HÛD SÛRESİ - 21. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74) إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ (75) يَاإِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76) وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77) وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)
***
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74)
FaLamMAv ÜaHaBa GaN EiBRAvHIyMa elRaVGu CAvEaTHu eLBuŞRAy YuCAvDiLuNAv FIy QaVMı LuvOin
“İbrahim’den rav’ gidince ve ona müjde gelince Lut kavmi hakkında bizimde müdadele ediyordu.”
Buradaki “Fe” harfi takibi ifade etmektedir. Hazreti İbrahim önce irkilmiş, sonra Hz. Lut’a gittiklerini görünce sükûnet bulmuş, arkasından eşine İshak müjdelenmiş ve ferahlamıştır. O bu sefer de Hz. Lut’un kavmini düşünmeye başlamıştır.
“Rav'” uçurumun başı demektir. Yukarıdan aşağıya bakarken insanın hissettiği duyguya “rev’a” denir.
Peygamberler de bizim gibi birer insandır. Bizde olan her türlü vasıflar onlarda da vardır. Kur’an bunu defalarca anlatır. Hazreti Muhammed için senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti deniyor. Bununla peygamberlerin de günah işlediğini bildirdiği gibi Hazreti Musa adam öldürmüştü. Hazreti İbrahim korkmuştur, Hazreti Yusuf kötülüğe yönelmiştir.
Kur’an bunlar üzerinde neden durmaktadır?
Onlar peygamberdi. Allah onları korudu ve görev verdi. Biz kimiz ki O’nun görevini yüklenelim demeyesiniz diye bunlara sık sık temas etmektedir.
Peygamberler de insandı, hata yaparlardı ama görevli idiler. Biz de hata yaparız, günah işleriz ama biz de görevliyiz. Evet, biz de korkarız ama korkumuz geçince insanca düşünmemiz gerekir. Bizde rev’ olmasın, cesurca ölüme atılalım diyemeyiz. Allah nefsinizi tehlikeye atmayın diyor.
Hazreti İbrahim Peygamber Lut Kavmi’nin helâkini istemiyor ve elçilerle tartışıyor. Elçilerle tartışmayı kendisine tartışma kabul ediyor ve bizimle mücadele ediyordu diyor. Lut Kavmi kendi kavmi olmadığı halde onların da iyiliğini istiyor.
O halde bizim görevimiz kötülerin ortadan kalkması ve yenilmesi değildir, bizim görevimiz kötülüklerin ortadan kalkmasıdır. Biz kötülük olmasın diyoruz. İnsanlığın ikinci binyıl uygarlığından üçüncü binyıl uygarlığına helâk olmadan geçmesini istiyoruz.
Gelen büşra/müjde nedir? Bir çocuk mu?
Gelen müjde tüm İbrani uygarlığıdır, 2500 sene süren Ortadoğu uygarlığının müjdesidir. Hazreti İbrahim bu sefer görevi gereği Lut Kavmi’ni de düşünmek zorunda kalmıştır. Bugün Adil Kur’an Düzeni Çalışanları bilmelidirler ki Hazreti İbrahim Peygamberin zürriyeti 4000 yıldır uygarlığı yapmaktadır.
Burada bazı ayrıntılara işaret etmek zorunluluğu vardır. Allah’ın halifesi olan topluluğun kendisidir, halk değildir. Her kişi Allah’ın halifesidir. Ancak kendi nefsi için Allah’ın halifesidir. Allah’ın halifesi olan ayrı ayrı halk değildir. Şöyle açıklayalım. Bir arabayı iki kişi çekiyor. Ortak kuvvet kuvvetlerin ayrı toplamıdır. Zıt yönde çekiyorlarsa ortak kuvvet sıfırdır. Ortak kuvvet kuvvetlerin toplamı değil açılara göre değişecektir.
Allah’ın halifesi olan topluluğun kendisidir, kişilerin ayrı ayrı toplamı değildir. Başkan topluluğun halka gönderdiği elçidir, aynı zamanda topluluğa karşı halkın temsilcisidir, koruyucusudur. Topluluk ferdi ezecek olsa başkan kişiyi korur.
Demek ki başkanın iki görevi vardır. Topluluğun haklarını halkın nezdinde koruma, halkın haklarını bu sefer topluluğa karşı korumadır. Bu sebepledir ki yargılamada kamu ile kişi eşit seviyededir ve hâkim karşısında savcı ile avukat eşit yerlerdedir.
Hazreti İbrahim bu sefer Lut Kavmi’nin halkını topluluğa/insanlığa karşı veya Allah’a karşı korumaktadır.
Burada “Li Kavmi Lut” demeyip de “Fi Kavmi Lut” demiş olması, Lut Kavmi içindeki suçsuzları savunmasıdır. Bu dünyada bu dünyanın kanunları geçerlidir. İnkılâbı başaramayan topluluklar birden helak olup giderler. Hazreti İbrahim Peygamber oradaki masumları savunmaktadır.
Bizim de bugünkü çabamız suçsuzların da helâk olacakları bir durumun ortaya çıkmamasıdır. Hazreti Muhammed bunu başarmıştır. Mekke barışla fethedilmiş ve halkı kılıçtan geçirilmemiştir. İslâmiyet’te esir alındıktan sonra ya serbest bırakılır yahut köle yapılırlar. Suçsuzlara herhangi bir uygulama yapılmaz.
Savaşın kuralları vardır. Savaş o kurallar içinde yapılır. Ana kural şudur, kim galip gelirse haklı odur. Bu adil değildir ama Allah bu dünyayı böyle yaratmış ve adaleti âhirete bırakmıştır. Bu O’nun tasarrufudur, bizim beğenip beğenmeme yetkimiz yoktur.
فَلَمَّا ذَهَبَ
FaLamMAv ÜaHaBa
“Zihab ettiğinde”
“Zehebe Minnî” derseniz, sizden ayrılmış ama sizde hiçbir etki bırakmamıştır.
“Zehebe Annî” derseniz, sizden ayrılmış ve sizde etki bırakmıştır.
Hazreti İbrahim Peygamber o andaki korku gittiği için bedeninde korku hormonları kalmamıştır. Psikologlar normal kişilere heyecan hormonu vermişler, kişi heyecanlanmış ama neden heyecanlandığını bilememiş. Demek ki hisler bedendeki oluşların sinir sistemine etkisi ve ruhun da onu algılamasıdır. Bunun dışında Hazreti İbrahim aleyhisselâm zamanında ahlâksızlık en üst seviyeye çıkmıştı. Zina ve eşcinsellik yaygınlaşmış ve insanlarda utanma diye bir şey kalmamıştı.
Hazreti İbrahim aleyhisselamın içinde derin sıkıntı vardı, insanlığın hâli ne olacaktı, dünyanın sonu ne olacaktı? Elçiler Hz. Lut’a gittiklerini söyleyip İshak da kurtuluş yolu olarak müjdelenince Hz. İbrahim Peygamber rahatlamıştı.
