HUD SÛRESİ TEFSİRİ(11.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1370 Okunma
7 VE 9.AYETLER

HÛD SÛRESİ-3. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَلَئِنْ قُلْتَ إِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (7) وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8) وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ(9)

 

***

 

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا…

Va HuVa elLaÜIy PaLaQa elSaMAvVATi Va eLEaRWi FIy SıtTati EayYAvMın VaKAvNa GaRŞuHUv GaLay eLMAvEi Li YaBLuVaKuM EayYuKuM EaXSaNu GaMaLan

“Ve O yerleri ve gökleri arşı mâ üzerinde iken hanginiz ameli ahsen edecektir belv etmek için altı yevmde halk eden kimsedir.”

Bundan önce “Merciiniz O’nadır” denmişti. Biz de temsili olarak uzakta bırakılan ve kışlalarına kendiliklerinden dönmeye çalışan askeri birliklere benzetmiştik. Şimdi Allah bu kendisine dönüş hikâyesini açıklamaktadır.

Askeri birlikler neden birliği uzakta kendi başına bırakırlar?

Eğitilsinler diye.

İşte, Allah da bizleri eğitmek için bizi kendisinden uzaklara bıraktı. Şimdi O’na doğru giderek yol almaktayız.

“Vav” harfi ile atfetti. “O her şeye kadirdir ve halk edendir” denmektedir. O kudret sahibidir ve kudretini göstermiştir.

‘Bünyamin iyi mimardır, yüz lojmanlı yapının projesini yapan da odur’ dediğimiz zaman, cümlemiz fasih olur. Çünkü mimar olmak başka, yapmak başkadır. Yapmak için mimar olmak şarttır ama illet değildir. Dolayısıyla şarta fiil atfedilir ama fiile şart atfedilmez. Fiil varsa şart zaten vardır. İkinci cümle bir beyan cümlesi olur.

Allah’ın arşı su üzerinde idi…

Bunun manasını anlayabilmemiz için üzerine kelimeleri tasnif edip suya tekabül eden kelimeyi bulmamız gerekir. Harflerden başlarsak L ile L, İn ile İn, Li ile Alâ, Min ile Fî karşı karşıya gelir. İllâ yalnız kalır. Haza ile Hüve, Ellezî ile Ellezîne, Eyyüküm ile İnneküm, Kulte ile Yekulûn, Keferû ile Yeblüveküm, Halaka ile Kâne, Arş ile Ahsen, Meb’ûs ile Mübîn, Sihir ile Amel, Sitte ile Eyyam eşleşir. İllâ ile Ba’de eşleşir. Çünkü ikisi de istisna edatıdır. Arz ile Sema eşleşir. Mâ ile Mevt de eşleşir.

 

4+9+6+3+3=25    4+4+5=13   38

وَ و وْ و

فِي عَلَى مِن لِ

لَ إِلَّاإِنْ َلَئِن

هُوَ

 أَيُّكُمْ إِنَّكُمْ

هَذا

الَّذِي الَّذِينَ

 

قُلْتَ يَقُولَنَّ

كَفَرُو يَبْلُوَكُم

 خَلَقَ كَانَ

 

عَرْشُهُ أَحْسَنُ مَبْعُوثُونَ

سِحْر عَمَلًا مُبِينٌ

 بَعْدِ سِتَّة أَيَّامٍ

 

السَّمَوَاتِالْأَرْضَ الْمَاءِ الْمَوْتِ

 

Görülüyor ki burada ikişer ikişer ilgili kelimeler eşleşmişlerdir. Bizi ilgilendiren “Ahsen” ile “Arş”tır. Başka yerde “el-Arşi” ve “el-Kerim” denmektedir. Burada da “Arş” ile “Ahsen”i eşleştirmesi bize bazı şeyleri düşündürmesine yardımcı olur. “Mâ” ile “Mevt”i karşılaştırmıştır. “Mâ” ile her şeyi hay kıldığı âyetini düşünürsek bu âyetin sırrını çözebiliriz.

Daha önce bir âyeti açıklarken, kürsiler (kürriler), damlacıklar şeklinde beşinci uzayda serpilmiştir. Nasıl tohumlar yeryüzüne serpilmişse, onlar da öyledir. Bunlar arşın suları ile birleşince kürsiler kürriler olur. Kâinat büyümeye ve oluşmaya başlar demiştir.

Şimdi “Mâ” kelimesine daha geniş mana verebiliriz. Dünyada üçboyutlu uzayda su ne ise, arşta yani beş boyutlu uzayda da arşın suyu odur. Dünyadaki sular nasıl tohumları harekete geçiriyorsa, beş boyutlu uzayda da oranın suyu odur. Bu da hayatın programıdır. Bilgisayar programıdır. Arşı kendisine izafe etmesinin sebebi, arşın var edilmesinde meleklerin hiçbir etkisinin olmamasıdır.

Kâinat altı dönemde yaratılmıştır. Kâinatta gaye insanın var edilmesidir. Bu da ancak 10 milyar sene sonra var olabilmiştir. Çünkü Kâinatın yaşam şartları ancak bugün tamamlanmıştır. Bugüne gelinceye kadar Kâinattaki dönemler geçmiştir. Biri meleklerin var olmasından önceki dönemdir. Onlar da bu Kâinatın varlıkları ile var edilmişlerdir. Galaksilerin oluşmasından önceki dönemdir. Sonra melekler var edilmiştir. Kâinat bundan sonra melekler eliyle düzenlendi. Böylece Kâinat iki dönemde yaratıldı.

Kur’an bu iki günden bahseder.

Bu arada Yer de iki dönem geçirdi. Biri, canlılardan önce kayalardan kırmızı toprak oluşturuldu. O dönemde canlı yoktu. Yeryüzünü düzenleyenler meleklerdi. Yer’in bu evresi de ikiye ayrılır. Önce sıcaktı. Soğudu. Karalar meydana geldi. Denizler meydana geldi ve su döngüsü başladı. Kırmızı toprak oluştu.

Bundan sonra canlılar yaratıldı. İlk dönemde karada canlılar yoktu, karaya çıkınca ikinci dönem başladı. Karada sürüngenler ve kuşlar gelişti. Bu dönem ikinci dönemdir. Memelilerin yaratılması üçüncü dönemdir. Sonunda insan yaratıldı ve dördüncü dönem oluştu. Bugün bu dört evre birinci zaman, ikinci zaman, üçüncü zaman ve dördüncü zaman olarak üniversitelerde okutulmaktadır. Astronomilerde de Kâinatın ve yeryüzünün ilk cansız evresi anlatılmaktadır. Bunlarla altı dönem etmektedir. Kur’an’da canlıların yaratıldığı döneme besinler dönemi denmektedir ve dört olduğunu söylemektedir.

