıdır. Bunu yaptığımız zaman bir yolcu nereden nereye gidecekse, hangi saatlerde hareket ederse beklemeden konağına varabileceği bilgisi verilir. Oranın tarifeleri belirtilir, hatta bilet parası kooperatifçe tahsil edilir. Böylece kişi rahatlıkla istediği menzile ulaşır.
Yolculara arabada anket yapıyorlar. Bu yanlıştır. Yolculara anket bekleme saatlerinde yaptırılacaktır. Bundan önce yolculuk yaptığınız esnada karşılaştığınız sorunlar ve şikâyetler sorulacaktır. Bunu araba firmaları değil kooperatifimiz almalıdır. Bunları sınıflandırmalı ve kodlamalıdır. Sizin arabadan bu tür şikâyetler gelmiştir diye firmalara bu hususta bilgi verilmelidir. Bir firmanın arabalarından böyle şikâyetler çoğalırsa, kooperatif onunla ilişkiyi kesmeli, onun biletlerini satmamalı, kredileşmeden, dayanışmadan yaralandırılmamalıdır.
Artvin’in köyünden kalkan bir kimse Diyarbakır’ın bir köyüne gidiyorsa, hangi yolları takip edeceğini kooperatiften bilgi olarak alabilmelidir. Köyden telefonla öğrenebilmelidir. Köyden hangi arabayla çıkarsa gideceği yerin arabasına ulaşacağını önceden bilecektir.
Bazı yerlerde araba ihtiyacı olduğu halde orada servis bulunmamaktadır. Mesela, İstanbul’dan Bandırma’ya gelen araba vapurundan indiğiniz zaman servis bulamıyor, saatlerce bekliyorsunuz. Oysa orada her vapur çıkışında Balıkesir-Bursa yoluna indirecek bir servis olmalıdır. Bir minibüs olmalıdır. Gelen yolcuları oraya indirecektir. Bu indirmeyi bedava yapacaktır. Oradan geçen arabaların servis hizmeti olmalıdır. O takdirde birçok arabalar Bursa’ya yolcu bırakıp oradan alabilir, Balıkesir’de yolcu bırakıp oradan alabilirler. Yolculuğun bu yoldan yapılmasından zaman kazanılır, ayrıca rahat edilir. Bunun gibi minibüs servislerinin nerelere konması gerektiği hususunda kooperatif araştırmalar yapar ve kendisine üye olan ama gelirleri az olan araçlara tavsiyelerde bulunur.
Buradan görülüyor ki, Genel Hizmetler öyle kuruluşlardır ki bunları hem devlet hem belediyeler organize edebilir. Ancak halk da doğrudan doğruya kooperatifleşerek, dernekleşerek bu hizmetleri yapma imkânı vardır.
İzmir’de 1967 yılında kurduğumuz Akevler Kooperatifi ile bu konularda araştırmalara başladık. Adil Düzen olarak siyasilere anlattık. Sonuç alamadık. Çünkü insanlar alıştıklarını bırakmıyorlar. Getirdiğiniz yenilikleri yapmıyorlar. Ama Allah Kâinatı evrim üzerinde kurmuştur. Yerinde sayanlar batıp giderler. Hayat yarıştan ibarettir. Yarıştan çekilenler yaşayamazlar. Yarışanlar ise kaybetseler bile varlıklarını sürdürürler. Bir futbol takımı oynuyorsa, yenilse de ayakta kalır. Çünkü yarış için yenilenin de olması gerekir. Ama yarıştan çekilirse o takım yok olur. İnsanlık yarış içindedir. Medeniyet yarışı içindedir. Mustafa Kemal bunun için; “Henüz işimiz bitmemiştir. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir.” demiştir. Bugünkü tutucular, rahat etmek isteyenlerin hepsi batacaktır, gark olacaktır. İnkılâpçılar, ilericiler ise başarıya ulaşacaklardır. İlericilik demek, ilmin verilerine göre kötü eskiyi bırakıp iyi yeniyi almaktır. Milliyetçilik ise eski iyiyi korumaktır. Bunlar dengede olmalıdır.
