ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER: VI
İLMİ DAYANIŞMA
Arılar çok üstün kimyacıdırlar. Ürettikleri bal ile mumu biz bugün üretemiyoruz. Çok iyi inşaatçıdırlar, onların yaptıkları peteklerdeki ölçüler hatasızdır. Çok hassas saatleri, pusulaları ve coğrafi bilgileri vardır. Uçabiliyorlar. Ne var ki, onların on milyon yıl önce neleri varsa şimdi aynı şeyleri vardır. Hiçbir ilerleme ve gelişme kaydetmiş değildirler. Oysa ilk Adem yaratıldığında iki ayak üzerinde yürüyor; ama ne uçabiliyor ne de yüzebiliyordu. Zekasını çalıştırdı ve bugün uzaylarda dolaşıyor.
İlmi gelişmeler insanlığı da geliştiriyor. Gelişme demek farklılaşma ve işbölümüne gitme demektir. İnsanların yaptıkları işler çoğalıyor. İhtiyaçları değişiyor ve çoğalıyor. Herkes farklı iş yapıyor. Sonra değişik farklı araçlar birleşiyor, pek çok çeşit araç oluyor. İnsanlar onu seçerek kullanıyor. Toplu üretim yapıyor. Sonunda ferdi tüketim vardır. Ham madde giriyor, emek giriyor, proje giriyor, değişik makinalar giriyor; sonunda bir akış meydana geliyor. Bu akıştan insanlar yararlanıyor. Yani insanlar üretime katılıp eşyaları itiyor. Böylece eşyalarda bir akış meydana geliyor ve akıştan insanlar yararlanıyorlar. Hem kendilerini yaşatıyor, hem de bu çarkın çalışmasına katkıda bulunuyorlar.
Bir taraftan, bu çarkın bir yerinde gerek üretim gerekse tüketim bakımından çeşitlenme meydana geliyor. Aynı yerde çalışan insanlar aynı işi yapmıyor ve aynı malları kullanmıyor. Bu çeşitlilik gittikçe artmaktadır. Diğer taraftan, akışın çevresi büyüyor, tüm insanlık tek pazar veya tek saha haline gelmektedir. Senin ürettiğin bir parça tüm dünyayı dolaşabilmekte, dünyanın değişik yerlerinde üretilen maldan kişiler yararlanmaktadır. İnsanlığın nüfusu artmakta, çevre alanı gittikçe büyümektedir. İşte bu genel akış içinde iş yapabilmek ve bu akıştaki imkanlardan yararlanabilmek için bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Sağlıklı bilgiye sahip olmak gerekmektedir.
Bir taraftan genel bilgiye sahip olmalısın ki yaptığın işin tüm insanlığa yararlı olabilsin. Tüm insanlığın imkanlarından yararlanasın. Diğer taraftan bir insanın bütün bunları bilmesi ve öğrenmesi mümkün değildir. Size ne lazımsa onu derinlemesine bilmek zorunluğu vardır. İşte genel kapsamlı bilgi ile özel derinlemesine bilgi insanı iki çeşit bilgiye doğru götürecektir. Birisine “genel bilgi” veya “genel kültür” diyoruz. Diğerine de “özel bilgi” veya “özel kültür” denmektedir.
İnsanlar doğdukları andan itibaren bilgi almaya devam ederler, ölünceye kadar öğrenmek zorundadırlar. Bu bilgi edinmede daima iki şey ile karşılaşırlar. Genel bilgi edinerek kendi yerlerini insanlığın akışı içinde belirlemekte ve bulundukları yerde derinlemesine bilgi edinerek işlerini daha faydalı ve yararlı bir şekilde yapmaktadırlar. Bu öğrenme mekanizması tüm hayat boyunca devam etmelidir. Başka türlü yaşamak mümkün olmaz. Eskiden insan özel eğitim görür ve hayatı boyunca onunla yetinirdi. Oysa şimdi her gün yenilik olmaktadır. Yeni imkanlar ve araçlarla karşı karşıyayız. Ona göre her gün eğitim içinde olmamız gerekmektedir. Eskiden okuyacağımız kitaplar sınırlı idi. Bugün ise basın ve yayın o kadar çeşitlenmiş ve çoğalmış ki, değil bütün kitapları okumak, hayatımızda bilmemiz gereken kanunları hayatımızın içinde sadece okumamız mümkün değildir. Bir taraftan ilme olan ihtiyacımız artmıştır, diğer taraftan öğrenme güçlüğü de artmıştır.
TARİHTE İLİM DÖRT AŞAMA GEÇİRMİŞTİR:
a) Görenek metodu ilk metot idi. Çocuklar büyüklerden gördüklerini öğreniyor ve bu bilgi onlara yetiyordu.
b) Avcılık zamanında bu mümkün olmadı. Çünkü çocuklar ava gidemedi ve tedrisat dönemi başladı.
c) Tarım döneminde komşulukta sınır davaları ve hukuk doğdu, bu durum tartışma dönemini getirdi.
d) Nihayet ticaret döneminde tartışma yeterli olmadı. Deneme dönemi başladı. Tümden gelimin yanında tüme varım usûlü gelişti. Deneyerek ispatlama dönemi başladı.
Bugün yeni ilmi döneme geçilecektir. Bu örgütlü ve teşkilatlı ilmi dönemdir. Artık herkes herkesi bilemeyecek, bilen bilinecek ve ondan sorulup öğrenilecektir. Bilene ulaşmak için bir teşkilata ihtiyaç vardır. Bu teşkilatın adı “dayanışma ortaklığı”dır. Çünkü bilene ulaşacaksınız ama bileni siz tanımıyorsunuz, verdiği bilginin doğru olup olmadığını bilmiyorsunuz. O halde size bileni bulduracak ve onun doğru bildiğine kefil olacak bir teşkilata ihtiyaç vardır. Bu da “dayanışma ortaklığı”dır.
Önemli olan diğer bir husus, bilgiyi geçmiş nesilden gelecek nesle aktarabilmemiz için dile ihtiyaç vardır. Bilgiyi birbirimize aktarabilmemiz için ortak dile ihtiyaç vardır. Yani “ilim” demek “dil” demektir. Oysa insanlığın ve nesillerin ortak dili yoktur. Topluluklar farklı diller konuşurlar. Bütün dünya ile irtibata geçebilmemiz için tercümanlara ihtiyaç vardır. İlimde teşkilatlanma sadece bilgiliye ulaşmak için değil, bilgilinin söylediklerini anlamak için de gereklidir. “İlmi dayanışma ortaklığı” bu bakımdan gereklidir. O halde “deneme dönemi”nden sonra “sistematik ilim dönemi” gelecektir. Dayanışma ortaklıkları bunu sağlayacaklardır.
EHLİYET SORUNU:
Eskiden insanların bilgili olup olmadığına halk karar verirdi. Çünkü kişileri yakından tanır, uygulama ve yaşayışları ile onun bilgisi hakkında karar verirdi. Kendisini tanımasa bile kitabı ile kişinin ilmini ölçerdi. Bu sistem devletler için yeterli olmadı. Bunun için devletler özel okullar kurdular, yetiştirdikleri kimselere diplomalar verdiler ve bu suretle diplomalı alimler ortaya çıktı. Sonra doktorluk gibi bazı meslekler için diploma şartı getirildi. Bu gelişmeler tamamlanmadıkça halk ekonomisi kurulamaz. Bunun tamamlanması için artık sadece devlet memurları için değil, bütün çalışanlar için bir diplomalı ehliyet sistemi getirilmelidir. Bunu devlet yaparsa tekel olur ve istenen seviyeye gelmez. Bunu halk getirmelidir. Hizmet kooperatifleri kurulmalıdır. Hizmet kooperatifleri ortaklarına “teminatlı ehliyet” vermelidirler.
Önce topluluğa uymak, topluluğun düzenini bozmamak için “resmi diploma” alma şartı getirilmelidir. Mesela, kişinin mühendislik yapabilmesi için Türkiye Cumhuriyetinde geçerli diplomayı alma şartı getirilmelidir. Ancak bunu kooperatifler yeterli görmeyip kendileri imtihan ederek kooperatif tarafından diplomasına güvence vermelidir. Diplomaya güvence vermelidir. “Bu kişi mühendistir. Yaptığı hesaplarda hata çıkarsa ben kefilim. Tazmin edeceğim.” demelidir. Böylece ben herhangi bir kişiyi istihdam ederken, dayanışma kooperatiflerince güvence verilmiş mühendisleri istihdam etmeliyim. Edersem işim sigortalanmış olur.
