ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
Süleyman Karagülle
2014 1.Baskı
1181 Okunma
SİYASÎ DAYANIŞMA

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER  -  IX

SİYASİ DAYANIŞMA

 

يا ايها الذين امنوا اطيعوا الله و اطيعوا الرسول و اولى الامر منكم فان تنازعتم فى شيئ فردوه الى الله و الرسول ان كنتم تؤمنون بالله و اليوم الاخر ذلك خير و احسن تأويلا

يا ايها الذين امنوا   Kur’an Arapça inmiştir. Arapların daha önce kullandıkları kelimelerin ve kuralların dışında bir kelime veya kural kullanmamıştır. Bu Arapça fasih ve beliğ bir Arapçadır. Ancak gerek kurallara gerekse kelimelere yeni mânâlar yüklemiştir. “Ey îman etmiş olanlar!” deyimi Kur’an’da Medine sûrelerinde geçer. Müslümanlar Medine’ye gelip dayanışma ortaklıklarını kurduktan sonradır ki, “Ey îman edenler!” deyimini kullanır ve bunun tercümesi “Ey dayanışma ortaklıklarını kuran kimseler!” demektir. Medine’de Hz. Peygamber ilk olarak “siyasi dayanışma ortaklıkları”nı kurdurmuştur. Medine Anlaşması tarihte ilk “anayasa sözleşmesi”dir. Silaha değil barışa dayanmaktadır. Sonra Almanya’da Prusya bu birliği yine barışla sağlamıştır. Şimdi de Avrupa Birliği böyle kurulmaktadır. Sonra “ilmi dayanışma ortaklıkları” doğmuştur, mezhepler oluşmuştur. Daha sonra tarikatlar ortaya çıkıp “dini dayanışma ortaklıkları” doğmuştur. Daha sonra da lonca veya âhi teşkilatları ile “mesleki dayanışma ortaklıkları” doğmuştur. Yahut mesleki dayanışma daha öncedir. Cumhuriyet döneminde bunlar Parti, Okullar, Mesleki Kuruluşlar ve Diyanet İşleri Teşkilâtı şeklinde kurulmuştur. Ancak bunlar “tekel sistem” içinde oluşmuştur. Oysa İslâmiyet’te ta ilk kuruluştan sonuna kadar “çoklu sistem” devam etmiştir. Biz şimdi kooperatiflerle ekonomide bu “çoklu dayanışma sistemi”ni oluşturmaya çalışıyoruz. Yahut mevzuatın müsadesi nisbetinde “bütün dayanışma ortaklıkları”nı kurmuş oluyoruz.

اطيعوا الله: “Allah’a itaat ediniz” deyiminin de özel mânâsı vardır. Allah kendi haklarını dünyada topluluklara devretmiştir. “Allah’a itaat ediniz” derken; “Düzene itaat ediniz” demektir; “Kurallara uyunuz” demektir. Bu kurallar dayanışma ortaklıklarını kurarken yaptığınız sözleşmelerle belirlenmiştir. Onlara uyunuz, demektir. Kuralları bozmayınız, demektir. Sözlerinizde durunuz, demektir. İçtihatlarınıza göre hareket ediniz, demektir. Mü’minler Kur’an’a inanırlar. Mü’min olsun veya olmasın herkesle birlikte yaşarlar, onlarla evlenirler bile. Bu yaşamayı sürdürürken karşıdakilere kendi görüş ve inançlarını dayatmazlar. Onlarla uzlaşarak yaşarlar. Kur’an’ın resmi yorumcusu yoktur. Kur’an’ı herkes kendine göre anlayacak ve kedisi için kurallar geliştirecektir. Buna “içtihat” diyoruz. Allah’a itaat etme demek, herkesin kendi içtihadına göre hareket etmesi demektir. Gerek başka mü’minlerle Kur’an anlayışında, gerekse mü’min olmayanlarla ilmin verilerine göre uzlaşmaya gidilecektir. Bu uzlaşmada varılan sözleşmelere uyulması da Allah’a itaattir. Çünkü Allah sözleşmelere uyulmasını emretmektedir. Uzlaşma sonunda varılan sonuçlar “icma”dır. Mü’minler dört delile dayanarak karşı taraflarla uzlaşırlar. Buna uymaları gerekir. İşte Kur’an’da “Allah’a itaat ediniz” deyince;

a)    İçtihatlarınızla oluşturduğunuz şeriatın hükümlerine uyunuz.

b)    İttifaklarla oluşturduğunuz ortak anlaşmalara uyunuz, demektir.

Bundan dolayı Kur’an, insanların birbirlerine verdikleri sözleri Allah’a verilmiş sözler olarak ifade etmektedir.

و اطيعوا الرسول  Şeriat düzeninde esas olan Allah’a itaattir. Yani, sözleşmelerle ortaya çıkan ifadelere göre davranmaktır. Bununla beraber birçok topluluk işleri vardır ki birlikte yapılmasını gerektirir. Namaz kılarken ne yapılacağı bellidir. Ama birlikte namaz kılarken bir imama ihtiyaç vardır. O birlik sağlar: Onun sayesinde cemaat birlikte rükua gider, birlikte secdeye gider. Yine başkanın bazı tercihler yapma yetkisi vardır. Meselâ, istediği sûreyi okur, uzunluğunu kendisi belirler. “Resul” tâbiri ile de “başkan” kastedilmektedir. Bu da yine bir deyimdir. Bu başkanlar iki kademedir. Biri beş vakit namazı kıldıran “aşiret imamı”dır. Diğeri de Cuma namazını kıldıran “kabile imamı”dır. Ocak ve bucak başkanlarıdır. Ocak başkanları yaşama hayatı düzenlenirken başkanlık etmektedir. Bucak başkanları çalışma hayatı düzenlenirken başkanlık etmektedir. Ocak başkanının yargı yetkisi yoktur. Bucak başkanı aynı zamanda yargı infaz görevlisidir.

Burada önemli olan husus “itaat” kelimesinin iade edilmesidir. Eğer bir kelime iade ediliyorsa, bunların farklı anlamları vardır demektir. Hele nekire olarak iade ediliyorsa, ikincisi birincisinden farklıdır demektir. Fiillerde masdarlar nekiredir. Dolayısıyla bir fiilin iadesi farklı anlam taşımaktadır demektir. Allah’a itaat kurallara itaattir. Oysa resule itaat, şeriat içinde şeriatın ona verdiği yetkiler içinde itaattir. Başkan namaz kılarken Kur’an okuyorsa dinleriz. Secdeye gidiyorsa biz de gideriz. Çünkü şeriat onu emretmiştir. Ama şarkı söylerse itaat etmeyiz, yahut yan yatarsa yine itaat etmeyiz. Çünkü o yetkilerini aşştır. Burada itaat kelimesinin tekrarı bize bu kuralı öğretmektedir. Başkana kendisine verilen yetkiler içinde kaldığı müddetçe itaat edilir. Ocak başkanının yetkisi ile bucak başkanının yetkisi farklıdır. O yetkiler içinde itaat edilir.

Başkanlara verilen görev ve yetkiler nasıl tesbit edilecektir?

a)    Kuruluş sözleşmesinde yer alan maddeler de başkanların görev, yetki, sorumluluk ve hakları uzlaşma ile belirlenecektir.

b)    Sonraları icmalarla sabit olan hükümler de başkanın görev, yetki, sorumluluk ve haklarını belirleyecektir.

c)    İstişare edilerek şûra üyelerinin ittifakı ile alınan kararlar da başkanın yetkilerini belirleyecektir.

d)    Hakem kararları da yetki belirlemede kaynaktır.

İşte başkanın kendi yetkileri içinde verdikleri kararlarda halk ona itaat edecektir. Ocakta ve bucakta ocak ve bucak mevzuatına uyulacağı gibi başkanın yetkileri dahilindeki buyruklarına da uyulacaktır. Bu yetkiler şeriatla belirlenir.

Burada “resul” kelimesi kullanılmaktadır. Resul, gönderilmiş demektir. Elçi demektir. Elçinin görevi sadece kendisine emredileni uygulamaktan ibarettir. Vekil olmadığı için tasarruf yetkisi yoktur. Ocak ve bucak başkanları da ocak veya bucak halkının elçileri olup kendilerinin doğrudan bir hüküm koyma yetkileri yoktur. Onlar ancak konan hükümleri yorumlar ve uygularlar. Bu yorum da yargı denetimi içindedir. Tarafların seçeceği hakemler bu kararları fesh edebilirler. Yani, başkana itaatin, şeriata itaatin farklı olduğunu itaat kelimesinin ifadesinden anladığımız gibi; başkanın ‘resul’ olarak adlandırılması ile de yetkilerinin neler olacağı ortaya çıkmaktadır.  

و اولى الامر منكم   “Sizden emir sahiplerine” tâbiri ile kastedilenler de başkanın dışındaki görevlilerdir. Burada itaat kelimesi iade edilmemiştir. Demek ki, başkana itaat ile görev sahiplerine itaat birdir. Onlar da ancak mevzuatı uygulamakla görevli ve yetkilidirler. Kendi başlarına ahkâm koymak yetkisine sahip değildirler. Sonra burada “emirlere itaat ediniz” denmiyor; “emir sahiplerine itaat ediniz” deniyor. Bu da sürekli devlet memurluğunun olmadığı, ancak gerektiği zaman ehil olan kimselerin o işte istihdam edileceğini bildirmektedir. Yani, devlet işlerini “devamlı maaş alan memurlar” değil, kendilerine iş havâle edilen “serbest meslek sahipleri” yaparlar. 

Minküm” tabiri ile görevlilerin o topluluk içinden olmaları gerekmektedir. Dışarıdan atanmış kimselerle topluluk yönetilmeyecektir. Köylere başka köyden kimselerin görevlendirilmesi, köyün hükmi şahsiyetinin olmaması, bucak halkının ise bir bütün olması sebebiyledir. Burada ‘emir’ buyruktan çok ‘iş’ demektir. Görev ile yetki bir arada olduğu için “emir” tâbiri kullanılmaktadır. Bu ifadeden hizmetlilerini halkın kendisinin seçeceği, komutanlarını halkın kendisinin seçeceği de ortaya çıkmaktadır. Yani, “kendi seçtiğiniz kimseye itaat ediniz” demektir.

