ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER-VIII
DİNİ DAYANIŞMA
İnsanlar sosyal gruplar halinde yaşarlar. Grupları bir araya getirip oluşturma insanın ruhundaki bazı duygulardır. Bunlar dört tanedir.
a) TARTIŞMA: Başka insanlarla bir türlü yarış yapmadır. Bu fikir sahasından fiili sahaya kadar gider. Savaş da bu duygulardan doğar. Satranç oynayan kişide, top seyreden kişide, yahut bizzat karşı fikirleri başkasının huzurunda tartışma insana zevk vermektedir. Birbirleri ile tartışan kimseler bir araya gelerek bir ekol oluştururlar. Bu tartışma sorunun çözümüne kadar devam eder, sorun çözülünce yeni konuya geçilir. Yani, tartışma bilinmeyende olur. Bilinende tartışma yapılmaz. İlmin konuları sonsuz olduğu için tartışma yapılır. Sorunlar ortaya konur, anlaşma sağlanmışsa sorun kalmaz. Anlaşma sağlanamazsa taraflar yeni delil buluncaya kadar konuyu ertelerler. Yeni delil buldukları takdirde tartışmaya devam ederler. İlmin kimseye zararı olmadığı ve ancak tartışma ile ortaya çıkacağı için insanlık için çok yararlı bir faaliyet sahasıdır. Tartışmayı hüccetleşme olarak kullanan Kur’an, tartışmanın sadece ilimde yapılmasını istemektedir. İlimsiz tartışmayı men etmektedir. İlimsiz önderlik yapmayı da men etmektedir.
b) KAZANÇ: İnsanların ihtiyacı olsun olmasın, devamlı kazanmak isterler. Kazandıkça kazanma hırsları artar. Eğer ortak çıkar varsa o takdirde insanlar bir araya gelirler ve ortak iş yaparlar. Bunu sözleşmelerle, anlaşmalarla gösterirler. Bu birliktelik sonunda mesleki dayanışmayı oluşturur.
c) SEVGİ: İnsanları bir araya getirip birleştiren duygulardan biri de sevgidir. Karşılıklı bağlarla doğar. İnsan kendisini seveni sever. Eğer kişiler bir kişiyi sevmeye başlamışlarsa aralarında bir bağ oluşur, birbirlerini de sevmeye başlarlar. Böylece oluşmuş cemaat dini cemaattir. Bugünkü konumuz bu tür dini dayanışmayı anlatmaktır.
d) KORKU: Nihayet insanları birleştiren diğer bir husus da korkudur. Ancak bu korku birbirinden korkan insanların bir arada olduğu topluluktan ziyade, düşmanlarından korkup korunmak için birbirleri ile anlaşabilen kimselerdir. Bu tür bir dayanışma siyasi dayanışmadır.
Sevgi fedakârlık üzerine kurulur. Çocuk anasını sever, çünkü onun için ne kadar büyük fedakârlıklar yaptığını bilir. Anne de çocuğunu sever, çünkü ondan ileride fedakârlık beklemektedir. Akrabalar birbirine karşı fedakârlık yaptıkları için birbirlerini severler. Karşı taraftan bir şey beklemeden yapılan bir iyilik sonunda sevgiye dönüşür. Büyük cemaatlar oluşur. Binlerce yıl cemaat devam eder. Dini cemaatlar sevginin azalmaması için tartışmazlar, kazanç çekişmeleri yapmazlar. Birbirine zor kullanmazlar. Bütün konuları sevgiden ibarettir. Onlar Allah’ı severler, O’nun yarattıklarını severler, hatta gelen kötülükleri de sevdiklerinden geldiği için yine severler.
İlimde kişi haklı çıkmak için uğraşır. Biri galip, biri mağlup olacaktır. Ekonomide biri kazanıp diğeri zarar edebilir. İkisinin kârına da olabilir. Korkutmada biri korkan, diğeri korkutandır. Yani kutuplaşma vardır. Oysa sevgide herhangi bir kutuplaşmaya sebep olmaz. Seven sevilecektir. Her iki taraf da eşittirler. Dini cemaatlerde zorlama yoktur. İyilik vardır. Kötülük yoktur. Cennet halkı da öyledir. İnsanlar hep dereceleri yükselsin diye çalışırlar, ama çalışmazlarsa ceza görmezler.
Dinlerin başka özelliği, insanların boş vakitlerini zararsız bir şekilde doldurması için ibadetlerini yapmayı emretmesidir. Aynı mescide devam edenler önce birbirlerini sevmeye başlarlar. Sonra yavaş yavaş aralarında işbirliği doğar, birbirlerine yardım ederek işleri yapacak eğitimi almış olurlar. Nihayet birbirlerinden haberdar olacakları için aralarında sosyal dayanışma başlar.
Batı demokrasilerinde halk ekseriyete boyun eğer. Oysa İslâm demokrasisinde kişiler istedikleri lidere boyun eğerler. Ocak ve bucaklar oluşur. Kişiler kendi bucaklarını ve ocaklarını seçmekle kendi yöneticilerini seçmiş olurlar. Yani yerinden yönetim, küçük yönetim birimlerini değiştirebilme demokrasinin esasıdır. Serbest sözleşme ve liberal ekonomi demokrasinin kendisidir.
Daha önceleri de belirttiğimiz gibi;
a) İnsan kendi koyduğu kurallara kendisi uymak zorundadır. Böylece hem hürriyetini korumuş hem de kendi çevresinde bir topluluğun oluşması sağlanmış olur.
b) İnsanlar kendi yaptıkları sözleşmelere uymakla yükümlüdür. Kendileri yapmakla hürriyetlerini kullanmış olurlar. Sözleşmelere uymakla da topluluğun varlığını korumuş olurlar.
c) Kişi kendi yönetim birimini kendisi oluşturur veya kendi istediği topluluğa katılır, böylece kendi kendisini yönetmiş olur. Topluluğu beğenmeyen o topluluktan ayrılır ve kendi istediği topluluğa katılır.
d) Nihayet çıkan nizaları halleden hakemleri kendileri seçerler ama sonra onların kararlarına uymak zorundadırlar. Böylece insana demokratik ilkeleri içinde yaşama imkanı sağlanır. Ne var ki, insanların bu birlikler içinde yaşayabilmesi için dinlere ve dini inançlara ihtiyaç vardır.
Doğrunun ne olduğunu ilim belirler, ama insanlara doğruyu de dinler kabul ettirir. Yoksa zorla doğru kabul edilirse o demokrasi olmaz.
30 ile 100 kişiden oluşan ocağın bir başkanı vardır. Bu başkan aynı zamanda dini liderdir. Yönetici de odur. Ocakta zor kullanılmaz. Cemaat başkanlarına bağlı olarak yönetilir. Günlük hayat ocaklarda düzenlenir.
Yaz ve kışa göre saatler değişirse de normal olarak günlük yaşama programı şöyledir:
a) Saat 4’te herkes kalkar, sabah temizliğini yapar, kahvaltısını yapar, toplantı yerine giderler. O gün herkes nereye gideceğini, ne iş yapacağını belirler ve aynı yerde iş yapacaklar birlikte saat 6’da hareket ederler. Ocak sakinleri üç gruba ayrılırlar:
Birinci grup resmi işlere giderler. Servisler onları götürür. Bunlar daha çok güçlü erkeklerdir.
İkinci grup ocak çevresinde hafif işlere giderler. Bunlar daha çok kadınla, yaşlı ve sakat erkeklerdir. Küçüklerdir.