1950’lerde bizim durumumuz böyle idi. Artık İslâm düzeni ve İslâm ahlâkı son bulmuş, yeryüzü karanlık bir döneme girmişti. Ehli kitap olanlar kıyameti bekler olmuşlardı. Allah’ın ecel kaderini bekliyorlardı. Kâfirler ise zafer kazandıklarını, artık ahlâksızlık içinde dünyanın yaşayacağını sanıyorlardı.
Ahlâksızlığın temeli cinsi ahlâksızlıktır, bir de hırsızlıktır, yol kesiciliktir. Kur’an’da yalnız bunların cezaları belirlenmiştir, diğerleri kıyas yoluyla tespit edilir.
Akevler’i (Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni ve İzmir’deki Akevler Sitesi’ni) kurduğumuzda, Millî Görüş oluşunca, Gülen cemaati meydana gelince, Anadolu holdingleri ortaya çıkınca bizden rav’ gitmişti.
İşte, Hazreti İbrahim Peygamber de o andaki korku dışında, o dönemdeki insanlığın battığı karanlıktan çıkma müjdesini alınca rahatlamıştır.
عَنْ إِبْرَاهِيمَ
GaN EiBRAvHIyMa
“İbrahim’den”
Hazreti İbrahim’den rav’ gitmişti. Çünkü gelen elçiler ona müjde vermek, Lut Kavmi’ni de helâk etmek için gönderilmiştir. Ona da insanlığın kurtuluş müjdesi olarak İshak verilmişti. O görüşmede çıkan korku zail olduğu gibi insanlığın battığı bataklıktan çıkma ümidi ve hedefi de belirlenmişti. İsmail de vardı ama İsmail üçbin sene sonraki sorunları çözüyordu. İshak ise o günkü sorunların çözümünü sürdürmek için doğuyordu.
الرَّوْعُ
elRaVGu
“Rav'”
“Rav’”: Bir uçurumun başına varıp aşağıya baktığınızda içinizde ürperti doğar, başınız dönmeye başlar. Uçurumun görüntüsü sizin bedeninize bir hormon salar, o da sizde korku yaratır, bakmak istemezsiniz. Ama birkaç defa bakacak olursanız artık hormonlar kana salınmaz olur yahut sinir sisteminiz onu algılamaz olur. Hangisinin olduğunu tespit etmek kolaydır. Hormon varsa sinir sistemi ile ilgilidir. Hormon yoksa biyolojik olaydır.
Buna rav’ın zihabı denmektedir.
Hazreti İbrahim Peygamberden hormon mu gitmiştir yoksa etkisi mi; onu tespit edersek rav’ kelimesine daha açık mana vermiş oluruz.
Bir gün psikoloji araştırma merkezimiz olacak ve bunları tespit edeceğiz.
وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى
Va CAvEaTHu eLBuŞRAy
“Ve ona büşra gelince”
Neyin büşrası gelmiştir?
İnsanlığın varlığını sürdürecek olan yeni uygarlıktır. Milattan önce 2 bin yıl ile Milattan sonra 2 bin yıl sürecek İshak’ın getireceği İbrani uygarlığıdır.
Üçüncü binyılda yeni döneme gidilecektir. Artık kişilerin ve peygamberlerin oluşturduğu uygarlık yerine müsbet ilmin ilâhi kitaplara dayalı uygarlığı gelecektir. Hazreti İsmail ve diğer çocukları da yeni uygarlıklar oluşturacaklardır. Ama o uygarlıklar ancak üçüncü binyıl içinde yeryüzüne hükmetmeye başlayacaktır. Oysa Hazreti İsa’nın temsil ettiği uygarlaşma ve uygarlıklar ise o gün müjdeleniyordu. Birinci Kur’an uygarlığı üçüncü binyıl Kur’an uygarlığının oluşturucusudur. Bu İshak’tan gelmiyordu. Ama uygarlık yine İshak’ın metodu ile oluşuyordu. Peygamber oluşturuyordu. Dolayısıyla bu müjde içinde birinci Kur’an uygarlığı da vardır. Bugün Hazreti İshak’ın dönemi son bulmuştur. Hazreti İsmail’in dönemi başlayacaktır. Milyarlarca müntesibi olan Hıristiyanlık, Müslümanlık, Budistlik ve Hindu dinleri yeryüzüne hâkimdirler. Üçüncü binyıl uygarlığını bunlar kuracaklardır; siyasetle değil ilim ve imanla kuracaklardır. Akevler’deki Adil Kur’an Düzeni Çalışmaları bunun başlangıcıdır.
يُجَادِلُنَا
YuCAvDiLuNAv
“Bizimle mücadele ediyordu”
Mücadele ettiği kimseler elçilerdi. Ama Allah bizimle demektedir. O halde elçilerle mücadele gönderenlerle mücadeledir. Kişinin başkasının yerine geçip konuşabilmesi, Türkçe ifadesi ile vekâlet, topluluğun esasını teşkil eder. On milyara yaklaşan insanları bir arada tutan bu temsil sistemidir. Bugün seçim sistemi benimsenmiştir. İnsanlık buna dayanmaktadır.
“Adil Kur’an Düzeni” demokrasi dediğimiz vekâlet sistemini kaldırmaz, aksine eksiksiz uygulamayı sağlar.
Mücadele ettiği kurunun yanında yaşın da yanmasıdır.
PKK’yı eğer hukuk yoluyla çözemezseniz sıkıyönetim ilan edersiniz ve askeri yolla çözersiniz. Askerlikte çatışma artık kişiler arasında değil cepheler arasındadır, suçsuz olanlar da helâk olurlar. İşte, Hazreti İbrahim Peygamber insanlığı temsilen elçilerle yani Allah’la cidale girişmiştir. ‘Neden suçluların yanında suçsuzlar da ölsün’ diye soruyordu…
فِي قَوْمِ لُوطٍ (74)
FIy QaVMı LUvOin
“Lut Kavmi içinde.”
Burada “Li Kavmi” denmeyip “Fî Kavmi” denmesi, kavim içindeki masumlar hususunda mücadele etmektir.
Buradan şunu öğreniyoruz. Cihadımızı öyle bitirmeliyiz ki masum olan insanlardan ölenler en az olsun. Bu sebepledir ki biz orduları belli yerlerde yerleştiriyoruz, askeri mıntıka ile hukuk mıntıkasını ayırıyoruz. Düşman silahını etkili yerlere kullanacağı için de siviller korunmuş olur. O halde bize sorabilirler: Askeri mıntıka ile sivillerin yaşadığı yerler, İslâm diyarı ile harb diyarını ayıran âyet nerede? İşte size âyet. Mademki devlet sivil hedefleri korumak zorundadır. O halde askeri mıntıka ile sivil yaşama yerleri buna göre ayrılmalıdır.
Burada elçiler askerleri, Hazreti İbrahim de sivil yönetimi temsil ediyor.
Askerler cephe savaşı ile PKK’yı çökertebilirler ama meclislerin ve hükümetlerin görevi bu cepheyi en az tutmak olacaktır. Burada şunu öğreniyoruz. Eğer devlet elden gidecekse, askerler sivil yönetime sormadan devleti korurlar. Nitekim elçiler Hazreti İbrahim’e bilgi vererek Lut Kavmi’ni bombalıyorlar. Devletin varlığı tehlikeye girdiği zaman hukuk orada biter. Bu sebepledir ki 1960 ve 1980 müdahaleleri yerindedir ve meşrudur.