Minküm” tâbiri ile “yerinden yönetim ilkesi” de gelmektedir. Birbirini tanıyan ve kendilerinden olan yöneticiler olmalıdır. Ocak ve bucağın üstünde başkanlar yok mudur? Yerinden yönetim olduğu için il başkanı diğer bucakların başkanı değildir. Sadece merkez bucağının başkanıdır. Hatta ilçe merkez bucaklarının başkanı bile değildir. İlçe merkez bucaklarının yöneticilerini il başkanları atar veya alır ama yönetimine karışamaz. Kaymakam kendi içtihatları ile ilçe merkez bucağını yönetir. Hizmet esas olduğu için merkez bucaklar taşralara hizmet ederler. Merkez bucak başkanları taşraların bucak başkanı değildirler. Bu hükümler “Minküm” tâbiri ile anlaşılmaktadır.

Biz sizlere genel hizmetler hakkındaki hükümleri koyarken bu âyetlerin yorumu ile koymuş oluyoruz. Başkaları da başka şekilde yorumlar, onlar da başka sistemler koyarlar. Onlar için o doğrudur, bizim için bu doğrudur.

فان تنازعتم فى شيئ   Burada “Fa” harfi ile atıf yaparak genel bir hüküm getirmektedir. Gerek kamu, gerekse özel işlerde insanlar bazan ayrılığa düşerler. Son çözüm yeri neresidir? Burada tenazu’ tefaul bâbında kullanılmıştır. Niza ya iki kişinin aralarındaki haklar sebebiyle olur, ya da bir kamu hizmeti yapılırken yapılacak işin doğrusunu bulmak için olur. Burada “Fa” harfi getirilerek nizaın hal yolunu göstermesine bakılarak her iki hal için çözüm yolu yargıdır. İdari yargı, hukuk yargısı, ceza yargısı gibi farklı yargı sistemleri yoktur. Tek yargı sistemi vardır. “Çoklu hukuk düzeni” içinde “tek yargı sistemi” vardır. İşte Kur’an’ın öğrettiği yargı sistemi budur.

Tefaul bâbından gelmiş olması topluluktaki nizaı topluluğun nizaı olarak kabul ediyor. Dolayısıyla biri diğerine haksızlık ediyorsa kişi davacı olmasa da buna izin verilemez. Böylece kişinin hürriyeti korunur. Kişi isteği ile de olsa esir edilemez. Burada nizanın kollektif olması nizanın sosyalleşmiş hâlidir. Sınıflar arası nizadır, kurumlar arası nizadır. Bunun çözüm yeri olarak yargı kabul edilmemiştir. Yani bu nizaı hakemler çözmez. Doğrudan başkan çözer. Yahut topluluk çözer. Şimdi kurumları aşağıdaki şekilde sayabiliriz.

فردوه الى الله و الرسول

الله Allah: Temsilcisi meclistir. Başkanın burada bir müdahalesi sözkonusu değildir.

 الرسول Resul: Temsilcisi hükmettir, devlet görevlileri ona bağlıdırlar. İdare ile hükümet birdir.

الرسول و الله  Allah ve Resulü: Temsilcisi yargıdır. Taraflar hakemler seçerler, hakemler baş hakem seçer. Başhakemin verdiği kararı başkan uygular.

Allah ve Resul: Dördüncü bir kurumdur. Bu tek başına meclis değildir. Tek başına başkan da değildir. Meclis ile başkanın ortak görevleridir. İşte bu hususta bizim benimsediğimiz sistem başkanın hakemlik görevidir. İcra görevinden farklıdır. İcra görevinde doğrudan kendisi karar alarak yürütür. Hakemlik görevinde ise davacı varsa karar verir. Kararı uygulanır. Ancak kararı aleyhine hakemlere gidilir. Kamu haklarının ihlâli hâlinde dava açma yetkisi ise meclise verilmiştir. Meclis kararlarını ya şûra başkanlarının ittifakı ile alır veya her biri ayrı ayrı içtihat ederek karar alınır. Burada biz tek başına karar alma yetkisi tarafını tercih ediyoruz.

Demek ki kamu hizmetlerinin uygulanmasında bir niza çıkacak olursa önce yetkili tarafından uygulanır. Sonra yargıya gidilir. Mağdur olan herkes yargıya gider. Mağdur olan kişiler değil de düzen ise veya topluluk ise bu hususta önce başkana baş vurulur, karar infaz edilir. Sonra dayanışma ortaklığının sorumlularından her biri bu kararın iptali için yargıya gidebilir.

Burada “ruddû” kelimesi iade edilmediği gibi “ilâ” kelimesi de iade edilmemiştir Tek red vardır. Ve karar mercii tektir. Başkan karar verir, dayanışma ortaklık başkanları sükut ederlerse meclisin de tasvibi alınmış olur. Bütün hallerde uygulama belli bir müddete kadar geciktirilir. O zamana kadar dayanışma sorumlularından bir itiraz gelmezse uygulanır. Gelirse, hakem kararlarına kadar beklenir. Müddetten sonra da hakemlere gidilir. Ancak bu sadece tazminat davasıdır, kararın feshi dâvasıdır. İptali değildir.

ان كنتم تؤمنون بالله و اليوم الاخر   Allah ve âhirete iman sonradan getirilmiştir. O halde illet değil şarttır. Yani bu hükümler mü’minler için olup müslimler için değildir. Onlar kamu hizmetlerinde görev almadıklarından onların nizaı kamu uygulamasından doğan bir niza olmayıp kişiler arası bir nizadır. Onlar başkana değil hakemlere giderler. Hakemler doğrudan uygulama yapmadığı için de bu hususta yalnız görevliler başkanın hakemlik yapmasını isterler. Allah ve âhirete iman şartı bunun için getirilmiştir. Buradan çıkaracağımız önemli hüküm, başkanın kamu hizmetini doğrudan yapmayıp sadece görevliyi belirlemesi ve görevlinin başkana karşı değil de şeriata karşı sorumlu olmasıdır. Kur’an âyetleri hep böyle birbirini teyit eder.

ذلك خير و احسن تأويلا   Bunun böyle yapılması yani Allah ve resule itaat ve bir şeyde niza olursa başkanlığın hakemliğine başvurulması hem hayırdır, hem de en iyi tevildir. Burada hayır ve ihsan karşılaştırılmıştır. Ve hal olarak tevil getirilmiştir. Hayır nedir, ahsen nedir? Bir insanın karnı doyarsa, bu hayırdır. Bir insan istediğine kavuşursa, bu da hasendir. Hayır maddi, hasen ise manevidir. Maddi-manevi iyilik iyiliktir. Kapitalizmde olduğu gibi insanları hür bırakarak hasen yapmak, sosyalizmde olduğu gibi karnını doyurup esir etmek; ikisi de kötüdür. İyi olan, her ikisinin gerçekleşmesidir. Hürriyet içinde karnını doyurmaktır. Bir taraftan topluluğun düzeni sağlanmalıdır. Kollektif üretim azami verimle gerçekleşmelidir. Diğer taraftan insanların iradelerine ambargo konmamalıdır. Bu sebepledir ki kurumlarda hep “çoklu sistem” öneriyoruz.

Burada tevilen haldir. “Zâlike”nin hâli olmalıdır. Kamu aleyhine de dava açılacağını belirten bu âyet “evl” kelimesi ile dönüşü ifade etmektedir. Göçebe döneminde başkanlar sınırsız yetkiye sahiptirler. Bu yetki bugün de vardır. Ama yargı denetimine alınmıştır. Devlet aşamasına gelmeden insanlar hakemler yoluyla uzlaşıyordu. İlk olan tabiidir. Ama ilkeldir. İlk müesseseler geliştirilmelidir. Tevil edilmelidir. Çağın gereklerine göre mânâ verilmelidir.

Allah burada bize yeni medeniyeti nasıl kuracağımızı ve eski müesseseleri nasıl tevil edip yenileştireceğimizi bildiriyor. Adil Düzendeki müesseseleri biz böylece eski müesseseleri tevil ederek yeni çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumluyor ve oluşturuyoruz. Tevilen kelimesi ile şeriatın bir tevil olduğunu yani içtihat ve icmalarla yeniden oluşturma anlamlarında olduğunu ifade etmektedir.

EKONOMİK YAPI

İnsanlar hayvanlardan farklı olarak hem kendi kimliklerini ve bağımsızlıklarını korurlar, hem de birlikte yaşarlar. Başka bir deyimle ortak üretirler, ayrı ayrı tüketirler.

Toplayıcılık döneminde ortak üretim ailede yapılıyordu.

Avcılık döneminde ortak üretim köyler içinde yapılmaya başlandı.

Çobanlık döneminde bu durum değişmedi.

Tarım döneminde kasabalar doğdu, beldeler doğdu. Belde içinde ortak üretim başladı. Halk belde sakinlerinin öğrettikleri araçları kullanmaya başladı.

Pazar mübadelesi dönemimde de halk ilçe içinde bir bütünlük oluşturuyordu.

Tüccar mübadelesi döneminde bölgelerde ortak üretim oluştu.

İşçilik döneminde tüm insanlık tek üretim alanı oldu.

Ortaklık dönemi, adı üstünde tüm insanlık tek ekonomi birimi olacaktır. İç içe teşkilâtlanma sürecek ama tüm insanlık ortak merkezleri olan ekonomik topluluklar oluşacaktır. Ekonomik topluluklar insanlığın ortak merkezinden yönetilecektir. Ekonomi bakımından insanlık tek devlet gibi olacaktır. Ekonomi bir hizmettir, yönetim değildir. Dolayısıyla hizmetin merkezî olmasında bir zarar yoktur. Ekonomide serbest rekabet esas olduğu için, “yerinden yönetim” yerine “merkezi hizmet”, ama serbestlik esastır.

Üretim köylerde yapılacak, bucakta köyler arası birlik sağlanacaktır.

Genel ve kamu hizmetleri ilçelerde olacak, ilçeler arasında birlik iller tarafından sağlanacaktır.

İhtisaslaşma ve işbölümü bölgelerde olacak ve bölgeler arası birlik devletler tarafından sağlanacaktır.