Üçüncü grup ise iş yapmayıp gününü eğlenme ve gezme ile geçirecek kimselerdir. Küçük çocuklar ile büyük baba ve büyük annelerdir.
b) Resmi işyerlerinde kendi işlerinde çalışan kimseler. Saat 12’de işlerini birlikte bırakırlar. Öğle temizliğini yaparlar. Evlerine dönerler. Resmi iş 6 saattir. Bu arada diğer gruplar da evlerine dönerler.
c) Saat 15’e kadar öğle istirahatı yapılır. 15’te yine herkes toplantı yerine gelir ve birlikte oradan istedikleri yere giderler. Özel işlere giderler. İsteyenler ilim yaparlar.
d) Saat 18’de herkes yine toplantı yerine döner ve oradan evlerine dönerler.
e) Akşam sohbeti başlar. Saat 20’de yatılmak üzere dağılınır.
Haftada bir defa da tüm nöbetli erkeklerin zorunlu, diğerlerinin istekleriyle katıldığı toplantı yapılır. Burada bucak yönetiminin aldığı kararlar ilan edilir.
Bucak yönetimi bucak başkanının istişare sonunda aldığı kararlarla yönetilir. Bir hafta içinde duyurulur. Hakemlere gidilip iptal ettirme hakları vardır. Ayrılmayı beyan eden bucak sakini o karardan sorumlu tutulamaz.
Bucak içinde ilmi dayanışma ile dini dayanışma sorumluları aynı kimselerdir. Ne var ki, bir kimse ilmi dayanışma olarak başka birisini, dini dayanışma olarak başka kimseyi seçebilir. Dini dayanışma başkanları il içinde kendilerine il dini dayanışma liderlerini seçerler. Bir kimsenin ilde dini dayanışma lideri olabilmesi için yüksek ehliyetli olmak ve il içindeki halkın en az yirmide birinin dini dayanışmasının sorumlusu olmak gerekir. Bunlar da devlet içinde dini dayanışma sorumlularını seçerler. Bunların üstün ehliyetli olmaları gerekir. İnsanlık içinde de böyle bir kuruluş vardır.
Dini dayanışma ortaklıkları, insanları insan olarak eğiten merkezlerdir. İnsan kollektif olarak üreyen, tek başına tüketen varlıktır. Kişiliğini korur ama topluluk içinde yaşar. İki zıtlık onda birleşmiştir. Bağımsızlık ve birlik. Bunun dengesini kurmak en hassas noktadır. Milli hakimiyeti kaybetmeden insanlık içinde yer almak. Devletin bölünmez bütünlüğünü koruyarak yerinden yönetimi sürdürmek. İcma içinde içtihat yapma gibi hemen her sahada bu sorun içinde karşı karşıya kalırız. Dini dayanışma ortaklıkları bir inşaat malzemesini üreten işletmeler gibi inşaatçılara malzeme üretirler. İlmi dayanışma ortaklıkları da bu malzemeleri ambalaj yapar ve damgalarlar. Yani eğitimi dini dayanışma ortakları yapar, imtihanı ve rütbeleri ilmi dayanışma ortakları verirler. Böylece pazara sürülen insanı mesleki dayanışma ortakları satın alıp inşaat yaparlar, siyasi dayanışma ortakları da bunları işletirler. Bu tasnifi zihnimizde tutmamızda yarar vardır.
a) Dini dayanışma ortaklıkları insan malzemesini üretirler.
b) İlmi dayanışma ortaklıkları ölçülendirip damgalarlar.
c) Mesleki dayanışma ortaklıkları işletmeleri kurup çalıştırırlar.
d) Siyasi dayanışma ortaklıkları bu işletmeleri korur ve ürünleri pazarlarlar.
Din sevgiye dayandığı için zorlama yapılmaz. Herkes herkese istediği dersi verir. İsteyen istediğinden eğitim alır. Bunun için bir program, bir zorlama yapılmaz. Ancak ilmi dayanışma ortaklıkları bilgileri standart hale getirirler, bu bilgilere ait kitapları yazarlar, kişileri imtihan ederler ve kişilere başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün ehliyet tevcih ederek diploma verirler. Artık iş adamları bunları tanır. Kimin ne iş yapabileceğini bilir. Sonra mesleki dayanışma ortaklıkları işletmeler kurarak bunları o işletmelerde istihdam ederler. Üretimdeki başarıya göre diplomalar geçerli olur. Yani hangi ilmi dayanışma ortaklığının diploma verdiği kimse başarılı üretim yapmış ve piyasada tutunmuş ise, o ilmi dayanışmanın diploması geçerli olmaya başlar. Tabi, hangi dini dayanışmanın yetiştirdiği kimseler imtihanda başarılı olmuşsa onların eğitimi geçerli olur. İşletmelerde elde edilen ürünlerin bölüşülmesi gerekir. Bunun yapılması da adaletle ilgilidir. Bunu siyasi dayanışma ortaklıkları yaparlar. Böylece tüketim olur. İnsanlar bu sayede doyarlar. Devre başlayıp devam eder. Dini dayanışmanın üyeliği ana karnından başlar, mezara kadar devam eder. Kişinin kişiliği dini dayanışma içinde belirlenir.
İnsanın eğitilmesi anne karnında başlar. Annesi hangi gıdalarla beslenirse çocuk ona göre yetişmektedir. Duyulan sesler ceninin tüm bedenini her zaman titreştirmektedir. Canlı hücrenin çevreye uyum sağlama kabiliyeti vardır. Bunu bilen dinler, insanları günde beş defa mabetlere çağırmakta ve onlara ilahiler dinleterek çocuklarının aynı seslere göre doğmalarına ve yaşamalarına zemin hazırlamaktadır. İnsanlar ayrıca elektromanyetik dalgalar yayınlamakta ve diğer insanlar bu dalgaları da almaktadırlar. Dolayısıyla sadece telefonla konuşma yeterli olmamakta, aynı zamanda bir arada bulunmanın hiç konuşmalar yapmasalar bile birlikteliği sağlamaktadırlar. Tarikat ehli bir araya gelir, hiç konuşmazlar. Ama birbirlerine gönderdikleri elektromanyetik veya ışık üstü dalgalarla birbirlerine etki eder ve aralarında birlik sağlarlar.
İnsanlar eğitimle değişik standart taşlar haline gelirler. O taşlarla duvar örülür gibi topluluk oluşur. Ne var ki, ayrı standartta olanlar aynı duvarda kullanılırlar. Bu sebepledir ki ocaklarda tek dini eğitim vardır. Aile ve ocak eğitimi milli birliği sağlamaktadır. Çocuk zaten burada yetişmektedir. Bucak içinde de haftalık ibadetler birlikte yapılmaktadır. Kişi dilini burada öğrenmektedir. Bucaklarda ilmi ve dini dayanışma ortaklıkları iç içe bulunmaktadır.
Yarışmaların sağlanması, insanlığın bir bütün olması için bucaktan başlayarak insanlığa doğru dinler farklılaşmaktadır. İnsanlık içinde beş ile on kadar farklı büyük dinler oluşmaktadır. İnsanlık bunlar tarafından gruplara ayrılmaktadır. Bucağa, ocağa doğru inildiğinde birliğe doğru gidilmektedir. Nasıl kalp ayrı, beyin ayrı merkezlerdir, ama bunlar birleşerek ortak hizmet verirlerse, farklı dayanışma ortaklıkları da böyledir. Merkezleri farklı ama bucak ve ocaklara birlikte hizmet verirler.