Burada kooperatif ne yapmış olur? Yetersiz kimselere diploma verenlerin diplomalarına güvence vermiyor, ama yeterli kimselere verilen diplomaları da güçlendirmiş oluyor. Bu da devletin düzenine katkıda bulunmaktadır. Bir de şu oluyor, devlet görevlileri yetkilerini kötüye kullanarak diploma vermiyorlar. Mesela, ‘başörtülüdür’ diye fakülteye almıyor. Kooperatif bunları da imtihan ederek ehliyet vermelidir. Ancak bunların mesleki faaliyette bulunmaları için devlet diploması olduğu halde kooperatifçe yetersiz görülen kimselerle bir arada çalıştırabilir. Biri diğerinin asistanı olur. Güvence kooperatifin diplomasına verilir. Devletin izni ise kooperatifçe güvence verilmeyen kimseye verilir. Ortak olarak mesleklerini icra ederler. Böylece bürokratların haksızlıklarını yine kooperatif giderir ve böylece devlete yine yardım etmiş olur.
Burada çıkan sorun şudur. Kooperatif adil ehliyet takdirini nasıl yapacaktır? Bir taraftan ortağını meslek sahibi yapacağı için diploma vermelidir. Ama diğer taraftan mesleğini hakkıyla yürütebilmesi için de diplomanın gerçek ehliyetliye verilmesi gerekir. Kooperatif bunu nasıl başaracaktır?
İşte biz bu ehliyet tevdiini yapabilmemiz için önce kooperatiflerin teşkilatlanmasını esas alacağız.
Kooperatifler 7 ile 20 kişi tarafından kurulur ve tescil edilir. Bu kooperatifler genellikle tüketim kooperatifleri olurlar.
Sonra 10 ile 100 arasında kooperatif birleşerek bir “Dayanışma Kooperatifi” kurarlar. Bunlar birlik değil kooperatiflerin kooperatifi olacaklardır. Bunu kooperatif başkanları kurarlar. Kooperatif başkanlığı yapanların bizim kooperatiften ayrıldıkları zaman o kooperatifin fahri başkanı olurlar. Eski başkanlar da merkez kooperatiflerinde üye olarak kalırlar. Merkez kooperatiflerin kararları kooperatifleri bağlamayacağı için bu tür çalışmanın hiçbir mahzuru yoktur.
Sonra dayanışma kooperatifleri birleşerek bir “Hizmet Kooperatifi”ni kurar. Sonra da hizmet kooperatifleri birleşerek “Danışma Kooperatifi”ni kurarlar. Ülkelerarası araştırma kooperatifleri kurulur. Danışma kooperatifleri birleşerek bir “Araştırma Kooperatifi”ni kurarlar.
Böyle bir teşkilatlanmada tüketim kooperatifleri ocaklarda, hizmet kooperatifleri bucaklarda, dayanışma ortaklıkları illerde, araştırma kooperatifi Ankara’da veya İstanbul’da kurulur.
Kooperatifleri teşkilatlandırmada 30 ile 100 arası kişi bir ocak, 3000 ile 10000 arası kişi bir bucak, 300 000 ile 1 000 000 arası kişi bir il, 30 milyon ile 100 milyon arası kişi bir ülke kabul edilir. İleride ülkelerarası kooperatif de kurabilir.
Dayanışma kooperatiflerinin köylerde, hizmet kooperatiflerinin ilçelerde, danışma kooperatiflerinin bölgelerde ve araştırma kooperatiflerinin kıtalarda temsilcileri olacaktır.
Şimdi bu kooperatiflerin devlet nezdinde hükmü nedir?
Bu kooperatifler devlet için sadece birer kooperatiftirler. Her biri ayrı ayrı birer kooperatiftir. Bu kooperatifler şimdilik birer tane kurulacaklardır. Oysa bucakta, ilde ve ülkede bu kooperatiflerin sayısı beşten az olmayacak, yirmiden fazla olmayacaktır. İleride Adil Düzen makroda da kabul edildiği zaman bu kooperatifler mesleki teşekküller olacaktır. Yani mesleki kuruluşların devlet nezdindeki temsilcilik haklarını elde edeceklerdir. İşte Adil Düzen böyle halk tarafından serbestlik içinde, mevzuat içinde oluşturulmuş kuruluşlar sonra halk tarafından benimsenir ve güçlenirse siyasi güçler oy kaygısı ile zaten bütün yetkilerini o kuruluşlara verirler. İşte bu demokratik oluştur. Merkezden atanan veya görevlendirilen kimseler halk kuruluşu olmadığı için demokratlığı sadece sözden ibaret olmaktadır.
Türkiye’de siyasi partilerin büyük güçleri vardır. Çünkü halkın oluşturduğu güçlerdir. Oysa odaların, sendikaların adları var, kendileri yok. Odaların hükmü olmadığı içindir ki birer dernek olan TÜSİAD ve MÜSİAD da etkili olmaktadır. Sendikalar da tam teşkilatlanmadıkları ve baskı içinde faaliyet gösteremedikleri için etkisizdirler.
Şimdi bundan sonra kullanacağım kelimelerde tüketim, dayanışma, hizmet, danışma ve merkez sözleri ile bu hiyerarşik kooperatifleri kastedeceğiz. Kooperatifler birliği değil, kooperatiflerdir. Ancak özel hizmetleri olan kooperatiflerdir.
Şimdi ehliyetler nerelerde verilecektir? Önce onu tesbit edelim.
Tüketim kooperatiflerinde her üye eşit oya sahiptir ve üyeler arasında herhangi bir ehliyet dağılımı yoktur.
Dayanışma kooperatiflerinde üyeler, başlangıç ve temel ehliyetli olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar. Bunların kooperatifteki temsil kabiliyetleri aynıdır. Hepsi kooperatife üyedirler. Ancak ilmi sınıflamada halk ikiye ayrılmaktadır. Yarısına başlangıç, yarısına temel ehliyet verilir. (Nüfusun üçte birine.)
Bir dayanışma kooperatifinde 10’a yakın ilmi dayanışma temsilciliği vardır. Üyelerin en az yirmide birinin ilmi temsilciliğini almış olan kimse dayanışma kooperatifinde ilmi dayanışma sorumlusudur. Aynı sorumluya ortak olan kooperatif ortakları ilmi bir hatadan dolayı tazminat ödemek durumunda olurlarsa aynı sorumlunun temsilciliğini kabul eden ortaklar bölüşerek öderler. İşte ehliyetteki güvence bunun üzerinde kurulur.
Bir dayanışma ortaklığında ortaklarının en az yirmide birinin sorumluluğunu kabul ettiği kimse orta ehliyetli olur. Bunun ilk öğrenimini yapmış olması şarttır. Bir ilde en az on orta ehliyetlinin ilmi temsilciliğini kabul etmiş kimse yüksek ehliyetlidir. Bunun yüksek tahsil yapmış olması şarttır. Ülkede en az on yüksek ehliyetlinin ilmi temsilcisi olan kimse üstün ehliyetlidir. Bunun akademik kariyer yapmış olması şartı yoktur. Çünkü ülkemizde bir mesleğin icrası için böyle bir şart aranmamaktadır.
Böylece oluşan üstün ehliyetliler imtihan yaparak tüm ortak sayısının binde birine yüksek ehliyet verirler. Onlar da il içinde imtihan ederek yüzde birine orta ehliyet verirler. Onlar da bucak içinde onda birine ilk ehliyet verirler. Ocak içinde üçte birine (üyelerin yarısına) temel ehliyet verirler. Bu ehliyetler ortakların bakmakla yükümlü olduğu kimselerin sayısına göre verilir.
Tekrar hatırlatalım ki, bu ehliyetler devletin verdiği resmi ehliyetleri güvenceye alma anlamındadır. Yani ortaklar mesleklerini icra ederken bilgisizlikten dolayı bir zarar verirlerse bu zarara aynı ilmi dayanışma sorumlusunun temsilciliğini kabul edenler aralarında bölüşerek taksitle öderler. Bunların içinde resmi diploması olmayanlar, mesleklerini yürütebilmek için yanlarında resmi diploması olan ama kooperatifin güvencesini almayan ortak kimselerle çalışmak zorundadırlar.
Temsilci olmayan ehliyetliler kooperatif içinde mesleki faaliyette bulunabilirler. Ancak ortakları kooperatif içinde temsil edemezler. Oysa temsilci ehliyetliler kooperatif içinde ortakları temsil ederler ve temsil ettikleri sayısınca söz sahibidirler.
Tüketim kooperatifinde ilk ehliyetliler yönetici olurlar. Biri kadın, biri erkek, biri de onların seçtiği kadın veya erkek olmak üzere üç kişiden oluşur.