Araştırma ve geliştirme kıta merkezlerinde olacak ve  kıtalararası birlik insanlık tarafından sağlanacaktır.

Yeryüzü; 

1-    Afrika,

2-    Kuzey Amerika,

3-    Güney Amerika,

4-    Okyanusya,

5-    Çin,

6-    Avrupa,

7-    Hindistan,

8-    Ortadoğu  kıtalarına ayrılacaktır.

Diğer kıtaların varlığı ve sınırları yaklaşık olarak kesin olduğu halde;

Ortadoğu var olacak mı? Olmayacaksa sınırları belirsizdir. Yok olursa;

Arabistan Afrika’ya,

İran Hindistan’a,

Orta Asya ve Sibirya Çin’e,

Doğu Avrupa Avrupa içinde yer alacaktır.

Türkiye’nin yeri yine belirsizdir.

Türkiye Avrupa, Afrika ve Hindistan toplulukları içinde yer alabilir.

Ortadoğu Kıtası oluşacaksa; bu kıta içinde; Arabistan, İran, Türkiye, Doğu Avrupa, Kafkasya, Orta Asya, Sibirya yer alacaktır. Balkanlar da yer alabilir. Afganistan da yer alabilir. Temeli ekonomik topluluklardır. Siyasi birliğin kurulması tehlikelidir.

Terkiye de merkezi yönetimli 12 bölgeye ayrılacaktır:

1-    Samsun,

2-    Bursa,

3-    İzmir,

4-    Adana  “Sahil Bölgeleri”ni oluşturacaktır.

5-    Erzurum,

6-    Tekirdağ,

7-    Diyarbakır,

8-    Van   “Kara Bölgeleri”ni oluşturacaktır.

9-    Afyon,

10- Konya,

11- Kayseri ve Sivas,

12- Ankara   “İç Bölgeleri” oluşturacaktır.

Bunlar ekonomik ünitelerdir, merkezden yönetilirler. Bunların yerinden yönetimi ülkenin bölünmez bütünlüğünü bozar.

İllerde ilçeler ekonomik topluluklardır.

Köy veya semtler bucaklarda ekonomik topluluklardır.

Aile ocak içinde ekonomik topluluktur.

 

SİYASİ YAPI 

Yeryüzü demek ki iç içe ekonomik ve sosyal topluluklara ayrılmakta, sosyal topluluklar bağımsız olarak yerinden yönetilmekte ve iç işlerine kimse karışmamaktadır. Ekonomik topluluklar ise hizmet topluluklarıdır, yerinden yönetilmekte ve merkezi denetim içinde tutulmaktadır. Böylece  bağımsızlık içinde birliklerini korumaktadırlar.

1-    Esas hak sahibi “insan”dır. Doğuştan borçlu doğar. Aile içinde büyür ve ocağına borçlanır. Ergin hâle gelince borcunu çocuklarını yetiştirmekle öder. Büyük iken anne-babasına bakar, yaşlanınca da onu çocuklarından alır.

2-    İnsanlar tek başlarına yaşayamazlar. Komşu olmak zorundadırlar. Tek başına yaşamak, aile hayatının sürmesine yeterli değildir. Bunlar “ocak” içinde birlik kurarlar. Kur’an bunlara “aşiret” demektedir. Her aşiretin bir “reis”i vardır. Aşireti o yönetir. Onun ceza verme yetkisi yoktur. Ama aşiret içinde son söz sahibidir. Aşiretler hukuk düzeni ile değil, tamamen kişi yönetimi ile yönetilirler. Burada yegane demokrasi ocaktan ayrılabilmedir. Kendisine ceza uygulaması yapılamaz dedik. Yapılmışsa, kısas dahil bütün hükümler uygulanır. Bucak uygular.

3-    Bucaklar, esas topluluklardır. Hukuk düzenine dayalı topluluklardır. Bucağı yöneten kurallar vardır. Bu kurallar bucak meclislerinde doğrudan alınmaktadır. Her bucağın özel kamu hukuku bulunmaktadır. Merkezi yönetim olmadığı için merkezi yargı da yoktur. Yani, yargı kararları temyiz edilemez. Ancak bucağı terk eden mağdur olmuşsa, bucak aleyhine dava açabilir. Gerçi hakemler ilçelerde bulunmaktadırlar. Duruşma ve yargı bucaklarda olmaktadır. Hukuk düzeninde kişi kişilere değil yazılı mevzuata itaat eder. Kişi diğer kişilere karşı sorumlu olmayıp sadece yargıya karşı sorumludur. İslâmiyet’te ve demokrasilerde yargı tarafsız ve bağımsızdır. Şeriata göre bunu sağlayan tek mekanizma hakemlik sistemidir.

4-    Ocaklar topluluğun atomları ise, bucaklar da molekülleridir. Her yerde kendi özelliklerini korurlar. Hukuk düzeni burada teessüs eder. Ancak insanlar hukuk düzenine her zaman uymazlar. Hukuk düzenine uymayanları devre dışı bırakıp hukuk düzenini bozmamalarını sağlayan merkezi bucaklar vardır. Bunlar ilçe merkez bucaklarıdır. Bunlar hizmet bucaklarıdır. İl merkez bucağına bağlı olarak yönetilirler. Kaymakamlar iller tarafından atanırlar. Bunların genel görevleri iç güvenliktir. Burada ancak aleyhinde karar alınmış kaçaklar takip edilebilir. Mahkemece tutuklanma kararı verilmeyen  hiç kimse tutuklanamaz, takip edilemez. Burada hukuk düzeni bitmiştir. Askeri düzen vardır. Ancak bu mahkemeler tarafından karara bağlanmış kimseler için sözkonusudur.

5-    İç güvenliğin sağlanması yeterli değildir. Dış güvenlik de sağlanmalıdır. Bunlar bölgelere yerleştirilmiş ordularla sağlanır. Aynı dili konuşan ulusun ortak orduları devleti dış saldırılardan korurlar. Savaş kişilere değil cephelere karşı yapılır. Kurallar şöyledir:

a)    Bucaklarda hak üstündür. Haklı kimse kuvvetli odur. İllerde ve devlette kuvvet üstündür. Kuvvetli kimse haklı odur. İslâm düzeninde iç güvenlikte takibatın başlaması için kişiler aleyhine hakemlerin kararı bulunmalıdır. Başka devletlerle savaşmak için de hakem kararları bulunmalıdır. Ama takibat ve savaş sırasında artık kuvvet hâkimdir. İslâm düzeninin tanımını hakemlerde bulabilirsiniz.

b)    Bucaklarda mevzuat hâkimdir. Yöneticiler mevzuatı uygulamakla görevlidirler. İllerde ise hakkında karar alınmayan kimseler için mevzuat, hakkında karar alınan kimseler için yöneticiler hâkimdir. Devlette ise savaş açılan cephelerde tamamen kişi yönetimi vardır. Mevzuat sadece komutana yardımcıdır.

c)    Bucak yönetiminde kişiler davranışlardan sorumludurlar. Sonuçtan sorumlu değildirler. İllerde de sorumluluk davranışlarladır. Sonuçtan sorumluluk yoktur. Ancak mükâfat sonuç alınırsa sözkonusu olur. Devlette ise sorumluluk tamamen sonuçla ölçülür. Savaşta hiçbir davranış suçu oluşturmaz.

d)    Bucaklarda sorumluluk kişiseldir. Kollektif sorumluluk yoktur. İllerde cezai sorumluluk kollektiftir. Mükâfatlar ise kişiseldir. Kaçağı tenkil eden kişi mükâfat alır. Devlette ise sorumluluk tamamen kollektiftir. Mükâfat da kollektiftir.

Burada unutulmaması gereken bir sorun vardır. Devlet ve merkez bucakları vardır ve buralarda hukuk düzeni câridir. İl ve ilçe merkez bucakları vardır, buralarda hukuk düzeni hâkimdir. Askeri yönetim kuralları sadece güvenlik ve savunma zamanlarında ve yerlerinde geçerlidir. Askeri eğitim yerleri de savaş alanı kabul edilir.

Kişinin bir topluluğa üye olması için mâli katkıları gerekmektedir. Ama bu yetmemektedir. İnsanların bedenen de topluluk işlerine katılmaları gerekmektedir. İşte  buna siyasi birlik denmektedir. Bunun kooperatiflerdeki karşılığı sosyal birliktir. Sosyal dayanışma dememizin sebebi ceza uygulama yetkisinin olmamasıdır. Devlette son ceza idam olduğu halde, kooperatiflerde sadece ortaklıktan çıkarma son cezadır. İktidar olmadan ceza uygulamalarının yapılması anarşi demektir. Bu sebeple Adil Düzen halk aşamasında ancak gönüllülerden oluşur. Bu sebepledir ki, bazı kimseler devlet olmadan Adil Düzenin olamayacağını iddia ederler. Oysa gönüllülerden oluşan topluluk çok daha güçlü topluluktur.

 

SOSYAL YAPI

İç yaptırımı olmayan hiç bir topluluk topluluk olamaz. İç yaptırım bedeni cezaları da içerebiliyorsa, buna “siyasi yapı” diyoruz. Bedeni cezaları içermiyorsa, buna “sosyal yapı” diyoruz. Bu tanım içinde ocaklar sosyal yapıyı, bucaklar siyasi yapıyı oluşturuyor. Bununla beraber bucaklar kazai uygulamayı yapamıyorlar. O halde bucaklar da sosyal yapıya sahiptirler. İl ve devlet siyasi yapıya sahiptir. Hemen ilave edelim ki, insanlık da sosyal yapı içinde yer alır. Çünkü onun da kararları infaz edecek askeri gücü yoktur. Askeri güç yalnız il ve devletlerde vardır. Ocak ve bucakların askeri güç oluşturmaya, insanlığın da askeri güç oluşturmaya çalışması meşru değildir.

Demek ki adil düzen, şeriat düzeni, İslâm düzeni, hak düzeni dediğimiz oluşum sosyaldir ve ancak kooperatifler olarak kurulabilir. İşletmeler bunlardan genel hizmetler alacaklardır. Kooperatiflerin bedeni cezaları uygulama yetkileri olmayacağı için bunlar siyasi yapıyı değil de sosyal yapıyı oluşturacaklardır.