Bugün yeryüzünde yayılmış büyük dinleri şöyle sıralayabiliriz:
a) Sünni İslâm mezhebi
b) Şii İslâm mezhebi
c) Katolik Hıristiyan mezhebi
d) Ortodoks Hıristiyan mezhebi
e) Protestan Hıristiyan mezhebi
f) Budizm
g) Hinduizm
h) Kapitalizm
i) Sosyalizm
j) Ateizm
k) Yeni Sünni İslâm Mezhebi
Burada önemli olan husus bu mezheplerin kendiliklerinden doğduğu, siyasi güçlerle mücadele ederek varlıklarını kabul ettirdiğidir. Tarihteki medeniyetlerin böylece hep dinlere dayalı olarak doğduğudur. Yani, reformlar yukarıdan gelmeyecek, tam tersine halk önce dini olarak teşkilatlanacaktır. Bu da Kur’an okumakla olacaktır. Kur’an’ı asrımızın ilimleri ile anlamakla olacaktır. “Kur’an Matematiği Dersleri”ne bu sebeple başlanmıştır. Şimdilik bunun yazılı metinleri oluşmaktadır. Cemaatlaşma sonra olacaktır. Bediüzzaman risaleleri yazdı. Şimdi dünyada cemaatlaşılmıştır. Bizim bu çalışmalarımız yeterli değildir. Buna cemaat katkısı sağlanmalıdır. İlmi aşiretler oluşmalıdır. Birinin yazdıklarını okumakla değil, hepimizin yazması ile bu yol alınacaktır. Bu sebepledir ki ben yazıyorum. Arkadaşlar düzeltiyorlar, tashih ediyorlar. Ben bir daha okumuyorum. Size son olarak nasıl ulaştığını bile bilmiyorum. Benim düşüncelerimden farklı çelişkili ifadeler size ulaşacaktır. Siz kediniz de düşünmeye ve yazmaya başlayacaksınız. İşte o zaman Yeni Sünni İslâm Mezhebi ortaya çıkacaktır. İnsanlık II. Kur’an Medeniyeti onun üzerine kurulacaktır.
Diğer mezheplere gelince, onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir. İnsanlığı kendi mezheplerinde yetiştirmeye devam edeceklerdir. Ancak kendilerinde aşağıdaki değişmeler olacaktır.
a) Dinde zorlama yoktur kuralını benimseyeceklerdir. Yani laikliği sindireceklerdir. Diğer dinleri kötüleyip yıkma yerine, kendi inanışlarını yayamaya ve sevdirmeye çalışacaklardır. “Dinde zorlama yoktur” demek, düşmanlık yok demektir. Dostluk vardır. Kur’an’ı dini yönden ele alıp işleyeceklerdir.
b) Dinler müsbet ilmin verilerine yaklaşacaklardır. Müsbet ilmin ışığı altında metinlerini yorumlayacaklar, ibadetlerini düzenleyeceklerdir. Bunu sağlayamayan dinler yaşamaz. Ama bütün dinler buna doğru gitmektedir. Bu da Mustafa Kemal’in lâiklik anlayışıdır. Yani, lâiklik sadece “dinde zorlama yoktur ilkesi” ile gerçekleşmez, ona göre ulus müsbet ilmin verilerine göre düzenlenmelidir. İçtihatlar müsbet ilme göre yapılmalıdır.
c) Dinlerin topluluk içinde görevleri olmalıdır. Topluluğa karşı, yönetime karşı dinler yerine toplulukla bütünleşmiş karşılıklı çıkarları sağlanmış bir din anlayışı içinde olmalıdır. Yani, din ile devlet birbirine karşı olmamalıdır. Birbirine saygılı ve çıkar çatışması değil de çıkar uyumu içinde olmalıdırlar. Elbette bu iki taraflı anlayışla doğacaktır. Topluluğun bir ucunda eli silahlı siyaset vardır. Topluluğun diğer ucunda da dili silahlı din vardır. Bunlar arasında ilim ile ekonomik işletmeler köprü kurarlar. Din ile yönetim karşı karşıya gelmez. Din ile siyaset, ilim ve işletmeler aracılığı ile sağlar. İki zıt şey ancak böylece bir arada olabilir. Bu da lâikliğin başka bir kuralıdır. Bugün bu tür bir denge kurulamamıştır.
Din ile yönetimin koptuğu kapitalist ülkeler.
Dinin yönetimin emrine alındığı Türkiye ve sosyalist ülkeler.
Dinin yönetimi emrine aldığı İsrail ve İran’vari teokratik ülkeler vardır, Oysa gelecek dünya;
Din ile yönetim arasında ilim ve işletmeler aracılığı ile dengenin kurulduğu şeriat dünyası, geleceğin dünyası, Adil Düzen Medeniyeti.
d) Değişik küçük din ve mezhepler büyük dinlerin kanadına girip yaşayacaklardır. Yeter sayıyı bulamayan, bir hanedanı tanrılaştıran dinler eninde sonunda krallıklar gibi ortadan kalkacaklardır. Çünkü bu anlayış müsbet ilim anlayışına yakındır. Yani putperestlik silinip gidecektir. Putperestlik dinlere sonradan giren bir hastalık kabul edilecektir. Gerçekten de böyledir.
1) Tek tanrıya inanan insanlar kabilelere ayrılıp dilleri farklılaşınca tanrının adı da farklı oldu. Sonra bir araya gelince farklı adları farklı tanrı gibi gördüler. Sosyal çatışma sebebiyle bunu körüklediler.
2) Tanrıyı bir hayvan, insan, yahut ağaç gibi tabii varlıkların adları ile adlandırdılar. Mecazi olarak öyle ad verdiler. Sonra bu ad benzerliği ile eşya tanrı oldu. Allah’ı güneşe benzeterek ifade eden topluluk sonra güneşe tapmağa başladı. Böylece putperestlik doğdu.
3) İlk yazı dili şekil dili idi. Tanrıyı da bir şekil olarak gösterdiler. Sonra insanlar şekli tanrı yapıp putlara tapmağa başladılar.
4) Nihayet hükümdarlar kendi güçlerini halka kabul ettirmek için hanedana veya kendilerine kutsilik kazandırıp taptırmağa başladılar. Bugün bu putperestlik bütün şiddeti ile devam etmektedir. Halk parti başkanlarına, dini şeyhlerine tapmaktadır.
İşte bütün dinler putperestlikten vazgeçecek, tek tanrı inancını kabul edecektir. Ancak bundan sonra büyük dinlerin kanadı altında varlıklarını sürdüreceklerdir.
Şimdi bu açıklamalardan sonra bizim kooperatif olarak mezhebimiz ne olacaktır? Dinimiz ne olacaktır? Biz dini sevdirme şeklinde anlıyor, Mevlana’nın dediğini söylüyoruz: “Ne olursan ol, bize katıl. Biz insanlığa hizmet edelim.” Kur’an’ın haber verdiği gibi; onlar bizi sevmeseler de, biz onları sevelim. Biz bunu “Mal-Mal Mağazaları” aracılığı ile sağlayacağız.