GEZİ ORTAKLIĞI SÖZLEŞMESİ
KURULUŞ
Madde 1- Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi oraklarına geziler tertip edecektir. Gayesi, ortaklarımızı dünya halkları ile tanıştırmak ve tüketim ihtiyaçlarının doğrudan onlarla yapılacak takas mallarla gidermek için zemin hazırlamak olacaktır.
YÖNTEM
Madde2- Geziye çıkacak ortaklar gittikleri yerlerde otelde kalmaktan ziyade oradaki ailelere misafir edilecekler, mukabilinde sonra onlar Türkiye’de misafir edilecektir. Kaç gün kendisi misafir olmuşsa, o kadar gün de kendisi misafir edecektir. Misafir kaldığı kimseyi misafir etme sözkonusu değildir.
ORTAKLIK
Madde 3- Gezi Ortaklığı aşağıdaki ortaklardan oluşacaktır:
a) S.S. Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi: Kooperatif ortaklarından geziye katılmak isteyenleri tesbit edecek, onlardan avanslar alacak, muhasebesini tutacak, gerekli resmi muameleleri yapacaktır. Gezi onun adına tertip edilecektir.
b) Medya Ortağı: Gazete veya televizyonda Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi’nin tertip ettiği geziyi şekli olarak halka anlatacak, onlardan kooperatife ortak olmalarını ve bu yolla bu geziye katılmalarını duyuracaktır.
c) Araba Ortaklığı: Ortakları ve yükleri taşıyacak araç ile sürücülerini koyacak ve bunların yakıt dışındaki masraflarını karşılayacaktır.
d) Sorumlu Ortak: Araba geziye çıkmadan önce güzergâhı gidip dolaşacak ve orda kalınacak misafir evlerini ayarlayacak, pasaport ve vize işlerini takip edecektir. Yolculuk esnasında resmi kontrollere o muhatap olacaktır.
PAYLAŞIM
Madde 4- Gezi, geziye katılanların katkıları ile karşılanacaktır. Bu masraflar avans olarak ortaklardan alınacaktır. Avans miktarları aşağıdaki şekilde tesbit edilmiştir:
a) Kooperatif yolcu başına 20 dolar hizmet payını alacaktır.
b) Medya ortaklığı yolcu başına 20 dolar alacaktır.
c) Otobüs yolcu başına 20 dolar alacaktır.
d) Sorumlu ortak yolcu başına 20 dolar alacaktır.
Bunun dışında yakıt, pasaport, vize, hediyeleşme masrafları ayrıca hesaplanıp baştan bildirilecektir.
HEDİYELEŞME
Madde 5- Arabanın bagajına karalaştırılacak hediyelik alınıp konacak, misafir olarak kalınan evin sahibesine hediye olarak verilecektir. Karşı hediyeler verirlerse misafir olanlara kalacaktır.
KAFİLE BAŞKANI
Madde 6- Kafile başkanı sorumlu ortaktır. Haksızlık da yapsa yolculuk esnasında talimatlarına uyulacaktır. Orada veya döndükten sonra hakemlere gidip tazminat isteyebilir.
HAKEMLİK
Madde 7- Çıkacak her türlü ihtilaflar tarafların seçeceği birer hakem ile hakemlerin seçtiği başhakem tarafından çözülecektir. Tescil mahkemesi İstanbul’dur.
EKSİK MADDELER
Madde 8- Bu mukavelede eksik olan maddeler Süleyman Karagülle tarafından doldurulup yürürlüğe sokulacaktır. Ortaklar hakemlere giderek bu kararı değiştirebilirler.
Kooperatif Başkanı Medya Sahibi Taşıt Sahibi Firma Sorumlu Ortak
Lütfi HOCAOĞLU