Kooperatifler aynı zamanda ekonomik yapıları içermektedir. Bu sebepledir ki köy, ilçe, bölge, kıta merkezlerinde kooperatifler olacaktır. Hizmet merkezleri olacaktır. Kooperatifler birliği kurulmayacaktır. Çünkü böyle bir birlik merkezi yönetim demektir. Köylerde dayanışma kooperatifleri, ilçelerde hizmet kooperatifleri, bölgelerde danışma kooperatifleri, kıtalarda da araştırma kooperatifleri kurulacaktır. Merkezdeki kooperatifler taşra kooperatiflerine hizmet edeceklerdir.

Merkez kooperatiflerini taşra kooperatiflerinin yöneticileri kuracaktır. Oralara herkes üye yapılmayacaktır. Ancak taşra kooperatiflerinin dayanışma sorumluları bu kooperatifleri oluşturacaklardır. Böylece hizmetlerin adil bir şekilde dağılması sağlanacaktır. 

Kooperatifler okullar açmayacaktır. Fakülteler kurmayacaktır. Üniversiteler kurmayacaktır. Ama dershaneler açacak, özel kurslar yapacaktır. Buralarda kurs gören öğrencilerden başarılı olanlar ödüllendirilecektir. Şöyle ki, işletmelerimizde çalışan öğrencilere daha fazla pay verilecektir. Daha az saat çalışarak geçimlerini sağlayabilmelidirler. Hiç çalışmadan burs verilmeyecektir. Günde dört saat, tatil günlerinde, yaz saatlerinde çalışarak ücretlerini bol bol alacaklardır. Böylece anne-babalarına yük olmadan okuma imkânını bulacaklardır. Kabiliyetli olanlar imkânsızlıktan dolayı okumaktan mahrum olmayacaklardır. Bunun başka bir yararı, okulu bitirdikleri zaman bir meslek edinmiş ve işlerini bulmuş olacaklardır. Yazları avare kalıp haylazlaşmayacaklardır.

Siyasi yapıda ordu vardır, polis vardır. Sosyal yapıda asker yoktur, polis yoktur. Kooperatif kendi hukukunu devlet nezdinde korur. Bununla beraber, bir ülkede siyasi yapı bozulmuşsa orada kooperatif ortakları tek başlarına kendi siyasi haklarını koruyamazlar. Dolayısıyla kooperatiflerin görevi ortakların hissî, fikrî, mâlî haklarını korumak olduğu gibi, siyasi haklarını da korumalıdır. Bunun için;

a)    Ortakların bir suç işlemesi hâlinde, ortağının hukuki savunmasını karşılıksız avukatlarına yaptıracaktır.

b)    Ortakların bir suç işlemesi hâlinde, mağdura ödenecek tazminatı ödemekte de dayanışma içinde olacaklardır.

c)     Ortağın hakemlerce teslim edilen bir hakkın alınması için açılacak davalarda avukatlık masrafları kooperatifçe karşılanacaktır.

d)    Kanunen tanınan ve işletmelerce oluşturulacak sivil savunma ve korunma imkânları işletmeler adına kooperatif yapacaktır.

Bütün bu hizmetlerin yapılabilmesi için sosyal dayanışma hizmetlerine ihtiyaç vardır.

Kooperatiflerin başka bir vazifesi de, memlekette sağlıklı siyasi partilerin oluşmasıdır. Bunun için kooperatiflerin ekonomik bağımsızlığa kavuşturulmaları gerekir. Kooperatif yönetimi herhangi bir partiyi destekleyemez. Kooperatif imkânlarını bir partiye aktaramaz. Gerçi bugün bunun kanuni bir manii yoktur, ancak Adil Düzenin kuralı budur.

İşletmelerde genel hizmet gelirlerinin bir kısmı siyasi partilere destek olarak ayrılır. Ancak ortaklardan hangi partiyi destekliyorlarsa o nisbette o partiye gelir teşkil eder. Böylece oluşacak bağımsız partiler ülkemize demokrasiyi getireceklerdir. Partilerin devlet bütçesinden yeteri kadar destek almaları gerekir. Ancak bu merkezdeki yönetimde değil de, ilçe bazında olmalıdır. İlçe gelirlerinin beşte biri il teşkilâtının, il gelirlerinin beşte biri de devletin gelirleri olmalıdır. İlçelerin gelirleri de, o ilçedeki işletmelerden elde edilen gelirden bir pay siyasi partilere ayrılır. Ortaklara eşit olarak bölüştürülen bu paydan ortaklar hangi partiyi destekliyorlarsa o ilçe teşkilâtına verilir. Onlardan beşte bir kesilerek ildeki partilere, ildekilerden de beşte birler kesilerek merkezlere verilir. Parti alamıyorsa yöneticilerin şahıslarına verilir. Her ortak kendi payını istediği yere vermekte serbesttir. Ama zorunlu olarak siyaseti desteklemelidirler. Büyük sermaye bunu gizli olarak yapmaktadır. Biz aleni yapıyoruz.

 

KATILMA

Sosyal yapının esası bedenen katılmadır. Toplantılara katılma ilk görevi teşkil edecektir. Bir araya gelme ve görüşme sosyal dayanışmanın ilk şartıdır. Bir araya gelmenin yararı, üyelerin birbirlerinden haberdar olmaları, herkesin diğerinin durumundan ve hâlinden bilgilenmesidir. Bu kişinin sağlık durumundan başlayıp tüm hallerden haberdar edilmesi gibi sosyal veya ekonomik durumların bilinmesi şeklinde olacaktır.

Ocaklarda veya sitelerde günlük toplantılar yapılmaktadır.

1-    Sabah, mesaiye başlama toplantısı.

2-    Öğle, mesaiden ayrılma toplantısı.

3-    İkindi, akşam mesaisinden çıkma toplantısı.

4-    Akşam, akşam mesaisini bitirme toplantısı.

5-    Yatsı, yatma mesaisi.

Bu mesailere iştirak ederek halk günlük hayatını düzenler.

Yönetim kurulu toplantıları da bu sıra ile yapılmaktadır. İsteyen üyeler katılmakta, isteyenler katılmamaktadır. Toplantılar açık olmaktadır. Yönetim kurulu toplantıları açık olmaktadır. Halktan isteyenlere söz verilmektedir. Yönetim kurulu üyelerine sıra ile mutlaka söz verilmektedir. Kararlar yönetim kurulu üyeleri tarafından alınmaktadır.

Ayrıca, haftada bir gün de tüm sitede bütün üyelerin katıldığı toplantı yapılmaktadır. Bu toplantı bucak seviyesinde oluşacak bin haneli sitelerde yapılmaktadır. Kooperatif bu seviyede oluşmaktadır. Gelecek dünya, gönüllülerden oluşan kooperatif sitelerinden oluşacaktır. Bunlar önce kooperatifler olarak kurulacaklardır. Her kooperatif kendi statüsünü kendisi hazırlayacaktır. Siteye isteyenler ortak olacaklardır. Site ocaklar şeklinde oluşacaktır. Ocaklar kendi günlük yaşayışlarını sürdüreceklerdir. Ortaklar istedikleri ocakta yerleşme hakkına sahip olacaklardır. Ortakların tüm taşınmazları kooperatif üzerine kayıtlı olacağı için yer değiştirmek kolay olacaktır. Bunun için yedek bir site bulunacak, kendi sitesinden ayrılmak zorunda kalan oraya yerleşecek, sonra istediği sitede yer boşalınca oraya taşınacaktır.

Gelecek dünyada sitelerdeki evlerin planları benzer olacaktır. Tarihi siteler tetkik edildiği zaman, herkesin benzer ev ve benzer büyüklüklere sahip yapılar oluşturduğu görülmektedir. Bu kullanılacak ev eşyasını da standart hâle getirir. Bu yer değiştirmeleri kolaylaştırır. Bir bucak sitesi içinde herkes kolay göç eder. Evlilikler dolayısıyla zaten birbirleri ile devamlı karışacak topluluk içinde halkın farklı yapılara sahip olması sözkonusu olmayacaktır.

Kalite yarışı eşyanın ölçülerinden çok eşyanın cinsinde olacaktır. Ayrıca üzerindeki işlemeler farklı olacaktır. Bu durum farklı bucak sitelerinde farklı olacaktır. Bu sayede bucaklar birbirinden ayrılacaktır. Halkın fakir veya yoksul olması günlük yaşama hayatında belirlenecektir.

Bir ocağa veya bucağa bir yabancının girebilmesi için o ocakta veya bucakta birinin dâvetlisi olmak gerekmektedir. Bu dâvetin zımni olması yeterlidir. Gideceği kimsenin ismini vermesi yeterlidir. Bir yabancı kapıdan girerken birisinin ismini verir ve girer. Kapı girişindeki zile basar, kimin kapısına basmışsa onun evine dâvetlidir. Kişi kendisine basılan zilin kendiliğinden açılmasını isteyebilir. Kim olduğunu sorup açabilir; sormayabilir. Bu apartman dairelerinde böyle olduğu gibi, dinlenme sitelerinde ve dağınık yerlerde de böyledir. Evde bulunmayanlar kendi zillerinin istedikleri komşulara çalmasını isteyebilirler. Bucak girişinde de durum böyledir.

Kişi kendi ocağına istediği zaman girip çıkabildiği gibi, kendi bucağının köy merkez ocaklarına da istediği zaman girip çıkabilir. Kendi ilinin ilçe merkezlerinin bucaklarına da istediği zaman girip çıkabilir. Kendi devletinin bölge merkez ilçelerine de istediği zaman girip çıkabilir. Kıta merkez bucaklarına da istediği zaman girip çıkabilir. Bunlar ortak ocak ve bucaklar olup, birinin diğerinden izin almasına gerek yoktur.