Dayanışma kooperatiflerinde temsilciler 5 ile 20 arasındadırlar. 10 orta ehliyetliden oluşur.
Hizmet kooperatiflerinde temsilciler 5 ile 20 arasındadır. Yüksek ehliyetlilerden oluşur.
Danışma kooperatiflerinde temsilciler 5 ile 20 arasındadır. Üstün ehliyetlilerden oluşur.
Kooperatiflerin yönetim kurulları üç kişiden oluşur. Başkan, muhasip ve katipten oluşur. Diğerleri yedektir.
Yönetim kurulu toplantıları yedeklerle birlikte toplanır. Kararlar ya ittifakla alınır, yahut başkan ve bir yardımcısının imzası ile alınır. İstişare tüm hazır olan üyelerle yapılır.
Yönetim kurulu üyeleri temsilcilerin sıralaması usûlü ile seçilirler. Bütün temsilci üyeler yönetimde sıraya sahip olurlar. Birincisi başkan, ikincisi muhasip, üçüncüsü katip olur. Yöneticilikten biri boşandığında yedekler sırası ile görev almış olurlar. Seçimin mevcut mevzuata uyması için her temsilcinin temsilciliği ayrı ayrı oylanır. Ekseriyetin kabulü ile temsilcilik kesinleşir. Bir sorumlunun temsilciliği kabul edilmezse o sorumlunun temsilciliği sona erer. O temsil ettiği kimseleri isterse yeni bir temsilciye aktarır, isterse diğerlerine bölüştürür. Ancak kongrenin ekseriyeti ile onaylanan temsilci sayısı yediden aşağı düşerse kooperatif fesholur.
Kooperatiflerin teşkilatlanmasında temel nokta ehliyettir. Ocak ve bucaklar bütün ehliyetlilerin katılması ile kurulur. Yani her ortak hem bucağın hem de ocağın ortağıdır. Kongrelere doğrudan katılırlar. Oylarını eşit şartlar içinde kullanırlar. Sadece yönetime seçilmek için yeter sayıda kimsenin dayanışma sorumlusu olmak gerekir. Bu orta ehliyetlilerin mesleki faaliyeti göstermeleri gerekmediği için resmi diplomalı olmaları gerekmez. Resmi diploma mesleki faaliyetlerde gerekmektedir. Öyleyse ehliyeti aşağıdaki şekilde belirlememiz gerekmektedir.
EHLİYETLER:
Temsil Ehliyeti: Yeter sayıda kimseleri ilmen temsil etmekle elde edilir. Diploma gerekmez.
Faaliyet Ehliyeti: Resmi diploma sahibi olmak ve temsil ehliyetlilerin de güvencesini almakla sağlanır. Resmi diploması olmayanlar ancak resmi diplomalı ile ortak çalışabilirler. Bunlardan cezai sorumluluk resmi diplomalıya ait olacaktır. Mali sorumluluk kooperatif ehliyetlilerine ait olacaktır.
EHLİYETLERİN ANLAMI:
Her 7 yaşını dolduran ve akıl hastası olmayan kimse “başlangıç ehliyeti”ne sahiptir. Çocuğun aklının yerinde olduğu hususunda velisi karar verecektir. 18 yaşını doldurmayan kimseler kooperatife ortak olmadıkları için bunların adları bunlara bakmakla mükellef olan kimsenin sahifesinde kaydedilir. Bunların haklarını velileri korur. Bunlar kooperatifi yönetmede oy kullanamazlar. Seçemez ve seçilemezler, ancak bunların da kooperatif dayanışması içinde yerleri vardır. Bunlar da kooperatif içinde bir iş yaparlarsa ücret istihkak ederler, bunlar da bilgisizlikten bir zarar iras ederlerse dayanışma ortaklıklarınca yararlanılır. Bunlar ancak bir temel ehliyetlinin yanında ve onun nezaretinde iş yapabilirler. Çıraklık yaparlar. Bunlar kendi başlarına bir işe başlayamaz ve kendi başlarına bu işleri de sürdüremezler. Bunlar aldıkları ücretin beşte birini kendilerine nezaret eden temel ehliyetliye verirler.
Her 10 yaşını dolduran kimse “temel ehliyetli” olabilir. Bunlar kendi başlarına bir işe başlayamazlar. Ama verilen bir işi kendi başlarına sürdürürler. İş bitti mi yeni iş bir ilk ehliyetli tarafından kendilerine verilir İşleri bitirirler. Bunlar aldıkları ücretlerin beşte birini kendilerine iş veren ilk ehliyetliye öderler. Bu iş verme veya nezaret etme belli bir iş yerinde belli bir kimse tarafından değil, akşam üstü veya sabah erkenden nerede iş bulurlarsa orada o işi alırlar. Ehliyetleri vardır. Ehliyetleri güvencededir. İş yapamayacakları korkusu yoktur. Tabii ki bu sistemin çalışması için ne kadar sıkı bir muhasebeye ihtiyaç olduğu aşikârdır. Her akşam o gün kimin işini yapmışlarsa kaydedilir. Sonra muhasebede hafta sonunda kime ne düştüğü belirlenmiş olur.
Her 15 yaşını dolduran “ilk ehliyetli” olabilir. İlk ehliyetlinin yapabileceği herhangi bir iş için bir orta ehliyetliden izin alması gerekir. Onun fetvaları ile amel eder. İlk ehliyetli izinli olduğu işlerde kendi başına işe başlayabilir ve devam ettirebilir. Temel ehliyetlilere iş verebilir.
Başlangıç ehliyetli “çırak”tır. Temel ehliyetli “işçi”dir. İlk ehliyetli “kalfa”dır.
Askerlikte de er başlangıç ehliyetlidir. Erbaşlar temel ehliyetlidirler, Astsubaylar ilk ehliyetlidirler. Burada görülüyor ki, kooperatif içinde bir fabrikada hiyerarşik sınıflama mevcuttur. Bir ordudaki gibi rütbelendirme vardır. Ne var ki, bugünkü fabrikalarda merkezi yönetim vardır. İşveren ve iş tutan hür değildir. Merkezi yönetime bağlıdırlar. Oysa kooperatifte bu tamamen serbest anlaşmalara bağlıdır. İş olduğu zaman bu mekanizmalar çalışır ve işe göre bu bağlantılar vardır. Kolaylıkla her gün hatta her saat değişebilir. Tüm hareketler muhasebeye geçirilir. Yani halk ekonomisinde de bürokratik bir bağlantı sözkonusudur. Ancak kişiler her zaman işlerini değiştirebildikleri için hürriyet korunmuştur. İşleri kişiler değil projeler yürütür. Yani herkes projeye göre iş yapmak zorundadır.
“Orta ehliyetliler” yapılmış projeyi okuyup uygulatma ehliyetinde olanlardır. Bunlar kendileri proje yapamaz, projede değişiklik de yapamaz. Mevcut proje aynen uygulanır. Projede olacak aksaklıklar onlara ait değildir. Ama projenin uygulamasında doğacak sorumluluklar kendilerine aittir. Projenin yorumlanması da kendileri tarafından yapılmaz. Anlaşılmayan hususlarda “yüksek ehliyetliler”den ilgili müşavirlere sorar, onların yorumlaması ve talimatı ile uygulama yapılır. Bir işin yürümesi için onu takip eden bir sorumlunun da olması gerekmektedir. Bu o işi yapmayı taahhüt eden kimsedir. Onu yapanı bulup sözleşme yapmak ona aittir. Genellikle bunlar ilk ehliyetli kimselerdir. Onlar temel ehliyetli ve başlangıç ehliyetliyi bulup işleri yaptırırlar. Orta ehliyetlilerin görevi bu ilk ehliyetlilere proje uygulamasında müşavirlik yapmaktır.
“Yüksek ehliyetliler” proje yapan kimselerdir. Birkaç mütehassıs birlikte çalışarak proje hazırlarlar. Herkesin sorumluluğu kendisine ait olur. Ancak projede birliğin sağlanması için bir baş sorumlunun olması gerekir. Bunun için baş sorumlu ile sorumlu o konuda anlaşırlarsa projede ilerleme sağlanır. Proje yapılıp bittikten sonra altına imzalar atılınca artık hüküm projenindir. Müellifler değişiklik yapamazlar. Proje tadilatı yeni proje yapmakla mümkün olur. Eski proje tamamlanır. Yahut durdurulur. Yapılanlar tesbit edilerek yeniden proje yapılır. Tabii deneme projeleri bunun dışındadır. Bizim söylediğimiz seri imalat projeleridir. Yüksek ehliyetliler projelerini yaparken üstün ehliyetlilerden birinin usûlüne göre proje yaparlar. Bir projede değişik kimselerin usûlü uygulanamaz. Yine deneme projeleri bu usûlün dışındadır.