Bu âyet Kâinatın bizim için var edildiğini ifade etmektedir; hanginiz iyi iş yapacaksınız, imtihan edelim diye.

Kur’an Kâinatın ve bizim yaradılış hikmetlerini açıklamaktadır. Açıklamada tutarlı olmayan bir taraf bulunmamaktadır. En önemli husus, bizi Kâinat için değil, Kâinatı bizim için yarattığını ifade etmesidir.

Batılılar dinlere çatarken, dinlerin insanı ihmal edip kendi işlerini göreceklerine Tanrı’nın işiyle meşguldürler diyorlar. Oysa dinler insanı Kâinatın gayesi yapmakta ve bu Kâinatı var edenin halifesi yapmaktadır. Oysa onlar Tanrı’yı unutturup kendilerini tanrı yerine koymak ve kendilerine taptırmak istiyorlar.

وَهُوَ

Va HuVa

“Ve O”

Merciiniz Allah’tır. O her şeye kadirdir. “Hüve”ye atfedilmektedir.

Atıflarda kelimeler iade edilerek nereye atfedildiği anlatılmış olur.

Allah her şeye kadir olarak sizleri yetiştirmek için, sizleri eğitmek için bu Kâinatı var etti ve sizi buralara attı. Siz şimdi O’na doğru yol almaktasınız. O’na ulaşanlarınız olacak, yarışı terk edenler olacak. Yarışta tökezleyenler olacak. Onlar toparlanıp daha ağır eğitime alınacaklardır. Her şeye kadir olan Allah bunu yapmaktadır.

Siz işte bu yapılanlar içinde varsınız.

الَّذِي خَلَقَ

elLaÜIy PaLaQa

“Halk etmiş olan kimsedir”

Bizim üç boyutlu kürsümüz bir damla gibi beş boyutlu uzayda dolaşırken, birden beş boyutlu uzayın suyu üzerine düştü ve patlayarak büyümeye başladı, altı dönem sonra siz orada yerinizi aldınız ve şimdi ona doğru gidiyorsunuz.

Allah size iyi ameller yapma imkânı verdi.

“Halk etmek” demek toprağı yoğurup ona şekil vermek demektir.

“Halk etmek” demek kumaşı elbise için biçip dikivermek demektir.

Kâinat patladığı zaman bütün parçacıklar ve enerji tamamen konmuş ve ondan sonra hiçbir şey ilave edilmemektedir. O zaman atomlara verilen özellikleri bugün de aynen taşımaktadırlar. Bu sebeple “halk etmiş olan kimsedir” denmektedir.

السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ

elSaMAvVATi Va eLEaRWa

“Semavat ve arzı”

Yıldızlarda depo edilmiş yüksek enerji vardır. Yıldızlar sürekli olarak aydınlanmaktadır. Bunlar gezegenlerde kimyasal enerjiye dönüşmekte, sonra oradaki canlılar tarafından kullanılmaktadırlar.

Kur’an bizim Kâinatımızı “el-Semavat ve’l-Erd” olarak adlandırmaktadır. Maddeye “Arz”, enerjiye “Sema” denmektedir.

“Sema” yükseklik demektir. Sulu hava tabakası, susuz hava tabakası, ışık tabakası, Ay tabakası, Güneş tabakası, galaksi tabakası ve uzay tabakası olmak üzere 7 tabakadır. Arz ile beraber düşünüldüğü zaman bunlar 7 olmaktadır.

فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ

FIy SıtTaTi EayYAvMın

“Altı yevmde”

“Sitte”nin aslı “SDS”dir, “SDD” ile yakınlığı vardır.

“Sed” arkasında suyu toplayan engeldir. Aynı zamanda kesinliği ifade eder. “Seddi kavl” demek kesin söz demektir. Altı, kendisinden önceki beş sayısını bir küme yaptığı için “sedid” olmuş, sonra D S’ye dönüşerek “sedis” olmuştur.

Kâinatın ilk beş dönemi hazırlık dönemidir. Asıl gaye olan insanın yaratılmasından önce bir bütün olarak oluşturulmuştur. Sonra ikinci dönem başlamıştır. Son dönemdir. Uygarlaşma dönemidir. Evrimlikten uygarlığa geçilmiştir.

وَكَانَ عَرْشُهُ

VaKAvNa GaRLuHUv

“Ve arşı oldu”

“Kâne”nin iki manası vardır. Ya şimdi böyledir veya eskiden böyle idi.

“Arş” kelimesi “uruc” kelimesi ile akrabadır. İkisi de yükseklik demektir. “uruc”da yükselme vardır. “Arş” yükseğe çıkıp oturmadır. Bir kat çıkan adam iki düz yerle karşılaşır. Bir katı çıkıp oturduğun yerdir. Burası “arş”tır. Diğerinde ise dinlenmek üzere merdiven arasında dinlenecek basamaklar vardır. Burası “urcun”dur. Ay böyle bir yerdir, uzaya giderken çıkışta ilk duraktır. “Urcun” kelimesini salkım diye tercüme etmişlerdir. “Urcun” “araca”dan oluşmuş dinlenme yeri demektir.

Burada “arşı” kelimesini kullanıyor. Beşinci boyuttaki uzayımızdan bahsetmektedir. Allah bütün rabliğini burada yapmaktadır. O’nun adeta bedenidir. Bizim bedenimiz olduğu gibi O’nun bedeni de arştır. Bizim bedenimiz semada değildir. Yani dışarıdan bir şey almadan varlığını sürdüremez. Oysa Allah’ın bedeni olan arş dışarıdan bir şey almadan ve dışarıya bir şey vermeden varlığını sürdürür. Ayrıca, bizim bedenimizi biz var etmedik. Oysa arşı onun ruhu olan Allah var etti. Yalnız Allah’a aittir. Buradaki “arşı” izafeti buna vurgu yapmak içindir. Başkası ile ortaklığı olmayan arşı anlamındadır.

عَلَى الْمَاءِ

GaLay eLMAvEi

“Mâ üzerinde”

“Biz suyu indiririz, onunla ölü toprağı ihya ederiz” denmektedir. Susuz hayat olmaz ilkesi biyolojide temel kanundur. Arşı yani beş boyutlu uzayı su yapısı üzere idi demek olur.

Bir yapı,  bir oluş bir şeye dayanıyorsa “Alâ” kelimesi kullanılır.

Buradaki “Mâ”yı beş boyutlu uzayın mâsı gibi anlarız. Buradaki “E” “H”den dönüşmüştür. Nitekim çoğulu “miyah”tır. Bu kökten türemiş kelimeler yoktur. Suyun kökü “SQY”den oluşur. Türkçedeki su da oradan gelir. “Soğuk” kelimesi de aynı köktür. Bununla beraber ilk var olan atom suyun kökü hidrojendir. Başlangıçta hepsi hidrojen idi. Zamanla diğer elementler oluştu. Arada boşluk yokken sonra genişlemeye başladı. Böylece burada “Mâ” sıvı anlamındaki “mayi”den de dönüşmüş olabilir. Hidrojen atomu da kastedilebilir.