Yollar için de durum böyledir. Bucak içinde köy arabaları serbestçe dolaşırlar, ilçeler arasında il arabaları serbestçe dolaşırlar, devlette bölgeler arası arabalar serbestçe dolaşırlar, kıtalar arası tüm insanlar serbestçe dolaşırlar. Yollar arası yerleşim yerleri, serbest yerleşim bölgeleri doğrudan bucağa, ile, ülkeye, insanlığa bağlı münferit sakinlerden oluşur. Buralarda dolaşmak, yerleşmek, iş yapmak hep ora sakinleri için serbesttir. Görülüyor ki, bir taraftan kapalı, içine kapanık siteler var; diğer taraftan bunlar arasında birleştiricilik yapan yerler var. Bunlar ekonomik bakımdan serbest, siyasi bakımdan yönetime karışmazlar. Yönetim tüm çevrenin temsilcileri tarafından yapılmaktadır. Yani, köy merkez ocakları ile köyler arası yollarda dağınık olarak sâkin olanları bucak merkez ocağı yönetir ve bucak merkez ocağı halkı tarafından değil, tüm bucak halkı tarafından oluşturulmuştur. İlçe merkez bucakları ile ilçeler arası yolların yönetimi il merkez bucağı tarafından yapılmakta ve bunları ora sakinleri değil tüm il halkı seçmektedir.

Bunun gibi, bir devlette bölge merkez bucakları devlet merkez bucakları tarafından yapılmakta ve bunlar tüm ülke halkı temsilcileri tarafından yönetilmektedir.

Kıta merkez bucakları ve kıtalar arası yollardaki halk, insanlık merkez bucağı tarafından seçilmekte ve bunlar insanlığı temsil eden kimselerden oluşmaktadır. Görülüyor ki, bir taraftan sıkı yerinden yönetim varken, diğer taraftan da sıkı merkezi yönetim vardır. İnsan vücudu da böyle değil midir? Kan damarları ve kalp her maddeye açıktır, ama hücreler ancak kendilerine gerekli maddeleri alıp verirler. İnsanlığın bundan farkı, ana kalp merkezleri yerine tâli kalp merkezlerinin olmasıdır. Bu durum solucanlardaki kan damar merkezlerine benzemektedir. Kur’an’da; “Sizi kabile ve şa’blar olarak yarattık” ifadesinden anlaşılan bu durum her zaman devam edecektir. Tek devlet, tek kalp durumu olmayacaktır.

 

NÖBET

Topluluk işlerinde katılma kadar önemli olan nöbetleşmedir. Devlet askeri güçle kurulur ve askeri güçle korunur. Askeri gücü olmayan devlet olamaz. Askeri güç ile eşkıya arasındaki fark, askeri gücün hukukun emrinde olmasıdır. Yani hukuku korumakla yükümlü olmasıdır. Askeri usullerle çalışmakla beraber, görevi hukuki düzeni korumaktır. Askeri güç dışa dönüktür. İçe ancak içte düzen kalmadığı, varlığını kaybettiği zaman müdahale eder. Bu da sıkıyönetimlerle olur. Eşkıya kendi varlıkları için çalışan bir örgüt olduğu halde, ordu ülkenin çıkarları için çalışan bir teşkilâttır.

Bir devlet düşünelim ki kendi halkından oluşmuyor, paralı askerlerden oluşuyor. Güçlü olan ordudur. O ordu ancak sen güçlü iken seni korur. Zayıfladığın, onu besleyemediğin zaman ise seni unutur. Kim kuvvetli ise, zengin ise onun emrine girer. Oysa ordunun görevi normal zamanlarda değil, düzen tehlikeye düşğü zaman ülkeyi koruyacaktır. Bu sebepledir ki, ordular paralı olamazlar. Paralı ordular devlet güçlü iken işe yarar, devlet çökmeye başlayınca ur olurlar. Abbasilerde Türklerden oluşan hassa orduları, Osmanlılarda yeniçeriler sonunda imparatorluklarını yıkmışlardır. Oysa millî ordular devlet yıkılsa bile yeni devlet kurarlar. Bugün Osmanlıların vârisi bir devlet varsa; bir Almanya, bir Japonya, bir Fransa varsa, millî orduları sebebiyle vardırlar.

O halde ordu paralı askerlerden oluşmaz. Vatandaşların katılması ile oluşur. Ordunun paralı askerlerden oluşmaması yalnız güvenlik açısından değil, aynı zamanda ülkenin zengin ve fakir olarak bölünmemesi ve sınıflı bir yönetimin doğmaması için gereklidir. İmparatorluklarda askerler paralı olabilir. 

Savunma demek eğitim demektir. Çünkü insanları tarih boyunca iki şey geliştirmiştir. Kişileri harekete geçiren, onlara yenilik yaptıran, azimle ilerlemesini sağlayan cinsî aşktır. İnsanlar iş yapacak hâle geldikleri zaman kendilerine eş aramaya başlar ve kendilerini beğendirmek için birtakım yenilik ve gayret içinde olurlar. Evlenip çocukları olunca da onları düşünerek onlara iyi bir hayat hazırlamak savaşını verirler. Öldüklerinde çocuklarına miras bırakma çabaları insanın kişisel hedefidir. Diğer taraftan toplulukları ise savaş geliştirmektedir. Her türlü sosyal ilerleme savaşlar sebebiyle olmuştur. Yeni silâhlar bulunmakta, yeni taktikler geliştirilmektedir. Dolayısıyla askeri eğitime gerek vardır. İşte bir taraftan askeri eğitim yaparken, diğer taraftan nöbetleşe gözlemler yaparlar. Saldırıya uğradıklarında hep birden kovalarlar.

İnsanlığın bir düşmanı bulunmadığına göre insanlık içinde nöbet tutmaya gerek yoktur.

1-    Temel askerlik eğitimi ülkelerde devlet içinde yapılır. İşbölümünde savunma görevini yüklenen erkek ülke içinde nöbet tutar. Bugünkü askerlik hizmetinde bâzı değişiklikler olacaktır.

Bir)                     İsteyenler nöbet tutacak, isteyenler bedel vereceklerdir. Ancak bedel verenlerin seçme ve seçilme hakları yoktur.

İki) Nöbet bugün 20 yaşlarında tutulmaktadır. Oysa bu savaş zamanında yaşlılar modern savaşı yapamaz durumlardadır. 63 yaşına kadar herkes her yıl en az bir hafta nöbet tutacaktır.

Üç)Bugün askerler komutanlarını kendileri seçmemektedirler. Oysa, gelecekte demokrasi gereği astlar üstlerini kendileri seçeceklerdir. Seçtikten sonra mutlak itaatla itaat edeceklerdir.

Dört)                Ülke bütünlüğünün bozulmaması için bölgeleri ora halkı olmayan devletin diğer bölgelerinden gelen halk koruyacaktır. Yani, kişi kendi bölgesindeki komutanını seçemeyecektir.

2-    Kişiler ülkelerinde askeri eğitim yapar ve ülke savunmasında nöbet tutarlar. İllerde de jandarma eğitimini yapar ve iç güvenliğin korunmasında nöbet tutarlar. Bunlar devlete ait işler olup kooperatifleri ilgilendirmez.

3-    Bucak kooperatiflerinde koruma nöbetleri tutulur. Bu nöbet insanlardan çok hayvanlara ve yabanilere karşı korumadır. İnsanlara karışmazlar, ama gözetirler. Kimin nereye gittiğini ve ne iş yaptığını bilirler. Bucak sitesi sakinleri koruma nöbetlerini kendi köylerinde değil, komşu köylerinde tutarlar. Köylerini kendileri seçerler. Bucağın erkekleri bu nöbetleri tutarlar, çünkü nafaka erkeklere aittir.

4-    Ocak içinde kadınlar temizlik nöbetlerini tutarlar. Erkekler ise bekleme nöbetlerini tutarlar. Tabii ve beşeri âfetlerde tüm ocak halkını uyandırırlar, gerektiğinde korumayı haberdar ederler. Bucakta ayrıca itfaiye teşkilâtı yoktur. Zelzele, sel, yangın, haşarat saldırıları gibi saldırılara bekleme nöbeti içinde cevap verildiği gibi; sivil savunma, iç saldırıya karşı koyma, hırsızlık, kazalara müdahale de hep bekleme ve korunma içinde cevap verilir.

Görülüyor ki, paralı bekçi ve koruma yerine, nöbetleşe koruma ve nöbetleşe bekçilik tercih edilmiştir.

Bunun sebepleri basittir. Paralı kimse bırakıp kaçar, parasız olanlara ağır yük olur. Ayrıca bedenen savunmanın doğurduğu bir sosyal birlik ruhu vardır. O oluşmaz. Böylece kahramanlık ruhu ölmemiş olur. Para değil de sosyal değerler hâkim olur. Gelecek dünya böyle bir dünya olacaktır.

Sosyal dayanışma ortaklıkları demek, ortakların koruma nöbetlerinde çavuşlarını seçmiş olması demektir. İlmî şûra tarafından seçilen köy yöneticileri bucak içinde koruma nöbetlerini toplarlar. Zaten herkes birbirini tanıdığı için hemen başarıp başaramayacağı belli olur. Bucak koruma mükelleflerinin yirmide birini bulan kimse köyün yöneticisi olur. Bulunamazsa, başkan başkasını atar. Başkanın atadıklarını bütün bucak halkı benimsemişse o başkan bütün bucak halkı tarafından ittifakla seçilmiş olur. Yirmide birleri bulan o köylerin tamamı yöneticisini seçmiş olur. Kalanlar ya bunlardan birini tercih edecekler veya o bucağı terk edeceklerdir. Köylerden  herhangi birinde altı ay içinde yöneticisini kabul ettiremeyen başkanın başkanlığı sona erer, ülkeyi terk eder, ilmî şûra yenisini seçer.

Halk köy yöneticisini seçmekle ilmî dayanışma ortaklığını da seçmiş olmaktadır. Tabii ki kendi köyünde seçmemektedir. Burada denge korunmuştur. Köy yöneticileri ocakların iç işlerine karışmadığı için de sizden bir emire itaat edin emri de yerine gelmiş olmaktadır. Bizim getirdiğimiz mekanizma tüm Kur’an’ın ifadelerine en uygun mekanizmadır. Başkası başka türlü mekanizma getirebilir. Kur’an’ın ifadelerine uygunluk gösterdiği zaman o da benim getirdiğim mekanizma kadar geçerlidir. Değişik mezheplerin oluşması budur. Birlik ve bütünlük bozulmadan çoklu sistem budur. Biat ve hakemlik. Daha iyisi varsa; getirin, biz de uyalım.