Mağazalardan gelen Genel Hizmet gelirlerinden bir zekât fonu oluşturacağız. Müşterimizin özel sorunları ile de meşgul olacağız. 25 Genel Hizmetleri müşterilerimize karşılıksız vereceğiz. Doktoru bedava olacaktır. Avukatı bedava olacaktır. Mühendisi bedava olacaktır. Muhasibi bedava olacaktır. Darda ise de maddi payı verilecektir. Bu ona bizim kooperatifimizi sevdirecektir. Böylece onları doğru yola götüreceğiz. Yanlış yola gidenler cezalandırılmayacaklar, muttakiler daha çok yardım göreceklerdir.
Marketler, aldıkları siparişlere göre eve teslim hizmetlerini vereceklerdir. Sipariş almak için her eve bir ortağımız gidecektir. Ailenin dostu haline gelecek bu kimse ailenin bütün sorunlarını ve sırlarını dışarıya vermeden öğrenecektir. O sorunlar kooperatifimizin dini dayanışma ortaklığına ulaştıracak ve o da kişinin doğrudan baş vurmasına gerek kalmadan çözecektir. İşte bu kişilerin dayanışma ortaklığına sadakatlerini sağlayacaktır.
Şimdi teşkilatımızı tekrar hatırlayalım:
- Ocaklarda Dayanışma Kooperatifleri
- İllerde Hizmet Kooperatifleri
- Ülkede Danışma Kooperatifleri
- İnsanlıkta Araştırma Kooperatifleri vardı.
İşte biz kooperatif olarak da bucaklarda illerde, ülkede ve insanlıkta buna göre dini dayanışma ortaklıklarını kurmak suretiyle “Geleceğin Hak Medeniyeti”ni kurmuş olacağız. Biz bir örnek site kuracağız. O örnek sitenin benzerlerini diğer yerlerde kuracaklardır. Bunlar birleşecek, sonunda tüm dünyada yeni bir mezhep olarak ortaya çıkılacaktır. Biz yeteri kadar hazırlık yapar ve örnek siteyi kurarsak, Nasr sûresinde ifade edildiği şekliyle insanların fevc fevc Allah’ın dinine girdikleri görülecektir. Biz başkalarına kabul ettirmekle değil; kendimizi oluşturmakla meşgul olmalıyız.
Bize karşı ambargo var. Kimse sözlerimizi duyurmak istemiyor, duymak istemiyor. Gelip dinleyenler de baskı altına alınıyor ve vazgeçiriliyor. Ama bütün hak yolu yolcularının işi böyledir. Onlar böyle yapmasalar, bizim hak yolda olduğumuzu nereden bileceğiz? Kimse bizimle ilgilenmez görünmekte ise de, kulaktan kulağa bizi tanımakta ve bizi izlemektedir. Bir gün patlama olacak ve insanlık bizimle meşgul olacaktır. Bunun için bizim sabırlı olup yolumuza devam etmemiz gerekiyor.
İstanbul’daki tüm gayretlerimiz henüz bir semere vermedi. Bir market yeri bulamadık. Denemeye geçemedik. Bir atölye bulup ahşap ev imalatına geçemedik. Şimdilik İzmir’de bu husustaki faaliyetimiz devam etmektedir. Günü gelmemiştir. Sabırla İstanbulluların akıllarının başlarına geleceğini ümit ederiz. Zelzeleden sonra ortaya çıkan sosyal zelzele hâlâ halkımıza bir şey anlatmıyorsa bunun sonu korkunçtur. Bizim daha önce yazdığımız geniş makalelerimizde “sosyal tufanların” olacağını, bizleri bunlardan ancak “sosyal gemi”nin kurtaracağını yazmıştık. Kulak veren olmadı. Şimdi sosyal tufan içinde debeleniyorlar. Hâlâ putlardan medet umuyorlar.
EĞİTİM
İnsan kendisine sorulmadan anne-babanın birleşmesinden varolur. Doğar ve gelişir. Erginlik çağına erer. Sonra yaşlanır ve ölür. Cenazesi kaldırılır. Bu hayat akışı içinde insan başkalarına muhtaçtır. Kendi hayatını kendisi tek başına sürdüremez.
a) Kendi kendine varolmaz, o anne-babasının birleşmesi sonucu doğar. Onun varolmasına sebep olanlar ona bakmak ve onu büyütmekle yükümlü olurlar. Bu bir dini vecibedir.
b) Erginlik çağına ulaşıncaya kadar çocuk anne-babasına muhtaçtır. Bu esnada anne-babasına borçlanmaktadır.
c) Erginlik çağında iken de hastalık hallerinde yakınlar birbirine muhtaçtırlar.
d) Sonra yaşlı kimseler de yine yaşamak için bakıma muhtaç olurlar.
Böylece insanoğlu borçlu ve alacaklı olarak yaşamak durumundadır. Kime karşı borçlu ve kimden alacaklı? Kapitalistler bunu doğrudan yakınlarına karşı borçlu ve alacaklı olarak düşünürler. Sosyalistler ise bunu devlete karşı borçlu ve alacaklı olarak düşünürler. Şeriatta ise borçlu ve alacaklı Allah’tır. O da kendi hak ve görevlerini devlete devretmiştir. Ancak devleti temsil eden yetkili kimse atanmış kimseler olmayıp Allah tarafından belirlenmiş yakınlardır.
Çocuklar önce devlet adına anne-babalarından hizmet alırlar ve devlete borçlanırlar. Sonra ergin hale gelince de devlete olan borçlarını çocuklarına bakmakla öderler. Erginler yaşlı anne-babalarına bakarak devlete borçlanırlar, kendileri yaşlanınca da çocukların elinden alacaklarını devletten alırlar. Devlet deyince sermayenin veya ıslahın atadığı idare anlaşılmamalıdır. Toprağıyla ve ulusuyla tüm oluş devlettir. Kooperatifler de devletin bir organıdır. Dayanışma kooperatifleri içinde bu dayanışma borçlanmaları olur. Kooperatiflerin burada tanzim görevleri olduğu gibi dayanışma içinde yardımlaşma görevleri de vardır. Halka yapılan genel hizmetler bu dayanışma içindedir.
25 Genel Hizmet işletmelere yapılır, karşılığında Genel Hizmet Payı alınır. Bunun yarısı o işletmeye Genel Hizmet verenlere dağıtılır. Diğer yarısı kooperatifte ortak fonda toplanır ve halka bu 25 Genel Hizmeti verenlere bölüştürülür. Böylece erginlerin kendi borçlarını ödeyebilmeleri ve ilerisi için alacaklı olabilmeleri için kolaylık sağlanmış olur. Demek ki, üretimde kapitalist olan şeriat düzeni tüketimde sosyalisttir. Yine burada iki zıt şey birleşmiş ve dengelenmiştir. Çağımızda bu dayanışma şarttır.
Yani eskiden insanlar, küçüklük, yaşlılık ve hastalık sebepleri ile dayanışmak zorunda idiler. Şimdi ise işsizlik sebebiyle de dayanışmak zorundadırlar. İşte dinler bu dayanışmanın kaynağı olduğu içindir, binlerce yıl varlıklarını korumaktadırlar. Lâik olduğunu iddia eden ve dine karşı olan görevliler, hacca gidenleri soyarak, kurban derilerine el koyarak yaşamağa çalışmaktadırlar. Avrupa’ya giden işçilerimiz ancak mescitler sayesinde tutunmuş ve varlıklarını korumuşlardır. Almanya’da Dev-Gençleri ziyaret etmiştim. Yanlarında mescitleri vardı. Orada namaz kıldım. Demek ki, dini duygular olmadan dayanışma olmaz.