“Alâ” yapı demektir.

لِيَبْلُوَكُمْ

Li YaBLuVaKuM

“Sizi belv etsin diye”

“Belev” “bileme” kelimesi ile aynı anlamdadır. Körlenmiş bir kesiciyi bilerseniz keskin hâle gelir. Bir âlet yapıldığı zaman iş yapmaz, bilendikten sonra keskin hâle gelir.

Bir başka olay şudur. Âlet döktükten ve dövdükten sonra tavlanır, sertleştirilir. Bu da belev içindedir. Sonra da bilerseniz, keskin hâle gelir. İnsan da yeryüzüne gelmeden ve eğitilmeden önce işe yaramaz bir durumdadır. Dünyada aldığı eğitimle iş yapar hâle gelir.

İşte…

Biz bu dünyaya bunun için geldik. Burada aldığımız eğitim ile iş yapar hâle geleceğiz. Nasıl çocukları eğitmek için biz bir okul açarsak ve orada öğrencileri yetiştirirsek, Allah da bu Kâinatı bizim için okul olsun diye var etmiştir. Bu âyette bunu açıkça söylemektedir. Melekler bizim okulumuzu yapmışlardır. Onlar imtihansız bilgi sahibi yapılmıştır, iş yapar yapılmıştır. İnsanlar ve cinler ise eğitilmektedir. 

أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا

EayYuKuM AaXSaNu GaMaLan

“Hanginiz amelce ahsen olacak diye”

Evet, buraya hasen amel yapmaya geldik, seyyieyi amel etmeye gelmedik. Hepimiz iyi olabiliriz demektir. Bu da ancak hakem kararlarına uymakla sağlanır.

Bu durumda yeryüzündeki denge nasıl sağlanacaktır?

Denizler, sonra gökler, sonra uzay sonsuzdur, ardullah vasidir.

“Arz” deyince herhangi bir yer olarak anlayabiliriz.

وَلَئِنْ قُلْتَ إِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (7)

Va LaEiN QuLTa EinNaKuM MaBGuÇUvNa MiN BaGDı eLMaVTı LaYaQUvLanNa elLaÜIyNa KaFaRUv EiN HaÜAv ElLAv SıXRun MuBİyNun

“Ve onlara siz mevtten sonra ba’s olunacaksınız dersen, küfretmiş olanlar bu mübin bir sihirdir diyeceklerdir.”

Resul sadece tebliğ ile görevli olup uygulamakla mükellef olmayan resuldür.

Hazreti Muhammed tüm insanlığa irsal edilmiş resuldür ama yalnız Araplara meb’ustur, Arapların dışındakilere meb’us değildir.

Demek ki mevtten sonra ba’s olunacağız. Görevimiz var, orada işler yapacağız. Bir iş yapmak için oraya geliyoruz. Okulda öğrenci ne için okur? Mezun olduktan sonra doktorluk yapsın, mühendislik yapsın, öğretmenlik yapsın diye okul okur. Biz de bu dünyaya geldik ve âhirete gittiğimiz zaman bir şeyler yapalım diye dirileceğiz.

Eğer hemen dirilecek olsaydık ba’de’l-mevt denirdi. Belli bir zaman sonra ba’s olunacağımız için “Min Ba’di” denmektedir. Burada “ba’s” ile “sihir” karşılaştırılmıştır, ba’sin bir sihir olduğu söylenmektedir.

“Sihir” demek gerçekte olmayan ama halkı inandırmak için gösterilen şeylerdir, yapılan şeylerdir. Televizyon bir sihirdir. Bir filimdir. ‘Böyle şeyler filimde senaryo olur ama gerçekle alakası yoktur’ derler. Küfretmiş olanlar böyle derler. Küfür ile iman arasında inanç bakımından fark budur. İnsanlar tek varlık kabul edecekler, o tek yaratıcı varlığın işçisi olduklarını, O’na ibadet edip O’ndan istiane edeceklerini bilecekler ve kendilerine verilen görevleri yapmazlarsa mesul olacaklarını kabul edeceklerdir. Yani Allah’a ve âhirete inanacaklardır. Kendi dillerinde Allah’ın adı ne olursa olsun önemli değildir. Ahireti nasıl ifade ederlerse etsinler, önemli değildir. Önemli olan öldükten sonra hesaba çekileceğini kabul etme ve Kâinatta tek yaratıcıdan başka kimse yoktur kuralını benimsemeleridir.

وَلَئِنْ قُلْتَ

Va La EiN QuLTa

“Ve kavl edecek olursan”

Yer ve göklerin imtihan etmek için yaratıldığını beyan ettikten sonra “Ve” harfi getirilerek “dersen” deniyor. Burada “Ve”nin atfettiği bir yer olmadığına göre “Leİn” ile başlayan bir cümle mahzuftur demektir. Burada dört defa “Leİn” tekrar edilmiştir. “Ve” ile atfedildiğine göre biri de hazf edilmiştir.  Hazfedilen “Leİn”in ne olacağını bilebilmemiz için bundan sonra gelen “Leİn”li cümlelerin ifadelerini yan yana koyup karar vermemiz gerekir.

a) Dirileceksiniz desen

b) Azabı tehir etsek

c) Rahmeti zevk edersek

d) Nimeti verirsek

Hazf edilen cümleyi şöyle yorumlayabiliriz.

Sen eğer onlara; bu tutuculuğa devam ederseniz, takdir-i ilâhi olan inkılâplara uymazsanız, dünyada belalar gelir ve helâk olursunuz desen aldırmazsınız. Ve bunu söyledikten sonra onlara dersen ki; bu dünyadaki azap yetmez, âhirette de haşr olunacak ve orada hesap vereceksiniz desen, senin söylediğin bir filimdir derler. Peygamberlerin insanları korkutmak için çevirdikleri bir senaryodur derler. Onlara göre cennet cehennem yoktur, insanları doğru yola getirmek için peygamberlerin uydurdukları yalandır, hikâyedir.

إِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ

EinNaKuM MaBGuÇUvNa

“Siz ba’s olunacaksınız”

Bebek önce anne karnına düşer, orada gelişir, sonra doğar. Hedef bebeğin delikanlı olup iş yapmasıdır.

Sizde de hedef bu dünyada yetişip âhirette size düşecek olan görevleri yapmanızdır.

Ba’s olunacaksınız. Okuldaki başarınıza göre size cennette veya cehennemde yer verilecektir. Oradaki görevimiz ne olacaktır, orada ne iş yapacağız?