 

BEDEL

Ocaklarda kadınlar temizlik nöbetini tutmaktadır. Erkekler ise bekleme nöbetini tutmaktadır. Nöbet tuttukları için de seçme ve seçilme hakları olmaktadır. Ocak başkanı kadın da olabilir, erkek de olabilir. Ocak başkanı büyük yetkilere sahiptir. Ocak içinde herkes başkanını dinlemek zorundadır. Dinlemeyenler ocaklarını terk ederler. Terk eden maddi zarara sokulmaz. Ocak içinde gruplaşma sözkonusu değildir.

Ocak içinde nöbet tutmayan erkek veya kadın olabilir. Bunlardan bedel alınır. Bedelin miktarı bucak başkanı tarafından belirlenir. Bu yıldan yıla artırılabilir, ancak eski bedelliler eski verdikleri bedeli vermeye devam ederler. Bedellilerin verdikleri yine kendi hizmetlerinde kullanılır. Kadınlardan alınan bedeller temizlik, erkeklerden alınan bedeller bekleme masraflarına harcanır.

Olağanüstü hallerde olağanüstü tedbirler alınır. Meselâ, bir sel gelmiş. Bu takdirde ocağın nöbetli kadınları buraları temizlemeye koyulurlar. Hep birden sabahtan akşama kadar çalışırlar. Bedelliler ise böyle bir çalışmaya katılmak zorunda değildirler. Olağanüstü hallerde başkanlar askeri yönetimle yönetime başlarlar. Bütün mallar kamunun malları imiş gibi değerlendirilir, herkes başkanın emrinde bir asker mahiyetindedir. Mallar bakımından bedelliler de nöbetliler gibi sorumludurlar. Ama asker olma bakımından böyle bir yükümlülükleri yoktur. Ancak tedbir itibariyle onlar da emirlere itaat ederler.

Bedeli ödeyemeyenler çalıştırılarak bedelleri ödetilir. Çalışma zamanları nöbetlilerin nöbet saatlerinden fazla olamaz. Onlar nöbet tutmazlar, başka işlerde çalıştırılırlar. Nöbet işlerinde çalıştıklarında bir nöbetlinin nezaretinde çalışırlar.

Nöbet tutanlar nöbetlerinde oluşan zararlardan sorumludurlar. Akileleri onları tazmin eder. Nöbetlilerin nerelerden sorumlu oldukları nöbet talimatlarında belirtilir. Nöbet talimatını ocak başkanları yapar. Ocak başkanlarına verilen bu yetkinin denetimi ocak sakinleri ocaktan hicret etmekle sağlarlar. Nüfusu 30’dan aşağı düşen ocak başkanının başkanlığı sona erer. O köyden uzaklaşmalıdır. Eski ocaklılar birleşerek kendilerine yeni başkan seçebilir ve yeniden ocaklarını kurmuş olabilirler. Burada işleyen mekanizma budur. Hicret. Ocağı veya bucağı dağıtma, sonra tekrar yeniden kurma.

Bucakta da erkekler koruma nöbetleri tutarlar. Tutmayan bedel verir. Bedelin miktarı bucak başkanı tarafından belirlenir. Bedel her yıl değiştirilir. Ancak eski bedelliler eskiden ödediklerini devam ettirirler. Bedellerin gelirleri yine korumada harcanır. Her köyün bedellilere ait gelirleri o köyde harcanır. Korumada ortaya çıkacak tazminat koruma nöbeti tutanlara aittir. Onların dayanışma ortakları öderler. Tazminat ödemede kooperatifler de kamu kuruluşları gibi sorumlu olurlar. Yani herkes senede ancak bir aylık vasat geliri kadar tazminat öder, ödeyemezse çalışır. Eğer bu yetmezse dayanışma ortaklıklarından hizmet ortaklıklarına geçirilir, o da ödeyemezse danışma ortaklıklarına geçilir, o da ödeyemezse araştırma kooperatiflerine gidilir. Böylece nöbetleşme yatay olduğu halde, dayanışma dikeydir. Yani, kendi dayanışması sorumludur.

İl nöbetlerine katılmayanlar ayrı bedel, devlet nöbetlerine katılmayanlar ayrı bedel öderler. Böylece gelecekte kimse zorla savaşa götürülmeyecektir. Bedelini veren barış içinde olacaktır. Bunun için bunların adı “müslim”dir. Oysa nöbetliler “mü’min”dir. Her mü’min müslimdir, ama her müslim mü’min değildir.

Kooperatifler ileride siyasette de adil düzen hâline geldikten sonra, yargılama ve cezalandırma yetkilerini de alacaklar ve tam yerinden yönetime kavuşacaklardır. Yalnız bu savaşla değil de demokratik yollardan elde edilecektir.

 

TAZMİNAT

Sosyal dayanışmanın temel görevi faili meçhul cinayetlerin tazmin edilmesidir. Birisinin malı çalınmışsa, çalan bulunursa çaldığı mal geri alınır. Mal yoksa tazmin ettirilmez. Savcılığa bildirilir. Mal sosyal dayanışma tarafından ödenir. Kooperatifin avukatları hırsıza mahkemelerde müdahil olurlar. Şayet mal bulunmuş ise mal alınır, savcılığa haber verilir, ama kooperatif takip etmez.

Faili meçhul cinayetler ise bekleme veya koruma sorumluluğunda olmuşsa, nöbet tutan kimselerin dayanışma ortakları tarafından ödenir. Bekleme veya koruma sorumluluğunda olmamışsa, tüm site sakinleri yetmiyorsa dayanışma ortakları tarafından ödenir. Kooperatifin sitesine giren herkesin malı ve canı güvende olacaktır. Ya failini bulup devlete teslim edecektir veya ödeyecektir. Fail yabancı ise izin verdiği kimsenin dayanışma ortaklığı ödeyecektir. Tazminat mutlaka ödenecektir. Böylece herkes güvenle bu sitelere gelecek, konuk olmak isteyecek, bu sitelere gelip yerleşmek isteyecektir.

Tazminatın miktarı ülkelere göre değişmektedir. Bir ülke içinde resmi ücretler tektir. İllere veya bucaklara göre ücret fark etmez. Hatalarda bir adamın diyeti 33 yıllık orta yevmiyedir. Ağır diyette ise bunun iki katıdır.

Kişi diyeti en büyük diyettir. Kasıt olup olmamasına göre yarılanmaktadır.

Diğer diyetler aşağıdaki şekilde hesaplanır:

a)    İki kol, iki göz, iki ayak gibi sistemlerden biri körelmişse diyet tam diyettir.

b)    Çift olan uzuvlardan biri gitmişse yarım diyettir.

c)    Dirseğe kadar kol dörtte bir, bileğe kadar sekizde bir, beş parmağa 16’da bir, bir parmak 80’de bir, yarım parmak 160’ta bir, dörtte bir parmak 320’de bir, tırnak 640’da bir tam diyettir.

d)    32 yıl, yılda 300’er günden yaklaşık olarak 10 000 gün eder. Bir gün tam diyetin on binde biridir. Böylece hapis cezaları para cezalarına çevrilir.

İz bırakmayan darbelerin değeri tedavi günlerine göre hesaplanır. İş yapamazsa tam gün, iş yapabilirse yarım, daha da hafifse dörtte veya sekizde bir gün hesaplanır.

Tazminatta eğer nöbetli olan kimseye karşı cinayet işlenmişse bedeli iki mislidir. Diğerlerinin bedeli kadın olsun, erkek olsun, çocuk olsun, büyük olsun, sağlam olsun, sakat olsun hep aynıdır. Eğer görevliye görevine karşı bir suç işlenmişse diyeti dört mislidir. Yabancı devlette yabancının elçilik mensubuna karşı işlenmişse sekiz katıdır.

Diyet varislerine ödenir. Fail belli ise ve fail cezalandırılmışsa diyet ödenmez. Ancak failin belli olması hâlinde varisi olmayan en yakınlısı tarafından affedilmesi hâlinde diyet ödenir. Affetmezse, barışmazsa yine ödenmez.

Görülüyor ki, siyasi dayanışma ortaklıklarının temel görevi kasden işlenmiş fiillerde verilen zararların tazmin edilmesidir. Bu yolla kan güdülmesi ortadan kalkar ve barış düzeni gelmiş olur.

Dayanışma ortaklıklarınca tazminatın ödenmesi sadece mağdurun mağduriyetini gidermek için değildir. Diyet aynı zamanda cinayetlerin işlenmesini önler. Fail bulununca topluluk onun diyetini ödemekten kurtulur. Fiili yapan kimse bilir ki, ben bu suçu işlersem hasmı olduğu tarafı zengin edecektir. Kendi tarafını zarara uğratacaktır. Fransa’da elçiliğimize saldıran biri bir taraftan Türkiye’nin mâli imkânlarını geliştirecek, diğer taraftan Fransa’yı fakirleştirecektir. Ermenilere göz yuman Fransa da artık göz yummayacaktır. Kendisini zarara sokanlara karşı düşman olacaktır. Bakınız, ne kadar dengeli sistemler getirilmiştir. Bu müesseseler Tevrat’ta ve Kur’an’da vardır. Biz sadece günümüz olaylarına uyarlıyoruz.

Şimdi şeriata neden düşman olunduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Dünyanın huzurunu istemeyenler, barışı istemeyenler, demokrasiyi istemeyenler, lâikliği istemeyenler, sosyalliği istemeyenler, liberalliği istemeyenler; hâsılı, hukuk devleti istemeyenler şeriat düşmanıdırlar, din düşmanıdırlar. Dindarları kendileri gibi sanıp, onlar iktidar olurlarsa bizi kesecekler deyip, biz iktidarda iken onlara yaşama hakkı vermeyelim derler. Oysa hukukun temel kuralı vardır. Potansiyel suça ceza verilemez. Yani suç işlenmeden ceza olmaz.