Zelzele olduğu zaman Fazilet Partisi yardım teşkilatı kurmuştu. Her taraftan yardım onlara geliyordu. Başka partililer de yardımlarını onlara gönderiyordu. Onlar dağıtıyordu. Hükümet kriz masalarını oluşturdu, bu yardımları kendisi dağıtmak istedi. Kimse onlara vermedi. Yine Fazilet Partisi temsilcileri bu işi yürüttü. Düzce’ye kamyonlar geliyordu. Asker durduruyordu. “Valiliğe verin” deniyordu. “Vermeyiz, geri götürürüz” diye direnince, o zaman göz yumuluyor ve arka sokaklardan yine Fazilet Merkezine gidiliyordu.
Sol partiler de ancak Aleviliğe dayanarak varlıklarını sürdürüyorlar. Şimdi bütün partiler dine karşı cephe almaktan vazgeçtiler. Dine hizmet vererek o dinden de karşılığını almak, dini sömürmek değildir. Tam tersine, dayanışmadır. Dolayısıyla kooperatifimizde de inançlı kimselere hizmet vermek vardır ve onların da kooperatiflere ortak olmaları istenecektir. Kooperatif ruhsuz bir ekonomi çıkarına dayanmayacaktır. Paralı alış-verişlerin yanında parasız da hizmetler olacak, dayanışma olacaktır. İşte bu bakımdandır ki dini dayanışma hizmetleri kooperatifimizin gelişmesi için önemli yer tutacaktır.
Şimdi işin başka yanından bakalım. Bir işletme aşağıdaki safhalarla oluşur.
a) İlmi çalışmalar yapılarak projeler hazırlanır.
b) Sermaye sahipleri sermayelerini koyarak işletmelerini kurarlar.
c) Ancak bu işletmelerin halk tarafından benimsenmesi, sosyal müessese olabilmesi için halka bu müesseseyi duyurmak gerekir. Bunu kim yapacaktır? İşte bunu Dini Dayanışma Ortakları yapacaktır. Yahut Ahlâki Dayanışma Ortaklıkları yapacaklardır. Halka bunlar anlatacak ve sevdireceklerdir. Bunu bir işletme yapamaz. Kooperatifin ahlâki dayanışma sorumluları olur. Onlar kooperatif ortaklarının mallarını tanıtmış olurlar. Tabii ki sadece tanıtma sorunu değildir. Aynı zamanda o malların nasıl kullanılacağını, mallardan nasıl yararlanılacağını da tanıtmak gerekir. Büyük firmalar bu işleri kendi imkanları ile yaparlar. Devlet kendi imkanları ile yapar. Ama halk ekonomisinde bunları ahlâki ve diniş dayanışma ortaklığı yapar.
d) Böylece elde edilen ürün sosyal dayanışma ortaklıklarınca bölüştürülmüş olur.
Baştan hatırlayalım;
Din neyin yapılacağına, ilim nasıl yapılacağına, meslek kimin yapacağına, sosyal kimin olacağına karar verir. Görülüyor ki, bunlar karar mekanizmasıdır. Her kararın bir sorumluluğu olmalıdır. Dayanışma ortaklıkları bu sorumluluklarını yüklenirler.
TEZKİYE
Topluluk insanların birbirleri ile kurulacak bağlarla doğar. Eskiden bu ilişkiler birbirlerini tanıyan insanlar arasında kuruluyordu. Şimdi ise sanayi devriminden sonra topluluk büyüdü artık birbirlerini tanımayan kimseler arasında bu ilişkiler kurulmaktadır. Bunun gerçekleşmesi için de teminatlı ehliyet sözkonusu olmaktadır. Dayanışma ortaklıklarına bunun için ihtiyaç vardır. Bilgisizlikten doğan zararları ilmi, beceriksizlikten doğan zararları mesleki, ihmalden doğan zararları dini, kasden iras edilen zararları siyasi veya sosyal dayanışma karşılamaktadır. Ortaklık kişiye güvence verirken onun ne yapabileceğini tesbit etmek ve o işlere güvence vermek gerekir. İşte bu zorunlu olarak bir derecelendirmeyi getirmektedir. Daha önce ilmi derecelerin nasıl kazanılacağı anlatılmıştı. Ortak imtihanlarla kazanılıyordu. Mesleki derecelerin nasıl kazanıldığı da anlatılmıştı. Yine ilgili fakültelerin imtihanı ile kazanılıyor.
Şimdi de dini derecelerin nasıl verileceğini belirtelim.
İnsanın bir şeyi bilmesi ve becermesi yeterli değildir. Onu yapması gerekir. Yani aktif hâle gelmesi gerekir. İşte insanı harekete geçiren dindir. İnsan acıkınca karnını doyurmak ister. Ama doyduktan sonra ikinci defa açlık duyuncaya kadar açlık duymaz. Hayvanlar böyle günübirlik yaşarlar. Karıncalar bile yiyeceklerini depo ederken bize gelecekte gerekecektir diye depolamazlar. Sadece boş otururlarsa canları sıkılır ve bundan dolayı çalışırlar. Oysa insan geleceğini düşünür, âhiretini düşünür. Bunun için şimdi çalışır. Hele toplulukta her iş zamanında ve eksiksiz yapılmalıdır. Küçük ihmal tüm işletmeyi yıkabilir. Buna çalışkanlık diyoruz. Dini dayanışma, sözümde durma, kararlara uyma, yetkililere saygı gösterme gibi ahlâki konularda durur. Kişileri buna göre değerlendirir.
İlimde ve meslekte insanın bilgisini ve becerisini ölçme imkanı mevcuttur. Bunu imtihanla gerçekleştirsin. Oysa insanın ahlâkını herhangi bir imtihanla ölçme mümkün değildir. Bunun için tamamen sübjektif bir metot geliştirilmiştir.
Bir ahlâki dayanışma sorumlusu kendi cemaatini her yılın sonunda ahlâki derecelerine göre sıralar. Sorumlu bunda haksızlık yaparsa kişi dayanışma ortaklığını değiştirerek orada kendine yer arayabilir. Böylece denge kurulmuş olmaktadır.
Bir dayanışma ortaklığında 100’e yakın ortak vardır. Sorumlu kendisine göre sıralar. En çok güvenilir kimseyi başa alır. Bu sıralamada yer alan kimselerin sırası dünyevidir. Allah ise âhirette nasıl sıra vereceğini kendisi bilir. Bu sebepledir ki hiç kimsenin benim derecem daha ileridedir diye öğünmeye hakkı yoktur. Bu kişinin dini dayanışma içindeki derecesini gösterir. Başlangıç, temel ve ilk ehliyetliler bucakta tezkiye olunurlar.
Orta ehliyetliler hizmet, yüksek ehliyetliler danışma, üstün ehliyetliler araştırma kooperatifleri içinde tezkiye olunurlar. Onlar o kooperatiflerin ortaklarıdır.
Ayrıca dayanışma ortakları sorumlarının da tezkiyesi vardır. 10 aileden oluşan sitelerin başkanları dayanışmadaki dini dayanışma başkanlarını sıralarlar. Sıraların tersleri alınarak toplanır ve dayanışma ortaklıklarındaki dini dayanışma sorumlularının dereceleri bulunur. Böylece ortaya çıkan dini dayanışmanın derecesi ile kişinin dayanışma içindeki derecesinin çarpımı kişinin kooperatif içindeki tezkiye derecesi ortaya çıkar.