Bunu bilmiyoruz. Çünkü o Kâinat bu Kâinattan farklıdır. Ölümsüzdür. Dolayısıyla oradaki görevlerimizi kavramamız bu dünyada zordur.

مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ

MiN BaGDı eLMaVTı

“Mevtten sonra”

İnsanlar dünyaya sıra ile gelirler. Aynı yerde nöbetleşe yaşarlar. Ne var ki yaşadıkları yer orada kalır. Bir gün içtima borazanı çalınır. Melekler harekete geçerler ve insanlar dört boyut içinde bulundukları yerde dirilirler.

İşte, ondan sonra hayat üç boyut içinde değil de dört boyut içinde başlar. Şimdi mekân içinde geri dönebiliyoruz. Ankara’ya gidip sonra İstanbul’a geri gelemiyoruz. Zaman içinde dönemiyoruz. Tekrar dünü yaşayamıyoruz. Âhirette zaman içinde de geri dönebileceğiz. Geçmişi yaşayabileceğiz. Bugün bunlar izafiyet nazariyesi ile bilinir hâle gelmiştir. Fizik ve matematik ilimleri bütün bunların oluşunu imkân dâhiline sokmuştur.

لَيَقُولَنَّ

LaYaQUvLunNa

“Kavl edeceklerdir”

Nun-u te’kid gelecek zaman yapar. Bu sebeple kavl edeceklerdir diye tercüme ettik.

Marks daha ileri gitmiş, din adamları halkı korkutup sömürsünler diye bu âhirette dirilme hikâyesini uydurmuşlardır demektedir. Sermaye, insanları sömürebilmesi için din düşmanlığı yapmaktadır, ırk düşmanlığı yapmaktadır.

Ortaçağda kilise ile askerler işbirliği yapmış, birlikte sömürmeye devam etmişlerdir. Bunların dinleri istismarı başka, peygamberlerin getirdiği din tamamen başkadır. Bediüzzaman nerde, bugünkü paraleller nerde. Takdir böyledir. Birileri çalışır ve karşılığını cennette alır, sonra gelenler onu istismar ederler ve büyürler. Böylece ileri adım atılmış olur. Sonra onlar yeni uyarıcılar tarafından uyarılır ve yeniden İslâm düzeni dünyaya hâkim olur. Sonra o yeni düzen de zamanla yaşlanır. Uygarlaşma böyle gerçekleşir.

Şimdi biz peygamberlerin yaptıklarını âlimler olarak yapıyoruz. Cebrail gelmiyor. Ama Kur’an bize rehber oluyor. Bugün gelişmiş olan ilimler sayesinde Kur’an’ı anlamamızda Cebrail’e gerek bırakılmamıştır. Böyle bir peygamber de aramızda yoktur. Biz vahiy alan peygamberler gibi değil, Kur’an’ı anlamaya çalışan ilim adamları olarak konuşuyoruz. Hatalar bizim, gerçekler Kur’an’ındır.

الَّذِينَ كَفَرُوا

elLaÜIyNa KaFaRUv

“Küfretmiş olanlar”

Küfür etmenin asıl manası nankörlük etmektir. Nimetlerin karşılığını vermemektir. Allah bize Kur’an’ı indirmiş, peygamberleri göndermiş, fakihler yetişmiş ve fıkhı ihsan etmiş…

O’nun bu büyük nimetini öğrenip uyacağımıza, batmakta olan Batı yani Avrupa sokaklarında süprüntüler arasında gerçekleri arıyoruz!

İşte bu küfranı nimettir. Küfretmiş olanlar bunlardır. Ulusumuzu Avrupalılar oluşturmadılar, devletimizi Avrupalılar kurmadılar. Bu nimetleri bize Allah in’am etti. O halde hakkı Avrupa’nın barlarında değil, Kur’an’ın nurlarında aramamız gerekir.

إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (7)

EiN HaÜAv ElLAv SıXRun MuBİyNun

“Bu mübin sihirden başka bir şey değildir.”

Onlara göre Kur’an seyredilen bir filimdir, Sünnet tarihi senaryolardır, Fıkıh eserleri masallardır, müsbet ilim de siyasilerin ve sermayenin sömürme aracıdır, öğrenip uygulama aracı değildir, ciddi bir saha değildir.

Kur’an, Adil Kur’an Düzeni Çalışanlarına bunları bildirmektedir ki gaflete düşüp irtidat etmeyelim. Kur’an’ın bu yorumlarını takip etmeyenler er veya geç şeytanın tuzağına düşerler. Sizi koruyacak ve kurtaracak tek kale Kur’an’dır.

Uygulamalar göstermektedir ki Kur’an’ı öğrenmek için Arapça bilmek gerekmiyor, Arapçayı öğrenebilmek için Kur’an’ı bilmek gerekiyor.

Bu sihir değil, insana uygulamalı öğreten bir ilimdir.

وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8)

Va LaEiN EapPaRNAv GaNHuM eLGaÜABa EiLAy EumMaTin MaGDuvDaTin LaYaQUvLunNa MAy YaXBıSuHUv EaLAv YaVMa YaETiHiM LaYSa MaÖRUFan GaNHuM Va XavQa BiHiM MAvKaNUu YaSTaHZiEUvNa

“Ve madud bir ümmete dek onlardan azabı tehir etsek, onu hapseden nedir, derler. Bilin, onlara ety ettiği gün, onlardan masruf yoktur. İstihza ettikleri onları hayk edecektir.”

Bir uygarlığın ömrü bitip yeni uygarlığa geçilirken, geçiş birden olmaz. Geçiş kanunları vardır. Önce mevcut müesseseler çökertilecek, sonra yeni düzen öğretilecek, ondan sonra yeni düzen gelebilir.

Bugünkü kapitalizm ve sosyalizm, ömrünü doldurmuş olan yaşlanmış ve eskimiş düzeni çökertme faaliyetleridir. Çinliler batılıların etkisi ile sosyalizmi ülkelerine getirerek eskimişleri ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Hintliler kendi kast sistemlerini daha kaldıramadılar. Yahudiler dinlerini sömürü aracı olarak kullanıyorlar. Hıristiyanlar Yahudilere taşeronluk yapıyorlar. Eski Sovyet ülkeleri hâlâ kendilerine gelemediler.

Bununla beraber, eski müesseselerin çökertilmesi yolunda büyük gelişmeler olmuştur. Yeniden dine dönüş vardır. Eski inançlarla veya inançsızlıklarla yola devam edilmeyeceğini bugün herkes öğrenmiştir. Ne var ki yeni din ve yeni düzen henüz örneklenememiştir, örnek bir semt veya bucak oluşturulamamıştır. İşte bunun içindir ki ömrünü doldurmuş olan yaşlı ve zalim düzen varlığını sürdürmektedir. Biz henüz hazır değiliz ki onlar gitsin.