Yine şeriatın öğrettiği kuralları hatırlayalım:

a)    Bir fiil işlenmişse kasden işlenmiş kabul edilir. Kasdın olmadığını zayıf delillerle de olsa ispat zorundadır.

b)    Bir fiil işlenmeden işlenmiş kabul edilerek ceza verilemez. Mücerret kasıtlar suç teşkil etmez. Kasıtlar beyyine ile sabit olmaz.

c)    Sözler kasdın varlığına delildir. Baştan birini tehdit eden kimse katil olursa hata ettiğini iddia edemez. Tehdit eden kimse faili meçhul cinayetin faili sayılır. Ceza verilmez, diyet ona ödetilir. Dayanışma ortaklığı öder.

d)    Herkesin malını, canını, işini ve ırzını savunma hakkı vardır. Savunma hakkı cezayı düşürür ama diyeti düşürmez. Hırsızı öldürebilirsin ama diyetini ödemek durumundasın.

     

DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINA BAĞLI HİZMETLER

Dayanışma ortaklıklarının bizzat kendilerinin ifa ettikleri hizmetler vardır.

Bir)                       Korunma eğitimini yaptırmak eğitimin görevidir. Sel, yangın, baskın ve saldırı esnasında nasıl davranılacağının eğitimi verilecektir. Hastalık, salgın, yabani saldırıları, mikrop ve haşarata karşı savaşın nasıl yapılacağı öğretilir. Karantina hükümleri öğretilir.

İki) Teminatlı ehliyet, korunma hizmetlerinde görev alacaklara bu hizmetlerinden dolayı iras edecekleri zarar olursa tazmin edeceklerdir.

Üç)Kasden iras edilen suçlarda tazminat dayanışma ortaklıklarınca ödenecektir. Bir kimse trafik kazasını hataen yaparsa dini dayanışma ortakları tazmin ederler. Kaza arabanın freninin patlamasından doğmuşsa ve beceriksizlikten doğmuşsa mesleki dayanışma ortakları öderler. Kaza trafik kurallarının yanlışğından doğmuşsa bunu ilmi dayanışma ortaklıkları tazmin ederler.

Dört)                  Fevkalade hallerde yönetimi ele alıp askeri yönetim kuralları ile yönetme görevi sosyal dayanışma sorumlularına aittir.

Meselâ, bir yangın olduğunu bekçiler haber verince sosyal dayanışma başkanı tüm halkı göreve çağırır. Bir komutan gibi yöneterek yangını söndürür. Bu arada kişilerin araçlarını kullanır ve zamanlarını alır. Onlar verdiği maddi zararları tazmin eder. Çalıştırdığı kimselere de ücretleri ödenir. Ayrıca orman bekçiliği veya itfaiye bulunmaz. Koruma içinde araçları kullanma eğitimi görenler olur. Onlar bu hizmete zorunlu olarak katılırlar.

Bekçiler yeterli olmuyorlarsa tüm ocak halkı harekete geçirilir. Onlar da yetmiyorsa koruma çağrılır. Onlar da yetmiyorsa tüm bucak halkı çağrılır, onlar da yetmiyorsa jandarma, yetmiyorsa il halkı, yetmiyorsa ordu, yetmiyorsa ülke halkı, yetmiyorsa insanlık siyasi dayanışması çağrılır. Yetmiyorsa insanlık harekete geçer.

Bunun dışında sosyal dayanışma ortaklarının denetiminde olan hizmetler vardır.

a)    Güvenlik Hizmetleri. Bunlar özel bekçilik hizmetleridir. İşletmelerde zamanında kapıların kapanması ve zamanında açılması hizmetleridir. Yapı içinde gerekli kontroller yapılır. Emniyetler alınır. Sinyaller kurulur. Herkes dışarı çıkarılır. Kapı kapatılarak kilitlenir. Bu hizmetler bedava yapılır. Şayet sinyal çalarsa kapı yoklanır ve sinyal durdurulur. Sonra yetkililer belki de koruma çağrılarak içeri girilir. Arıza varsa tesbit edilir. Girilmişse, yine tesbit edilip müdahale edilir. Bu bekçilik ocak bekçiliğinden farklıdır. Bu bekçilik işyerleri bekçiliğidir. Bu görev ücretli görevdir. İlçe içinde böyle bir teşkilât vardır. O teşkilâttan biri ile anlaşma yapılarak genel hizmet verilmiş olur. Güvenlik sorumluları yedieminler olmadan içeri giremezler.

b)    Haberleşme Hizmetleri de sosyal dayanışmanın denetimindedir. Herkesin özel haberleşme hakkı vardır. Bunun için haberleşme kartları çıkarılır. Bununla her türlü özel haberleşme imkânından yararlanılır. Ortak haberleşme fonu oluşturulur. İsteyen kendi payını oraya devreder. İsteyen satın alır. Fiyat arz ve talebe göre oluşturulur. Bunları denetleme de sosyal dayanışma sorumlularına aittir.

c)    Kasa Hizmetleri. Herkesin bir kartı vardır. Bu kartla alışveriş yapar, bu kartla girer-çıkar. Bu kartları verip-almak, bu kartların bilgisayar kayıtlarını tutmak sosyal dayanışmaya aittir. Kuyumcular, döviz büroları, borsa piyasası buraya bağlıdır.

Bunlarla ilgili ehliyetleri vermek, bunlara teminat vermek bunlara ait olduğu gibi; buralarda hizmet yapanların hizmetlerinden dolayı bir kusur işlemeleri hâlinde hakemlere gidip görevlerine son vermek de yine bunlara aittir. Kooperatifte temel kural ortaklıktır. Bir işletmede kapıcı da ortaktır. Genel müdür de ortaktır. Görevi yerine getiren bir kimse görevinden uzaklaştırılamaz. Görevi yerine getirmediği takdirde hakemlere gidilir ve hakemler kararı ile görevine son verilir. Şeriat düzeninde işler ters çalışır.

Bir kimse bir iş yaparken kendi içtihadı ile yapar. Yanlış yapıyorsa görevli uyarır, ona müdahale edemez. Meselâ, bir kimse bir inşaata başlamış. Onu görevli durdurmaz. Yanlış yapıyorsa uyarır. Dinlemezse hakemlere gider. Hakemler ne karar vermişlerse o uygulanır.

Diğer taraftan görevli kendisi re’sen kararlar alarak uygulamaya koyar. Meselâ, proje yapar. Trafik talimatı yapar. Halk sağğı ile ilgili önlemler alır. Bütün bunları yaparken kimse ona karışamaz. Kararlar devam eder. Ancak dayanışma sorumluları onlar aleyhine hakemlere gider ve görevlerini sonlandırabilirler. Askeri düzende de bu böyle çalışır. Bir fark vardır. Hakemlere gidilmez, üste gidilir. Başkan ne karar verirse sonuç odur. Kur’an’daki îmanın şartı olarak başkana itaat buradan gelir. Yani, askeri yönetimde üste itaat kanuna itaat gibidir. Hukuk düzeninde ise üst yoktur. Mevzuata itaat vardır.

 

İŞLETMEDE ASKERİ YÖNETİM

Ortaklıklar dört çeşittir:

a)    Tesis Ortaklığı; tamamen hukuk düzenine göre yönetilir.

b)    Emek Ortaklığı; kısmen askeri düzene göre yönetilir.

c)    Sermaye Ortaklığı; tamamen hukuk düzenine göre yönetilir.

d)    Hizmet Ortaklığı; hizmete göre askeri veya hukuki düzene göre yönetilir.

Ortak iş yapılıyor ve bir ekip yapıyorsa iş askeri disiplinle yönetilir. Askeri disiplinlerden ayrılan bazı farklar vardır.

a)    Askeri disiplinde süreklilik olduğu halde, işletmede ise sadece o işte iken disiplin vardır.

b)    Askeri düzene ömür boyu katılınır veya katılınmaz, işletmelere ise girip çıkma serbesttir.

c)    Askerlikte savaştan kaçanlar öldürülür. İşletmelerde işi bırakanlar zarar vermişlerse kendilerine ödetilir.

d)    Askeri düzende sorumluluk bedenidir. İşletmelerde sorumluluk mâlidir.

e)    Ekip başına kayıtsız şartsız itaat edilir. İşletme esnasında son karar daima ekip başınındır. Ne derse o yapılır.

f)     Sorumluluk yine kollektiftir. O ekip başını seçmiş olanlar onun hatalarına da iştirak etmiş olur.

g)    İzin almadan iş terk edilemez.

h)    Ekip başının istediği kimseyi ekip dışına çıkarma yetkisi vardır.

Futbolda baş hakem ne ise işte de ekip başı odur. Bir fark vardır. Futbolda hakemin verdiği karar kesindir. Oysa eğer şeriat düzeni olsa hakem maçı istediği gibi yönetir. Ancak sonra mağdur olanlar hakemlere giderler ve haklı iseler, mağlup ilân edilenler galip olmuş olurlar.

Mağdur olanlar sonra hakemlere gider mağduriyetlerini giderirler. Ekip başı tarafından görevden uzaklaştırılmamış olsa dahi, eğer bir kimse iş yaparken zarar vermiş ise o zarar tazmin olunur. Bilgisizlikten olmuşsa ilmî, beceriksizlikten olmuşsa meslekî, ihmalden olmuşsa dinî, kasden olmuşsa sosyal dayanışma ortaklığı tazmin eder.

Şimdi işletmeler için askeri düzeni yeniden hatırlayalım.

a)    Askerlikte kuvvetli kimse haklı odur. İşletmede de yetkili kimse haklı odur. Onun dediği yapılır.

b)    Askerlikte hâkim olan üsttür. İşletmede de hâkim olan ekip başıdır.

c)    Askerlikte ortak sorumluluk vardır. İşletmede de üretimden mâli sorumluluk vardır. Yani üretim iyi olmamışsa bütün çalışanlar aynı şekilde zarar görmüş olurlar. Ücret yerine ortaklık bu demektir.

d)    Askerlikte sonuçtan sorumluluk vardır. Davranıştan sorumluluk yoktur. İş başarıya ulaşşsa, zarar görülmemişse, ortağın baş sorumluyu dinlememesi sorumluluğu biter. Baş sorumlu dinlememiş de sonuç kötü olmuşsa o zaman dinlemeyen sorumludur. Kasden zarar vermiş sayılır ve sosyal dayanışma ortakları zararı tazmin ederler.