Bugün Kenan Evren’i muhakeme etmek isteyenler önce şunu ispat etmekle yükümlüdürler. Evren müdahale etmeseydi, başkaları müdahale etmeyecekler mi idi? Evren müdahale etmeseydi Türkiye varlığını sürdürecek mi idi?
Elçilerin Hazreti İbrahim’e gelmeleri şimdi daha iyi anlaşılıyor.
1960’da veya 1980’de yapılan ne idi? Meclislerin kapatılması idi. Oysa asker sivillere sormadan müdahale yapacak, sonra eski meclisi müdahale öncesi yönetime teslim etmeliydi. Hattâ baştan teminat vermeliydi; size dokunmayacağız. Aksine size müjde veriyoruz, daha çok demokrasi getireceğiz demişlerdir. Bir gün askerler 1960 ve 1980 benzeri müdahale yapmak zorunda kalabilirler. O zaman yönetimi dinlemeden müdahale ederler. Ama önce yönetime teminat verirler. Sonra da yeni seçim yapmazlar, eski seçilenleri yerlerine oturturlar.
Evet, Lut Kavmi’nin içinde kurunun yanında yaş da yanacaktır ama âhirette onlara yapılan bu haksızlık on misli fazlasıyla tazmin edilecektir.
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ (75)
EinNa EiBRAvHIyMa LaXaLIyMun EavVAHun MuNIyBun
“İbrahim halim, evvah, münibdir.”
Kur’an onun bu mücadelesini yermiyor, yanlış yapıyordu demiyor. Tam aksine, bu mücadeleyi yapıyordu, çünkü görevi bu idi. Hazreti İbrahim hukuk düzenini temsil ediyordu, onu savunuyordu. Hukuk düzeninde yalnız suçlulara ceza verilir. Birinin suçu için başka kimse cezalandırılamaz. Hiç kimse başkasının vizrini vezr etmez. “Ve” harfi getirilmemiştir. Çünkü mücadelenin sebeplerini anlatmaktadır.
Şimdi burada dört kelime vardır; İbrahim, halim, evvah ve münib.
“İbrahim” kelimesi tekrar edilmiştir. Yukarıda İbrahim kelimesi olarak İshak’ın babası bir insan olan İbrahim’den bahsediyordu. Burada ise İbrahim kelimesinin taşıdığı manadan bahsetmektedir. “İbrahim” “burhan”dan gelmektedir, delil sahibi demektir; müsbet ilmin metotlarını ve şeriatın hükümlerini kullanan kimse demektir. Önceki peygamberler mucizeleri göstererek insanları Hakk’a davet ediyorlardı. Hazreti İbrahim ise akıl yoluyla, ispat yoluyla davete başladı. Yeryüzüne müsbet ilmin metotlarını koyan odur. Dinden ilmi ayıran odur. Cidal ediyordu, çünkü hukuk düzeninde suçu ispatlanmayan kimseye ceza verilemezdi. Onun sahifelerinde böyle yazıyordu. Oysa elçiler Lut Kavmi’ni durup dururken helâk edeceklerdi. Suçsuzlar da öleceklerdi. Devlet başkanı askeri müdahalelere karşıdır. Ama askerlerin de onları dinlememesi gerekir.
Sonra “Halim” kelimesini kullanıyor. “Halim” meme ucu demektir, meme başı, yumuşak deri demektir. Devlet başkanının görevi halkın yaşamasını sağlamak, herkese aş vermektir. Devlet başkanının görevi insanları cezalandırmak değildir. Cezayı hakemler veriyor. Uymayanları polis yakalar ve uydurur. Kişileri yakalamakla sorun çözülmüyorsa orduyu harekete geçirir. Devlet başkanının asıl görevi vatandaşların ekonomik çalışmalarını yapabilmesi için hukuk düzeni oluşturmadır.
“Münib” nöbet tutan anlamındadır. Toplulukta para ile yapılmayan işlerde sıra ile nöbet tutan anlamından nöbet tutma anlamı çıkar. Yani sıraya koyarak hukuk düzeni içinde sorunlar çözmek demektir.
“Evvah” Türkçede eyvah olarak kullanılır. Ah etmek, olmadığına üzülmek demektir. Devlet başkanı, bucak başkanı halkın suç işlemesini önleyen tedbirleri almak zorundadır. PKK’nın oluşmasına sebep olan a) aşsızlık, b) işsizlik, c) eğitim, d) baskıdır. Bunları çözmek devlet başkanının görevidir. PKK’yı etkisiz hâle getirmek ise ordunun işidir.
Hazreti İbrahim’in bu mücadelede savunduğu şey; ben bunları hukuk düzeninde çözerim demesi demektir. Ama hakemler karar vermiş ve sonunda sıkıyönetim ilan edilmiştir. Artık devlet başkanının müdahale yetkisi yoktur.
Burada bizden istenen deliller bir bir ortaya çıkmaktadır. Bir il başkanı sıkıyönetim ilan edebilir. Hakemlere gitme hakkı vardır. Hakemlerin kararı ile kesinleşen tenkil askerler tarafından icra edilir. Bunu durdurma yetkisi ne devlet ne de il başkanında vardır.
İnsanlık anayasasında bu husus eksik kalmıştır.
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ
EinNa EiBRAvHIyMa
“İbrahim”
“İnne” kelimesi karşı tarafın tereddüt ettiği yerde kullanıldığı gibi çünkü anlamında da kullanılır.
Hazreti İbrahim mücadele etti çünkü bu onun görevi idi. O İbrahim idi. Kuralsız hiçbir iş yapmazdı. Her yaptığına delil arardı. Burada ise kurallar bitmiş, şeriat hükümleri sona ermiştir. Hazreti İbrahim’in olanlara bir türlü aklı ermiyordu. O hukuk kafasıyla düşünüyordu.
Bundan dolayıdır ki askerler hukuk yargı sistemleri ile muhakeme edilemez. Orada yargı yoktur; orada sonuç var, zafer var, kim galip gelirse haklı odur.
لَحَلِيمٌ
LaXaKIyMun
“Halim idi”
“İnne”den sonra “Le” gelirse karşı tarafın aksini iddia ediyor demektir. O da bizim yanlış anladığımızdır.
Nitekim bugün AK Parti askerleri hukuk düzeni mahkemelerinde muhakeme etmekle yanlış yapmaktadır. AK Parti yani İbrahim’in askeri mantıkla mücadele etmesi gerekirdi. Ama elçiler/askerler onu dinlememeli idiler. Generalleri sivil mahkemelere vermemeli idiler.
“Le” harfi getirilerek Hazreti İbrahim’in sıfatlarını saymaktadır. Haberin başına gelmekle haber olan halimin İbrahim için olduğunu teyit etmektedir. Halim olması İbrahim olmasından ileri gelmektedir.