“Üstün ehliyetliler” ilmi çalışma yaparak projelerin nasıl yapılacağı hususunda talimat çıkarırlar. Yüksek ehliyetliler bir projede bunlardan birinin talimatnamesini uygularlar. Kooperatifin kefaletinde inşa edilen ve kooperatif tarafından teminat altına alınan tüm işler böyle projelendirilmiş olmalıdır. Kooperatif bu işe basitten başlamalı ve yavaş yavaş geliştirmelidir. Bunun için iki işi esas almıştır. Biri, ahşap evler yapacaktır. Diğeri ise, market kuracaktır. İki işi de birden götürmektedir. Varılması istenen hedefe kolay kolay ulaşılamayacağını bu anlattıklarımız vermektedir. Ancak başlanacak ve zamanla sorunlar çözülecektir. Biz bu yazılarımızla hedefi sizlere gösteriyoruz. İnanan kimselerden katılmayı bekliyoruz. Örnek müesseseler kurmak ve onlar üzerinde deneme çalışmaları yaparak sözleşmeleri hazırlamamız gerekmektedir.
İLMİ DİL
Yapılan projenin anlaşılabilmesi ve talimatın kavranabilmesi için ortak dile sahip olmamız gerekir. Bu bakımdan diller hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Konuşma Dili: Ocaklarda konuşulur. İlk ehliyetlilerle çalışanlar arasında konuşma dili geçerlidir. İlk ehliyetli temel ehliyetliye iş verirken, temel ehliyetli başlangıç ehliyetliye nezaret ederken konuşma dilini kullanır. Konuşma dili müşahhastır. İşçiyi kavaklığa götürür. Kendisine el biçme makinesini verir. Kavakları gösterir. Bu kavakları şöyle şöyle kes der. İşçi bunu kulaklarına göre duyar. Kalfa bir-iki tanesini kestirir, görür, bırakır. Görülüyor ki, burada her şey müşahhastır. Kesici müşahhastır, kavak ağaçları müşahhastır, kesiş şekli de müşahhastır. Gözle görülmüştür. Dil genel kavramları değil özel oluşları anlatmaktadır.
Yazı Dili: Proje dilidir. Projede bir motor alınacak, kavaklığa gidilecek, kavaklar kesilecektir. Bunun projesi vardır. Ancak belli bir kavaktan veya belli bir makineden, belli bir işçiden bahsedilmektedir. Buradaki varlıklar müşahhastır. İlk ehliyetliler anlaşmalara göre bunları müşahhaslaştırıp uygularlar. İşte buna da “yazı dili” diyoruz. Yazı dilinde kavramlar genişlemiştir. Mücerret hâle getirilmiştir. Ancak bu dil bucakta konuşma diline çevirebilecektir.
Proje Dili: İllerde geçerlidir. Proje yapılır. O projede üretim vardır. Yazı dilinde mevcut projeler uygulanır Oysa proje dilinde projeyi yapanlar belli işaretler kullanırlar. Kendileri ölçümlendirirler. Yani proje dilinde proje yapanların katkıları vardır. Ölçülendirmeleri vardır. Özel tanımları vardır. Her proje adet kendi dilini kendisi üretmiş olur. Böylece oluşan projeler bucaklara gider ve yazı diline dönüşür, işyerlerine gider konuşma dili hâlini alır.
Hukuk Dili: Her devletin ayrı dili vardır. Ülkemiz Türkçe konuşmaktadır. Biz Türkçe düşünmek zorundayız. Ne var ki, dil tümüyle belirlenmiş değildir. Biz günlük olarak konuşurken “dağ” dediğimiz zaman ne anlarız, “tepe” dediğimiz zaman ne anlarız? Birine göre dağ olan diğerine göre tepedir. İşte günlük hayatımızda böyle hep belirsiz kelimeler kullanarak yaşarız. Bunu böyle kullanmak zorundayız. Çünkü konuşurken onların tanımlarını aklımıza getirmeyiz. Peki, sonra bu nasıl anlaşılacaktır? Tanımlar sonradan gelmiş olacaktır. Evet, biz ne kadar baştan tanımlamak istersek de tanımlayamayız, tanımlasak da onu kullanamayız. Onun için çözüm hakemlerin kararlarına uymaktan ibaret olacaktır. Biz sözleşme yaparız. Uygularken ihtilaf çıkar, ben başka türlü siz başka türlü anlarsınız. Çözüm olarak hakemlere gidilir, hakemler o sözleşmeyi nasıl yorumlarsa mânâsı odur. Böylece hakem kararları ile bir hukuk dili oluşur. Buna “resmi dil” veya “devlet dili” diyoruz. Amerikalılarla İngilizler aynı dili konuşurlar ama onların hukuk dilleri farklıdır. İşte proje yapılırken, talimatlar çıkarılırken hukuk dilinin kullanılması şarttır. Yani herkes ileride hakemler bu hususta nasıl karar verirler diye düşünür ve ona göre kullanır. Dil üzerinde son karar ülke hakemleri tarafından verilmiş olur. Yani bucakta veya ilde hakemlerin dili yorumlayarak verdiği kararlar, daha üst hakemlerin nezdinde dava konusu olabilir. Ama bu uluslararası dava yapılamaz. Çünkü dil millidir.
Medeniyetleri uluslar kurmaz. Yeryüzünde iki medeniyet yarış içinde olur. Biri peygamberlerin hak medeniyetleri, diğeri de filozofların kuvvet medeniyetleri. Bunlar değişik ulusları toplar, ama bir ortak dil kullanırlar. Bir devirde iki dil medeniyet dili olur. Bugün dünyada iki medeniyet vardır. Biri zirvededir ve bu kuvvet medeniyeti olan “Batı Medeniyeti”dir. İlmi dili “Latince”dir. İngilizce, Fransızca, Almanca ilim dili değildirler, medeniyet dili değildirler. Olamayacaklardır. Batıda yine Latince ilim dili olacaktır. Çünkü Anglo-Sakson hakimiyeti er veya geç kısa zamanda bitecektir. Medeniyet dili olmadan ömrü sona erecektir. Diğeri de tarihi ömrünü doldurmuş ve çökmüş olan “İslâm Medeniyeti”nin yeniden dirilmeye başlamasıdır. Bunun dili de “Kur’an Dili” olan “Arapça”dır.
Kooperatifimiz, “Matematik Dili” olarak “Latince”yi benimsemiştir ve batının matematiğini kullanacaktır. Teknik dil de ister istemez Latince olacaktır. “Hukuk Dili” olarak “Kur’an Dili”ni benimsemiştir. İlim dili de Arapça olacaktır. Kooperatifimizin hedefi gelecek bin yılın “Hak medeniyeti”ne gitmede hizmet etmektir. Dolayısıyla ilim dili olarak “Arapça”nın gelişmesine hizmet edecektir.
İlim dili hukuk dilinden de ileridedir. Hukuk dilinde tanımlar sonra hakemler tarafından yapılmakta ve ona göre hüküm verilmektedir. Oysa ilim dilinde tanımlar baştan yapılmakta ve hesaplar ona göre yürütülebilmektedir. Projeler ona göre yapılabilmektedir. Kooperatifimiz www.Akevler. org sitesinde ilmi çalışmalar için gerekli olan Arapçayı geliştirmek için Kur’an Dili üzerinde durmaktadır. Kur’an Dili demek, çağlar arası bir dil demektir. Kur’an konuşma dili üzerinde inmiştir. Müçtehitler onu hukuk diline ve ilim diline göre yorumlarlar. O da medeniyeti doğurur. Sonra medeniyet yaşlanır ve çöker. Eski yorumlar da biter, yeniden yorumlanır. Bu böyle devam edip gidecektir. Gelecek hak medeniyetlerini hep Kur’an kuracaktır. Diğer kitaplardan da yararlanılacaktır. Kooperatiflerimizin ne kadar büyük hedefleri göğüslediklerini görüyoruz. Ancak bizim acelemiz yoktur. Biz elimizden geleni yapmaktayız.
İLİMLERİN TASNİFİNDE KUR’AN’IN ROLÜ
Sistematik ilmin oluşması için ilmin sınıflandırılması gerekir. Kitaplar buna göre yazılacaktır. İlim diliyle yani Arapça veya Latince yazılacak, sonra aynı terimleri kullanarak milli dile çevrilecektir. Sonra da halk dili ile halka anlatılacaktır. Başlangıçta tüm ilimler ilim diliyle kaleme alınacaktır. Tüm kavramlar Kur’an’daki köklerden geliştirilecektir.