Trafiğe giren herkes askeri disipline girmiş olur. Trafik görevlilerine itaat eder. Trafik kurallarından, işaretlerinden önce gelir trafik polisinin talimatları. Çünkü burada askeri düzen vardır. Ancak trafik işlemi bittikten ve o yolun sonuna geldikten sonra uğradığı haksızlıklardan dolayı hakemlere gider ve tazminatını alır. Polis ise ceza yazmaz. Cezalık bir iş yapmışsa bunu trafik polisleri değil de mesleki dayanışma sorumluları sorumlu tutar ve cezalandırmaları için hakemlere gidebilirler. Polisi dinlemediği takdirde bir zarar doğmamışsa kişi tecziye edilemez. Ancak polisi dinlemediğinden dolayı bir zarar doğmuşsa, trafik tıkanmışsa, yahut kaza olmuşsa, o zaman dinlemeyen sorumlu olup kasden suç işlemiş duruma düşer. Siyasi dayanışma onu öder.

Bir hastahanede bir ekip tarafından ameliyat yapılıyor. Tüm yetki ekip başına aittir. Ekip başı dinlenerek yapılan hatalar ekip tarafından yapılmış olur ve birlikte dayanışma ortaklıklarınca ödenir. Ekip başını dinlemeyen olur ama sonuç başarılı olursa kimse sorumlu tutulamaz. Çünkü suç yoktur. Ama biri dinlemez ve sonuç kötü neticelenirse, bu sonuca o dinlemeyen kişinin sebep olduğu sabit olur. Hakemler nezdinde aksi ispatlanırsa sorumluluktan kurtulur. Bu takdirde başka sorumlu bulunmuş olur.

Görülüyor ki, bir adil düzen işletmesi sadece lafla kurulamaz. Bütün hükümleri ile yeni fıkha ihtiyaç vardır. Bin yıl önce tedvin edilen fıkıh da bugünkü sorunları çözemez. Batı hukuku da eski bir hukuktur. Zaten batı hukuku yoktur. Roma hukuku, Tevrat hukukudur. Modern hukuk, İslâm hukukudur. Aralarındaki fark bir kitaptır. Yani biri kanunlara dayanıyor; diğeri ise akdidir, sözleşmelere dayanır. Batı hukuku da şeriat hukukudur ki biz işletme sözleşmelerini yapıyoruz. Geçerli oluyor. Adil düzen kurulabiliyor. Yoksa Roma’da veya Sovyetlerde olsaydık böyle bir kooperatif kuramazdık. Adil düzencilerin işi siyasilere yıkmaları tamamen siyasidir. Adil düzen merkezi yönetimle oluşmaz. Halk kendisi işletmeler kurmalıdır ve faaliyete geçmelidir. Partiler iktidar olunması için değil, adil düzenin işletmeler seviyesinde kurulması için araç olmalıdır. Din ve ekonomi istismar edilerek siyaset yapılmamalıdır. Siyaset istismar edilerek dinî, ilmî ve ekonomik işletmeler kurulmalıdır. Bununla beraber oy rüşvet aracı olmamalıdır. Siyaset tebliğ aracı olmalıdır. Yani siyasiler bizi dinlerlerse biz onlara oy vermeliyiz. Bizi desteklemeleri, bize hazine yardımı yapmaları için oy verirsek, o zaman adil düzeni değil, zalim düzeni kendi ellerimizle getirmiş oluruz.

 

DESTEKLENECEK SİYASİ PARTİLER

Kooperatifin genel hizmet payından siyasi partilerin desteklenmesi için bir fon ayrılacaktır. Ortaklar hangi partiyi desteklemek istiyorlarsa bu paylar o partiler arasında bölüştürülecektir. Böylece ülkemizde ekonomik bağımlılığı halka dayalı bir siyaset oluşacaktır. Şimdiki siyasi partiler ise ya devletten yardım alarak iktidarın emrindeler, yahut dışarıdan büyük sermayeden yardım alarak onların emrindedirler. Oysa önerdiğimiz sistemde desteği halktan alacaklardır. Ama zengin halktan değil, herkesten. Kooperatifler bunun için siyasete pay ayıracaklardır.

Bununla birlikte tarihi seyir vardır.

a)    Göçebelik zamanında yönetim tamamen askeri idi. Hukuk düzeni yoktu.

b)    Tarım dönemine geçilince site devletleri doğdu. Yönetim demokratikleşmekle beraber yöneticiler ya Allah tarafından gönderilen peygamberler oluyor veya eskiden olduğu gibi hanedanlar oluyordu.

c)    Büyük dinlerin doğması ile hanedanın dışında yönetim şekilleri denendi. İlk dört halifede cumhuriyet uygulandı. Ancak 20. yüzyıla kadar hep hanedanlar yönetti.

d)    20. yüzyılın başında hanedanlar yıkıldı, yerine diktatörler geldi.

e)    20. yüzyılın sonunda diktatörler gitti, parti başkanları geldi. Yani yönetim hep askeri yönetim olarak kaldı.

Bundan sonra demokratik yönetim gelecektir. Artık partileri liderler değil sistemler yönetecektir. Değişik görüşlü partiler olacaktır. Sistemleri geliştireceklerdir. Halk bu sistemlere oy verecektir. Burada sorun şudur; mevcut partiler mi sistemleşeceklerdir, yoksa yeni partiler mi kurulacaktır? İşte bu merhalede bizim görevlerimiz olacaktır.

Değişik sistemlere göre siyasi partilere programları üretip bu partilere örnek parti programlarını vermeliyiz . Bugünün partilerini fikir bakımından şöyle sıralayabiliriz:

1-    Kuvvetin üstünlüğüne inanan merkezi partiler.

Hakkın üstünlüğüne inanan yerinden yönetim partileri.

2-    Sermayeyi hâkim kılan kapitalist partiler.

Siyaseti hâkim kılan sosyalist partiler.

3-    Globalliği hâkim kılan hümanist partiler.

Ulusu hâkim kılan nasyonalist partiler.

4-    Denge düzenini ilme dayatan adil düzen partileri.

Denge düzenini felsefeye dayatan lâik partiler.

İlk üç grup bir arada değişik şekillerde bulunarak 8 çeşit parti doğabilir. Son iki grup ise telifçi yani bütün görüşleri bir araya getirdikleri için sadece birer varyanta sahiptirler. Dolayısıyla on kadar parti projesi ortaya çıkar. Bizim yazacağımız parti programları bunlardan birini değil, hepsinin görüşlerini karşılaştırıcı olmalıdır. Yani bunu sosyalistler nasıl çözerler, liberalistler nasıl çözerler? Hepsini ortaya koymalıyız. Bu ilmî çalışmayı yapabilmemiz için “Mala-Mal Marketleri”ni kurmalıyız.

Burada bizim seçtiğimiz parti “Adil Düzen Partisi” yani “ilmi parti”dir. Çünkü biz Kur’an’ı ve diğer kitapları dayanak yaparak çözümler üreteceğiz. Ama bize en yakın olan parti “lâik parti”dir. Lâik parti ile Adil Düzen Partisi arasında sonuçta hiçbir fark yoktur. Biz de onlar da ilme dayanmaktadırlar. Elimizde tuttuğumuz meşale “müsbet ilim”dir. Sadece delilleri öğrenirken, hem peygamberler hem de filozoflardan yararlanıyoruz. Delillerimiz çok daha geniştir. Ama delilleri değerlendirirken aynı usûlü takip ediyoruz. Bu da “deney ve tahkik metodu”dur.  

Lâik düzen ile İslâm düzeni arasında sadece inanç farkı vardır. Her ikisi aklî ve naklî delilleri kabul eder. Her ikisi bütün delilleri değerlendirerek sonuçlara varır. Her ikisi de sonunda deneyerek vardığı sonuçların doğruluğunu inceler. Mesela, her ikisi de hem Kur’an’ı hem de Marx’ın Kapital’ini incelerler, kendine göre değerlendirir, sonuçlara varır. Sonuçları dener ve doğru sonuca varıp varmadığını tahkik eder. Aralarında şu farklar vardır. Sonuç hatalı ise;

a)    Müslüman; “Kur’an’ı ben yanlış anladım.” der. Kur’an’ı yeniden anlamaya çalışır. Kur’an Allah’ın sözüdür, onda hata yoktur, şeklinde inanır.

b)    Lâik kimse ise; “Bu konuda Kur’an hata etmiş!” der. “Ben başka kaynaklardan yararlanayım.” der.

Biri “yanlış anladım” diyor, diğeri “yanlış var” diyor. Sonuç deneyle uymayanları yanlış kabul ediyor. Hakem daima müsbet ilimdir. Burada kimin haklı olduğu karalardaki isabet yüzdesi ile belirlenir. Biz her zaman istatistik sonuçlarına göre tartışmaya hazırız. Yani Kur’an’ın getirdiklerini deneyelim, Marx’ın dediklerini deneyelim. Onun dedikleri doğru ise biz Marx’a uymayı kabul ediyoruz. Sizden ise bir şey istemiyoruz. Hesabı Allah’a verirsiniz.

 

 

 


ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
1-ADİL DÜZENE GİRİŞ
2032 Okunma
2-BAŞKAN
1420 Okunma
3-EVRAK KAYITLARI
1514 Okunma
4-YAPI KAYDI
1369 Okunma
5-MUHASEBE
1293 Okunma
6-İLMÎ DAYANIŞMA
1265 Okunma
7-MESLEKÎ DAYANIŞMA
1366 Okunma
8-DİNÎ DAYANIŞMA
1265 Okunma
9-SİYASÎ DAYANIŞMA
1181 Okunma
10-TESCİL HİZMETİ
1189 Okunma
11-TESBİT HİZMETİ
1210 Okunma
12-TAHKİK HİZMETİ
1228 Okunma
13-TAHKİM HİZMETİ
1224 Okunma
14-BASIN HİZMETİ
1202 Okunma
15-YAYIN HİZMETİ
1373 Okunma
16-ULAŞIM HİZMETİ
1213 Okunma
17-HABERLEŞME HİZMETİ
1232 Okunma
18-UYARI HİZMETİ
1205 Okunma
19-ARAŞTIRMA HİZMETİ
1233 Okunma
20-AMBAR HİZMETLERİ
1189 Okunma
21-BANKA HİZMETLERİ
1255 Okunma
22-PLANLAMA HİZMETLERİ
1184 Okunma
23-BAKIM HİZMETLERİ
1215 Okunma