Hizmet kooperatifleri içindeki dini dayanışma sorumlulukları dayanışma kooperatifleri başkanları tezkiye ederler. Terslerinin toplamı ile elde edilen dereceler hizmet dayanışma sorumlularının derecesini verir. Orta ehliyetlilerin dereceleri kendi dereceleri ile dayanışmalarını dereceleri ile çarpımından oluşur.
Danışma kooperatiflerindeki dayanışma sorumlularını hizmet kooperatif başkanları tezkiye ederler. Böylece yüksek ehliyetlilerin dereceleri bulunur.
Araştırma kooperatiflerindeki dini dayanışma sorumlularını danışma kooperatifleri tezkiye ederler. Böylece üstün ehliyetlilerin dereceleri bulunur.
Ayrıca kişilerin işledikleri suçlardan aldığı cezalar para cezalarına denkleştirilir. Bu cezalar kişilerin dini dayanışma içindeki dereceleri ile çarpılarak dini dayanışmanın suçu önleyememe derecesi bulunur. Bunlar toplanarak sıralama yapılır. Dayanışma ortaklıkları böylece suçu önleme derecesi ile sıralanır. Bir de tezkiye ettikleri kimselerin çalıştıkları yerlerin ödediği kooperatif hizmet payları ile de çalışkanlık dereceleri tesbit edilir. Böylece yapılan sıra ile birlikte dini dayanışmanın dereceleri bulunur.
Bir dini dayanışmanın derecesi kendi tezkiye derecesi ile tezkiye ettiği kimselerin az suç işlemiş olma derecesi ile, çalıştırma derecelerinin toplamı ile çarpımı sonucu bulunur.
Kişinin topluluk içindeki derecesi dayanışması içindeki derecesi ile dayanışmasının derecesinin çarpımı ile bulunmuş olur. Derecelemenin varlığı Kur’an’da “herk faziletliye fazileti verilir” âyeti delâlet etmektedir. İnsanların tafsil edildiği de bildirilmektedir. Bu derecelerin de imtihanla olacağı bildirilmektedir. İmtihan dereceleri imtihan edenleri takdirleri ile verilmektedir. Kişi imtihan edeninin kendisi seçmektedir. Böylece demokratiklik ilkesi her yerde korunmaktadır.
KADROLAR
Standart işlerin resmi olsun, özel olsun, resmi kadroları vardır. Her istediği işi yapar. Ehliyet aranmaz. Ne var ki, doğacak zararları da kendileri yüklenmiş olurlar. Bir iş akdi yaparken;
a) Karşı taraf kandırılmamalıdır. Yalan söylenmemelidir. Yalan söylenmesi halinde doğan her türlü zararlar söyleyene aittir.
b) Sözleşmede kişi ehliyet sahibi değilse karşı taraf bunu bile bile kabul etmişse bunun sorumluluğuna iştirak etmiş olacağı için doğacak zararlara katlanır. Mesela, şoför olmayan kimseye araba teslim edilmişse kaza yaparsa müteselsilen sorumlu olurlar. Arabadaki zararlar araba sahibinin olur, bedeni zararlar araba süreme ait olur.
c) İspat külfeti ehliyetliye aittir. Ehliyeti olmayan biri araba tamir etmiş, sonra bozuk çıkmış ve daha fazla zarara sebep olmuşsa verilen ücreti geri aldığı gibi zararı da tazmin eder. Tamircinin kusuru olmadığını tamirci ispatlar. Ehliyetli tamir etmişse tamircinin kusuru olduğunu araba sahibi ispat emek durumundadır.
d) Ehliyetsiz olanların yaptıkları işlerde ücret kararlaştırılmamışsa ücret talep etmez. Oysa ehliyetlilerin ücret tesbit etmeden yaptığı işlerde resmi ücret istihkak ederler.
Böylece hangi işin hangi derecede kimlerin yapacakları belirlenir. Her işin bir ilmi derecesi vardır. O ilmi dereceden aşağı olanlar işi yaparlarsa teminatlı olmaz. Ayrıca mesleki derecesi vardır. Bu ağırlık derecesidir. O işi yapanlar en az o kadar mesleki dereceye sahip olmalıdırlar. Nihayet her işin bir sorumluluk derecesi vardır. O iş ihmal dolayısıyla ve ilgisiz dolayısıyla yapılmazsa o işten o sorumlu olur.
Sorumluluk, müdür ile kapıcının sorumluluğu aynıdır. Sadece müdürün ilmi ve mesleki derecesi daha yüksektir. Ama sorumluluk ikisinde de en baştadır. Bekçi gelip bir gün kapı açmazsa, vekili de yok, fabrika çalışmaz. O günün yevmiyesini kim ödeyecektir? Bekçinin dayanışma ortaklığı ödeyecek. Hem de dini dayanışma ortaklığı ödeyecektir.
Bir iş bir kimseye verildiğinde onun tezkiyesine bakılır. İşin de kadrosuna bakılır. Onunla anlaşma yapılır. Görülüyor ki, gelecekte artık sokakta yaptığın her iş için bir kadro sözkonusu olacaktır. Artık o kadrolara, o kadroya ehil olanlara iş vereceklerdir. Diyelim ki, bir lokantaya girdiniz. O lokanta sınıfsız, birinci, ikinci, üçüncü, ve dördüncü sınıf olabilir. Mukavelelerinde ona göre hizmet şartları yazılır. Orada hizmet yapanların hepsinin ona göre mesleki dereceleri vardır. Siz ona göre orada yemek yersiniz. Diyelim ki, zehirlenme olmuşsa ona göre sorumludurlar. Kullanılacak malzeme kalitesi de ona göredir. O işte çalışan kimselerin yetkili olduğu da giyecekleri elbiselerle belirlenmiş olacaktır. O halde işyeri kıyafeti doğacaktır.
İşyeri kıyafeti giymek zorunlu değildir. Ama kıyafeti giyenlerin o kıyafetin ifade ettiği kadroya ehil olmaları gerekir. O kadroya ehil olmayanlar o kıyafeti giyerlerse zarar doğduğunda suçlu olurlar. Bunlara verilecek ceza sürgünlük cezalarıdır. Kooperatiften çıkarma cezalarıdır.
Burada asıl olan o kadroyu belirleyecek kıyafettir. Kıyafet standartlarda yer alır. Yani proje yapan kimse o kadroda çalışanın derecesini belirleyen kıyafeti de koyar. Bu kıyafet seçilirken kişilerin inançlarına, ahlâk anlayışlarına aykırı olmamalıdır, başka kıyafetlerle karışmamalıdır. Yoksa hakemler yoluyla o kıyafet iptal edilir. Kooperatif içinde her türlü nizalar hakemler yoluyla çözülür.
Bir topluluk içinde kişilerin tanıklık bakımından sıralanmaları vardır. Bu kooperatif içindeki ahlâki derece ile belirlenir. Bunun sınırını kooperatif başkanı koyar.
a) Adil olan kimseler. Bunlar en yüksek derecede kimselerdir. Bunların şahitliklerini reddetmek caiz değildir. Bunların sayıları yeter derecede ise hüküm şehadetlikleri üzerine çevrilir. Bunların dosyaları incelenemez.
b) Adaletli olanlar. Bunların soruşturma dosyalarını hakemler incelerler, kabul veya reddederler. Kendileri soruşturma yapamazlar.
c) Meçhul olanlar. Bunların mahkemede şahitlikleri geçerli değildir. Bunların bilgilerine şahitler müracaat eder ve değerlendirirler. Dosyalarına geçirirler.
d) Mecruh olanlar. Bunların şahitlikleri asla kabul edilemez ve dosyalara geçirilmez.