Bu sınıflamanın uygun yapılabilmesi için Kur’an’dan yararlanmamız gerekmektedir. Kur’an öyle kelimeler kullanır ki, sonunda sınıflandırmaları yapar. Mesela, Kur’an “Besmele”de “rahmân” ve “rahîm” kelimelerini kullanır. Bu iki sıfatı “Allah” için kullanır. “Allah”ı yeryüzünde “devlet” temsil eder. Devletin iki vasfı olmalıdır. Rahmân, karşılıksız iyilik eden; rahîm de, karşılıklı iyilik eden demektir. Buradan devletin iki önemli görevi ortaya çıkacaktır. Bunlardan biri, çalışsın çalışmasın, herkese yaşaması için gerekli olan aş verilmelidir. Diğeri de, çalışanlara iş vermeli yani ücret vermelidir.
İşte “besmele”de kullanılan aynı kökten gelen iki kelime bize kamunun görevlerini tasnif etmektedir. Kamu görevlerini yüklenen bir halk kuruluşu olan kooperatifin de görevini belirtmektedir. Ortaklarına aş ve iş vermek. Bunun için Mala-Mal Mağazaları kurulacak ve herkes aşını ve işini bulacaktır. Artırdıkları zamanı da Ahşap Evler için harcayacaklardır.
Kur’an böylece birbirine yakın olan kavramları aynı cümlede yan yana kullanarak sınıflama yaptığı gibi, benzer kavramları aynı kelime ile ifade ederek analoğun kurulmasına hizmet eder. Buna bir misal olarak, Araplar göğüsteki kalbe kalb diyorlar. Kanı çevirdiği ve döndürdüğü için bu ad verilmiş oluyor. Araplar insanın kafasındaki beyne kalb demiyorlar. Ama Kur’an iki kişinin ikiden fazla kalbi olduğunu, bir göğüste iki kalbin olmadığını, diğer kalbin başta olduğunu çok açık olarak ifade etmektedir. Böylece beynimizin de bir kalb olduğunu ifade etmektedir. Türkler de “yürek” derken “yürüten” demek istemişlerdir. Kanı yürüten âlet oluyor. Beyin de haberi yürütün âlet demektir.
Şimdi biz bir şeyi alıp veren yerlere kalb veya yürek diyebiliriz. Duraklar, istasyonlar, limanlar, hava meydanları hep birer kalbdir. Bundan sonra hava meydanı demeyecek, hava yolları yüreği diyeceksiniz. Pompalara pompa değil, su yüreği veya yağ yüreği diyeceksiniz. Vantilatörlere vantilatör değil, hava yüreği diyeceksiniz. Okullar öğrenme yüreği, mescitler inananların yüreği olacaktır.
Görülüyor ki, Kur’an bize tasnifte yardım ettiği gibi benzer müesseseleri veya organları da öğretmektedir.
Kur’an’da 1000 kadar işlek kök vardır. 1000 kadar da kural vardır. Bunların dışında kalan Arapça kökler de bunlara akrabadır. Mesela, “medh” kelimesi Arapçada yoktur. Ama benzer anlamı taşıyan “hamd” kelimesi vardır. Bu köklerden de belli kurallar içinde yararlanırız. Kur’an’ın en büyük özelliği, her konuda birer bilgi verir. Hepsini aynı konuda vermez. “Diğer konuları siz kıyas yaparak ve karşılaştırarak bulun.” der. Şarabı yasak eder ama bütün alkollü içkileri yasaklamış olur. İnsanın kalbini anlatır ama bütün çeken ve iten merkezleri ifade etmiş olur. İnsanın ciğeri ile ağacın yaprağını birbirine benzetebilir. Bunların benzer fonksiyon yaptıklarını biliriz. Ciğer CO2 verir, yerine O2’yi alır Yeşil yaprak ise O2’yi alır, CO2’yi verir. İnsanın ağzı ile hayvanların kökleri arasında da bir paralellik vardır. Ama insanın ayağı ile kökleri arasında da paralellik vardır. Kur’an bunlara; “Yürüyen her hayvan, iki kanat üzerinde uçan her kuş sizin gibi bir topluluktur.” diyerek, analoğun varlığına işaret eder. Tabii kanunlardan bahseder. “Güneş, ay ve yıldızlar arasında denge vardır. Siz de terazide hile yapmayın.” der. Böylece tabii yapı ile sosyal yapının da analog olduğunu bildirir.
Kur’an’ın bu öğretilerinden yararlanabilmemiz için Kur’an’ın köklerini, dil kurallarını yeniden ele alıp bugünkü müsbet ve sosyal ilimlerin vardığı sonuçlara göre tanımlamamız gerekir. Mesela, kamu suçları gizlilik illetine dayanır. Devlet kişilerin hukukunu korumakla yükümlüdür. Açık işlendiği zaman devletin işi kolaydır. Mevzuata göre hükmeder. Eğer adamı açık öldürmüşsen hükmü kısastır. Af ile diyete dönüşür. Ama kişiyi gizli öldürmüşsen cezası idamdır ve affı da caiz değildir. Malı açık almışsan mesele yoktur. Devlet senden alır ve diğerine verir. Ama gizli almışsan kolun kesilir ve af yoktur. Cinsi ilişkiyi sözleşmeyle açık yapmışsan cezası yoktur. Ama gizli yapmışsan yüz sopa vururlar. İftirayı ispatlayamazsan sopa yersin. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te resmi nikah yoktur. Aleniyet cinsi ilişkiler için yeterlidir. Tek taraflı boşama her zaman mümkündür. Kadın “ben seni boşadım” dedikten sonra üç ay geçer ve hamile olmadığı anlaşılırsa istediği kimse ile sözleşme yaparak cinsi ilişki kurabilir. Erkek de sözleşme yaparak yakınlısı olmayan herkesle açık sözleşme yaparak cinsi ilişki kurabilir.
Sistematik ilmin oluşmasında Kur’an’ın bize pek çok yardımı olacaktır. Kur’an’ın dilini esas alarak oluşturacağımız ilmi dil eğer tabii sosyal oluşları doğru ifade ediyorsa, medeniyetin kurulmasında etkin oluyorsa Kur’an Allah’ın sözüdür. Etmiyorsa, biz hata yapmış olacağımız için bir şey söylemez. Başkalarının tanımlarına göre medeniyeti kurar. O da mezhepleri oluşturuyor. Asla kuramazsa, o Allah’ın sözü değildir.
Bakınız, ilmi metot budur. İddialar denenecek. Sonuç verirse iddia ispatlanmış olur. Vermezse, bir şey söylenemez. Ama biz bir adım daha ileri gidiyoruz ve diyoruz ki; Kur’an bunu yapacaktır. Geleceğin medeniyeti Kur’an üzerinde kurulacaktır. Bediüzzaman 300 yıl sonra “bunu görüyorum” diyor. Ben de 300 yıl sonra gelecek nesle diyorum ki; bakınız bizim zamanımızda Kur’an’a “esâtirü’l-evvelîn” diyorlar. Ama biz de diyoruz ki; gelecek medeniyetin bânisi olacaktır. Siz şimdi bunu görerek dininize iyi sarılın.
İLİMLERİN TASNİFİ
İlimler kendilerinden yararlanma bakımından dört grupta toplanırlar.
1- NAZARİ İLİMLER, TEORİK İLİMLER: Kur’an bunlara “sünnetullah” diyor, yani tabii ve sosyal kanunlar ilmidir. Mesela su soğuyunca donar. 100 derecenin üstüne çıkarsa buharlaşır. Şimdi gezegenleri ele alalım. Bunlardan güneşe yakın olanların hep aynı yüzleri güneşe dönüktür ve çok sıcaktır. Su buharlaşmıştır. Arka yüzleri çok soğuktur. Orada da buz halindedir. Burada akar su yoktur. Diğer gezegenlerin ısıları çok düşüktür. Buz halindedir. Akarsular bunlarda da yoktur. Akarsu yalnız yeryüzünde var olabilir. Öyleyse hayat da yalnız yeryüzünde vardır. Bu hususlar aya gitmeden önce de insanlar tarafından tümden gelim yoluyla bilinmekteydi.
Bu bilgiler; “sebepsiz hiçbir şey olmaz, varolan sebepsiz yok olmaz, yok olan da sebepsiz var olmaz” ilkesi ile bu ilimler oluşmaktadır.