Biz, işte bu sebeple diyoruz ki AK Parti daha on sene iktidarda kalmalıdır. Biz bu süreçte zaman kazanmalıyız. Bu zaman zarfında yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapacağız. Yüz villalı ahşap dinlenme evlerini kuracağız. Artık ülkemizde bunlar yaygınlaşacak. Tüm partilere işte  “Adil Düzen” budur diye göstereceğiz ve partilerin hepsi veya bir kısmı kabul edecek yahut biz Adil Düzen Partisi’ni kuracağız.

Ondan sonra “Adil Düzen”e gelmeyen olursa, hâlâ eskimiş ve ömrünü doldurmuş sömürü düzenini savunan olursa; işte onlara azap gelecektir.

Şimdi ne oldu?

Bak, AK Parti güzel güzel iktidarı götürüyor, Oyları alıyor. AK Parti’nin oyu %50 civarında. AK Parti’ye oy verenlerin yarısı başka parti bulamadığı için ona oy veriyor.

AK Parti kaç gruptur?

a) AK Parti’de Akevler’den gelenler var.

b) AK Parti’de Millî Görüş’ten gelenler var.

c) AK Parti’ye ANAP’tan gelenler var.

d) AK Parti’ye DYP’den gelenler var.

Bu dört görüş sırf belli zihniyet karşısında birleştiler ama daha yeni düzeni getirmeyi bile hedefleyemediler. Yöneten dörtte birdir. Demek ki bugün hâkim olan ancak ülkenin sekizde biridir. Sekizde bire dayanarak sekizde yediyi yönetmek hangi başarıdır? %10 barajı bile hâlâ kaldırılamamıştır. Demek ki AK Parti de bizi dövüyor ama diğerlerine nazaran biraz az acıtıyor, çünkü uyuşturucu kullanıyor.

Dost-düşman birleşmiş, Akevler’i ve “Adil Düzen”i küçümsemekle meşguller, onun adını bile ağızlarına almıyorlar; sonra da siz nerdesiniz, yok oldunuz diyorlar!

Evet, biz Habeş ülkesine sürüldük, biz Medine’ye sürüleceğiz ama sonunda zafer bizim olacak, Mekke’yi fethedeceğiz, üçüncü binyıl uygarlığını kuracağız.

Biz değil "O" kuracak.

وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ

Va LaEiN EapPaRNAv GaNHuM

“Ve onlardan tehir etsek”

Yeni uygarlığı kuracakların hazırlıklarını tamamlamaları için direnenlere ve “Adil Düzen”i kabul etmeyenlere gelecek azap tehir edilmektedir. Yalnız bunun için değil, aynı zamanda bugün direnenler de bu arada gerçeği görür de direnmeden vazgeçerler diye azap tehir edilmektedir. En az zayiatla bu iş başarılacaktır.

Nitekim Mekkeliler sonunda teslim olmuşlardır.

CHP ve MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesi bu değişmenin bir işaretidir. Şimdi de 7 Haziran 2015 seçiminde MHP Ekmeleddin’i aday gösterdi! CHP de M. Sarıgül’ü İstanbul’da liste başı yapsaydı, bu değişmenin onlarda da devam ettiğini gösterirdi. Bizim tahminimize göre önümüzde daha on sene gibi bir tehir vardır, bu on sene içinde çok şey değişmiş olacaktır.

Sömürü sermayesi düzeninin sona erdirilmesi ancak semt kooperatiflerinin yaygınlaşması ile mümkündür. Ümit ediyorum ki seçimden sonra birileri buna sahip çıkacak ve çağımızın Medine anlaşmasını yapacağız; ahşap evlere, dinlenme sitelerine, yüz lojmanlı işyeri apartmanlarının inşasına başlamış olacağız. Birileri ile yani çağımızın Medinelileri ile başlamış olacağız. Davet ediyoruz. Allah kime nasip edecekse o gelecektir.

الْعَذَابَ

eLGaÜABa

“Azabı”

Bugün beklenen azap nelerdir?

Hiç beklenmedik azaplar ortaya çıkıyor. Önce kanser yaygınlaştı, sonra AİDS ortaya çıktı, sonra ölümcül farklı gripler göründü. Büyük deniz kabarması oldu, zelzeleler arttı. Bunlar yetmedi, gemimizi işgal ettiler. Beklenmedik intiharlar oldu. Terör olayları hep var. Kimyasal, biyolojik, atom bombaları ve daha nice silahlar ve savaşlar. Bunlar hep azaptır.

“Azab” burada marife gelmiştir. Demek ki beklenen bir azap olacaktır. Üçüncü cihan savaşı bilinen azaplardandır, sermaye yine bu savaşı çıkarabilir, dünyayı kana boyar, tahribat yapar ama bu arada sermaye de yok olur. Çünkü semt kooperatifleri artık oluşmuş, sermaye olmadan da yeryüzünün ekonomileri artık “Adil Düzen”in ekonomileri olarak kurulmuş olacaktır. Azabın marife olması, bu azabın üçüncü cihan savaşı olması anlamına gelebilir.  

Bu âyetlerden açıkça anlıyoruz ki sermaye üçüncü cihan savaşını çıkarmak istiyor. Biz bunu tehir ediyoruz. O zamana kadar semt kooperatiflerini kurunuz. Artık üreticiler ve tüketiciler sermaye sömürüsünden kurtulsun. Ondan sonra siyasette, dinde ve ilimde yapılacaklar var. Bunları ekonomik bağımsızlıklarını elde eden kooperatiflerin desteklediği siyasetçiler, sermaye sahipleri ve din adamları yaparlar.

“Adil Düzen”de ekonomi, siyaset, ilim ve din/tarikatlar ayrı ayrı kuruluşlardır. Bunlar birbirlerine karışmazlar. Ekonomik bağımsızlığını elde eden halk bunlardan kimleri desteklerse onlar bu alanlarda faaliyet gösterirler

إِلَى أُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ

EiLAy EumMaTin MaGDuvDaTin

“Sayılı ümmete kadar”

“Ümmet” imamdan gelir. Emam demektir.

“İmam” önden yürüyen demektir, namaz kıldıran demektir. O yapar, halk da onun yaptığını yapar. Hayvanların da böyle imamları vardır. İmama uyulur, imam yönetmez. Bugün başkanlar sadece birer imamdır, sermayeden aldıkları talimatları uygulamaktadırlar.

“Ümmet” imamları olan topluluk demektir. Yani kendi kendilerini yönetemiyor, kendi seçtikleri başkanlara itaat etmiyor, atanmışlara itaat ediyor.