أَوَّاهٌ
EavVAHun
“Âh eden”
Lut Kavmi böyle yapmasaydı da bu duruma düşmeseydi diyedir. ‘Oh, ne iyi oldu, helâk olup gittiler’ demiyor. ‘Âh, böyle olmasalardı, bu sonuçlara düşmeseydiler’ diyor.
Bugünkü zinacı faizci uygarlığın helâk olmasını değil düzelmesini istiyoruz.
AK Parti’yi uyarmak için yazacağımız sayfayı dilenmek zorunda kalıyoruz.
Bizim en çok karşı olduğumuz sömürü sermayesine ne diyoruz?
Gelin vazgeçin; faizden vazgeçin, sömürüden vazgeçin, ilme dine siyasete müdahaleden vazgeçin. Dost olalım. Üçüncü binyıl uygarlığını birlikte kuralım.
İşte, evvah olmak budur.
مُنِيبٌ (75)
MuNIyBun
“Münib idi.”
“Münib” inabe eden etmek demektir. “İnabe etme” nöbet tutmak demektir. Burada kendin de nöbete gitmek demektir.
İnsanın iki varlığı vardır; bedeni varlık ve mali varlık. Bedeni varlık insanın kanıyla beslenen ve ancak o sayede varlığını sürdürendir. Saç bedeni varlıktır. Tırnak bedeni varlıktır. Kesildikten sonra artık bedeni varlık olmaktan çıkar.
İnsanın diğer bir varlığı da başka insanların karışamayacağı, onun izni olmadan hakları olmadığı beden dışı varlıktır. İnsanlar bir de topluluk oluştururlar. Dolayısıyla topluluğun da varlığı vardır. Topluluğun varlığı bedenlerin topluluk adına kullanılmasıdır. Namaz budur. Bir de sıra ile topluluğun işini yapmaktır. Buna nöbet diyoruz. Bunu yapanlara da “münib” denmektedir.
Hazreti İbrahim ancak nöbetleşe iş verebilir ve bunları düzenleyebilirdi.
Oysa savaşta üst kime ne görev verirse onu yapar, komutana farklı muamele yapıyorsun diyemez.
يَاإِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76)
YAv İBRAHIyMu EaGRıW GaN HAvÜAv EnNaHUv QaD CAvEa EMRu RabBıKa Va EinNAHuM EAvTIyHim GaÜAvBun GaYRu MaRDuvDin
“Ey İbrahim, sen bundan iraz et. Çünkü Rabbinin emri gelmiş bulunuyor. Ve onlara merdud olmayan bir azab ityan edecektir.”
“Ey İbrahim” diyerek diyenlerin elçiler olduğu anlaşıldığı için kuluna veya resuluna denmemekdedir; bu iddiadan vazgeç.
Şimdi Sam Adian ile Başkan Lütfi Hocaoğlu arasında tartışma olmaktadır. Sam Adian dört delille sabit olan İslâmiyet’i kabul etmemekte ve Kur’an’ın manalarını temelinden tahrif etmektedir. Salât namaz değildir. Zekât vergi değildir. Oruç aç kalmak değildir. Kapalı cinsi ilişki zina değildir. Fuhuş evlilerin cinsi ilişkisi değildir. Riba faiz değildir. Yanlış tarif edilmiştir. Kur’an Allah’ın sözü değildir, bir metindir. Çıkarları dolayısıyla kötü niyetli olabilir. Kendisi öyle inandırılmış olabilir. Bizim icmalarımıza uyduğu için bizce kesin olan hususları çürütmeye ve yıkmaya çalışmış olması nedeniyle internet sitemizde ilk bakışta yer verilmez. Ama öyle değil; ne kadar yanlış olursa olsun, ne kadar kötü niyetli olursa olsun, mademki sözdür, onu söyleteceğiz, kulak vereceğiz. Biz de cevabımızı vereceğiz. Bizde onun görüşlerine uyan olsa da icmamız bozulmaz. Ama eğer hepimiz haklı bulursak o zaman yeni icmaya uyarız. Karşı taraf iyi niyetli ise gerçekleri görür, kötü niyetli ise helâk olup gider, bizim ona bir şey yapmamız gerekmez.
Bu arada bir vatandaş yargıya giderek ve tartışma sınırını aşıp sürekli olarak herkese hakaret eder duruma geldiğini iddia eder ve artık yazdırılmaması hususunda karar aldırırsa, artık o dergide yazı yazamaz. O halde derginin sahifelerini kapatma işi başkanın değil bir grup görevlinin olacak. Onlar kimseye sormadan ona yazı yazdırmayacaklardır.
Kooperatifimiz henüz bu aşamaya gelmemiştir.
Demek ki askerlerin tartışmayı kesip biz bunu yapacağız, bununla uğraşma demelerine yetkileri vardır. Rabbinin emri gelmiştir. Hakemler karar vermiş ve hakem kararları kesinleşmiştir. Reddedilemeyecek azab onlara gelecektir.
Kesinleşen bir karar uygulanır. O kararın geciktirilmesi veya uygulanmaması ise karar mercilerinin otoritesini sarsar, sonra görev yapamaz olurlar. Karar verildi mi yanlış da olsa tamamlanır, yanlışlıklar sonra tazmin edilir.
Kıbrıs çıkarmasında askerler yola çıkmışken Bülent Ecevit sivil aklı ile geri çekilme sözü verdi. Necmettin Erbakan’la tartıştılar. Erbakan askerlere soralım dedi. Askerler ‘siz emri verdikten sonra artık biz geri çekil diyemeyiz, çünkü oradakiler mahvolur’ dediler, ‘sizi dinlemeyiz’ dediler. Kıbrıs böyle alındı. Cephe komutanı savaş başladıktan sonra artık merkezi dinlemez, orduyu o idare eder. Her komutan emir aldığında emri kendi içtihadı ile tamamlar. Üst asta talimat veremez.
“Azabun gayru merdud”un manası budur.
وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77)
Va LamMAv CAvEaT RuSuLuNAv LUvOan SIyEa BiHiM Va WAvQa BiHiM ÜaRGan Va QAvLa HAvÜA vYaVMun GaÖIyBun
“Ve resullerimiz Lut’a ciet ettiğinde onlardan dolayı sev’et edildi ve onlarla zer’i dayk etti ve bu asıb bir yevmdir diye kavl etti.”
Hazreti İbrahim Peygambere uğruyor ve ona teminat veriyorlar. Daha iyi şeyler olduğunu müjdeliyorlar. Ondan sonra Lut’a geliyorlar.
İki olay birbirinden farklıdır ama aralarında ilişki olduğu için “Ve” getirilmiştir. Yani Lut Kavmi’nin helaki Hazreti İbrahim’e verilen müjdenin bir uygulamasıdır.
Şöyle… Diyelim ki bugün Allah sermayeye ders verecektir. Tüm dünyayı helak etmez. Etkili olacak uygun ülkeyi helak ederek onun yapısını çökertir. Diyelim ki New York’un helaki, Londra’nın helaki, İsrail’in helaki sermayenin helaki olur.