2- TABİİ İLİMLER: Şimdi genel kural olarak dedik ki, gezegenlerde akarsu yok ama buz olabilir. Acaba buz var mı, yok mu? Varsa, miktarı ne kadardır? Bunları tesbit eden ilimlere “tabii ilimler” diyoruz. Göklerde mevcut cisimler ve bu cisimlerin özellikleri, hareketleri ve değişmelerini tabii ilimler inceler. Yeryüzünün nehirleri, dağları, yolları; bunları da tabii ilimler inceler. Yeryüzünde yaşayan hayvanları bize tabii ilimler tanıtır. Tabii ilimler bir tür istatistik ilimlerdir. Olanı olduğu gibi tesbit eder. İster nazari ilimler olsun ister tabii ilimler olsun her ikisi de geçmişteki olayları ele alır. Onların kanunlarını, yerlerini ve miktarlarını bildirir. Bu sayede insan çevreyi ve yaşadığı yerleri öğrenir. Bu yeterli değildir. İnsanın bu bilgilere dayanarak gelecek hakkında kararlar alması, ona göre projeler üretmesi ve çalışması gerekir.
3- AMELİ İLİMLER, PRATİK İLİMLER: Proje üreten ilimlerdir. Biz geçmişteki bilgilerimize dayanarak geleceğimiz hakkında kararlar alırız. Ateşin odamızı ısıttığını, elimizi içine soktuğumuzda yaktığını biliriz. Bunları nazari ve tabii ilimlerden öğreniriz. Buna dayanarak üşüdüğümüz zaman sobamızı yakarız, buna dayanarak ateşi maşa ile tutarız. O halde tabii ve nazari ilimlere dayanarak yapmak istediğimizi yapmış oluruz. Bugün fakülteler vardır. Nazari ilimleri çürütmektedirler, tabii ilimleri öğretmektedirler. Bunlar daha çok edebiyat ve fen fakülteleridir. Ameli ilimleri öğreten fakülteler de vardır. Tıp, hukuk, mühendislik bunlardandır. Gelecekte bu fakülteler ayrılacaktır. Nazari ilimleri ilmi dayanışma ortaklıkları öğretecektir. Tabii ilimleri mesleki dayanışma ortaklıkları öğretecektir. Ameli ilimleri mesleki dayanışma ortaklıkları öğretecektir. Bundan sonra anlatacağımız hikemi ilimleri ise dini dayanışma ortaklıkları öğretecektir.
4- HİKEMİ İLİMLER: Hayat ihtiyaçların giderilmesi esasına dayanır. O halde ihtiyaçları tesbit eden bir ilim olmalıdır. Sonra ihtiyaçların nasıl yapılacağını tesbit eden ilim olmalıdır. Bu proje yapan ilimdir. Teorik bilgilerle olur. Yapacakları eğitecek, onlara yol gösterecek ilme ihtiyaç vardır. Bu mesleki ilimdir. Sonunda ondan kimin yararlanması gerektiğini öğreten ilme ihtiyaç vardır. Ne yapılmalıdır, nasıl yapılmalıdır, kim yapmalıdır, kim yararlanmalıdır? Yapılacak işlerin tesbitini yapmak, projesini üretmek, projeyi uygulamak, sonunda bölüşüm yapmak.
Hikemi ilimler ne yapılacağına karar verir. Nazari ilimler projeleri üretir. Ameli ilimler üretim yaptırır. Tabii ilimler bölüşmeyi sağlar.
Hikemi ilimleri dini dayanışma ortaklıkları, nazari ilimleri ilmi dayanışma ortaklıkları, ameli ilimleri mesleki dayanışma ortaklıkları ve tabii ilimleri de siyasi dayanışma ortaklıkları organize eder.
Burada merkez nazari ilimlerdir. Nazari ilimlere göre ilmi tasnif yapılmıştır. Başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün ehliyetler nazari ilimlerde verilir. Bu ilimler genel ilimlerdir. Yani herkes hepsini okur ve derecesini yükseltir. Bu ilimlerarası birliğin ve denkliğin sağlanması içindir. Aynı dilin kullanılmasını sağlamak içindir. Bilgiler arasında kopukluğun olmamasını sağlamak içindir. İhtisas isteyen ilimler ise diğer meslek okullarında öğretilir.
Diğer okullarda ilerleme iki şekilde olur. Biri, ilmi rütbeni yükseltirsin ve daha üstün derece alırsın. İlmi merteben aynı kalır ama uzun zaman orada çalışman dolayısıyla derecen yükselmiş olur. Yani biri kademe atlama ile olur, diğeri ise derece alma ile olur. Kademe atlama nazari ilimde derece alma ile olur. Derece alma ise o meslekte faaliyet göstermekle olur. Kademe hizmet cinsi değişir. Proje uygulayan yerine uygulatana geçilir, uygulatanın yerine yapana yükselmiş olur. Oysa aynı kademede o sahada daha derin deneyimli hâle gelmek, daha çok kimseleri çalıştırabilmek ve sorumlu işleri yapma anlamına gelir.
Üniversite ile fakülte arasındaki fark da budur. Üniversiteler genel teorik ilimleri verirler, fakülteler ise meslek bilgilerini verirler. Üniversitelerde pratik yoktur. Pratikleri meslek okullarında yaparlar. Ancak üniversiteler bir fakültede pratik yapmayı isterler. Teorik ilimlerin uygulamaları meslek okullarında yapılır. Herkes kendi seçtiği meslekte uygulama yapar ve örnekler çözer. Üniversitelerin iki temel dersleri vardır: Matematik ve İlmi Dil. Diğer bütün ilimleri bu iki dersin uygulaması şeklinde yaparlar. Fakültelerde bu uygulama farklı şekilde detaylandırılır.
KİTAPLAR:
İlim nesilden nesile kitaplar aracılığı ile geçer. Hatta ilim yazılı hâle geldikten sonra ilim olur. Ancak gelişigüzel her yazı ilim olmaz. Yazının ilim hâline gelmesi için kurallara göre yazılması gerekir. Bu sebepledir ki henüz Adil Düzen ilim hâline gelmemiştir. Biz bunları yazarken malzeme oluşturuyoruz. Asıl Adil Düzen aşağıda anlatacağım ilmi eserler oluştuğu zaman Adil Düzenin İlmi yapılmış olacaktır. Adil Düzenin İlmi yapılmadıkça da onu tam olarak uygulamak mümkün olmaz. Bir taraftan uygulamalar olacak, diğer taraftan ilmi oluşacak. Bunun serüveni 1000 yılda bitecektir. 1000 yıl sonra yeni serüven başlayacaktır. Bir gün gelecek kıyamet olacak ve yeni kâinat kurulacaktır. Hepimiz orada tekrar buluşacağız. Bu sadece dini bir inanış değil, aynı zamanda ilmi verilerin sonucu olan bilgidir. İlmi eserler derece derecedir.
METİNLER:
İlim yapacak kimselerin bilmesi gereken bilgileri içerir. Bunlar ispatsız verilir. İcma ile sabit olduğu için ispata gerek olmadan herkes bunları kabul eder. Adeta bunlar varsayımdır. İspatsız kabul edilmişlerdir. Bir ilim adamı bütün ilimlerin metnini bilmek zorundadır. Çalışmalar bu metinler üzerinde oluşacaktır. Metinlerin miktarı ne kadar olmalıdır? Biz bunu Kur’an’a kıyasla tesbit ediyoruz. 600 sahife kadar olmalıdır. İleride yapılacak bazı test ve istatistiklerle bu miktar ilmi olarak tesbit edilebilir. Bunun 600 sahife olacağı ortaya çıkar, bu da bir mucize olur. 25 kadar nazari ilim sözkonusu olacaktır. Her ilme 24 sahifelik metin düşecektir. Diğer ameli, tabii, hikemi ilimler için de 600’ar sahifelik metinler oluşacaktır. 24 çeşit meslek kabul edilecektir. Bu metinler de icmaları içereceklerdir. Metinler Arapça yazılacaktır. Türkçeye çevrilecek, ancak metnin kelimeleri aynı kalacaktır. Her dil bu kelimeleri kendi dil hazinesine koyacaktır. Böylece insanlık ayrı ayrı diller konuşacak ama ortak kavramları ortak kelimelerle ifade edeceklerdir. Bu dilde kullanılan kelimeler Kur’an Arapçasından alınmış olacaktır. Böylece Kur’an Arapçasının bütün dünyada öğrenilmesi de kolaylaşmış olacaktır.