Valiler birer imamdır. Kaymakamlar birer imamdır. Cumhurbaşkanları birer imamdır. Bugün hepsi sermayenin söylediklerini yapmak zorundadırlar.

Bucaklar bağımsız olmalıdır, iller bağımsız olmalıdır, ülkeler bağımsız olmalıdır.

Siyasi bağımsızlığı bir savaşı kazanarak elde edersiniz. Ama ekonomik bağımsızlık ancak düzen değiştirmekle elde edilebilir. “Adil Düzen”e göre semt kooperatifleri kurulmadıkça, sermayenin sömürüsünden kurtulmak mümkün değildir. Karşılıksız faizli parayı kullandığımız müddetçe doların esiri olmaya mahkûmuz. Yeni para sistemini getirmedikçe putlara tapmaktan kurtulamayız. Yeni para sistemini makroda getiremeyiz. Semt kooperatifleri içinde kooperatif bonoları bu savaşı kazanacaktır. Para yine sermayenin olacak ama malı bizden almak, malı bize satmak zorunda olacağı için bizi sömüremez.

لَيَقُولُنَّ

LaYaQUvLanNa

“Diyecekler”

Bugün gidişin iyiye gitmediğini herkes biliyor. Karşılıksız faizli dolar yeryüzüne yeteri kadar çıkmıştır. Patron Yahudiler artık zengindirler, kendi paraları kendilerine yetmektedir, bankerlerden yeni para alma durumunda değildirler. Bankerler dolarla kredi verecekleri yer bulamıyorlar. Geçmişte de bu böyle oldu. Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarını bunun için çıkardılar, böylece dünyayı batırdılar ve yeniden kredi vermeye başladılar. Bugün ise bu savaşı çıkaramıyorlar. Ama dünya sıkıntı içindedir.

مَا يَحْبِسُهُ

MAy YaXBıSuHUv

Onu ne habs ediyor?

Neden üçüncü cihan savaşı çıkmıyor?

Çıkmayacak. Bizzat savaşı çıkaracaklar da beceremiyor.

Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarını kolay çıkardılar ama üçüncü cihan savaşını çıkaramıyorlar. Irak ile İran’ı sekiz sene savaştırdılar. Türkiye devreye girecekti, girmedi. 

أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8)

EaLAv YaVMa YaETiHiM LaYSa MaÖRUfFan GaNHuM Va XavQa BiHiM MAv YaSTaHZiEUvNa

“Ve madud bir ümmete dek onlardan azabı tehir etsek, onu hapseden nedir, derler. İstihza ettikleri onları hayk eder.”

‘Üçüncü cihan savaşının olmasını önleyen nedir?’diyenlere; o gün gelecektir!

“Adil Düzen” üzerinde çalışanlar çalışmalarını tamamladıkları zaman, direnenleri helak edecek gün gelecektir. Üçüncü cihan savaşı olacaktır. Ne var ki o savaşta herkesten önce savaşı çıkaranlar helak olacaklardır. Faizci banker sermayenin kökü kuruyacaktır.

Kur’an ve müsbet ilimden elde ettiğimiz bilgiye dayanarak söylüyoruz…

“Karşılıksız faizli para” ile artık dünya ekonomisi yürümeyecektir.

“Karşılılığı olan ve emek karşılığı çıkarılan para” ile dünya yönetilecektir.

Üretici patron sermaye, tekel oluşturmamak ve ilme, dine, siyasete hükmetmemek şartı ile yaşamaya devam edecektir. Çünkü büyük sermayeye her zaman ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Obama ve Rotschild’lerin temsil ettiği üretici sermaye sadece düzelecek ve varlığını sürdürecektir. Faizci banker sömürü sermayesinin ise ömrü bitmiştir. Paraya para kazandırma sistemine artık gerek kalmamıştır. Ancak savaş çıkararak yeniden geçici bir düzen kurabilir. Ama bu durum “Adil Düzen” henüz insanlara tebliğ edilmeden geçerli idi. “Adil Düzen” geldi, “batıl düzen” zail oldu.

Kur’an’da “Hâka” kelimesi 10 yerde geçmekte, bunun 8’i istihza ile geçmektedir; biri azab, biri de mekr ile gelmektedir.

“Hayk” çalı süpürgesi demektir. Çalı süpürgesinin etrafındaki bağlama “halka” anlamına gelir ki o kelimeyle de akrabalığı vardır.

“Hayk etmek” demek bağlamak demektir.

“İstihza etmek” demek, karşı tarafı küçük görüp süpürme, yok etmeyi istemedir.

“Masharaya almak” demek onunla eğlenmek demek, onu alaya almak demektir.

Mashara ile anlam akrabalığı olarak her iki durumda aşağı görmek demektir. Masharada onu yok etme yerine onunla eğlenerek yaşama şeklindedir. İstihzada ise onu yok sayıp çöplüğe atma demektir.

Bizim görüşlerimizi ve önerilerimizi önemsiz görüp değerlendirmemek, bizlerle istihza etmektir. Bizim çözüm önerilerimizi çok az kimse ciddiye almıştır. Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu ciddiye alıp başkan olarak Akevler’in kuruluşunda değerlendirmiştir. Prof. Dr. Necmettin Erbakan ciddiye alıp değerlendirmiş ve dünyaya duyurmuştur. Risale-i Nur şakirtleri ciddiye alıp değerlendirmişlerdir. Kırgızistan Devlet Başkanı Askar Akayev ciddiye alıp değerlendirmiştir.

Bunlardan başkaları ve bizim birçok arkadaşlarımız da dâhil olmak üzere bizi ciddiye almamaktadırlar. Sözlerimizi ve önerilerimizi basit olarak kabul ediyorlar. Oysa biz kendimizden konuşmuyoruz. Kur’an’ı anlatıyoruz, Kur’an’dan anladıklarımızı yazıyoruz. Adil Düzen çalışanlarını basit gören ve onlardan bahsetmemek suretiyle onlara cevap verme tenezzülünde bile bulunmayarak istihza etmektedirler.

Sonunda ne olacaktır?

İstihza ettikleri yani değerlendirmedikleri şey başlarına gelecektir.

Ya “Adil Kur’an Düzeni”ne gelecekler ya da helâk olacaklardır.

Onları üçüncü cihan savaşı yiyip bitirecektir. Çünkü insanlık karşılıksız dolara doydu. Faizci bankerler artık faizli kredi verecek yer bulamıyorlar.

Üçüncü cihan savaşını çıkarıp insanlığın birikimini yok edecek, yeniden kredi vererek kendi bankalarının karşılıksız paralarını değerlendirecekler diye düşünüyorlar ama nafile...

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (41)

“Ve senden önce resuller istihza edildiler. Onları masharaya alanlara istihza ettikleri hayk etti.” âyetinde, istihzaya alınan, söylediklerini değerlendirmeyen demek, masharayı almaları da kişileri hedef alan dışlamaları demektir.