Bu bakımdan bunların önemleri olduğu gibi herhangi kimselerin şehadetini mahkeme reddederse yeni şahitlerin daha üst derecede tezkiyeli şahitler olması gerekir. Hakemlerin şehadeti reddetmeleri, şehadetlerinde çelişki olmalıdır. Yahut kesin bilgiye aykırı hususlar bulunmalıdır.
Gazetelerde, haber ajanslarında çalışabilmek, burada yazabilmek için belli derecede dini dayanışma tarafından tezkiye edilmiş olması gerekir. Malların kontrol edilerek etiketlenmesi için de belli derecede tezkiye derecesi olmalıdır.
İşte topluluk böyle kadro ve ehliyet ile oluşur.
Eskiden ne kadro vardı ne de ehliyet vardı. Sonra resmi işlerde kadro ve ehliyet ile atamalar yoluyla bu kadro ve ehliyet doğdu. Sonra serbest meslek erbabı diye bazı hizmetleri için kadro ve ehliyet arandı. Halk düzeninde her standart iş resmidir. Ehliyeti devlet veriyor. Kadroları devlet oluşturuyor. Kadroları ise halk dolduruyor. Serbest anlaşmalar içinde dolduruyor. Devlet deyince de yetkili olarak bürokrat veya hükümet kastedilmiyor. Devleti dini dayanışma ortaklıkları temsil ediyor. Yani halkı temsil eden kimseler temsil ediyor.
MAL BEYANI
Herkesin envanter ve zimmet muhasebesi tutulmaktadır. Kişilerden vergi alınmamaktadır. Kooperatif payı alınmamaktadır. Vergi işletmelerden alınmaktadır. Kooperatif hizmet payı da yine işletmelerden alınmaktadır. Dolayısıyla resmi kayıtlar kişileri borçlandırma bakımından etkili olmamaktadır. Kişileri ilgilendiren kısım, kendilerine kamudan verilecek paydır. Yeryüzü insanlığındır. Bütün insanların orada bir payı vardır. Bölüşmede yeter pay alamayanlara hâsıladan bir pay verilir. Bu payların belirlenmesi de mali durumların nazarı itibara alınması gerekir. Bu hususta takdir sözkonusu ise bu takdiri dini dayanışma sorumluları yapar. Genel olarak kabul edilen ilke kişilerin kendi beyanları esas alınır. Ancak dini dayanışma sorumluları bu beyanlara dayanarak onları tezkiye sırasına koyar. Yalan beyanatta bulunanları alt sıralara alır. Çünkü mali durumları bozuk olanların oluşturduğu bir dini dayanışmanın derecesi düşüktür. Sorumlu kendi cemaatının varlıklı olmasını ister. Oysa kişi varlığını kendisi belirlediği için düşük gösterebilir. Böylece o da kendisi ahlâki tezkiyede aşağı koyar. Böylece denge oluşmuş olur.
Kişiler kendileri mal beyanında bulunurlar. Bu doğru kabul edilir. Aksi sabit olsa bile kişiye herhangi ek mali yük getirilmez. Kişinin söylediği doğru kabul edilir. Ancak bu şekildeki beyanları dini dayanışma denetlemiş olur. Aksi hakemlerce sabit olursa kişi uyarı cezasını alır. Bu da dayanışma ortaklığının suçu önleme notuna etki yapar.
Kişi mal beyanında şöyle bulunur:
a) Kişinin taşınmazları beyana tâbi değildir. Sadece satılığa çıkarmışsa satış bedeliyle beyana tâbidir. Diğer tüm taşınır mal ve paralar beyana tâbidir. Liste yapar, fiyatlandırır, dosyasına koyar ve son değeri dayanışma kooperatifine bildirir. Burada mallar miktar olarak saklanmış olabilir. Yahut değerleri düşük gösterilmiş olabilir. Aksi de olabilir. Bu ileride hakemler tarafından sabit olursa cezası yoktur. Uyarı cezasını alır.
b) Tüm alacaklarını ve borçlarını da listeleyerek sonuçlarını dayanışma kooperatifine çevirir.
c) Geçmiş yılın gelirlerini ve gelecek yılın beklenen gelirlerini listeler, sonuçlarını dayanışma kooperatifine çevirir.
d) Geçmiş yıl giderlerini ve gelecek yıl giderlerini listeler, sonuçları kooperatife çevirir.
Bu beyanlar esas alınarak kira payları şu şekilde bölüşülür:
a) Hareketli servetleri ortanın altında olanlara fakir, üstünde olanlara zengin denir.
b) Geçmiş yılın gelirlerinin orta değerinin yarısından az olan fakirlere yoksul denir.
c) Çalışma kredisini almayanlara emekli denir.
d) Nafakaları babaları tarafından sağlanmayan küçüklere yetim denir.
Dayanışma kooperatifinin dayanışma gelirleri aşağıdaki şekilde bölüşülür.
Bucaklardaki dayanışma kooperatifinin gelirleri:
1- a) Gelirin 12’de biri fakirlere eşit olarak,
İki) Gelirin 12’de biri yoksullara eşit olarak,
Üç) Gelirin 12’de biri dayanışma ortaklık sorumlularına güçlerine göre,
Dört) Gelirin 12’de biri dayanışma ortaklığında halka hizmet verenlere.
2- a) Gelirin altıda biri iflas edenlerin itibarlarını kazanmaları için son taksitlerini kapatmaya,
İki) Gelirin altıda biri kooperatif içinde yeni işletme kuracaklara destek olarak verilir.
3- a) Gelirin altıda biri Ortak hizmet veren vakıflara,
İki) Gelirin altıda biri vakıflarda hizmet veren ortaklara yaptıkları hizmet karşılığı bölüştürülür.
Danışma kooperatiflerinin dayanışma gelirleri:
1- a) 12’de biri yoksullara,
b) 12’de biri emeklilere,
c) 12‘de biri yetimlere,
d) 12’de biri konuklara
2- Üçte biri şûralara bölüştürülür, bütçe yapıp harcarlar.
3- Üçte biri yönetime verilir, bütçe yapıp harcarlar.
Bütçelerin yapılış şekilleri ve fasılları sözleşmelerle belirlenir. Buna uymayan maddeler hakem yoluyla iptal edilir. Bunun dışında bütçe ekseriyet kararı ile onaylanamaz.
Hizmet kooperatiflerine ait olan gelirlerinin yarısı danışma, yarısı da dayanışma kooperatiflerinin giderleri gibi harcanır.
DİNİ DAYANIŞMAYA BAĞLI HİZMETLER:
1- Daha önce de belirttiğimiz gibi evrak kaydı ve personel sicilleri ile ilgili kayıtlara hizmetler dini dayanışma sorumlularına aittir. Ahlâki eğitim, tezkiyeye ait hizmetler.
2- Uyarı ile ilgili hizmetler.
3- Sağlık hizmetleri.
4- Yayın hizmetleri dini dayanışma şûrasınca denetlenir. Bunların kararları bunlar tarafından hakemlere gidilerek iptal edilir. Görevi kötü kullananlar aleyhine bunlar tarafından dava ikame edilir. Hakem kararları ile görevlerine son verilebilir.