ŞERHLER:
Fakültelerde okunacaktır. Şerhlerde o ilmin 24 sahifelik metni 600 sahife şeklinde genişletilecektir. Burada yani metinlerde söylenenler ispat edilecektir. İhtilaflar değişik mezheplere göre belirlenecektir. Delilleri konacaktır. Şerhler de Arapça ile yazılacaktır. Mahalli dillere çevrilecektir. Bunlar yeni terim kullanmayacaklardır. Mevcut terimlere yeni mânâlar kazandıracaklardır. Böylece değişik konularda hep aynı kelimeler kullanılacak ama mânâları farklı olacaktır. Kalbin tıptaki anlamı başka, ulaştırmada başka, sulamada başka başka olacaktır. Ama benzer fonksiyonu yapacaktır. Yüksek ehliyeti alacak olanlar bütün ilimlerin metinlerinden ve bir ilmin şerhinden imtihan olmuş olacaklardır. Böylece yüksek ehliyetlilerin de bir mesleği olacaktır.
HÂŞİYELER:
Bir konu üzerinde araştırmaların yapılmasıdır. Araştırmacı, metinlerin ve hâşiyelerin ihtilafsız olanlarını ispatsız olarak alır. İhtilaflı olanları kendisine göre delillendirir ve tercih eder, metin veya şerhlerde olmayanları ise araştırmasına dayanak yapamaz. Bunu kendisinin kanıtlaması gerekir. Delillerini ortaya koymuş olur. Böylece araştırmasını bitirir. Araştırmayı bir kelime veya birkaç kelime üzerinde yapar. İşte böylece sınıflama kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktır. Siz bir konuda bir bilgiye ulaşmak isterseniz önce kelimeyi seçersiniz. O kelimenin metinde geçen yerlerini bulursunuz. Şerhlerine gidersiniz. Şerhlerde o kelime üzerinde yapılan araştırmaları bulursunuz. Başlıklarına bakarak sorunuzun cevabını orada ararsınız.
CEDVELLER:
Bunların dışında yapılan deneyler veya müşahede edilen değerler cedveller hâline getirilir ve bunlar da numaralanır. Cedvellerde geçen değişkenler şerhlerden alınır. Araştırmacının kendi müşahedeleri veya deneyleri varsa onları cedvellere ilave eder. Araştırmacılar bu cedvellerden yararlanırlar.
Demek ki ilmin nasıl oluşacağı bu tasniften ortaya çıkmaktadır.
Önce müşahede edilmiş değerler cedveller hâline getirilir ve bilgisayarlara yüklenir. Cedvellerde değişkenler vardır. Bu değişkenlerin kelimelerinin metinlerden seçilmiş olması gerekir. Bunun yeni kelime ile ifade edilmesi gerektiği kanaatine varılırsa önce metine ithal ettirilir, sonra kullanılır. Cedvellere dayanılarak kelimelere hâşiyeler yapılır. Sonra bu hâşiyelerin sonuçları ile şerhler yapılır. Şerhlerden metinlere gidilir.
Şimdi metin ve şerhlerin nasıl yapılacağına işaret edelim.
Bu metinlerin veya şerhlerin hazırlanması için kooperatif bir meblağ koyar. İsteyen o ilmin 24 sahifelik metnini hazırlayarak bu yarışmaya katılır. Katılanlar diğerlerinin metinlerini okuyarak onları sınıflarlar. Sıralarlar. Bir metnin aldığı sıranın tersleri alınarak eserin telif sırası bulunur. Eserlerin aldığı telif sırası ile kişinin sırası arasındaki farkın küçüklüğüne göre takdir sırası bulunur. Konan ödülün dörtte biri telif değeri takdir derecelerine göre bölüştürülür. Demek ki, yarışa kim katılırsa katılsın bir alır. Sora telifte birinci olanla takdirde birinci olan kendilerine iştirak edenlerden birini başkan seçerler. Üçü birlikte çalışarak metnin son şeklini belirler. Ödülün yarısı bunlara verilir. Başkan dışarıdan da seçilebilir. Böylece yarışa katılmayan ilmi otoritelerden de yararlanma imkanı olabilir.
Şerhlerin hazırlanması da benzer usulle olur. Hâşiye ve cetvellerin hazırlanması ise kadrolara göre yapılır. Her ortak bir konuda çalışma yaparak cedvel hazırlar ve ilmi dayanışma ortaklığına sunar. Bunlara bunlar için ayrılmış tahsisat dereceleme suretiyle bölüştürülür. Araştırma ise ancak ehliyetliler tarafından yapılır ve ilmi dayanışma ortaklıklarınca kendilerine verilen fondan finanse edilir.
İLİMLER:
Yukarıdan beri ilimlerden bahsettik . O ilimlerin neler olacağını burada belirtmeye çalışalım.
0- KELAM: Yaratılan var, Yaratan vardır. Yaratanı doğrudan bilmemiz imkansızdır. Ancak O’nun bazı özelliklerini yarattıklarına bakarak bilebiliriz. Yaratılan bundan on miyar yıl önce yoktu. Şimdi var. On milyar yıl sonra olmayacaktır. Var olup yok olma bir sebebe dayanmalıdır. İşte o sebep varedendir. Başka bir kural da, vareden varedilenden üstün olmalıdır. Bu da sebepsiz sonuç olmaz ilkesidir. O halde vareden en az insandan üstündür. İnsanda mevcut bilme hasleti, irade hasleti onda olmalıdır. İşte bu ilme “Kelam İlmi” denmektedir. Tamamen ayrı 25’inci veya 0’ıncı ilimdir.
1- GRAMER: Buradaki gramerden kastımız herhangi bir dilin grameri değildir. Tüm dillerin tâbi olduğu kaidelerdir. Mesela, her dilde fail var, mef’ul var. Mâzi var, muzari var. Örnek dil olarak da Kur’an Arapçası alınacaktır. Gramer, bilenlerin ilmidir.
2- MATEAMTİK İLMİ: Varlıkların kendileri dil ile bilinir, kelimelerle bilinirler. Miktarları ise matematikle bilinir. Keyfiyet gramer ilminde, kemiyet matematik ilminde öğrenilir. Matematiğin dili Lâtince olacaktır. Matematik bilinenlerin ilmidir.
3- MANTIK İLMİ: Gramerden matematiğe doğru gidiştir. Kavramlar tanımlanmıştır. Sınırları çizilmiştir. Artık onun üzerinde hesaplar yapılabilir. Bilmenin ilmidir.
4- PROGRAM İLMİ: Bu bilgisayardaki programdır. Matematiğe dayanmakla beraber artık kendisine özgü dili kullanır. Siz program yaparsınız, o hesapları yapar. Program mantıklıdır. Matematikten farklıdır. Matematiği kullanır ama matematikten farklıdır. Sinyallerin işlemidir.
Ana ilimler bunlardır. Her ilim yapan kimsenin bunları bilmesi gerekmektedir.
Bunları bilmeyenler ilim yapamaz. Bunların dışında değişik ilimler vardır.
5- ANALİZ İLMİ: Kâinat bir bütündür. Onları biz beynimizde parçalarız. Her birine bir isim veririz. Bu isimlerle kâinatın haritasını yapmış oluruz. Kâinatı beynimizde inşa ederiz. Bugün tek olarak varlık ilmi okunmamaktadır. Ama her ilimde varlık ilmi ele alınmaktadır. Matematikte varlıkları matematikle tanımlatıp tesbit etmek bir ilmin konusu olacaktır.
6- SENTEZ İLMİ: Varlıklar kelimelerle oluşturulduktan sonra o varlıklar arasındaki ilişkiler ortaya konmalıdır. Yani bir varlık başka varlığa nasıl tesir eder? Bu da tesir ilmini oluşturacaktır. Varlıklar farklı yerler işgal edenlerdir. Tesirler ise varlıklar tarafından yapılır ve bunlar aynı yerde birleşerek ortak tesir yaparlar. Böylece kâinatın zaman içindeki akışı bilinir.
7- GENETİK İLMİ: Dört çeşit aminoasitler birleştirilerek bir dil oluşturulur. En büyük özelliği kendi kendine çoğalabilme özelliğidir. Böylece gaye ortaya çıkar. O gayeye göre oluşlar olur. Canlılar âlemi buna dayanmaktadır.
8- BİT’LER İLMİ: 01’ler birleştirilerek program yapılır ve bu programlarla mekanizma oluşur. Hayvanlar âlemi doğar. DNA’larla koordineli olarak faaliyet gösterir.
Şimdi de Matematikle bilinen kâinatın ilminin dallarını görelim.
9- MEKÂN İLMİ: Buna geometri denmektedir. Varlıkları tanımlar. Her yer bir varlığı temsil eder. Bir analiz ilmidir.
10- ZAMAN İLMİ: Mekanik ilmi de denmektedir. Varlıkların birbirine tesiri ile oluşan hareketlerin ilmidir. Oluş sırasını belirler.
11- MADDE İLMİ: Buna Kimya denmektedir. Atom fiziği de bunun içindedir. Aynı yeri iki madde işgal edemez.