İstihza görüşlere, mashara ise kişilere yöneliktir.

Bizim fikirlerimizi duymak ve yaymak istemeyenler istihza ediyorlar, sebepsiz bize saldıranlar bizi masharaya alıyorlar. Biz kimseye kötülük yapmadık, kimsenin kötü olduğunu söylemedik. Yaptıkları yanlışları gösterdik. Onlara düşen söylediklerinin doğru olduğunu göstermek, bizim de yanlışlarımızı cevaplamak. Yarım asırdır “Millî Görüş ve Adil Düzen”i savunuyoruz. Üzerimize ordularla geldiler, yargıçlarla geldiler, Yargıtay başsavcıları ile geldiler. Ama bir tek ilim adamı bile bulup bizim söylediklerimizi eleştiremediler. Yine bizim arkadaşları bize saldırttılar; onlar da sadece ‘çalışma iyi ama henüz tam değil’ diyebildiler!  Oysa Kur’an diyor ki; “Rabbim, ilmimi artır.” Demek ki ilim hiçbir zaman tamamlanmaz. Soruyoruz; behey gafiller, kıyamete kadar uygulamayacak mıyız?!.

أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ

EaLAv YaVMa YaETiHiM

“Bilin, onlara geldiği gün”

“Ye’tî”nin faili “azab”dır, bilinen azabdır. Bugün bu azabın ne olacağı bilinmektedir; üçüncü cihan savaşıdır gelecek olan. Faizci bankerler kredi verecekleri yer bulamadıkları için üçüncü cihan savaşını çıkarmaya çalışıyorlar. Harap olmuş dünyaya kredilerini verecekler. Bunu planlıyorlar ama henüz başaramadılar. Çünkü tövbe edeceklere zaman tanınıyor...

Saadet Parti’lilere zaman tanınıyor, Ak Parti’lilere zaman tanınıyor, MHP’lilere zaman tanınıyor, HDP’lilere zaman tanınıyor, CHP’lilere zaman tanınıyor...

Putin’e zaman tanınıyor, Obama’ya zaman tanınıyor...

Bir de Adil Düzen Çalışanları henüz hazır değil; henüz ahşap evler imalathanelerini kuramadılar, henüz yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapamadılar, henüz mala-mal marketlerini kuramadılar, henüz bin dil üniversitesini faaliyete geçiremediler, henüz buna göre yapılanan semt ve bucakları kuramadılar. Bunun için Allah o savaşı geciktiriyor.

لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ

LaYSa MaÖRUFan GaNHuM

“Onlardan o sarf edilmeyecektir”

Evet, kim olursa olsun, “Adil Düzen”i kabul etmeyen helâk olup gidecektir.

Kâfirler ne kadar çok olursa o savaş da o kadar büyük olacaktır.

Kâfirler az olursa savaş o kadar basit geçecektir.

İşte bunun için biz AK Parti’nin üç dönemzedelerine diyoruz ki; gelin yeniden semt sitelerini kuralım, hem kendimizin hem de insanlığın kurtulması için Allah’ın ensarı olalım.

وَحَاقَ بِهِمْ

Va XavQa BiHiM

“Ve onları hayk etti”

Onlar Kur’an düzenini süpürmek istiyorlar ama onlar süpürülüp çöplüğe atılacaklardır.

“Sahira” “Min” ile “Hâka” ise “Bi” ile gelmektedir.

Buradaki “Bi” “Mea” manasındadır.

Yani…

İstihza ettikleri azabla birlikte onlar da süpürülüp atılacaklar. Bizzat faizci sömürü sermayesi de onlarla beraber yok olup gidecektir. Sadece “Adil Düzen” gemisine binenler kurtulacaklardır. Evet, “Adil Düzen” Nuh’un Gemisi kadar küçük ve basittir ama …

Dünya o gemiye binenlere kalacaktır. Başka türlü zaten hayat olmaz.

Biz Avrupa’da Batı âlimlerine “Adil Düzen”i anlattığımız dönemde profesörlerden biri dedi ki; sizin çevre kirliliğine bir çözümünüz var mıdır? Çünkü yüz, en çok iki yüz sene sonra yeryüzünde artık insan yaşayamayacak derecede kirlilik olacaktır. Yeryüzü her yıl biraz daha kirlenmektedir; kirlenme yüzdesi artıyor, azalmıyor. Matematikle hesaplarsanız en iyi varsayım olarak 200, en kötü varsayımlarla 100 sene çıkıyor.

Maruf azap olarak siz çevre kirliliğini de alabilirsiniz. Ben üçüncü cihan savaşını alıyorum. Benimki değil de sizinki doğru olabilir veya her ikisi de doğru olabilir.

مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8)

MAv KaNVu YaSTaHZiEUvNa

“İstihza ettikleri.”

Bizim söylediklerimizi saçma görenlere de çarpacaktır.

Bu azabdan farklıdır. Bunun için “ve” harfi ile atfedilmiştir.

Azab üçüncü cihan savaşı, istihza ettikleri ise semt kooperatifleridir, kooperatiflerdir.

Onlar diyorlar ki; biz büyük işlerle uğraşıyoruz, basit kooperatifçilikle bu iş çözülebilir mi, biz büyük adamlarız, biz basit kooperatifçilikle uğraşmayız!

İşte onlara bu çarpacak ve onları kıskıvrak bağlayacak, kooperatifler dışında bir melce olmadığını anlayacaklardır.

Duyduğuma göre Saadet Partisi kooperatifçiliği programa koymuş. Programa koymayacak, Akevler ile bir olup fiiliyata koyacak. Bunun için iktidar olmaya ihtiyaç yoktur. Hattâ iktidar buna manidir. Nitekim Akevler’in elli sene içinde bundan fazla gelişememiş olmasının sebebi Millî Görüşçüler ve cemaatlerdir; haram kazanç onları helal kazançtan alıkoydu, şimdi bunun acısını çekiyorlar. Her iki cemaati de tövbeye davet ediyorum. Kazandığınız haram servetler sizin olsun. Artık bundan sonra helalinden kazanmaya başlayın; bankaların faizli kredileri ile değil, kooperatiflerin helal emekleri ile kazanın. Siz kazanmayın ve sömürü aracı yapmayın, cemaatinizin mensupları kazansın ve onlar hayır yapsın.

Samimi söylüyorum; yüz lojmanlı kooperatifin yöneticisi mi olmak istersiniz, yoksa cumhurbaşkanı mı diye sorulsa; ben kooperatif yöneticisi olmayı tercih ederim. Çünkü o sayede insanlık bilinen azaptan kurtulacak, onun sayesinde insanlık süpürülmeyecek. Cumhurbaşkanı olsam dünyaya bir faydam olmaz, âhirette de nerede olacağımı bilemem.