Bir hayvanı boğazından kesince bütün beden helak olmuş olur. İnsanı öldürmek için nasıl bütün bedeni yaralamak gerekmiyorsa, bir uygarlığı veya topluluğu çökertmek için de her tarafın helaki gerekmez. Yeteri kadar kan kaybetmesi helaki için yeterli olur.
“Dayk etmek” demek sıkışma demektir. Sadrın daykından, iradenin daykından bahsedilmektedir. Burada da zer’in daykından bahsetmektedir.
Kur’an’da kullanılan deyimler genel olarak insan mantığının kullandığı deyimlerdir. “İçim daraldı, sıkıldım” Türkçede kullanılır. Yeryüzünde bugün bütün insanlar tarafından geçerli olan el sıkma ve kucaklaşmanın açıklamasıdır. Müfessirler çok değişik mana vermişlerdir. El sıkma biat kelimesi ile ifade edilir. Kur’an’da bu manada kullanılmaz. “Daka bihim zer’an” ifadesini bu manada anlıyorum.
Hazreti İbrahim onların gelmesinden korktu ama onlarla kucaklaştı veya ellerini sıktı. Elçiler gelince davranışlarından korkmuş, burada sev’et edilmiştir. Korkmamış ama bir kötülüğün olduğunu anlamıştır.
Bugünkü durumda polisin veya askerin eve gelmesi şeklinde anlayabiliriz. Sıkıyönetim zamanında askerler gelip kişileri alıp alıp götürüyorlardı. Akevler’in geniş arazisi vardı. Geldikleri zaman hepimiz hangimizi götürecekler diye beklerdik.
Elçilerin gelmesinden Hazreti Lut işin kötüye gittiğini anlamıştır.
وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا
Va LamMAv CAvEaT RuSuLuNAv LUvOan
“Ve resullerimiz Lut’a ciet edince”
İki gelişi “Ve” harfi ile atfetmiştir. İki ciet ayrı ayrıdır ama aralarında ilgi vardır. “Câû” denmemiş de “Câet” denmiş ve “resuller” tekrar edilmiştir. Çünkü Hazreti Lut’a gönderilen resuller ile Hazreti İbrahim’e gönderilen resuller aynı kimseler olmakla beraber resullükleri ayrı ayrıdır. Bir risaletle gelmemişler ikisine ayrı ayrı resul olmuşlardı. Semada o bir ilahtır, arzda bir ilahtır ayetindeki ilahın tekrar edilmesi buna benzemektedir.
Urfa’dan Lut Gölü 700 kilometreden fazladır. Dolaşarak 1500 kilometreyi bulur. Saatte 5 kilometre gidilse, 300 günde gidilebilir. Günde 10 saat yürüseler, demek ki bir ay içinde ulaşılır. Demek ki yaya da gitseler Lut Kavmi’ne bir iki ay içinde ulaşabilirler. Bugünkü formalitelerle de daha kısa zamanda ulaşmak mümkün değildir.
Gelenlerin insan olmadığı bildirilmektedir. Doğru olabilir. Gelenler görevli insanlar olabilirler. Yani bizim gibi hiçbir gücü olmayan, sadece aldıkları emri yerine getiren insanlar olabilirler. Kur’an bunların melek olduğunu söylemektedir.
Uzaydan gelen insanlar olabilir. Helikopter veya uçakla hareket etmiş olabilirler. Bu hususta araştırma yapılması gerekmektedir.
سِيءَ بِهِمْ
SIyEa BiHiM
“Onlardan sevet etti”
“Minhum, Anhum” demeyip “Bihim” demesi, onlardan değil de onlar sebebiyle sıkıldı. Onların gelmesinin iyiye alamet olmadığını anladı. Çünkü kavminin eve geleceklerini ve misafirlere saldıracaklarını biliyordu. Lut Kavmi’nin vahşeti o dereceye varmıştı ki kentlerine gelen kimseye karşı toplanır ve ona cinsel saldırıda bulunurlardı.
Bugün henüz bu seviyeye ulaşmış durumda değiliz. Savaşta veya tenkilde kadınlara saldırılıp öldürüldükleri duyulmaktadır. Hâlbuki İslâmiyet’te esir kadınlarla savaşta cinsi ilişki kurulamaz. Ancak savaş biter ve ganimet olarak alınır, herkese bölüştürülür, artık o onun eşi olur, o zaman cinsi ilişkide bulunulabilir. Bir hanım yazmış; kocası öldürülen kadınla daha dönmeden yatanı bana peygamber diye yutturamazsınız. Oysa savaş bitmiştir. Cariyenin oğlu da sahibinin oğlu olmuştur. Onu oğlu gibi büyütmek zorundadır. Hele onun eşi iken doğan başkasından doğmuş olsa da kocasının oğlu kabul edilir.
Bugün genç kızları iğfal ettikten sonra erkekleri değil kızları geneleve koyup ve zorla cinsi ilişki yaptırmak, Lut Kavmi’nin yaptığından farklı değildir.
Paralar vaat ederek artistlik hevesi içinde fahişe yapılan kadınlar genelevlere doldurulmakta ve zorla erkeklere sunulmaktadır. Lut Kavmi mensupları bunu kanun dışı yapıyorlardı, şimdikiler bunu kanunla yapıyorlar!
وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا
Va WAvQa BiHiM ÜaRGan
“Ve onlarla zer’i dayk etti”
“Zeraa İleyhi” demek ona elini uzattı demektir. Türkçede de kollamak aynı manadadır. “Ve Dâka Minhum” onlardan kolunu uzak tuttu, onlara karşı kendisini kolladı anlamına gelir. Başka bir şekliyle şöyle manalandırmak mümkündür. Elçiler maksatlarını anlatınca anlattıklarından kötülüğü anladı ve yardımlaşalım anlamında zer’an ellerini sıktı yani onlarla işbirliğine girdi.
وَقَالَ
Va QAvLa
“Ve söyledi”
Bunu elçilerden birisi söylemiş olabilir. Zor bir gündür. Artık dayanışmak zorundayız dediler. Yahut kendi kendine demiş olur veya ehline söylemiştir. Biz bir mana verip devam etmek durumundayız. Burada onlara dediğini kabul ediyoruz. Zer’ın dıykını da dayanışma manası olarak anlıyoruz. Bundan sonra da bu manayı veriyorum.
هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77)
HAvÜA vYaVMun GaÖIyBun
“Bu asıb yevmdir.”
“Usbe” güçlü gruptur. Koruma ekibidir. Hazreti Yusuf Peygamberin kardeşleri biz usbeyiz demektedirler. “Anahtarları kuvvetli usbe taşıyordu” ifadesi de vardır.
“Asaba” sinirdir. Halata da “asab” denmektedir.
“Usbe” birbirine bağlanan yakın topluluktur. Yakın akrabalara, hassaten erkek akrabalar topluluğuna fıkıhta “asabe” denmektedir.
“Asıb” kelimesi dayanışma zamanıdır, bir olma zamanıdır. Kabile topluluklarında kabile içi düşmanlıkları olur. Ama düşman ortaya çıktığı zaman aradaki çatışmayı bırakıp hep birden düşmana saldırırlar. İstiklâl Savaşımız böyle yevm-i asıb olmuştur. Hazreti Lut aleyhisselam elçilere bir olma zamanıdır diyor, onlardan işbirliği istiyor.
وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ
V aCAvEaHUv QaVMuHUv YuHRaGUvNa EiLaYHi Va MiN QaBLu KaNu YaGMaLUvNa elSayYıEAvTı
“Ve kavmi ona ıhra olunarak ciet etti ve min kabl seyyiat amel ediyorlardı.”
Hazreti Lut aleyhisselama yabancılar gelmiş haberini alınca kavmi onun evinde toplanmaya başladı. “Here” sonbaharda dökülen sararmış yapraklardır. Bir de insanların teker teker toplanmalarına “here” denmiştir. Böylece toplanmaları meçhul sigası kullanılarak ıhra’ olundular demektir. “Herea” lazım fiildir, “İlâ” ile teaddi eder. Birine gitme anlamında onun evinde teker teker toplandılar anlamındadır.
وَجَاءَهُ قَوْمُهُ
VaCAvEaHUv QaVMuHUv
“Ve kavmi ona ciet etti”
Kavmi ona misafir geldiği zaman böyle yapıyorlardı.
Birine bir yabancı geldi mi, ileri gelen yöneticiler o eve baskın yapar ve onu esir alır, geneleve alırlar ve çirkin işletmeyi işletirlerdi.
Amerikalılar da böyle yaptılar. Afrika’ya geldiler, dağlarda ve ormanlarda yakaladıkları kimseleri gemilere bindirip Amerika’ya götürdüler ve onları tarlalarda işçi yaptılar. Hâlbuki şeriatta savaş dışı esir almak yoktur.
Sanayileşme başlayınca köleleri işçi statüsüne getirmek için köleliği yasakladılar. Böylece kölelik statüsünden işçilik statüsüne geçtiler. Bugün kendileri de ABD’nin vatandaşı olmuşlar, cumhurbaşkanlarını bile çıkarıyorlar.
Demek ki insanlardaki vahşet anlayışı topluluk tarafından mukaddes bir şey olmaktadır. İnsanları kurban etmek böyle bir şeydir.
يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ
YuHRaGUvNa EiLaYHi
“Ona ihra olunuyorlardı”
Bir kuvvet onları dökülen yapraklar gibi Hazreti Lut’un evinde topluyordu.
Onları toplayan ne idi?
Daha önceden işledikleri seyyiattır.
Bugün televizyonlar, radyolar ve gazinolar genelevden farksızdır. Cinsel tahriklerle para kazanmak durumundadırlar. Yani Lut Kavmi’nin mantığı içinde yaşamaktadırlar. Cinsi teşhir sanat kabul ediliyor. Kadınlar iş yapmak için soyunuyorlar, buna zorlanıyorlar. Kadınlar için ayrı plaj erkekler için ayrı plaj yapamıyorlar. Bugünkü insanlık Lut Kavmi durumundadır. Ona doğru süratle ilerlemektedirler.
Sınıflı topluluklarda zenginler vardır, fakirler vardır. Fakirler karın doyurmak için her türlü günahı işlemek zorunda kalıyorlar. Zenginler ise emeksiz kazandıkları anormal servetleri harcayacak yer bulamazlar ve onlar da servetlerini içki, kumar, fuhuş ve ifsat için harcarlar.
Bugünkü dünya budur.
وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا
Va MiN QaBLu KaNu
“Ve daha evvel ediyorlardı”
“Seyyiat” burada çoğul gelmiştir. “Seyyie” kişinin işlediği suçtur, “Seyyiat” ise topluluğun örgütlü olarak işlediği suçtur. Bu kavim seyyiat suçu işlemekte idi. Rüşvet verseniz bu suçtur. Ama rüşvet mafyası oluşturulmuştur. Bu mafyaya katılmadığınız zaman ne görevli ne de hizmetli olamıyorsanız, bu seyyiat içinde olmaktır.
Müteahhit bir ortağımız diyor ki: İnşaatta rüşvetsiz bir adım atamazsınız. Betonu getiren firmanın işçisine rüşvet vermezsen betonu dökmez. Bir kereste mağazasına girerseniz, orada keresteyi veren kişi ya vermez ya da senin istediğinden başka keresteyi koyar.
Biz çok yaşadık. Türkiye’de hâkimler rüşvet almaz ama orada oturmak için onların istediklerini yapmak zorundadırlar. İftira mekanizmaları hazırdır. Basın da cellât gibidir. Yayınladılar mı bakanlık veya HSYK gereğini yapmak zorundadır. Yoksa onun akıbeti gitmedir. Erbakan onların dediğini yapmadığı için 11 ay dayandı. AK Parti rüşvet almadı ama onların dediklerini yaptığı için 11 senedir orada durdu. Sonunda yaptıklarına göz yumuyordu. Vatandaşlara da iş imkânı sağladı. İşte o zaman sen Türk halkını zengin ediyorsun diye gözden düştü. Bugünkü savaş budur. Türk halkı kendi işlerini kendisi mi yapacak yoksa karın tokluğuna işçi mi olacak?
Sermayenin yanıldığı nokta Bor’un pazarının geçtiğidir. Artık askerleri istediği gibi kullanamıyor. Eskiden Türkiye güçlü değildi, onlarla mücadele edecek durumda değildi. Şimdi güçlüdür ve dünyada birlik içinde olduğu siyasi güçler vardır.
يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ
YaGMaLUvNa elSayYıEAvTı
“Seyyiatı amel ediyorlardı.”
Ve daha önce seyyiat amel ediyorlardı.
“Seyyiat” kurallı çoğuldur. Yalnız erkeklere varma şeklinde olmayıp bugünkü genelevlere benzer şekilde erkek cinsel kurumunu kurmuşlardı. Bu evlere zorla koydukları erkekleri para ile kavmin erkeklerine arz ediyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki kurdukları bu fuhuşhaneye yalnız kendi kentlerindeki erkekler değil diğer kentlerdeki erkekler de gelip bu fahişeyi amel ediyorlardı. “Kavmi geldi” diyor. Yani kavmin temsilcileri geldi, yöneticileri geldi. Bugün de genelevleri aynı amaçla devlet işletmektedir. O gün kızları değil de erkekleri bu iş için kullanıyorlardı. Bugün de eşcinsellik meşrulaştırılmıştır. Yarın erkeklere ait genelevleri oluşturduklarını görürseniz şaşmayın.
قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)
QAvLa YAQavMı HAvEuLAvEi BeNAvTIy HunNa EaOHaRu LaKUM Fa itTaQUv elLAHa V a LAv TuPZuNIy FIy WaYFIy Ea LaYSa MiNKuM RaCuLun RaŞİyDun
“Ey kavmim, işte kızlarım, onlar sizin için daha tahirdir. Allah’a ittika edin. Beni dayfım içinde mahzun etmeyin. Sizin içinizden bir reşit racül yok mudur?”
Ey kavmim diyerek onlara yakınlık gösteriyor rica ediyor.