12- KUDRET İLMİ: Buna Fizik denmektedir. Enerji ilmidir. Sabit güç ilmidir.
Bunlardan başka canlıların tâbi olduğu ilimler vardır.
13- NEBAT İLMİ: DNA’ların oluşturduğu âlemin ilmidir. Botanik de diyorlar.
14- HAYAT İLMİ: Sinir sistemini taşıyan canlıları inceler. Zooloji de denmektedir.
15- İNSAN İLMİ: Şuurlu ve iradeli insanı inceler.
16- TOPLULUK İLMİ: Bağımsız varlıkların hareketlerinden oluşan ortak varlıkları ele alır. İnsan toplulukları bu ilmin konusudur.
Ayrıca;
17- USUL İLMİ: Doğruyu yanlıştan ayıran ilimleri konu edinir.
18- AHLAK İLMİ: İyiyi kötüden ayıran ilimdir.
19- AMEL İLMİ: Faydalıyı zararlıdan ayıran ilimdir.
20- HUKUK İLMİ: Zulmü adaletten ayıran ilimdir.
Son olarak;
21- TARİH İLMİ: Kâinatın ve insanlığın geçmişini konu edinir.
22- ÂHİRET İLMİ: Kâinatın ve insanlığın geleceğini konu edinir.
23- EVRİM İLMİ: Kâinatta ve insanda mevcut olan gelişmeyi konu alır.
24- FENA İLMİ: Kâinatın çöküşünü, insanların ve nesillerin dejenerasyonunu konu alır.
Böylece aslında bugün parça parça mevcut olan ilimler 25 ilim içinde toplanmalıdır. Bu ilimlerin 24’er sahifelik metinleri hazırlatılmalıdır. Sonra bu metinlere 600’er sahifelik şerhler yaptırılmalıdır. Bu bir kooperatifin veya bir ulusun yapabileceği bir iş değildir. Elbette bütün insanlığın birlikte asırlarca çalışarak yapacağı işlerdir. Ama biz şimdi ne yapıyoruz? Bunun tohumu oluyoruz. Tohum atılmadan hiçbir şey olmaz. Oysa bir tohum çimlenirse, korunursa, beslenirse büyür ve yüzlerce tohum verir. Sonra o her tarafı kaplar. Bütün sorun bir tohumu oluşturmak, ondan sonra da ilkbaharı beklemekten ibarettir.
Böyle bir kuruluşu kurmaya biz 1960’larda başladık.
Bu ilmi tasnif TEKYOL DERGİSİ’nde yayınlanmıştır.
Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen ile birlikte çalışıyorduk.
Onlar câri sistemle birden büyümek istediler. Ayrıldılar... Başardılar...
Biz ise Akevler’de çalıştık. Akevler de başardı.; ama tohum hâlinde kaldı.
Birinci 33 yıllık denemeden yararlanarak Akevler İstanbul Kooperatiflerini kurduk.
Şimdi orada elde ettiğimiz bilgilere dayanarak daha ileri adımlar atmağa hazırlanıyoruz...
Mevcut sistemin çözüm olmadığı açıkça görülüyor.
TÜRKİYE’Yİ ELE ALALIM:
a) Türkiye’de İşsizlik vardır. İşsizlik demek, açlık demektir. Açlık demek, yolsuzluk demektir. Yolsuzluk rüşvetin kaynağıdır. Rüşvet halkı isyana götürür. İsyan anarşiyi doğurur ve baskıyı artırır. İhtilâl olur. Ordu birbirine girer, halk birbirine girer. Pusudaki canavarlar saldırıp ülkeyi parçalar ve yutar. Bu bir senaryo değildir. İlmin verisidir. İşsizliğin kaynağı enflasyondur. Sadece enflasyon değildir. İç ve dış etkilerle suni olarak işsizlik yaratılıyor. (Mevzuat, kredi, vergi, rüşvet işsizliğin kaynakları arasındadır.)
b) Enflasyon olan yerlerde fiyatlar ve ücretler belli olmaz. Kimse hesap yapamaz , kitap yapamaz, alışveriş yapamaz, anlaşmalar yapamaz. Bu da ekonomiyi durdurur. İşsizlik olur. Enflasyonu bütçe açığı doğurur. Ama enflasyonun sebebi sadece bütçe açığı değildir. İç ve dış etkiler ayrıca enflasyonu körüklemektedir. (Faiz enflasyonun kesin sebebidir.)
c) Bütçe açığı enflasyonu doğurmaktadır. Geri gelmeyen devlet giderlerini yeni para basmakla kapatmaktadır. Böylece karşılıksız basılan para enflasyona sebep olmaktadır. Bütçe açığı dış borçlardan doğmaktadır. Ama sadece dış borçlanmalar bütçe açığının kaynağı değildir. Hortumlama da bütçe açığının kaynağıdır.
d) Dış borçlar işsizlikten doğmaktadır. İç üretim yapmayınca halk ihtiyacını borçlanarak dış üretimden karşılamaktadır. Görülüyor ki, dört hastalık birbirlerinin hem sonucu hem de sebebidirler. İçten ve dıştan gelen etkiler bu hastalıkları şiddetle büyütmektedir. Büyüyen balon gün be gün patlamaya doğru gitmektedir. Arada delinince delikler zorla kapatılmakta, ancak balon durmadan büyüyor. Bir gün gelecek artık kapatma imkânı kalmayacaktır.
İşsizliği ortadan kaldırmalıyız. Enflasyonu %5’lere indirmeliyiz. Bütçe açığını kapatmalıyız. Borçlarımızı ödemeliyiz. Bunların hepsini birden yapmalıyız.
Yoksa birini durdurmakla sonuç elde edemeyiz. Durduramayız. Çünkü onlar bunun sebebidir. Bu hükümet işsizliği körükleyerek enflasyonu durdurmaya çalıştı. Bunun için patlama oldu. Kemal Derviş de devrilişe hazırlanıyor. İmkanı yok, devrilişi Derviş de durduramaz.
Otuz sahifeden daha geniş bir yazı yazdım. Bugünkü çöküşe durma formülleri getirdim. Bunu internette yayınlayacağız. Herkes gücü yettiği yere bunu ulaştırsın. Ülke kesin olarak çöküşe gidiyor.
Bugün borcumuz 150 milyar dolardır. Yeni hiçbir borç almasak, faizimizi de ödemesek, 15 sene sonra borcumuz 1220 miyar dolar olacaktır. Bugün her aileye 10 000 dolar borç payı düşmektedir. Sadece faizi 1500 dolar oluyor. Karın tokluğuna çalışırsak faizimizi ödeyebiliriz. Halbuki 15 yıl sonraki rayiçle 100 000 dolar borçlanılacak. Ayda 1500 dolar faiz ödemek zorunda olacaktır. Bu mümkün olmayacaktır. Sonuç Osmanlıların akıbeti olacaktır. İkinci Sevr kaçınılmazdır.
Şimdi biz gece - gündüz çalışarak hazırlık yapmalıyız. Bir taraftan çözümler üretip devletimize ulaştırmalıyız. Ne var ki, gaflet veya dalâlet, hatta hıyanet içinde olan iktidar ve muhalefet partileri sesimizi boğacak, bizi söyletmeyecek, bizi dinlemeyeceklerdir! Devletimizin yıkılması kaçınılmaz olarak mukadderdir. Size ömür hesabını bile yaptım. O zaman bir Lozan’ı ortaya çıkarmamız için hazırlıklı olmamız gerekir. Meşrutiyetçiler ihanet içinde idiler. Mustafa Kemal bunu Nutuk’unda çok açık olarak ifade etmektedir. Bugün sadece ordu dağıtılmamıştır.
Eğer 30 milyar dolar gelirse, bunu şunlar için kullanacaklardır:
a) Kıbrıs’tan elimizi çekeceğiz.
b) Doğuda Kürdistan devleti Kurulacak.
c) Türk Ordusu küçültülecek ve ordusuz küçük devlet hâline getirilecektir.
d) Nihayet Anadolu sermayesini yok edecekler. Doları suni olarak düşürecekler. İthal malları ile Türkiye’yi boğacaklar. Anadolu esnafı yok olacak. Kredi alıp ithalat yapan sömürücü sermaye güçlenecektir.
Sonra ne yapacaklar?
Türkiye’yi biraz daha parçalayacak ve Endülüs’e çevireceklerdir.
Biz halk olarak buna ancak “Halk Ekonomisi”ni kurarsak engel olabiliriz.
Mala-Mal Mağazaları ile sonuç elde edebiliriz.
Allah milletimize uyanış nasip etsin.
Allah milletimizin yardımcısı olsun.
Çalışmak bizden; başarı Allah’tandır.