Mümin demek bu tercihi yapabilen demektir.

Hattâ böyle bir apartmanın yöneticisi değil oranın sakini olmak bile dünyalara değer.

وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ(9)

Va LaEiN EÜaQNAv eLEiNSAvNa MişnNAv RaXMatan ÇumMa NaZaGNAvHAv MiNHu EinNaHUv La YaEUvSun KaFUvRurn

Biz insana bizden bir rahmet izaka edip sonra onu nez' edecek olursak, ondan dolayı yeus olur kefur olur.”

Bir mıknatısı bobine koyarsanız hiçbir etkisi olmaz ama mıknatısı bobinden çıkarırsanız akım geçer, lamba yanar, sokarsanız da yine yanar ama aksi istikamette elektrik akar. Yani duran alan etki etmez, hareketli alan etki eder.

İnsan da mevcut durumdan ne sevinir ne de üzülür.

Kazanırsa sevinir, kaybederse üzülür.

Bu iki âyet insanın bu yapısını ortaya koymaktadır. İnsan daima ileri gitmek ister. Geri kalmak onu üzer. Hattâ durağan olmak bile onu sıkar.

Herkes yaşımı doldurayım da emekli olayım diye çalışır, sigortada zaman zaman gün toplatır. Oysa emekli olma ölüme yaklaşmak demektir. Ama o öyle ister. Emekli olduktan sonra da eğer başka iş yapmayacaksa gene üzülür.

İnsan durağanlıktan hoşlanmaz. Ekonomide de durmadan zengin olmak ve büyümek ister. Zarar ettiği zaman da üzülür. Oysa o kadar zengin oldun, yetmez mi?

Biz Adil Düzen Çalışanları olarak nerden nereye geldik; sevinmeliyiz.

Ama hayır; şükür yerine neden daha fazlası yok diye sıkılıyoruz!

Bu âyet kaybettiği zaman insandaki üzüntüyü ifade ediyor.

Bundan sonraki âyette kazandığı zamanki sevinci ifade ediyor.

 

أَلَا

وَوَ

لَ لَ

مَا مَا

ئِنْ إِلَى

عَنْهُمُ عَنْهُمْ بِهِمْ بِهِ

الْعَذَابَ

مَعْدُودَةٍ يَوْمَ مَصْرُوفًأ اُمَّةٍ

 

حَاقَ كَانُوا

لَيْسَ أَخَّرْنَا

يَقُولُنَّ يَسْتَهْزِئُونَ

يَحْبِسُه يَأْتِيهِمْ

9

4

1

4

4

4

 

Kelimelerden 13’ü mebni, 13’ü müştaktır. İkişer ikişer karşılaştırıldığında fiili maziler 4, muzariler 4, münker 4 olmak üzere 12 kelime vardır. Biri marifedir. Onunla 13 olmaktadır. 13 artan ardışık sayılardandır 1, (1+2=3), (3+2=5), (3+5=8), (5+8=13). Doğada birçok çokluklar buna göre dağılmışlardır. Batılılar buna “fibonatti (fibonacci) dizisi” demektedirler. 4 çift vardır. Bir de 13’e tamamlayan “elâ” vardır. Demek ki “azab” ile eşleşmiştir. Uyarı çifti. “Kavletmek” ve “istihza” ayrıca “in” ile “ilâ” eşleştirilmiştir.

Kavl etmek, istihza etmek; ikisi de söz grubundandır. Gelmek ve hapsetmek yani alıkoymak, gelmişken göndermek... Hâka ve kâne; ikisi de bir durumu bildiriyor. Leyse ve ehharnâ; ikisi de yokluğu bildiriyor. Yevme ve ma’dud; ikisi de zarftır. Masruf ve ümmet; masruf sarf edilmiş, ümmet de birleştirilmiş; biri ayrılık biri birlik.

Görülüyor ki bir âyette kelimeler hep eşleştirilmiştir. Kelimelerin lâfzî akrabalığı mahreçlere göre tesbit edilir. Mana akrabalığı ise bu yolla tesbit edilir. Kaç defa tekrar edilmişse o kadar yakınlığı vardır demektir.

Şimdi ümmet kelimesini ele alalım. Ma’dud ile ifade edilmiştir. Ma’dut ümmet demek birinin başkanlığında geçen dönem bir ümmet demektir.  Demek ki uygarlaşmada belli sayıda kişiler gelecek ve adım adım inkılâplar yapacaklardır. Abdülhamit’ten sonra Mustafa Kemal, sonra İnönü, sonra Menderes, sonra Demirel, sonra Özal, sonra Çiller, sonra Erbakan ve sonra da Erdoğan. Bunlar Türkiye’de uygarlaşma yönünde çalışmışlardır. Ümmet denince bunların dönemleri ifade edilmektedir. Bu merhaleler geçmeden olacak olan olmaz.

 

 

 


HUD SÛRESİ TEFSİRİ(11.SÛRE)
1-1 VE 3.AYETLER
1405 Okunma
2-4 VE 6.AYETLER
1323 Okunma
3-7 VE 9.AYETLER
1370 Okunma
4-9 VE 12.AYETLER
1681 Okunma
5-13 VE 16.AYETLER
1228 Okunma
6-17 VE 22.AYETLER
1285 Okunma
7-23 VE 24.AYETLER
1269 Okunma
8-25 VE 27.AYETLER
1320 Okunma
9-28 VE 31.AYETLER
1431 Okunma
10-32 VE 36.AYETLER
1335 Okunma
11-37 VE 40.AYETLER
1325 Okunma
12-41 VE 44.AYETLER
1404 Okunma
13-45 VE 47.AYETLER
2082 Okunma
14-48 VE 49.AYETLER
1344 Okunma
15-50 VE 52.AYETLER
1370 Okunma
16-53 VE 57.AYETLER
1293 Okunma
17-58 VE 60.AYETLER
1348 Okunma
18-61 VE 63.AYETLER
1320 Okunma
19-64 VE 68.AYETLER
1628 Okunma
20-69 VE 73.AYETLER
1735 Okunma
21-74 VE 78.AYETLER
1435 Okunma
22-79 VE 83.AYETLER
1510 Okunma
23-84 VE 86.AYETLER
1322 Okunma
24-87 VE 89.AYETLER
1410 Okunma
25-90 VE 95.AYETLER
1235 Okunma
26-96 VE 101.AYETLER
1447 Okunma
27-102 VE 108.AYETLER
1468 Okunma
28-109 VE 113.AYETLER
1526 Okunma
29-114 VE 116.AYETLER
1405 Okunma
30-117 VE 119.AYETLER
1258 Okunma
31-120 VE 123.AYETLER
1318 Okunma

© 2024 - Akevler