Biz de tüm insanlığa bunu söylüyoruz. Ey Millî Görüşçüler, ey bütün Türk halkı, ey bütün insanlar, ey bizim kardeşlerimiz. Gelin bu seyyiattan vazgeçin. Gelin zinadan vazgeçin. Gelin faizden vazgeçin. Günah işleyin ama örgütleşmeyin.
Bir kimse örgütsüz günah işlerse onun cezasını görmezlikten geliriz, görsek bile ceza verir serbest bırakırız. Ama eğer örgütlü suç işlerse artık hukuk düzeni ile çözmezsiniz. Rüşvet veren mecbur olduğu için verir. Rüşvet alan da maaşı yetmediği için alır. Ne veren suçludur ne alan suçludur. Fıkıhta buna belv-i umumi denir ve artık hukuk onu suç saymaz.
Bazı araştırmacılar bu sebeple Kur’an’daki tüm haramları helal hâle getiriyorlar. Başka türlü yaşamak mümkün değildir ama inanmak da istiyorlar. Çareyi Kur’an’ı tahrif etmede buluyorlar. Dinleri tahrif ederek kendi özel dinlerini kurmaya çalışanlar işte bunu hedefliyorlar.
Akevler ise bunun çaresini şöyle bulmaktadır. Kooperatif kuruyorsunuz. Semtinizi oluşturuyorsunuz. Dışarıyla olan ilişkileri tüccarlar aracılığı ile sağlıyorsunuz. Böylelikle pislik bataklığından kurtulma imkânınız vardır.
Akevler’e cephe alan inanmış kardeşlerimiz vardır. Onlar bizim bu teşhisimize katılıyorlar ama çareleri yoktur. Herkes bıraksın diyor. Bırakmaz, çünkü bıraktığı zaman ölür.
Bir odanın temizliğine bir kenardan başlanır, sonunda ev temiz olur. Akevler temizliğin başlandığı yerdir. Gerek Millî Görüşçüler gerekse Nur cemaati bizi yarı yolda bıraktı, bataklık içine dalıp mülevves oldular, hâlâ da söylediklerimizi duymuyorlar.
Misafirlerin yanında beni mahzun etmeyin diyerek kavminin dışarıya karşı kötü görünmesini önlemek istemektedir. İçinizde bir reşid adam yok mudur? Lut Kavmi bu kötü fiillerle zengin olmuşlardır. Çevre, paraları olduğu için bunları hoş karşılıyordu.
Bugün de durum böyledir. Sermayenin dolarları herkesin gözünü karartmış, AK Parti bile zinaya dokunmuyor, faizi günün gerçeği olarak görüyor!
İçlerinden biri çıkıp da hey ne oluyor diyemiyor. Gemiyi terk ediyorlar ama seslerini çıkaramıyorlar. Kader ne olursa o olacaktır ama herkes bilsin ki üçüncü binyıl Kur’an uygarlığı gelecektir. Allah nurunu tamamlayacaktır. O’nun vaadidir. O vaadinden hulf etmez.
قَالَ يَاقَوْمِ
QAvLa YAQavMı
“Ey kavmim diyor”
Hz. Lut kavmine yine “Ey kavmim” diyerek onlara yalvarıyor ama kulak veren yok.
İnsanlar büyük fırsatları kaçırdıkları zaman benim ağlayasım gelir.
AK Parti cumhurbaşkanlığına bir askeri getirseydi, sonra oturup “Adil Düzen” üzerinde çalışsaydı, “Adil Düzen” şimdiye kadar gelmişti. Bunlar ne yaptılar? Kendilerini cumhurbaşkanı yaptılar. Biri ordumuzu mahvetti. Bu kadar perişan duruma düşmezdik. “Adil Düzen” bırakılmak zorunda kalındı. Daha ne oldu? AB pazarı sokaklarında süründük. Şimdi de durum farksızdır. %50’lerin üstünde rey aldıkları halde, sırf Akevler ile ilişkimiz olmasın diye ikinci parti durumuna düşeceklerdir. Bu durumdan samimi söylüyorum ne A. Gül ne B. Atalay ne B. Arınç ne de C. Çiçek benim üzüldüğümün yarısı demiyorum beşte biri kadar üzüntü duymuyorlar. Bunların bu hallerinden dolayı daha çok üzülüyorum.
Hazreti Lut, kavmi için üzülmektedir. Misafirler deyince kastettiği elçilerdir. Onlara söylemiyor ama onlar misafirlerim diyerek bildiğim tanıdığım demek istiyor. Anlayan var mı?
Biz bunları elli sene önce görmüş, gerek Gülen’e, gerekse Erbakan’a anlatmıştık.
Biz kooperatif kuralım derken onlar önce vakıf sonra anonim şirketler kurdular.
هَؤُلَاءِ بَنَاتِي
HAvEuLAvEi BeNAvTIy
“İşte kızlarım”
Burada onlara diyor ki; siz bu erkeklerle ilişki sektörünü o kadar ileri götürdünüz ki, kızlarımız evlenmiyor, evde kalıyorlar. İşte kızlarımız demek istiyor.
Bugün de böyle değil mi? Zinayı serbest bırakan AK Parti hâlâ imam nikâhını ve çok evliliği suç saymaya devam ediyor. Hâlâ zinayı sanatçıların gördükleri gibi özel hukuk olarak suç bile değil de boşanma sebebi sayıyor. Zaten onlar artık kızlardan zevk almıyorlardı.
Bir kimse meyve suyu içeceğine kola içmeye başlarsa artık meyve suyu onu tatmin etmez. Bira içerse kola tatmin etmez. Şarap içerse bira tatmin etmez. Rakı içerse şarap tatmin etmez. Uyuşturucu kullanırsa rakı da tatmin etmez. Her gün içtiği şeyin dozunu artırmak zorunda kalır. Bugün durum böyledir. Erkeklerden aktifleri ve pasifleri cinsi ilişkilerini o yolla tatmin edince kadınlar onları tatmin etmez. Böylece kadınlar zina yapacak erkeği bile bulamaz olurlar. İşte, Hazreti Lut Peygamber kavmine diyor ki; bu kötü işten vazgeçin, bakınız topluluğumuz ne durumdadır.
İşte, Avrupa nüfusu azalıyor. Suriye’de savaş çıkarıyorlar ki Suriyeliler Avrupa’ya gelsin de devletleri varlığını sürdürsün. İnsanlık adına aldıklarını yutturuyorlar. Nüfusları azaldığı için başka yolları kalmamıştır. Başkalarından kan alarak yaşıyorlar.
Hazreti Lut Peygamberin işte kızlarım demesinin başka sebebi şudur. Bakınız, sizin yaptığınız o kadar kötü ki, kızlarımla zina yapsanız bile benim için daha iyidir, daha ehveni şerdir. Şerrin ehveni ihtiyar olunur kuralı kabul edildiği takdirde bu mana da verilebilir.
هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ
HunNa EaOHaRu LaKuM
“Onlar size ethardır”
Zina da kötüdür ama eşcinsellik daha kötüdür, pisliktir, hastalık kaynağıdır. Sosyal yapıyı bozmakla kalmaz, insanın bedeni yapısını da bozar.