Kooperatif başkanı ilmi dayanışma başkanlarından oluşan ilmi şuraya başkanlık eder, yönetimle ilgili kararlar alır. Bu karalarda bir yanlışlık olursa;
a) İlmi dayanışma sorumluları,
b) Dini dayanışma sorumluları,
c) Mesleki dayanışma sorumluları,
d) Sosyal dayanışma sorumluları hakemlere gidip başkanın istişareden sonra aldığı kararları iptal ettirebilirler.
Kararlar savsaklanırsa veya kararlara aykırı uygulamalar yapılırsa dayanışma sorumluları hakemlere giderek görevliyi sorumlu yapabilirler. Böylece denetim tamamen hakemlerden oluşan bağımsız yargı tarafından yapılmaktadır. Hakemlik bugün Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında yer almış bulunmaktadır. Hakem kararları mahkeme kararları gibidir. Temyiz edilebilir. Onaylayınca kesinleşir.
Dini dayanışma sorumluları bu yönüyle batının ombudsman görevini de görmektedir. Çünkü haksızlığa uğrayan kişilerin haklarını korumak dini dayanışma sorumlularına aittir.
Dört çeşit haklar vardır:
a) Kişisel haklar. Tamamen fertleri ayrı ayrı ilgilendiren haklardır. Bunlar dini dayanışmanın içinde korunur.
b) Ekonomik haklar. Özel teşebbüsün halk işletmelerinin hakları vardır. Bunları mesleki dayanışma ortaklıkları korur.
c) Fikri haklar. Bunlar fertleri ilgilendiren haklar olmakla beraber, para ile ölçülemeyen haklardır. Topluluğun sosyal yapısını ilgilendirir, ancak serbestlik içinde oluşur. Bunları dayanışma ortaklıkları korur.
d) Sosyal haklar. Bunlar doğrudan kooperatifin tüzel kişiliğini ve onun organlarını ilgilendiren haklardır. Bunları da sosyal dayanışma ortakları korurlar.
Kooperatifin gayesi bir taraftan bağımsız, hür ve gelişmiş kişilerin haklarını korumak, diğer taraftan da bunların oluşturacağı topluluğun düzenini korumaktır. Kooperatif bunları genel hizmet verdiği ekonomik işletmelerden cirodan aldığı paylarla sağlayacaktır. Kooperatif bu hizmetleri dört noktada toplamıştır: İlmi, ahlaki, mesleki ve sosyal dayanışma içinde yapacaktır.
Kooperatif bunları yaparken;
1- Merkezde kooperatifin dayanışma ortaklık sorumluları vardır.
2- İşletmeleri olan dayanışma ortakları vardır.
3- Onların çevresinde onlarla alışveriş yapan kimseler vardır.
4- Onların çevresinde de diğer insanlar vardır. Onların içinde bize saldıracak ve bizi yıpratacak kimseler vardır.
Bizim takip edeceğimiz yol, önce değişik dinde olan ortaklarımızla onlarla dostane ilişkiler kurmak, onlara sağlayacağımız çıkarlarla onların düşmanlığını azaltmaktadır. İşte bütçede ayrılan konuklar faslı bunu sağlayacaktır. Bunun için Mala - Mal Marketlerimizin olduğu her yerde konuk evlerimiz olacaktır. Buraya ortaklarımız gelip konaklayabileceklerdir. Müşteriler de gelip konaklayacaklardır. Müşteri olmayanlar da konaklayabileceklerdir. Dini dayanışma sorumluları bu konaklama yerlerinde misafir edilerek seyahat edecekler ve orada kooperatifimizi tanıtacaklardır. Dini dayanışma ortaklarının doğrudan bir görevi de kooperatifimize ortaklar bulmaktır. Bu da ancak tüm insanlara vereceğimiz genel hizmet sayesinde gerçekleşecektir.
Okuyucu! Sistemi iyi kavramaya çalış.
Göreceksin, eğer anlatabilirsen tüm insanlar senin yanında olacaklardır. Bu peygamberlerin yoludur. Peygamberler bu sayede insanlığın gönlünü fethettiler. Bugün hâlâ dinler, mezhep ve tarikatlar etkinliklerini devam ettiriyorlar. Bu halkı sömürerek değil, halka kendilerini sevdirerek onlara imkanlar sağladıkları için böyle olmuştur.
Zenginlik gönlün isteği ile birleşmeden doğar. Para birleşmiş bir topluluğu simgeler. Altın da olsa gerçekte bir değeri yoktur. Bu değer eskiden silah zoru ile sağlanıyordu. Oysa uluslararası geçerli olan altını, hatta bugün dolar ve markı, Japon yenini hangi silah koruyor? O halde sorun bizim birleşip organize olmaktadır. Sorun nakit sorunu değildir. Bunu dini dayanışma sorumluları halledeceklerdir.
Şimdi bir Mala – Mal Marketinin bir projesini verelim.
Market 30 ile 100 bin nüfuslu bir çevrenin merkezine kurulacaktır. Buranın onda biri bizden alış-veriş yapacaktır. 5000 aile buradan geçinecektir. Genel olarak alış-verişler haftada bir olur. Günde 1000 kişi markete gelip gidecek demektir. Her gelenin yarım saat kaldığını kabul edelim. 10 saatte 40 kişi ziyaret eder. Demek ki bir anda mağaza içinde 25 kişi bulunacaktır. Bir kimseye 10 metrekarelik yer ayırsak, 250 metrekarelik yere ihtiyacımız vardır. Bir kişinin altı dakika bir müşteri ile meşgul olduğunu düşünürsek, beş kişiye ihtiyaç vardır. Dış işlerini de 5 kişi yapabilir.
Demek ki 250 metrekarelik bodrumu, çatı katı, zemini ve beş katı olan bir yapı ideal bir market olacaktır.
1- 250 metrekarelik bodrum depo olarak kullanılacaktır.
2- 250 metrekarelik zemin mağaza olarak kullanılacaktır.
3- 125 metrekarelik daireler beş katta 10 daire olacaktır.
4- Çatı katı sosyal hizmet ve misafirhane olarak kullanılacaktır. Misafir çok olursa evlerde sıra ile misafir edilecektir.
Demek ki 8 * 250 = 2000 metrekarelik bir yapı ideal market olabilecektir.
Böyle bir binanın maliyetini 20 000 dolar olarak alırsak, 320 000 dolar olacaktır. Araba servisleri ve makinelerle, park yeri ile yarım milyon dolar olacaktır.
500 000 dolarla bu sağlanacaktır. 5000 aileye hitap edeceğine göre, her aileye 100 dolar düşmektedir. Böyle bir işyerini kurmak için müşterimizden 100 dolar alsak mağazamızı kurmuş oluruz. Her aile haftada 50 dolarlık alışveriş yaptığına göre, demek ki aile başına 50 dolar da onun için verecektir.
Bir yerde bir marketi tesis ettiğimizi ve işletilir hâle getirdiğimizi düşünelim. Ondan sonra müşterilerimize diyelim ki; biz sizden 15 aylığına 10’ar dolar istiyoruz. Sonra size %4 tenzilatla mal vereceğiz. Ayrıldığınızda 150 dolarınızı iade edeceğiz. Böylece demek ki artık marketler birbirini doğuracaktır. Yahut finans kuruluşu bize böyle kredi verirse biz bunu başaracağız.
Dini dayanışma ortaklarımız halka bu hesabı anlatacak ve onları ikna edeceklerdir. Türkiye’yi böyle mağazalarla teşkilatlandırdığımız zaman sorunumuz bitecektir.