Burada tahirle sağlık arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Topluca hareket edilen pislik bulaşıcı hastalıkların kaynağı olduğu için sağlık için çok kötüdür.
İzmir’de kadın hastalıkları doktorumuz vardı. Türk Ocağı’nın başkanlığını yapmıştır. Şunu anlatı. Bir hastam vardı. Zührevi hastalık hastası idi. Yıllarca gelip gider bir türlü tedavi olamazdı. Ona evlenmesini tavsiye ettim. Artık hastaneye gelmez oldu. Sebebini sordum. Evlendim, hastalığım nüksetmedi dedi.
Anadolu’da frengi hastalığı yoktu, Kırım Savaşı’nda askerlerimiz Fransız askerleriyle karışınca geldi. Onun için frengi diyoruz.
Bu gerçekler ortada iken hâlâ zina haram değildir, nehy edilmemiştir diyebilenlerimiz vardır! Kur’an burada bütün bunlara işaret etmektedir.
فَاتَّقُوا اللَّهَ
Fa itTaQUv elLAHa
“Allah’a ittika edin”
Yani şeriata girin ve kendinizi de insanlığı da helake sürüklemeyin.
Ben daha orta öğrenimimi yaparken; ben ne Batılıları ne de Müslümanları dinlemeyeceğim, onları öğreneceğim, benim aklımın kabul ettiği şeyleri kabul edip yaşayacağım diye karar vermiştim. Şunu bilesiniz ki ben ne hususta fetva veriyorsam müsbet ilimle de hikmetlerini bulurum. Bana sık sık ilim diye hatırlatanların ilimden bihaber olduklarını söyleyebilirim. Ben müsbet ilmi öğreneyim diye mühendis oldum, hassaten elektrik mühendisi oldum, bunun sebebini daha önce açıkladım.
Lisede derslerim iyi idi, pekiyi ile mezun oldum. Halkevleri vardı. Onun kütüphanesine gider, tüm vakitlerimi orada geçirirdim. Hocalarım ispat etmedikleri formülü yazdıklarında ben onu notlarım arasına koymazdım, imtihanda da o formülü kullanmazdım.
İslâmiyet’te hiç kimse müsbet ilme aykırı bir hükmü kabul etmez. Yanlış bilebilir ama içtihatlarını mutlaka müsbet ilme göre yapar. Sonraları gördüm ki fıkıhçıların mezhebi benim mezhebim imiş, bu sebeple ben Ehli Kur’an oldum, Ehli Sünnet oldum. Henüz içtihat yapamadığım hususlarda da Hanefiyim.
Kur’an’ı Batının mantığına uydurma çabası başarıya ulaşamayacaktır. Çünkü Batı dalalettedir. Hıristiyanlık değil, Yahudilik değil, kapitalizm ve sosyalizm dalalettir. Biri kârı maksimize edeyim derken diğeri kuvveti maksimize edelim diye zinayı, faizi, eşcinselliği ve diğer haramları meşru kılan zihniyet helak olacaktır. Kur’an’ı kendilerine uyduracaklarını sananları Kur’an helak edecektir.
وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي
V a LAv TuPZuNIy FIy WaYFIy
“Ve beni misafirlerim içinde mahzun etmeyin”
“Misafirlerim” diyor ve onlara gelenlerin özel olduğunu söylüyor. Onlara bir şey yapacaklarından korkusu yoktur. Sadece onların içinde iken mahzun ediyorlar. Çünkü başlarına felaket gelecektir. Aslında Hazreti Lut onları tehdit ediyor. Düşünseler bu ifadenin altında kendisine ve misafirlerine güveni var. Sadece kavminin geleceğinden üzülmektedir.
Ben AK Parti on sene daha iktidarda kalsın istiyorum. Fiilen irtidat etseler de kavlen hâlâ mümindirler. Dolayısıyla onların başına geleceklerden korkmuyorum. AK Parti ikinci parti olacak diye korkum yoktur. CHP birinci parti olunca onun iktidar partisi olması artık farz olur. Bir milletvekili fazla olsa bile yeterli olur. AK Parti’nin yüz milletvekili fazlalığı bile işe yaramadı.
Sonra ne olacak?
İki şeyden biri olacak, CHP “Adil Düzen”i benimseyecek ve AK Parti’nin yapmadıklarını o yapacak yahut eski huyuna devam edecek. Yine iki şeyden biri olacak. Askerler müdahale etmek zorunda kalacaklar ve askerler “Adil Düzen”i benimseyecekler. Benimserlerse Akevler emirlerindedir. Benimsemezlerse devlet yıkılacak, ikinci istiklâl savaşını Adil Düzen çalışanları askerlerle birlikte yapacaklar, “Adil Düzen” gelecektir.
Bizim endişemiz yoktur, sadece kavmimizin bu hallerine üzülüyoruz.
أَلَيْسَ مِنْكُمْ
Ea LaYSa MiNKuM
“İçinizde yok mu?”
Bekledim ki Akevler eğitimini almış biri çıksın, Akevler’in yanında yer alsın ve birlikte Erdoğan’ın yanında karşı cepheyi çökertelim. Ben Akevler içinde gücümü onlar tarafı kullanayım. Ama böyle biri çıkmadı, en akıllıları bile bana saygısızlık yaptılar.
Bülent Arınç: Sırf onunla görüşmek için Ankara’ya gittim; benimle görüşmedi!
Mehmet Ali Şahin görüşmeye söz verdi; sözünde durmadı!
Cemil Çiçek, anayasa önerimizi ‘kooperatiflerle görüşmüyoruz’ kuralını koyarak bizimle görüşmedi ama İshak Alaton’un anayasasını alıp yastığının başına koydu!
M. Tekelioğlu’na Abdullah Gül ile görüşeyim dedim, evet dedi, sözünde durmadı!
Bu durumda onların gemilerinin bugünkü yan yatmışlığına sevinmem gerek ama üzülüyorum; hallerine kendilerinden daha çok üzülüyorum.
R. Tayyip Erdoğan’ın en yakınları onu uçuruma götürüyorlar, farkında değiller, üzülüyorum ama onların içinde reşit bir kişi bulamıyorum.
رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)
RaCuLun RaŞİyDun
“Reşit recül yok mu?”
Bir toplulukta kişiler gerçekleri görür ama gerçekleri ifade edemez, içinde saklar.
Millî Görüş’te Oğuzhan’a karşı olmayan yüzde beş yoktur. Millî Görüş kadrosundan bir kişi çıksa, hey bu yaptığınız nedir dese, tüm Millî Görüşçüler Fatih Erbakan tarafı olacaktır. Ama bir reşit adam çıkmıyor.
MHP’den çıkmıyor, AK Parti’den çıkmıyor, Saadet Partisi’nden çıkmıyor. Başkanlar tanrı yapılmış, onların dedikleri şeriattan, kanundan ve tüzükten daha ileridir.
Tuğrul Türkeş’i yalnız bıraktılar, yarın onlar da yalnız kalacaklardır.